Ş
Şâbân:
Arabî ayların sekizincisi.
şâd:
şen, memnun.
şadırvan:
etrafı musluklu kubbeli çeşme.
şafak:
tan zamanı.
Şâfi:
hastaya şifa veren Allah.
Şafiî:
hak mezheplerden biri, onu kuran büyük âlimin ünvanı.
şâh:
hükümdar, sultan.
şahab:
gökteki ışıklı cisim.
şahâdet:
şahitlik, Allah yolunda ölmek.
şâhâne:
şaha yakışır şekilde.
şahbaz:
doğan kuşu, çevik, yiğit.
şâhenşâh:
şahların şahı.
şâheser:
en üstün eser, baş eser.
şahıs:
kişi, kimse.
şâhid:
şahit, tanık, gören.
Şâhid:
bütün zamanlardaki yaratıkları ve onların her hâlini gören Allah.
şâhik:
yüksek, doruk.
şâhika:
yüksek, doruk, zirve.
şahm:
iç yağı.
şahmpâre:
içyağı parçası.
şahs:
şahıs, kişi, kimse.
şahsımânevî:
insanların bir araya gelip oluşturdukları mânevî kişilik.
şahsî:
kişiyle ilgili.
şahsiyat:
kişilikler.
şahsiyet:
kişilik.
şâibe:
leke, kusur.
şaika:
şevk verici, isteklendirici.
şairane:
şairce.
şakî:
yol kesen, haydut.
şâkir:
hâlinden memnun olup şükreden.
şâkirâne:
şükreden gibi.
şâkird:
talebe, öğrenci.
şakk:
yarık, yarılma, yarma.
Şakkıkamer:
Peygamberimizin ayı iki parçaya ayırması mûcizesi.
şâkul:
düşeyliği ölçme âleti.
şâkulî:
düşey.
şâm:
akşam.
şamar:
tokat.
şâmil:
kaplayan.
şamme:
koklama duyusu.
şân:
şeref, nam, hâl, iş.
şap:
tuza benzer bir madde.
şape:
çığ.
şarab:
şarap, içki, bu isim helâl içkileri de kapsar.
şâre:
saç, kıl.
şârık:
doğudan çıkan, doğan, parlayan.
Şârî:
şeriatı ortaya koyan, Allah.
şârih:
şerheden, açıklayan.
şark:
doğu.
şarkışimâlî:
kuzeydoğu.
şarkiyât:
islâm dünyasında araştırma yapma çalışması.
şarlatan:
yalancı, aldatan, yüksekten atan.
şart:
mutlaka gerekli olan, durum, yemin.
şartiye:
şart olan.
şaş:
şaşı.
şâşaa:
parlaklık, gösteriş.
şâşaapâş:
gösterişli görünen.
şatâhat:
mânevî sarhoşluk hâlindeyken söylenen dengesiz sözler.
şavk:
ışık, parıltı.
şâyân:
yaraşır, uygun, layık.
şâyeste:
uygun, lâyık.
şâyet:
eğer, olur ki.
şâyia:
söylenti, yayılma, duyulma.
şâz:
kaide dışı, istisna.
Şâzelî:
Şazeliye tarikatını kuran büyük velî, bu tarikattan olan.
şeâir:
islâmî alâmetler, semboller, âdetler.
şeâmet:
uğursuzluk, kötülük.
şeb:
gece.
şebab:
genç.
şebabet:
gençlik.
şebabiyet:
gençlik, tazelik.
şebeke:
örgülenmiş, örgüt.
şebih:
benzer.
şebnem:
çiy, nem.
şebnemmisâl:
çiy gibi.
şecâat:
yiğitlik, öfke duygusunun normal derecesi.
şecer:
ağaç.
şecere:
ağaç, soy ağacı.
şecî:
yiğit, kahraman.
şedâid:
şiddetliler, şiddetli belâlar.
Şeddâd:
Ad kavminin ulu önderi olan ünlü bir kâfir.
şedde:
harfi iki kere okutan işaret.
şedîd:
şiddetli.
şedîdâne:
şiddetlice.
şef:
çift, baş.
şefâat:
af için vasıta olmak.
şefâatçi:
af için vesile olan.
şefe:
dudak.
şeffaf:
saydam.
şeffafât:
saydam olanlar.
