بسم الله الرحمن الرحيم
لإيلاف قريش إيلافهم رحلة الشتاء والصيف فليعبدوا رب هذا البيت الذي أطعمهم من جوع وأمنهم من خوفİlaf
Sürenin Irabi
:1 {لإيلافِ قُرَيْشٍ}
الجار "لإيلاف" متعلق بـ "يعبدوا" في الآية (3).
آ:2 {إِيلافِهِمْ رِحْلَةَ الشِّتَاءِ وَالصَّيْفِ}
"إيلافهم": بدل من "إيلاف"، "رحلة": مفعول به للمصدر "إيلافهم".
آ:3 {فَلْيَعْبُدُوا رَبَّ هَذَا الْبَيْتِ}
الفاء زائدة، واللام للأمر، والفعل مجزوم بحذف النون، "هذا": مضاف إليه.
آ:4 {الَّذِي أَطْعَمَهُمْ مِنْ جُوعٍ}
"الذي": نعت لـ "رب".
Bismillâhirrahmânirrahîm
1, 2, 3, 4. Kureyş'e sevdirilmiş olmasından, yani kış ve yaz seyahatleri onlara sevimli kılınmasından ötürü, onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emîn kılan bu evin Rabbine kulluk etsinler.
mânâsı bulunduğu için, fiilinin başında ci gelmiştir. Yüce Allah sanki şöyle buyuruyor: Diğer nimetlerinden dolayı O'na ibadet etmiyorlarsa da hiç olmazsa, onları bu iki yolculuğa alıştırdığı için ibadet etsinler. Bu yolculuklar, Allah'ın onlara lütfettiği en açık nimetlerdendir. Çünkü onlar hiç çiftçilik ve hayvancılık yapılamayan bir beldede yaşıyorlardı. Bunun içindir ki Yüce Allah daha sonra şöyle buyurdu:
4. İşte bu İlah, öyle bir ilahtır ki, onları şiddetli açlıktan doyurmuş ve şiddetli korkudan emin kılmıştır. Ku-reyşliler huzur ve güven içinde yolculuk yapar, hiç kimse onlara saldırmaz-dı. Ne sefer halinde ne hazar halinde, hiç kimse onlara saldırıda bulunmazdı.
Alimler, "îlâf'ın ne demek olduğu hususunda şu üç izahı yapmışlardır:
1) "îlâf", "lif" demektir.alimleri, aynı manada Arapça'da, denildiğini söylemişlerdir. Buna göre kelime, "sevdi, peşinden ayrılmadı, ünsiyet etti" manasındadır ve ayet, "Kureyş'in bu iki sefere ünsiyet edip de, hep sürdürmesi ve kesintiye uğramaması için..." demek olur.
2) Bu kelime, "şu yere alıştım, ayrılmadım, Allah da beni oradan ayırmadı" manasındadır. Nitekim aynı manada dersin. Buna göre mana bu durumda şöyle olur: "Kendisine ünsiyet etme sırrının bulunduğu bir planlamanın varlığı için" manasında olur. Nitekim Arapça'da, "Kendisi alıştı" ve "Başkası onu alıştırdı" denilir. Buna göre mana, "Bu alışma, emniyet-selamet, Kureyş için, ancak Allah'ın tedbir ve takdiri ile meydana gelmiştir" şeklinde olur. Kelime bu manasıyla tıpkı, "Fakat Allah orlarin arasima ülfet (sevgi) verdi" (Entâi, 63) ve "Allah kalblerinizin araşma ülfet verdi de, O'nun nimeti sayesinde kardeş oluverdiniz" (Al-i imran, 103) ayetlerindeki gibi olur. Bazan sevinç, ünsiyetin ülfetin ve ittifakın bir sebebi olur. Bu tıpkı fil ordusunun, hezimete uğramasının, Kureyş'in ünsiyetine ve ittifakına sebeb olması gibi... Buna göre bu "îlâf" masdarı, mef'ûlüne muzaf olmuş ve mana da, "Allah Teâlâ'nın Kureyş'i o iki seferin müdavimleri kılması için..." şeklinde olmuş olur.
3) îlâf, hazırlanmak, teçhizatlanmak demektir. Bu, Ferrâ ve İbnu'l-A'râbî'nin görüşüdür. Buna göre, "Kureyş'in bu iki sefere hazırlanması ve böylece seferlerin, kesintisiz, ardarda yapılması için..." şeklinde olur.
tefsiri kebir.
