CEZASIZ COCUK TERBIYE OLURMU“ Pedagojik tik”, çocuğun sergilediği bir anormal davranış karşısında, anne-babanın ânî bir refleks ile “çocuğun davranışına” tepki vermesidir.
Gösterilen bu tepki, bazen yüksek sesle bağırma, bazen çocuğa vurma, bazen de çocuğun canının yanmasına kadar uzayabilir.
Bir örnek vermek gerekirse eğer; sıcak bir sobaya elini uzatan çocuğa annesinin; “Aman oğlum/kızım elin yanacak!” diye bağırıp, çocuğun eline vurması bir “pedagojik tik”tir.
Annenin burada çocuğun eline vurmasındaki maksadı, çocuğunun canını yakmak değil, aksine biraz sonra eli yanacak olan çocuğu daha büyük bir tehlikeden korumaktır.
Her ne kadar dışarıdan bakan kişi, bu annenin çocuğunun eline vurduğunu ve çocuğunun canını yaktığını söylese ve hatta çocuk eline vurulmuş olmanın acısı ile ağlasa da, bu anneye hiç kimse; “Çocuğuna neden haksızlık yaptın?” diyemez.
“Pedagojik Tik” Cezâ mıdır?
Çocuğunun elinin kızgın sobada yanmak üzere olduğunu gören bir annenin, çocuğunun eline vurup onu ateşten kurtarmasına pedagoji bilimi, annenin çocuğuna şiddet uyguladığı şeklinde bir yorumda bulunmaz. Böylesi bir annenin durumuna; “Bu anne çocuğuna pedagojik bir tik uygulamıştır.” der.
Pedagojik tik, her ne kadar çocuğa bağırma, vurma ve can yakma şeklinde görülse ve içeriğinde her ne kadar şiddet unsurları barındırıyor gibi algılansa da, “pedagojik tik’e çocuğa yönelik bir şiddettir.” denilemez.
Pedagojik tik’e muhatap olan çocuk da, kendisine ceza verildiğini söyleyemez. Zîrâ yukarıdaki örneğe bakacak olursak, annesi, çocuğunu ateşten koruma için eline vurmamış olsa, çocuğun eli sobada yanacaktır.
Annelik şefkati, çocuğun düşeceği bu acıdan kurtarmak için bir refleks hâlinde çocuğun eline vurmayı gerektirmiştir. Bu açıdan bakıldığında görülmektedir ki, pedagojik tik, (içerisinde şiddet unsuru barındırıyormuş gibi görülse de) bir şefkat davranışıdır.
Kendi çocuğuna pedagojik tik uygulayan anne-babanın niyeti, “çocuğa acı vermek” ve verilen “o acı ile çocuğu terbiye etmek” değildir. “Pedagojik tik”te “niyet”, çocuğu, düşmek üzere olduğu tehlikeden bir şefkat refleksi ile uzaklaştırmaktır.
Hâlbuki cezalarda ve özellikle, “şiddet içeren cezalar”da, “niyet”, cezalandırılan kişiye, psikolojik, duygusal veya fiziksel baskı oluşturmak, acı vermek ve o acının tesiri ile kişiyi sergilediği kötü davranışından uzaklaştırmak hedeflenmektedir.
Bu izahlardan da çok rahat anlaşılacağı üzere, “Pedagojik tik”te şefkat, cezada “şiddet” vardır.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, iş hayatına dalarak âilesini ihmal etmiş bir tüccarın işlerinin bir anda bozulması, her ne kadar tüccar için acı olsa da, eğer tüccar, bu hâdisenin başına gelişini birazcık durup düşünebilirse, sonuç itibariyle bu hâdiseyi, âilesi ve çocuklarına tekrar dönüşün “bir dönüm noktası” olarak değerlendirebilir.
Bu uyarının, her ne kadar dışarıdan can yakıcı ve üzücü gibi görülse de sonucu itibariyle “şefkat” içerdiğinde şüphe yoktur.
Yukarıdaki örnekte olduğu gibi, anne, ateşe elini uzatan bir çocuğun elinin yanmasına engel olmak için çocuğun eline vurması, her ne kadar dışarıdan şiddet içeriyor gibi görülse de, sonucu itibariyle annenin bu davranışında, çocuğunu ateşin acısından korumak için şefkat içerdiğinden şüphe edilmez.
