D
dâ:
hastalık.
daavât:
dualar.
dâbb:
kertenkele.
dâbbe:
yürüyen yaratık.
dâbbetülarz:
âhirzaman alâmeti olan bir yaratık.
dâcin:
bir nevi kuş.
dâd:
vergi, ihsan.
dâdıezel:
Allah vergisi.
dâdıhak:
Hak vergisi.
dâfi:
defeden, savan.
dâfia:
defetme, savma.
dâğdağa:
gürültü patırtı.
dâğdâr:
yanık, yaralı.
dağvârî:
dağ gibi.
dâhî:
üstün yetenekli.
dâhil:
iç, içeri, içinde.
dahîl:
yabancı, sığıntı.
dahîlek:
sana sığınırım.
dâhilî:
içe ait, içle ilgili.
dâhiliye:
içle ilgili olan, iç işleri.
dâhiyâne:
dahice, gayet zekice.
dahiye:
felâket, büyük belâ.
dahiye:
üstün yetenekli kimse.
dahl:
girme, etki.
dâî:
duacı, çağıran.
dâil:
sapıtmış, azgın.
dâim:
devam eden, süren.
dâima:
devamlı olarak.
daimî:
devamlı, sürekli.
dâir:
ilgili, devreden.
dâire:
saha, alan, geometrik şekil, resmi kurum.
dâirevârî:
daire gibi.
dâirevî:
daire şeklinde.
dakik:
pek ince.
dakika:
pek ince olan, zaman birimi.
dalâl:
sapıklık, haktan ayrılık.
dalalet:
sapkınlık, islâmdan ayrılma, şaşkınlık.
dalaletâlûd:
sapkınlık karışık.
dalaletpîşe:
sapkınlık yolunu tutmuş.
dalkavuk:
menfaati için hoş görünmeye çalışan, yağcılık ve soytarılık eden.
dâll:
delil olan, yol gösteren.
dall:
sapan, sapıtan.
dalle:
sapanlar, sapıtanlar.
dallîn:
sapkınlar.
dâlliyet:
delil olma, yol gösterme.
dâm:
tuzak, hile, tavan.
damar:
kan borusu, yaradılış, huy.
dâmen:
etek.
damga:
işaret, bellik.
dânâ:
bilgili, âlim.
dâne:
tane, tohum.
dantela:
tentene, dantel.
dâr:
yer, ev, yurt.
darağacı:
idam sehpası.
darb:
vurma, çarpma.
darbe:
tek vuruş.
darbhane:
para basılan yer.
darbımesel:
atasözü.
dâreyn:
her iki dünya.
dârıharb:
savaş yeri, düşman ülkesi.
dâri:
acı bir bitki.
dârib:
vuran, döven.
dârülfünûn:
fenler yeri, üniversite.
dârülharb:
savaş yeri, düşman ülkesi.
Dârülhikmet:
Osmanlılar zamanında fetva ile vazifeli ilmi bir kuruluş.
dârülhizmet:
hizmet yeri.
dârülikab:
azap yeri, cehennem.
dârülislâm:
Müslümanların huzur içinde yaşadığı yer.
Dârüsselâm:
kurtuluş ve güven yeri, cennet.
dâsıtân:
destan, meşhur hikâye.
dâsıtâne:
destan gibi olan.
dâussılâ:
vatan hasreti.
dâva:
savunulan düşünce, hak talebi, önemli mesele.
dâvet:
çağrı.
dâvetname:
davet mektubu.
Dâvûd:
büyük bir peygamber.