Kureyş Kelimesi
Alimler "Kureyş"e bu adın verilmesi hususunda da şu izahları yapmışlardır:
1) Bu kelime, "Kirş" kelimesinin, ism-i tasğiridir.
Kirş ise, denizde gemilerle oynayan, ancak ateşle hareket eden, büyük bir canlıdır. (Köpek balığı'dır). Muaviye'nin, İbn Abbas (r.a)'ın niçin, "Kureyş" adının verildiğini sorduğu; İbn Abbas'ın da, "Denizde yiyen fakat yenilmeyen; hükümran olan, fakat hükümran olunamayan bir hayvanın adı olduğu için..." cevabını vermiş
2) Bu kelime, "kazanmak" manasına gelen, "karşıdandır. Çünkü Kureyş şehirlere düzenledikleri ticari seferlerle, kazanç sağlıyorlardı.
3) Leys şöyle der: "Kureyş, Harem'in dışındaki bölgelerde dağınık olar yaşıyorlardı. Derken Kusayy b. Kilâb, onları Harem-i Şerifte topladı. Böylece onlı Harem-i Şerifi yurd edindiler ve Kureyş adını aldılar. Çünkü "tekarruş", bir araya gelip-toplanma demektir. Nitekim Arapça'da, bir araya gelip toplandılar, manasına denilir.
4) Kureyş, ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını gideren bir toplumda, bu yüzden, onlara Kureyş denilmiştir. Çünkü bunu kökü olan, "karş", yoklama-araştırma manasınadır.
tefsiri kebir.
Süre-i celilede gecen ticaret
a) Meşhur görüşe göre, müfessirler şöyle demektedirler: "Kureyş, her yıl, daha sıcak olduğu için kışın Yemen'e, yazın da Şam'a birer sefer düzenliyorlardı." Atâ,İbn Abbas (r.a)'ın, şöyle dediğini nakleder: "Bu hadise şöyle başlamıştı: Kureyş'den birine bir kıtlık ve açlık isabet ettiğinde, o ve ailesi bir yere çıkıyor, ölünceye değin, bir çadırın içinde bekliyordu. Bu İş, Hâşim b. Abdimenâf ortaya çıkıncaya kadar böyle sürüp gitmiştir. Haşim ibn Abdimenâf, kavminin seyyidi idi. Ve onun, Esed adında bir oğlu vardı. Kendisinin Mahzûm kabilesinden, çok sevdiği ve beraber oynadığı bir yaşıtı bulunuyordu. Böylece bu çocuk, Esed'e, mağduriyetlerini, aç olduklarını bildirdi. Bunun üzerine Esed, ağlayarak, annesinin yanına girdi. Derken, annesi de, onlara, un ve yağ gönderdi. Böylece onlar, birkaç gün, geçinip gittiler. Derken, Esed'in yaşıtı, yine kendisine geldi; açlıktan şikayet etti. Bunun üzerine Haşim, Kureyş'e şöyle hitap ederek: "Sizler, ot bitmeyen bir yere varıp yerleştiniz; böylece burada, zillet içinde yaşıyorsunuz. Halbuki bizler, Allah'ın Haremi'nin ehli, Adem oğullarının en şereflilerisiniz. Diğer insanlar da size tabidir..." dedi. Bunun üzerine oradakiler, "Biz de sana tabiyiz. Bizden, sana karşı herhangi bir muhalefet söz konusu değil" dediler, böylece, Haşim ibn Abdimenâf, herkesi, kışın Yemen'e, yazın da Şam'a, ticaret yapmak amacıyla seferler düzenleme hususunda bir araya getirdi. Derken, zengin kimselerin kazançlarını, onu kazanan o zengin ile fakir arasında paylaştırıyordu. Böylece onların fakirleri de, zenginleri gibi oluyordu. İşte onlar bu hal üzere iken, İslâm geldi. Arablar içinde, Kureyş'ten daha aziz ve daha zengin kimse de yok idi. Nitekim şair onlar hakkında şöyle demektedir:
"Fakirleri, zenginieriyle içiçedir. Öyle ki, fakirleri de, kendisine yeter hale gelenler gibi olurlar..."