Yukarıda da izah edildiği gibi, “pedagojik tik” ve “şefkat tokadı”, “kişinin şahsına” yönelik bir saldırı değil, “o an yapılmakta olan davranışa olan tepki”dir.
Eli yanmakta olan çocuğun annesinin, çocuğun eline vurmasındaki maksad, çocuğun kişiliğine saldırmak için değil, ateşin yakıcı olduğundan dolayıdır. Çocuğun o an yanlış bir davranış içinde bulunduğu içindir, yoksa çocuk kötü olduğu için anne çocuğunun eline vurmuş değildir. “Pedagojik tik”, “çocuk kötü” olduğundan dolayı değil, “davranış kötü” olduğundandır.
Şefkat tokadı da “insanın kötü” olmasından değil, yapılmakta olan “davranışın kötü” olmasındandır.
“Pedagojik tik” Ne Zaman Cezâya Dönüşür?
Yukarıdaki örnekte, eli sobada yanmak üzere olan çocuğun annesinin tepkisi, çocuğun davranışına değil de çocuğun “kendisine”, çocuğun “şahsına” veya “kişiliğine” yönelecek olsa, artık buna “pedagojik tik” denemez.
Yani elini ateşe doğru uzatan çocuğun annesi çocuğuna; “Bıktım artık senden, kaç kere söyleyeceğim sana orada elin yanar.” diyerek çocuğun eline vursa, annenin bu davranışı “şiddet” veya “ceza” adını almaktadır...
Çünkü annenin hedefinde artık çocuğun “davranışı” değil, çocuğun “kişiliği” ve “ben”liğine bir saldırı yatmaktadır. Annenin bu davranışı, artık “şefkat” noktasından çıkmış, “şiddet”e dönüşmüştür. İşte bu hassas nokta, “pedagojik tik” ve “ceza” arasındaki farkı ortaya çıkartmaktadır.
Dışarıdan baktığımızda, her iki anne de eli yanan çocuğunu, ateşten kurtarmak için çocuğunun eline vuruyor olsa da, pedagojik açıdan bu iki annenin durumları birbirinden farklıdır.
Davranış Analizinde “Niyet” Farklılığı; Şefkat-Şiddet Dengesi
Tıpkı “Ameller niyetlere göredir.” (Buhârî, İmân, 41; Müslim, İmâret, 155)hadîs-i şerîfinde olduğu gibi, pedagoji bilimi de davranışları analiz ederken, niyetlere ve düşüncelere çok önem verir.
Hiçbir psikolog veya pedagog, sergilenen bir davranışı analiz ederken niyetleri sorgulamadan doğruya ulaşamaz. Sadece olaya bakarak perde arkasındaki niyetleri ihmal etmek, varılacak sonucun da yanlış olma ihtimalini beraberinde getirir.
Pedagog Adem Güneş son
Gönül sultanlarimizin cocuk yetisdirme tavsiyeleri
Bizler sokakta arkadaşlarımızla oyun oynayarak büyüdük. Fakat günümüzde çocuklarımızı sokaklara salmaya korkuyoruz. Hâlbuki çocukların çocuklarla birlikte vakit geçirmesi gerekir. Fakat günümüzde görüyoruz ki çocuklar evde oturuyor ve özellikle bilgisayarla tek kişilik oyunlar oynuyorlar. En sosyal olan çocuklar da internet kahvelerde network ağı ile birbirleriyle pc başında vakit geçiriyor.
Çocuklarımızın birbiriyle doğal ortamlarda ve doğal oyunlarla oynamalarını önermekteyiz. Çocukları çok seven ve onlarla hep ilgilenen Resûlullah(SallAllahu Aleyhi Vesellem) muhtelif yerlerde çocukların oyun oynadığını görmüş ve onlara şöyle yaklaşmıştır.