Dâvûdvârî:
Davut alehisselâm gibi.
dâye:
dadı, çocuk bakıcısı.
debdebe:
gösteriş gürültüsü, görkem.
debretmek:
kımıldatmak.
deccâl:
kıyametten önce ortaya çıkarak yandaşlarıyla birlikte dini yıkmaya çalışan azgın kimse.
deccâlâne:
deccal gibi.
deccâliyet:
din yıkıcı deccalın ilkeleriyle hareket edenlerin oluşturduğu mânevî şahsiyet.
def:
savma, savuşturma.
defâ:
kez, kere.
defâât:
defalar, kereler.
defâin:
defineler.
defâten:
birdenbire.
defî:
bir anda.
defîne:
yere gömülmüş kıymetli eşya.
defn:
gömme.
defnetmek:
gömmek.
defterdâr:
defterci, defter tutan.
dehâ:
üstün zekâ.
dehâlet:
girme, sığınma.
dehân:
ağız.
dehlîz:
dar ve uzun geçit.
dehr:
zaman, devir.
dehrî:
zamanla ilgili, kıyamete inanmayan îmansız felsefeci.
dehriyye:
dünyanın sonsuzluğuna inanan felsefecilerin yolu.
dehriyyûn:
zamanı tanrılaştıran îmansız felsefeciler.
dehşet:
ruhu birden kaplayan korku.
dehşetengiz:
korku verici.
dejenere:
bozulma, soysuzlaşma.
dek:
hile, oyun.
dekaik:
incelikler.
dekk:
ufalanma.
delâil:
deliller, kanıtlar.
delâlat:
delâletler, delil olmalar.
delâlet:
delil olma, yol gösterme.
delâleten:
delil olarak, yol göstererek.
delîl:
yol gösterici, kanıt.
dellâl:
yüksek sesle ilan eden, duyuran.
delv:
kova burcu.
dem:
kan, zaman, konu, kıvam.
demâ:
her zaman.
demâdem:
zaman zaman.
demagoji:
güzel sözlerle halkı kandırma siyaseti.
dembedem:
zaman zaman.
demdeme:
vızıltı, ses.
demode:
modası geçmiş.
demokrasi:
yöneticilerin halk tarafından seçildiği idare şekli.
demvurmak:
söz etmek.
denâet:
alçaklık.
denî:
alçak.
deniye:
alçak olan.
depresyon:
ruhî çöküntü.
der:
"içine, içinde" mânâsında ön ek.
derâkab:
hemen, derhâl.
derârî:
parlak yıldızlar, renkli şeyler.
derc:
içine alma, sokma.
dercân:
canına sokma, içine alma.
derd:
dert, hastalık, üzüntü, dilek, mesele.
derdmend:
derdi olan.
derecât:
dereceler, yukarı katlar.
derece:
gitgide yükselen durumların her biri, kerte.
derekab:
hemen ardından.
derekât:
derekeler, aşağı katlar.
dereke:
gitgide alçalan durumların her biri.
dergâh:
makam, tekke.
derhâtır:
hatırlama.
derk:
anlama, kavrama.
derketmek:
anlamak, kavramak.
dermân:
ilaç, çare, güç.
dermeyân:
ortada, ortaya.
derpey:
ardı sıra.
Dersaadet:
istanbul.
dershane:
ders okunan yer.
dersiâmm:
herkese ders verebilen hoca.
deruhte:
üzerine alma, yüklenme.
derûn:
iç, gönül.
derûnî:
içle ilgili, içten.
derviş:
yaşayışını tarikatının edeplerine uyduran kalender kimse.
derya:
deniz.
desâis:
desiseler, hileler, oyunlar.
desâtir:
düsturlar, ilkeler.
desîse:
hile, oyun.
dessas:
hileci, oyuncu, aldatıcı.
dessasâne:
hileci, aldatıcı gibi.
dest:
el.
destan:
kahramanlık hikâyesi.
destbedest:
el ele.
deste:
demet, tutam.
destek:
dayanak.
destgâh:
tezgâh, işyeri.
destûr:
izin.
dev:
masallarda geçen korkutucu varlık.
devâ:
ilaç.
devâen:
ilaç olsun diye.
devâhî:
büyük belâlar, üstün zekâlılar.
devâir:
daireler, işyerleri.
devam:
sürüp gitme.
deverân:
dönme, dolaşım.
devir:
dönme, dolaşma, aktarma.
devlet:
ülkeyi yönetmek için örgütlenmiş siyasî topluluk.
devr:
devir, dönem, dönme, dolaşma, aktarma.
devran:
felek, talih.
devre:
dönem.
devriye:
dönen, dolaşan.
deyn:
borç.