şeffafiyet:
saydamlık.
şefî:
şefaatçı.
şefik:
şefkatli.
şefikâne:
şefkatlice.
şefiülmüznibin:
günah işleyenlerin şefaatçısı.
şefkat:
acıyarak karşılıksız sevme.
şefkaten:
şefkatten dolayı, şefkat bakımından.
şefkatkâr:
şefkatli.
şefkatkârâne:
şefkat edercesine.
şefkatperver:
şefkat etmeyi seven.
şefkatperverane:
şefkat etmeyi severcesine, severek.
şehâdât:
şahitlikler, şehitlikler.
şehâdet:
şehitlik, şahitlik.
şehâdetnâme:
diploma.
şehâmet:
akıllıca yiğitlik.
şehbaz:
çevik, cesur, beyaz doğan kuşu.
şehd:
bal.
şehevânî:
şehvetle ilgili.
şehevât:
şehvetler.
şeheviye:
şehvetle ilgili olan.
şehîd:
şahit olan, Allah için ölen.
şehîk:
hıçkırıkla karışık iç çekme.
şehir:
büyük yerleşim birimi, kent.
şehîr:
ünlü, tanınmış.
şehlâ:
elâ göz, tatlı şaşı.
şehnâme:
padişahların maceralarını anlatan eser.
şehnâz:
ışıldayan, parlayan.
şehr:
ay, şehir, kent.
şehrâyin:
şenlenmiş şehir, şenlik.
şehrî:
ay ile ilgili, aylık.
şehristân:
memleket.
şehriyâr:
hükümdar, padişah.
şehvânî:
şehvetle ilgili.
şehvet:
nefsin arzusu, cinsî istek.
şehvetengiz:
şehvet uyandıran.
şek:
şüphe.
şekâvet:
sıkıntı, azap, işkence.
şekil:
biçim.
şekl:
şekil, biçim.
şekûr:
çok şükreden.
şekvâ:
şikâyet, sızlanma.
şekvânâme:
şikâyet mektubu, yazısı.
şelâle:
çağlayan.
şem:
mum, ışık.
şemâ:
ışık, çıra.
şemâtet:
başkasının başına gelene sevinmek.
şemâtetkârâne:
başkasının başına gelene sevinircesine.
şemm:
koklamak.
şemme:
koklama.
şems:
güneş.
şemsüşşümûs:
güneşlerin güneşi.
şemta:
kocakarı.
şên:
iş, hâl, tavır, hâdise.
şenâat:
kötülük, alçaklık.
şenî:
kötü.
şer':
dinî kanunlar.
şer:
kötülük, kötü.
şerâfet:
şereflilik.
şerâit:
şartlar.
şerân:
şeriata göre, dinî kanunlar bakımından.
şerârât:
kıvılcımlar.
şerâre:
kıvılcım.
şerâret:
şerlilik, kötülük.
şerâyi:
şeriatlar, ilâhî emirler.
şerâyin:
atardamar.
şeref:
yücelik, büyüklük, değer.
şerefbahş:
şeref veren.
şerefe:
minarenin ezan okunan yeri.
şerefşiar:
şerefli.
şerefyâb:
şereflenen.
şerh:
açıklama.
şerî:
şeriatla ilgili, dinî.
şerîat:
din, ilâhî kanunlar, Allahın emirleri ve yasakları.
şerîatıfıtrîye:
Allahın tabiata koyduğu kanunlar.
şerid:
şerit, zincir.
şerîf:
şerefli.
şerîfeyn:
şerefli iki şey, Mekke ve Medine.
şerik:
ortak, rakip.
şerir:
şerli, kötü.
şerriyet:
kötülük.
şerûr:
çok şerli, pek kötü.
şeş:
altı.
şetâret:
şenlik.
şetm:
sövme, kötü söz söyleme.
şevâhık:
doruklar.
şevâhid:
şahitler.
şevk:
şiddetli istek.
şevkengiz:
isteklendiren.
şevkengizane:
isteklendirircesine.
şevket:
heybet, böyüklük.
Şevval:
Arabî ayların onuncusu.
şey:
nesne.
şeyâtin:
şeytanlar.
şeydâ:
tutkun.
şeyh:
pir, tarikat önderi, ihtiyar.
şeyheyn:
iki şeyh
şeyhûhet:
ihtiyarlık.