Câbir (ra) anlatıyor
Resûlullah (sav) ile beraberdik. Derken bir yemeğe davet edildik. Giderken Hüseyin`in çocuklarla birlikte yolda oynadığını gördük. Peygamber (sav) hemen insanların önüne geçti. Sonra (Hüseyin`i kucaklamak için) kollarını açtı. Çocuk ise yakalanmamak için şuraya buraya kaçmaya başladı. O esnada Resûlullah (sav) çocukla gülüşüyordu. Nihayet onu yakaladı ve bir elini çocuğun çenesinin altına diğer elini de ensesine koydu. Çocuğa sarılarak öptü ve şöyle dedi: `Hüseyin bendendir, ben de ondanım. Kim onu severse Allah da onu sevsin. Hasan ile Hüseyin torunlardan iki torundur:
Bizzat Peygamber de (sav) çocukluk yıllarında çocuklarla oyun oynamıştı. O esnada Cebrail(a.s) gelmiş, O`nu tutarak göğsünü açmıştı.
Ben onu yıkarım
Uhud savaşından az önce Peygamber (sav) iki çocuğun güreşine şahit olmuştu. Peygamber (sav) onlardan birini savaşa kabul etmiş diğerini kabul etmemişti. Kabul edilmeyen çocuk bu karara itiraz ederek `Yâ Resûlullah! Onu nasıl kabul ediyorsun? Şayet ben onunla güreşecek olsam onu yıkarım!` Derken Peygamber`in (s.a.v.) önünde güreş tuttular ve dediği gibi onu yendi. Bunun üzerine Peygamber (sav) ikisini birlikte savaşa kabul etti.
Men edilen oyunlar
Said b. Cübeyr anlatıyor: İbn Ömer Kureyş`ten birkaç gence uğramıştı. Bunlar bir kuşu (veya tavuğu) hedef dikmişler ona ok atıyorlardı. Hedefe isabet etmeyen her oku kuşun (veya tavuğun) sahibine veriyorlardı. İbn Ömer`i görünce hemen dağıldılar. Bunun üzerine İbn Ömer:
- Bunu kim yaptı? Bunu yapana Allah lanet etsin. Resûlullah (sav): `İçinde can olan bir şeyi hedef edinen kimseye lanet etmiştir` dedi.
Akşam ezanı ile eve...
İkinci nokta ise, akşamdan az önce çocuklar oyunu bitirerek eve girmelidir. O vakitte sokak ve caddelerde şeytanların dağıldığını haber veren hadisler bulunmaktadır.
Emrin Resûlullah`tan (sav) geldiğini bilmeleri için çocuklar bu hadisleri ezberlemelidir.
Cabir`den (ra) rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: `Gece karanlığı bastığı zaman çocuklarınızın dışarı çıkmalarına engel olun. Çünkü şeytanlar o zaman dağılır. Gecenin bir bölümü (akşamla yatsı arası) geçtiğinde onları bırakın!`
Yine Cabir`den (ra) rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur: `Gecenin ilk saatleri geçinceye kadar çocuklarınızı dışarı çıkmaktan men edin çünkü o vakitte şeytanlar dağılır
Hz.Peygamber Aleyhissalatu Vesselam Efendimiz çocuklarla olan iletişiminde günümüze ışık tutan çok önemli, belki de en çok gözden kaçırılan noktayı her zaman uygulayagelmiştir ki; çocuklarla konuşurken misal eğer ayakta ise çocukla aynı boy hizasını sağlamak adına eğilir, öyle konuşurlarmış.
Bir çocuğun psikolojisinde en çok ihmal ama en çok da dikkat edilmesi gereken bir husus. Zira çocuklarla iletişimde, heleki konuşmada tepeden konuşma çocuğun iç dünyasında sadece emir olarak idrak edilmekte bu da onun meseleyi farklı yönde değerlendirmesi, çoğu kez de olumsuz tepkilere neden olmaktadır.
Bu yöntemi denemeyenlere şiddetle tavsiye ederiz.
Bir çocuk gördüğü zaman Peygamberimiz SallAllahu Aleyhi Vesellem'in mübarek yüzünü neşe ve sevinç kaplardı. Onu tutar, kollarının arasına alır, kucaklar, okşar, sever ve öperdi.
Gördüğü ve karşılaştığı her çocuğa selâm verir, halini hatırını sorardı. Binekli bulunduğu zaman çocukları atın terkisine alır, gidecekleri yere kadar götürürdü. Çocuklarla arkadaşça konuşur, onların yanında çocuklaşır, anlayış seviyelerine göre sohbet eder, öğütler verirdi.
