G
gabâvet:
anlayışsızlık, kalın kafalılık.
gabî:
anlayışı kıt.
gabn:
hileli alışveriş.
gadab:
öfke, gazap.
gadabiye:
öfkeyle ilgili.
gaddâr:
acımasız.
gaddârâne:
acımasızca.
gadir:
haksızlık etme.
gadr:
haksızlık.
Gaffâr:
günahları affeden ve bağışlayan Allah.
gafil:
habersiz, kul olduğunu hatırlamadan yaşayan.
gafîr:
kalabalık.
gaflet:
olup biteni sezmeme, kul olduğunu unutma hâli.
gafletkârâne:
gaflet edercesine.
Gafûr:
günahları daima ve pek çok affeden, Allah.
gâh:
arasıra, bazan.
gâh:
"yer" mânâsında son ek.
gaib:
görünmeyen.
gaibâne:
görünmeksizin.
gaile:
üzüntü veren belalı iş.
gait:
pislik.
gaiyye:
gayeye ait.
galâ:
pahalılık.
galat:
yanlış.
galatât:
yanlışlar.
galebe:
yenme, üstün gelme.
galeri:
sanat eserlerinin sergi yeri.
galeyan:
kaynama, coşma.
galî:
kıymetli.
gâlib:
galip, üstün, yenen.
galibâ:
sanılır ki.
galibâne:
galip şekilde.
galiben:
çok zaman, üstün olarak.
galibiyet:
üstünlük, yenme.
galîz:
çirkin.
gam:
tasa, kaygı.
gamgama:
haykırma.
gamgîn:
gamlı, kaygılı.
gamız:
derin ve gizli olan.
gamıza:
kolay anlaşılmayan, derin.
gammaz:
söz taşıyıcı.
gamnâk:
gamlı, tasalı.
gamz:
süzgün bakış.
gamze:
çene veya yanak çukuru.
ganâim:
savaşta elde edilen mallar.
gangren:
bulunduğu organı kullanılmaz hâle getiren bir hastalık.
Ganî:
sonsuz zengin olan Allah.
ganîmet:
savaşta elde edilen mal.
gâr:
"yapan, yapıcı" mânâsında son ek.
gar:
mağara.
garâbet:
gariplik.
garâib:
garip şeyler.
garâibperest:
garip şeylere pek düşkün.
garâm:
canlı duygu, arzu.
gârât:
yağmalar.
garaz:
gaye, kötü niyet.
garazkâr:
garazcı.
garazkârane:
garaz edercesine.
garb:
batı.
gardiyan:
hapistekileri bekleyen görevli.
garet:
yağma, talan, çapul.
garetgîr:
yağmacı.
garetkâr:
çapulcu.
gareyn:
alt ve üst çene, yani ağız.
garib:
batan.
garîb:
garip, yabancı, kimsesiz, yâd ellere düşmüş, yadırganan şey.
garîbane:
garipçe.
garîbe:
garip şey.
garîbem:
garibim.
garîbüzzaman:
zamanın garibi, yaşadığı zamanla uyumlu olmayan.
garîk:
batmış, boğulmuş.
garîm:
alacaklı.
garîze:
yaradılıştan olan.
gark:
batma, boğulma.
garnizon:
askerî birliklerin bulunduğu yer.
garra:
parlak.
gars:
fidan dikme.
gasb:
hakkı olmayanı zorla alma.
gasıb:
zorla alan.
gasıbane:
zorla alırcasına.
gasl:
yıkama, gusül.
gaşiye:
perde, kıyamet, bir sûre.
gaşy:
kendinden geçme.
gavâmız:
anlaşılması zor bilmeceler.
gavî:
çok azgın.
gavr:
çukurun dibi.
Gavs:
Abdülkadiri Geylanî hazretleri.
gavs:
büyük evliya.
gavsiyet:
büyük evliyalık.
gâvur:
kâfir, îmansız.
gavvas:
dalgıç.
gâyât:
gayeler.
gayb:
gizli, görünmeyen, belirsiz.
gaybâşinâ:
gaybı bilen.
gaybbîn:
gaybı gören.
gaybet:
orada bulunmama.