Deyyan:
herkesin hakkını en iyi bilen ve veren Allah.
Dıhye:
bir sahabe.
dırahşan:
parlayan.
dıyk:
darlık.
dibâce:
önsöz, başlangıç.
didar:
göz, görme, görünme.
dîde:
göz.
dîdebân:
gözcü, gözleyen.
dîk:
ince, dar.
dikkat:
duygu ve düşünceyi bir noktada toplama, uyanıklık, incelik.
dikta:
zorbalık.
diktatör:
devleti keyfine göre idare eden "ulu" önder.
dil:
gönül, kalb.
dilber:
gönül alan güzel.
dilşâd:
gönlü hoş olmuş.
dimağ:
beyin.
dimdik:
gaga.
din:
peygamberin bildirdiği biçimde kulluk görevlerini belirleyen ilâhî nizam.
dinamik:
hareketli.
dinar:
eskiden kullanılan bir para.
dindarâne:
dindarca.
dindaş:
aynı dinden olan.
dinperver:
dini seven.
dinsizdârâne:
dinsizce.
diplomat:
ülkenin dış işleriyle uğraşan memur.
dirâyet:
yetenek, beceri, sezgi.
direktif:
yönlendirici emir.
direm:
dirhem.
dirhem:
üç gramlık ağırlık ölçüsü.
diritnavt:
diritnot.
diritnot:
büyük savaş gemisi.
disiplin:
uyulması gereken kuralların tamamı, sıkı düzen.
divan:
şiir kitabı, yüksek idare meclisi, mahkeme, sedir.
divâne:
aklı tam olmayan, kaçık.
divânece:
divane gibi.
divanhâne:
geniş sofa, salon.
divânıharb:
askeri mahkeme.
diyânet:
dindarlık, din işleri.
diyâneten:
dindarlık bakımından.
diyar:
ülke, yer.
diyet:
kan bedeli, can pahası.
diyk:
darlık, sıkışıklık.
dogma:
tartışılmayan kesin fikir.
dogmatizm:
bazı fikirleri her zaman doğru ve değişmez kabul eden felsefe.
doktrin:
bir sistem meydana getiren fikirlerin hepsi, öğreti.
donanma:
kendini donatma, deniz kuvveti, ışıklı şenlik.
dost:
samimi arkadaş.
dostâne:
arkadaşça.
duâ:
Allaha yalvarma, yakarış, isteme, dileme.
dûçar:
tutulmuş, yakalanmış.
duhâ:
kuşluk vakti.
duhan:
duman.
duhûl:
girme.
dumûr:
körelme, kuruma.
dûn:
aşağı.
dûnhimmet:
gayreti az.
dûr:
uzak.
dûrendiş:
ilerisi için kaygılanan.
dûrendişâne:
ilerisi için kaygılanırcasına.
durûbuemsâl:
atasözleri.
dûş:
omuz.
dûşâb:
pekmez.
dü:
iki.
düello:
şahitler önünde iki kişinin silahlı çarpışması.
dühât:
dahiler, üstün zekalılar.
dükkân:
öteberi satış yeri.
Düldül:
Peygamberimizin Hazreti Aliye hediye ettiği binek hayvanı.
dülger:
marangoz.
dümdâr:
ordunun arkasında giden gurup.
dünyâ:
içinde yaşadığımız âlem.
dünyâdâr:
dünyalı.
dünyâperest:
taparcasına dünyaya yönelen.
dünyevî:
dünya ile ilgili, dünyalı.
dürbîn:
dürbün.
dürer:
inciler.
dürr:
inci.
Dürriyetim:
Peygamberimiz aleyhissalâtü vesselâm.
dürûs:
dersler.
dürüst:
doğru, düzgün.
düstûr:
ilke, kural.
düşâb:
pekmez.
düşeş:
iki altılık.
düşvâr:
zor, güç.
düvel:
devletler.
düyûn:
borçlar.