Çocuklarla o kadar içice olmuştu ki, bir defasında yarış yapan çocukları görmüştü de, onların neşesine katılmak için birlikte koşmuştu.
Peygamberimiz özellikle kendi çocuk ve torunlarına çok düşkündü. Onlar için şefkatli bir baba, merhametli bir dedeydi.
Hz. Enes diyor ki:
"Çoluk çocuğuna Peygamberimizden daha şefkatli bir kimseyi görmedim. Oğlu İbrahim'in—Medine'nin— Avali semtinde oturan bir süt annesi vardı. Beraberinde ben de bulunduğum halde Resulullah sık sık oğlunu görmeye giderdi. Varınca, demircinin duman dolu evine girer, oğlunu kucaklar, koklar, öper ve bir süre sonra da dönerdi." son
Hz. Peygamber (S.A.V) : “Cennet’in kokusunu duymak isteyenler çocuklarını koklasın...”
Rahmet ve Sevgi Peygamberi’nin hayatına dair incelemeler ve araştırmalar ortaya çıktıkça, müjdenin, ışıltının, sevginin bin renkli hüzmeleri de ortaya çıkıyor. Hz. Peygamber (SallAllahu Aleyhi Vesellem) tam anlamıyla billûr bir menşureye benziyor. Billûr menşure güneş ışıkları vurunca ondan türlü türlü renklerle parıldar. Hz. Peygamberin hayatı da en ince ayrıntılarıyla ele alınınca görüntü daha berraklaşıyor ve bir ışık fanusu gibi hayatımızı sevgi hâlesiyle aydınlatıp, kuşatıp bize onur ve gurur veriyor. Rahmet Peygamberi’nin engin ürpertisiyle mest oluyor, onun ümmetinden olmanın görkemli kıvancını yaşıyoruz.
Hz. Peygamber kelimenin tam anlamıyla bir sevgi üleştiricisi, sevgi fanusu... O eşlerinden, çocuklarından tutun da bütün ashabına sevgi dağılmaktan ne yorulmuş, ne de bıkmış... Aksine dağıttıkça dağıtmıştır gönüllere sevgiyi… Bu öylesine bir hâl almıştır ki, giderek bütün yeryüzünü tutmuştur. Çocuklar ise onun sevgi okyanusunda haklı olarak en büyük payı alan ümmetinin küçük bireyleri olmuştur. Allah’ın sevgilisinin, sevgi çiçekleri olan çocuklara gösterdiği olağan bir tavrıdır bu.
Rahmet Peygamberi her gördüğü çocuğa bîgâne kalmamış gereken ilgi ve alâkayı göstermiş ve onları sevdiğini ikrar etmekten de kaçınmamıştır. Hatta çocuklara sevdiğini “Sizi seviyorum, çocuklar” şeklinde ifade ettikten sonra bununla da yetinmeyerek sevdiğini ikrar için bir başka cümleyi daha telaffuz etmiştir: “VAllahi sizi çok seviyorum”. Bu kat’i ifade hele de rahmet Peygamberi’nin mübarek ağzından çıkmışsa, akan sular durur, rahmet deryaları arşı tutar.
Sevgide bile adaleti gözeten bir peygamberdir o. Nitekim bir defasında kızı Fatıma’nın evinde bulunduğu bir sırada sevgili torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’in aynı anda su istemeleri üzerine, kızı Hz. Fatıma’dan daha önce davranarak suyu önce Hasan’a, sonra da Hüseyin’e vermiştir. Bu durumu gören kızı Hz. Fatıma, Resûlullah’ın önce suyu Hasan’a verdiğinden hareketle onu daha fazla sevdiği hükmünü çıkarmak istemesine itiraz etmiş ve suyu ilk isteyen Hasan olduğu için ona öncelik tanıdığını beyan etmiştir. Çünkü O büyükler arasında olduğu gibi, çocuklar arasında öpücüğe varıncaya değin eşit bir tutumu sergilemiştir.