0cm;margin-bottom:
0cm; margin-left:1.0cm;margin-bottom:.0001pt;mso-pagination:none'>gaybî: görünmeyenle ilgili.
gaybîyâne:
görünmeyenle ilgili olarak.
gaybîyât:
görünmeyenler.
gaybîye:
görünmeyen.
gaybûbet:
görünmeme, orada bulunmama.
gaye:
erişilmek istenen sonuç.
gayet:
pek çok.
gayetsiz:
sınırsız.
gaylûle:
sabah uykusu.
gayr:
diğer, başkası.
gayret:
çaba, çalışma arzusu, kıskanma duygusu.
gayretullah:
Allahın gayreti, hakkı koruma sıfatı.
gayrimeşrû:
helâl olmayan, yasak.
gayrimüslim:
müslüman olmayan.
gayrimütenâhî:
sonu olmayan.
gayriresmî:
resmî olmayan, sivil.
gayrullah:
Allahtan başkası, yaratılanlar.
gayyâ:
cehennem kuyusu.
gayyur:
gayretli, çalışkan.
gayz:
hınç, öfke.
gazâ:
din uğruna savaş.
gazab:
gazap, öfke, kızgınlık.
Gazâlî:
büyük bir islâm âlimi.
gazanfer:
kahraman, iri aslan.
gâzât:
gazlar.
gazel:
bir şiir türü.
gazevât:
gazalar.
gazî:
gaza eden.
gazve:
savaş.
gedâ:
fakir, kimsesiz.
gem:
idare etmek için atın ağzına takılan demir.
genc:
hazine, define.
ger:
eğer.
ger:
"yapan, yapıcı" mânâsında son ek.
gerçi:
her ne kadar.
gerdân:
boyunla göğüs arası.
gerdendâde:
boyun eğme.
gergedan:
vahşi bir hayvan.
germ:
sıcak, kızgın.
geven:
dikenli bir bitki.
gevher:
akıl, edep, asıl, cevher.
Geylânî:
kerametleriyle ünlü büyük bir velî.
gıbta:
imrenme.
gıdâ:
besin.
gılâf:
kılıf, kın.
gıllugış:
karar verememe, gönül sıkıntısı.
gılman:
cennet genci.
gınâ:
zenginlik.
gıpta:
imrenme.
gıptakârâne:
imrenircesine.
gışâvet:
göz perdesi.
gıtâ:
örtü, perde.
gıyâb:
göz önünde bulunmama.
gıyâben:
görmeyerek.
gıyâbî:
görmeziye.
gıyâs:
yardım isteyene yardım eden.
gıybet:
orada bulunmayan biri hakkında onun hoşuna gitmeyecek şeyler söyleyip ileri geri konuşma.
gidişât:
gidişler, işlerin yürüyüşü.
gîr:
"yapan, tutan" mânâsında son ek.
gîrân:
ağır, bıktırıcı.
girdab:
suların dönerek aktığı tehlikeli yer.
girift:
karışık, girişik, çapraşık.
giriftâr:
tutulmuş.
girive:
içinden çıkılmaz karışık durum.
girizgâh:
giriş yeri.
giryân:
ağlayan.
girye:
gözyaşı.
Goethe:
Almanların ünlü şairi.
gonce:
tomurcuk.
görenek:
görüp özenme.
gramer:
dilbilgisi.
granit:
bir çeşit sert taş.
gubâr:
toz.
gudde:
bez.
gufrân:
af.
gulâm:
genç, esir, çocuk.
gulât:
coşmalar, taşkınlıklar.
gulûv:
taşkınlık.
gûlyabânî:
masallarda sözü edilen hayâlî varlık, umacı, dev.
gûnagûn:
çeşit çeşit.
gurbet:
yabancı memleket, yâd el.
gurbetzede:
gurbete düşen.
gurebâ:
garipler.
guremâ:
alacaklılar.
gurre:
ışıldama.
gurûb:
batma.
gurûr:
kendini beğenme duygusu, böbürlenme.
gurûrkârâne:
gururlu bir biçimde.
gusn:
dal, budak.
gusse:
üzüntü, tasa, gam.
gussedâr:
gusseli, tasalı.
gusül:
bedenin her yerini yıkamak biçimindeki temizlik.
gûyem:
diyorum.
guyûb:
görünmeyenler, gizliler.
guzât:
gaziler, din için savaşanlar.
güfte:
şarkı sözü.
güftügû:
dedikodu.
gülbank:
toplulukça söylenen dua ve tekbir.
güldeste:
gül demeti, seçme.
gülistân:
gül bahçesi, güller ülkesi.
gülle:
top mermisi.
gülşen:
gül bahçesi.
gülzâr:
gül tarlası.
güman:
zan, şüphe.
gümrah:
günahkâr, gür, bol.
günâh:
dince suç olan şey.
gürûh:
topluluk.
gürültühâne:
gürültülü yer.
güyâ:
sanki.
güz:
sonbahar.
güzâf:
boş söz.
güzerân:
geçme, geçiş.
güzergâh:
geçilecek yer.
güzeşte:
geçen, geçmiş.
güzîde:
seçkin, seçilmiş.