Bil ki, buradaki nimet ve lütfün sebebi şudur: Şayet fil ashabının istediği olmuş olsaydı, o zaman, yeryüzünde yaşayan insanların tazimi, Kureyş'e olan saygıyı terkederdi. Kureyş de böylece paramparça olur ve durumları, Cenâb-ı Hakk'ın, "Onlan parça parça ümmetler haline getirdik" (A'râf, 168) beyanında bildirdiği yahudilerin durumu gibi olmuş olurdu. Halbuki, tek bir kabilenin bir yere toplanması, çeşitli kabilelerin bir yere gelmesinden daha fazla nimet sağlar. Cenâb-ı Hak, ünsiyet ve ülfetin, yolculuğun şartlarından olduğuna dikkat çekmiştir ki,
b) Buradaki, "göç" ile, insanların Mekke'ye gelmeleri kastedilmiştir. O halde, "yaz ve kış seferleri" ile, Receb ayında yapılan Umre ile, Zilhicce ayında yapılan hac kastedilmiştir. Çünkü, bunlardan birisi kışın, diğeri ise yazın oluyordu. Mekke'nin faydalanılan mevsimi ise, bu ikisi ile tahakkuk ediyordu. Şimdi eğer, fil ashabının istediği gerçekleşmiş olsaydı, işte bu menfaat, atalete uğrardı.
Kâ'be'nin Rabbine Kulluk
"Şu beyt'in Rabbine ibadet etsinler onlar..."(Kureyş, 3).
Bil ki, nimet vermek, şu iki şekilde olur:
1) Zararı bertaraf etme.
2) Menfaat sağlama. Birincisi, daha önemli ve daha öncedir. İşte bundan dolayı ulema, "Canlılardan zararı defetmek vacibtir; ama, menfaat temin etmeye gelince, bu vacib değildir" demiştir. İşte bu yüzden Cenâb-ı Hak, zararı savuşturma nimetini, Fîl Sûresi'nde; fayda temin etme nimetini ise bu sûrede açıklamıştır. Nimet vermeye ve nimet verene, şükür ve kullukla mukabele etmek gerektiği, zihinlere yerleşince de, pek yerinde olarak, Cenâbı Hak, verdiği nimetlerin peşinden, kulluğun yerine getirilmesi gerektiğine dikkat çekerek buyurmuştur
Doyuran ve Eman Veren Rab
"(O Rab ki), onları açlıktan doyuran, kendilerine korkudan eminlik verendir O"(Kureyş, 4).
Bu "doyurma"nın ne demek olduğu hususunda şu izahlar yapılabilir:
1) Allah Teâlâ, Harem-I Şerif yüzüsuyu hürmetine, onları, emin kılıp, böylece bu iki yolculuklarında, kendilerine sataşılmaz bir toplum haline getirince, işte onlar, aç iken, bu hal, onların doyurulmaları sebebi olmuştur.
2) Mukâtll şöyle demektedir: "Rızık temini için, yaz ve kış, Yemen'e ve Şam'a gitmek onlara zor gelmiştir. Böylece Cenâb-ı Hak, Habeşlilerin kalblerine, yiyecekleri, gemilerle Mekke'ye taşıma hususunda bir korku salmıştır. Çünkü Habeşliler, yiyecekleri bu şekilde taşıyorlardı; Mekkeliler de deve ve eşekleriyle, onları karşılıyorlar; onların getirdiği yiyecekleri, iki gecelik bir mesafede bir konaklama yeri olan Cidde'den alıyorlardı. Ve bu iş, sürüp gidiyordu. Böylece Cenâb-ı Hak, bu iki sefer sayesinde, onların rızkını tam olarak karşılamıştı.."
3) Kelbî şöyle demektedir: "Bu ayetin manası şudur: Onlar, Hz. Muhammed (s.a.s)'i yalanlayınca, Hz. Peygamber (s.a.s) onlara bedduada bulunarak, "Allahım, bu yılları onların üzerine, Yusuf (a.s)'un yılları gibi, kıtlık yılları kıl... "[21] dedi de, onların üzerine de kıtlık çöktü ve burunları yere sürtüldü. B unun üzerine onlar, "Ey Muhammed, Allah'a davet et; zira, artık biz mü'miniz..." dediler de, Allah'ın Resulü de dua etti... Böylece bu kıtlıktan sonra, Allah Teâlâ, beldelere ve Mekkelilere bolluk ve bereket verdi. İşte, ifadesiyle kastedilen budur