Pek çok defa “Allah’ım ben onları çok seviyorum, Sen de sev” diye nida ettiği torunları Hasan ve Hüseyin oyun oynarken onlara eşlik etmiştir. Bir keresinde ise yine onlarla oyun oynarken farklı bir tutum sergilemiştir. Oyun esnasında görünürde Hz. Peygamber sürekli olarak Hz. Hasan’ı kollar, ondan yana tavır alır. Onu destekleyip yakalamaca oyununda Hz. Hüseyin’i tutması konusunda onu teşvik eder.
Bu farklı tutum ve durum, onları seyretmekte olan Hz. Ali’nin dikkatini çeker. O, Hasan’ı destekledikçe oyunu izlemekte olan Hz. Ali’nin garibine gider. Dahası, ona göre desteklenmesi gereken birisi varsa o da Hz. Hüseyin’dir; çünkü o yaşça Hz. Hasan’dan daha küçüktür. Baba olarak üzülür, Hz. Hüseyin’e karşı Hz. Peygamber’in Hz. Hasan’a destek vermesine. Sonra da dayanamaz ve görünürdeki tabloya karşın Rahmet Peygamberi olan çocuklarının Dedesine şu soruyu tevcih eder:
– “Ey Allah’ın Resulü! Niçin Hasan’dan taraf alıyor, onu destekliyorsunuz. Unutmayın ki Hüseyin ondan daha küçüktür.”
Hz. Peygamber hafifçe tebessüm eder ve bu garip ve tek yanlı gibi görünen destek tavrının nedenini izah ederek torunlarının babasının gönlünü bir çırpıda rahatlatır:
– “Ben Hasan’ı desteklerken, tutarken, Cebrail de Hz. Hüseyin’i destekliyor, onu tutuyor”.
Hz. Ali birden rahatlar. Yüzü aydınlandığı gibi gönlü de aydınlanır.
Tabii en büyük meleğin çocuk oyununa dâhil olması ise çocuk sevgisinin rahmet deryasından ne derece pay aldığının bir ifadesi, bir göstergesidir… Bir yanda rahmet Peygamberi, bir yanda Hz. Cibril ve bir yanda da çocuklar… Ne müthiş bir görkem değil mi?
Çocuk melekler olan Hz. Hasan ve Hüseyin’e, Cibril’i emin ve Muhammed’ül eminin eşlik etmeleri… “Çocukların ergenlik çağına gelinceye kadar “seyyiatları/ günahları yazılmaz. Yalnızca hasenatları/ sevapları yazılır.” Bu durum onların melek oluşlarına düpedüz bir işaret değil de nedir? O yüzden çocuklar sevilmelidir… Onları şeytana kaptırmamak için sevilmelidirler.
Bir sohbet sırasında Hz. Peygamber: “Ümmetimin çocuklarına şeytanın sahip çıkmasından korkarım” şeklinde bir cümle serdeder. Bunun üzerine orada hazır bulunan sahabeler hemencecik Hz. Peygamber’e şu soruyu yöneltirler:
– “Ey Allah’ın Resulü: Bunu nasıl önleyebiliriz?
Hz. Peygamber’in verdiği cevap alabildiğince ışıltılı ve berraktır:
– “Çocuklarınıza sevgiyi ve hayâyı öğreterek...”
Görüldüğü üzere şeytana karşı çocukları dirençli bir şekilde yetiştirmenin ve şeytanın egemenliğini yeryüzünde yok etmenin yolu da yine sevgiden geçmektedir.
Her çocuğu seven, onların ruhlarını cömertçe sevgiyle doyuran ve onları öpmekten bıkıp usanmayan Sevgili Peygamberimiz, kıyamete kadar çocukların yetiştirilmesinde bütün insanlığa şu evrensel ilkeyi miras bırakmıştır:
– “Çocuklarınızı çokça öpün ve koklayın. Unutmayın ki çocuklarınızın kokusu cennetin kokusudur.”