şeyhülislâm:
Osmanlılarda en büyük din görevlisi.
şeyn:
kusur.
şeytân:
insanı azdırmaya çalışan görünmez yaratık.
şeytânât:
şeytanlıklar.
şeytânet:
şeytanlık.
şeytânî:
şeytanca, şeytanla ilgili.
şeytânkârâne:
şeytanca.
Şıkk:
adeta yarım adam gibi olan ünlü bir kâhin.
şıkk:
yarı, yarım, şık.
Şia:
Şiiler, Hazreti Ali sevgisini meslek kabul edenler.
şiar:
timsal, sembol, parola.
şiddet:
sertlik, katılık, aşırılık.
şifâ:
hastalıktan kurtuluş.
şifâbahş:
şifa veren.
şifâdâr:
şifalı.
şifâdârâne:
şifalıca.
şifâhen:
ağızdan, sözle.
şifâhî:
sözlü.
şifâkâr:
şifalı.
şifâresân:
şifa veren.
şifâyâb:
şifa bulma.
şifre:
gizli işaretlerle yazılan yazı.
şihâb:
şahap, akanyıldız, gök cismi.
Şiî:
Hazreti Aliye aşırı taraftarlık gösteren kimse.
şikâf:
"yırtan, parçalayan" mânâsında son ek.
şikâk:
ayrılma, bölünme.
şikâr:
av.
şikâyât:
şikâyetler.
şikâyet:
yakınma, derdini söyleme.
şikemperver:
midesini seven, obur.
şiken:
"koparan, kıran" mânâsında son ek.
şimâl:
sol, kuzey.
şimâligarbî:
kuzeybatı.
şimâlişarkî:
kuzeydoğu.
şimendifer:
tren.
şinik:
on litrelik kap.
şîr:
aslan.
şirâ:
alım satım.
şirin:
tatlı, sevimli.
şirk:
Allahtan başka ilâh kabul etme.
şirkâlûd:
şirk bulaşmış.
şirket:
ortaklık, ortaklaşa kurulan iş kurumu.
şirret:
geçimsiz, huysuz.
şita:
kış.
şitab:
koşmak.
şîve:
söyleyiş, naz.
şöhret:
ün, tanınırlık.
şöhretgîr:
ün salma.
şöhretperest:
şöhret düşkünü.
şöhretperverâne:
şöhretsevercesine.
şöhretşiar:
meşhur, ünlü.
şuâ:
ışın, ışık teli.
şuâât:
ışınlar.
şuarâ:
şairler.
şûbe:
bölüm, kısım.
şuh:
şen, oynak.
şuhûd:
şahit olma, gözlemleme.
şuhûdî:
görme ile ilgili, görülebilen.
şuhûr:
aylar.
şuhûruselâse:
üç aylar.
şûle:
alev, ışıltı.
şûledâr:
alevli, ışıltılı.
şûlefeşân:
ışık saçan.
şûm:
uğursuz.
şûra:
danışıp konuşmak için toplanılan yer.
şûre:
çorak.
şûristân:
çorak yerler.
şurût:
şartlar.
şuûn:
işler, fiiller.
şuûnât:
işler, hâller.
şuûr:
anlama, hissetme, farkında olma.
şuûrâne:
anlayarak, bilerek.
şuûrdârâne:
şuurlu bir biçimde.
şuûren:
şuur ile.
şuûrkârâne:
şuurlu bir biçimde.
şuvaz:
kızgın ateş.
şübeh:
şüpheler.
şübehât:
şüpheler.
şühedâ:
şehitler.
şühübât:
ateş parçaları.
şükr:
şükür, nimete karşı memnuniyetini gösterme.
şükrân:
şükür hissi.
şükûfe:
tomurcuk.
şükûfmisâl:
tomurcuk gibi.
şükûk:
şüpheler.
şükür:
şükr, nimete karşı memnunluk göstermek.
şümûl:
kapsam.
şümûs:
güneşler.
şürb:
içmek.
şürekâ:
şerikler, ortaklar.
şürûr:
şerler, kötülükler.
şüyû:
yayılma, yayılmış.
şüyûhât:
şeyhler.
şüzûz:
istisna, kural dışı.
şüzûzât:
istisnalar, kural dışı olanlar.