Cennet özlemcileri, cennete vasıl olmak, cennetten haberdar olmak için çocuklarını dövmek yerine, onların mis kokusunu doya doya içlerine çekmek ve onları doya doya koklamaları gerekmektedir… Aksi hâlde dünyada Cennet’in kokusuna vakıf olamayan, duyamayanların ahirette cennetin kokusuna duymaları pek mümkün görünmemektedir.son
Bir adam Abdullah'übnü Mübârek Hazretlerine gelir.Çocuğunun kendisine âsî olduğunu,söz dinletemediğini söyleyerek şikâyette bulunur.İbni Mübârek :
— Sen hiç çocuğuna beddua ettin mi? diye sorar. Adam :
— Evet,zaman zaman ederdim, cevabını verince; İbni Mübârek :
— Öyle ise ne diye kabahati çocukta arıyorsun!? Sen tâ başında onu ifsâd etmiş, âsî olmasını sağlamışsın, (ahlâkını sen bozdun) der.son
Cocuklarimizi koruma vazifesi
Edep, müslümanın yüz akı ve inanmış insanın başının tacıdır.Bu hikmete işâret eden bir şairimiz ne güzel ifâde etmiştir:
Edep bir tac imiş nûr-i hûdâdan, Giy ol tacı emin ol her belâdan.
Edep ufkunun en yüce siması bulunan Resûl-i Ekrem (s.a.v.) çocuklarımızın her hususta edepli yetiştirilmesini tavsiye etmekte ve şöyle buyurmaktadır:
"Evlâdınıza ikram ediniz, onların edeplerini güzelleştiriniz" (İbni Mâce c.2, s.1211).
Bu hadîs-i nebeviyi teyid eder mâhiyetteki diğer bir hadîs-i sentlerinde evlat sahibi bulunan ümmetlerini uyaran Fahr-i kâinat s.a.v.), şöyle buyurmaktadır:
"Bir adamın çocuğunu terbiye etmesi, sa' (dolusu yiyecek) tasadduk etmesinden hayırlıdır"(Tuhfet'ül-ayezîc.6, s.83).
«İstikbâlimiz bulunan, millet ve memleketimizi kalkındırmaya namzet olan çocuklarımız, edepli olduğu ve islâmî âdâba saygısını koruduğu müddetçe vatanımıza ve vatandaşlarımıza faydalı hizmetler görebilir. Bu hassas ve nazik noktaya dikkatlerimizi çeken Resûl-i âlişân efendimiz şöyle buurmaktadır:
Manâsı:
"Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunamaz". (Tuhfet'ül-ayezî c. 6, s.84).
Güzel terbiye edilmiş evlâd, kendini, şerefini ve malını zarardan korur. Böyle bir terbiye almamış çocuk, malı israf ve şerefini ayaklar altına almakdan çekinmez. Bu itibarla, güzel terbiye her türlü maddi değerin üstünde bir kıymeti haizdir.
İslâmî edepleri çocuklarımıza öğretmede önce kendinin Allah Resulünün âdabına uygun hareket etmesini temin edeceğiz. Sonra içtimaî hayatta terbiyeli hareket etmesini tavsiye edeceğiz. Bu cümleden olmak üzere onları şahsını beğenip böbürlenmekten koruyacağız. Bu hususla ilgili bir âyeti kerimede Hz. Lokman'ın oğluna yaptığı nasihatle ilgili olarak şöyle buyrulmaktadır:
Manâsı:
"İnsanlardan (kibirlenip) yüzünü çevirme. Yer yüzünde şımarık yürüme. Zira Allah her kibir taslayanı, kendini beğenip öğüneni sevmez". (Sûre-i Lokman, 18)
Bu âyeti celileyi teyid eder mâhiyetteki diğer âyeti kerimelerde şu uyarı yapılmaktadır.
"Yer (yüzün)de kibr-ü azametle yürüme. Çünkü (ne kadar bassan) arzı cidden yaramazsın. Boyca da asla dağlara eremezsin! Kötü olan bütün bunlar Rabbinin indinde sevilmeyen (şeyler)dir". (Sûre-i İsrâ, 37-38)
İstediğini istediğine veren ve istediği zaman almak kudretinin sahibi bulunan Cenab-ı Hak, çocuklarımızı islâmi edeplerle teçhiz eylesin ve semere-i fuâdımız olan evlâdımızı iki cihanda yüz akı olacak şekilde yetiştirmekte bizlere inayet eylesin.
Burada bulunan tüm yazılar Mehmet Emre Sohbet ve Nasihatler'den iktibastır..
Gece Disari cikan CocuklaCâbir bin Abdillâh (r.anhümâ)dan Resûlûllah (s.a.v.)in şöyle buyurduğu rivayet olunmaktadır: "Gece karanlığı olduğu zaman veya geceye dahil olduğunuz vakit, çocuklarınızı (sokağa çıkmaktan) menediniz. Çünkü şeytanlar o sırada (yeryüzüne) dağılırlar (ve faaliyetebaşlarlar). Geceden bir saat ilerlediği zaman onları (sokaktaki) çocuklarınızı (evlerinize) koyunuz ve Allah'ın ismini anarak (besmele çekerek) kapıları kapatınız. Çünkü şeytan kilitlenmiş bir kapıyı açamaz". (Buharı, C.4, S.98)
Cocuklarimizi sorumsuzluktannasil koruyacagiz
Âhiret hayatının tarlası durumunda olan dünyada yapacağımız iyiliklerin mükâfatını âhirette göreceğiz. İşleyeceğimiz fena işlerin ve günahların sorumluluğu olduğunu hatırdan çıkarmayacağız. Bir kimse bu idrâk ve inançtan uzak kalacak olursa kendisini sorumluluktan âzâde zanneder ve yuvarlak bir cisim gibi, iyi ve kötü ayırt etmeksizin, her işe meyleder. Hz.Lokman'ın bu hususla ilgili olarak oğluna yaptığı nasihati, uyanmaya vesile olur düşüncesiyle bilgi hanenize nakşetmek istiyorum:
"Oğulcağızım, hakikat (yaptığın iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde, ya göklerde, yahud yerin dibinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu hadîs-i muhammediyi bilgi hanenize nakletmek istiyorum:
"Her din için (üstün tutulan) bir huy vardır. İslâmın huyu da utanma hissidir" (İbni Mâce c. 2 s. 1399).
Semavî dinlerin hepsinde haya emredilmiş bulunmaktadır. Fakat, dinler güzel huylar arasından bazısına diğerlerinden daha büyük bir kıymet ve ehemmiyet vermiştir. İslâm dini de güzel huylar arasından "Haya" ya daha büyük bir kıymet vermiş ve onu iman'dan saymıştır.
Haya, geçmiş ümmetlere gönderilen peygamberler tarafından ehemmiyetle tavsiye edilmiş bir haslet olmaktadır. Utanmazlık, kötülüklerin işlenmesine zemin hazırlar ve hayasızlığı ele almış kimseye cür'et verir. İnanç duygusundan kaynaklanan haya cevherini ahlâksızlık çöplüğüne atmayan kimse edepli davranışların takipçisi ve tatbikçisi olur. Bu iddiamızın belgesini teşkil edecek bir hadîs-i şerif ile mevzuumuzu zenginleştirmek istiyorum:
"Halkın ilk peygamberlik (devrelerin)den ulaştığı kelâm, utanmazsan dilediğini yap "sözüdür"(İbni Mâce c. 2, s. 1400).
Âhiret hayatının tarlası durumunda olan dünyada yapacağımız iyiliklerin mükâfatını âhirette göreceğiz. İşleyeceğimiz fena işlerin ve günahların sorumluluğu olduğunu hatırdan çıkarmayacağız. Bir kimse bu idrâk ve inançtan uzak kalacak olursa kendisini sorumluluktan âzâde zanneder ve yuvarlak bir cisim gibi, iyi ve kötü ayırt etmeksizin, her işe meyleder. Hz.Lokman'ın bu hususla ilgili olarak oğluna yaptığı nasihati, uyanmaya vesile olur düşüncesiyle bilgi hanenize nakşetmek istiyorum:
"Oğulcağızım, hakikat (yaptığın iyilik veya kötülük) bir hardal tanesi kadar olsa da bir kaya içinde, ya göklerde, yahud yerin dibinde (gizlenmiş) olsa bile Allah onu hadîs-i muhammediyi bilgi hanenize nakletmek istiyorum:
"Her din için (üstün tutulan) bir huy vardır. İslâmın huyu da utanma hissidir" (İbni Mâce c. 2 s. 1399).
Semavî dinlerin hepsinde haya emredilmiş bulunmaktadır. Fakat, dinler güzel huylar arasından bazısına diğerlerinden daha büyük bir kıymet ve ehemmiyet vermiştir. İslâm dini de güzel huylar arasından "Haya" ya daha büyük bir kıymet vermiş ve onu iman'dan saymıştır.
Haya, geçmiş ümmetlere gönderilen peygamberler tarafından ehemmiyetle tavsiye edilmiş bir haslet olmaktadır. Utanmazlık, kötülüklerin işlenmesine zemin hazırlar ve hayasızlığı ele almış kimseye cür'et verir. İnanç duygusundan kaynaklanan haya cevherini ahlâksızlık çöplüğüne atmayan kimse edepli davranışların takipçisi ve tatbikçisi olur. Bu iddiamızın belgesini teşkil edecek bir hadîs-i şerif ile mevzuumuzu zenginleştirmek istiyorum:
"Halkın ilk peygamberlik (devrelerin)den ulaştığı kelâm, utanmazsan dilediğini yap "sözüdür"(İbni Mâce c. 2, s. 1400).
Cocuklarimizi kötü arkadas edinmekten koruyacagiz
Çocuklarımızın soyu ne kadar asil ve tahsili ne kadar yüksek olursa olsun, iyi kimselerle arkadaş olması temin edilmezse, kötü muhitler ve fena arkadaşlar evlâdımızı bir müddet sonra bozabilir. Bu ihtimale karşı bizleri uyaran Resûl-i Ekrem (s.a.v.) şu ikazı yapmış bulunmaktadır:
"Kişi, dostunun dîni (anlayışı) üzerindedir. Biriniz kimi arkadaş edineceğine (çok iyi) baksın". (Ebu Dâvud, c.4, s.259)
Bu hususta gösterilecek ihmalkârlık, çocuğun karakterinde çözülme ve ahlâkında bozulma yapar. Bu iddiamızı tecrübeye dayalı bir misalle perçinlemek istiyorum. Bir küfe elmanın orta kısmına bir tane çürük elma konulacak olursa, üzerinden geçen bir haftalık bir zamandan sonra bakıldığında o çürük elmanın bakterileri etrafındaki sağlam elmaları çürütmeye başlayacaktır. Çünkü alt ve üst kısımlarda ve etrafta bulunan diğer meyveleri de çürüterek istifâde edilemez hâle getirecektir. Bir tek çürük elmanın tesiri bu kadar büyük olursa çürük elma küfesinden farkı bulunmayan topluluklar ve arkadaşlar arasında bulunan çocuklarımız, ne kadar dayanabilir? Anne ve baba olarak evlâdımızı seviyesiz ve ahlâkı bozuk arkadaşlardan uzak tutmayacak olursak, her türlü fazileti imha etmeye çalışan kimseler bizim çocuklarımızı da bozabilir. Bu üzücü netice yavrularımızın âhiret hayatında hüsranına ve nedametine sebep olacaktır. Bu iddialarımızın belgesini teşkil eden bir âyeti celile ile bilginizi tazelemek isterim:
"O gün (her) zâlim (nedametle) iki elini ısırıp: "Ne olurdu, ben o peygamberin maiyyetinde (Allah'a) bir yol erimeydim" diyecektir. Ne yazık bana! Keski fülânı dost tutmayaydım".(Sûre-i Furkan, 27-28)
Gözümüzün nuru ve kalbimizin meyvesi bulunan çocuklarımızın böyle bir pişmanlıkla perişan olmasını istemiyorsak, onları İyi kimselerle arkadaşlık yapmaktan korumak zorundayız.
Şair güzel bir ikaz nüktesi sunmaktadır:
Mîzana vur konuştuğun ihvanı ibtida,
Rehber zannettiğin rehzen olmasın.
Rabbimizin biz kullarına olan bir uyarısı ile bahsimizi zenginleştirmek istiyorum:
"Dostlar o gün birbirine düşmandır. Takva sahipleri müstesna". (Sûre-i Zuhruf, 67)
Dünya hayatında iken günaha dayalı işlerde dostluk kuranlar, âhiret hayatında birbirine düşman olacaklardır. Allah rızası için dost olanlar ve günahtan sakınanlar böylesine bir adavetten uzak kalacaklardır.
Mehmet Emre.