Her gün, medyanın görüntülü ve sözlü mesaj bombardımanına tutulmaktayız. TV yayınlarında, insanlık için faydalı ve güzel yayınlar görüldüğü gibi maalesef çoğu TV kanalı, insanımızı olumsuz yayınlarla, ahlaksızlığa ve haram üzere bir hayata sürüklemektedir.
‘Şairlerin Sultanı’ Rahmetli Necip Fazıl'ın dediği gibi:
"Oluklar çift; birinden nur akar diğerinden kir."
Evet, hangi kanallardan nur, hangilerinden kir aktığının bilincinde olmalı ve gönül frekanslarımızı buna göre ayarlamalıyız.
Günümüz Müslümanları; zihinlerini, kalplerini medyanın kirletici, saptırıcı yayınlarından, hem kendilerini, hem de aile fertlerini korumak zorundadırlar.
Hele hele, dinini asli kaynaklardan yeterince bilmediği için neyin doğru neyin yanlış olduğunu karıştırmakta, Allah korusun İslam'a uymayan görüş ve fikirlere hemen kapılıvermektedir.
Son yıllarda bu iş medya tarafından o kadar ileriye götürüldü ki, kesin haram olan hususlar, sinema ve TV dizi/filmleri vasıtasıyla, insanlara ‘normal’ kabul ettirilmeye çalışılmakta, insanın inancını zedeleyecek biçimde lanse edilmektedir.
Haramın reklamını yapmak bir kötülüktür. Ama haramı zihinlere helal ve meşru bir şeymiş gibi kabul ettirmek en büyük kötülüktür. Dine ve inanca vurulabilecek en büyük darbedir.
Dinimizin temel itikad kaidelerine göre; bir insan haramın ‘haram’ olduğunu bilerek o haramı işlemesi, o kişiyi dinden çıkarmaz, sadece günahkar kılar. Ama bir insan haramı işlemese bile, haramı ‘haram’ olarak değil, ‘helal’ olarak kabul etmesi var ya, işte asıl korkulması gereken budur! Çünkü bu durum, insanın dinini yıkmaktadır.
Duygusallık veya trajedi atmosferi içinde, kimi dizilere şeytanca sahneler yerleştirilmekte ve zihinler kirletilmektedir. Psikolojide bilinç altına müdahale olarak tanımlanan bu ‘operasyonlar’ izleyiciyi, normalde kabullenmeyeceği kötü/gayri insani değerleri, farkında olmadan benimsemesi esasına dayanmaktadır.
Bu hususta, şu anda onlarca milyon insanın izlediği kimi TV dizilerinin senaryolarında işlenen konuların dikkatle üzerinde durulması gerektiğine inanıyoruz. Bu senaryolara bazı örnekler vererek, üzerinde birlikte düşünelim:
Çocuğunu Kurtarmak için Zina (!)
Bir dizide başroldeki kadın oyuncunun çocuğu hastadır. Bu çocuğun ameliyat olması için 150 bin dolar gerekmektedir. Dizide mimar rolündeki hanım, hasta çocuğun ilik ameliyatı olması için gerekli olan para karşılığında, patronundan zina teklifi alır. Ve bu arada, sinsice bir yaklaşımla seyircinin şunu kabul etmesi istenir: "Kadının, çocuğunu kurtarması için bir gecelik gayri meşru ilişkisi normal görülmelidir.” (!)
Aslında bu kabul edişle, artık seyirci o olayı her zaman için meşru görmeye başlayacaktır. Bir şeyleri elde etmek için haram işlemeyi normal kabul edecektir. Kim ev almak, araba almak için zina ederse, bu normal bir iş gibi kabul görmeye başlayacaktır.
Maalesef, bu yanlış iş için bir çocuğun ameliyat olması konusuna senaryoda yer verilmesiyle, işin içine duygusallık katılmakta, din ve akıl devre dışı bırakılmaya çalışılmaktadır. Film gerçek hayattan o kadar uzaktır ki, günümüzde işsiz-güçsüz fakir kimselere bile (yeşil kart sayesinde) her türlü sağlık hizmeti bedava verilirken, sanki koskoca mimar hanım sigortasız kalmıştır.
Ayrıca kimse bir gecelik (zina) için 150 bin dolar vermez. Medyada yer alan haberlere göre, çok daha az rakamlar karşılığında fuhuş yapan kadınlar vardır. (Allah onları bu pislikten kurtarsın inşAllah.)
Aslında burada üzerinde durulması gereken, rakam (150 bin dolar) değil, iffet ve namusun korunmasıdır. Namuslu bir kadının namusu, parayla ölçülemez.
Fedakarlığın Böylesi (!)
Yine bir başka dizide, başroldeki hanım, ‘kadınlık özellikleri çocuk sahibi olmasına yeterli olmayan’ bir kadını canlandırmaktadır. Bu kadın, çocuğum olmuyor diye, bunalıma girmekte, hatta intiharı düşünmekte iken, samimi olduğu kız arkadaşı, güya bu hanımcağız intihar etmesin (!) diye, onun adına, arkadaşının kocasının spermiyle kendi yumurta hücresini birleştirip onun adına hamile kalmayı kabul etmektedir.
Burada da üzeri örtülü bir şekilde seyirciden şu istenir; ‘Ey seyirci! Bu kadının intihar etmesi kötü olacak, sen kabul et ki, bu hanımın bayan arkadaşı onun adına yabancı bir erkekten hamile kalsın.’ Ve seyirci dizinin heyecanı içinde, dinimize göre uygun olmayan ve zina sayılan bu çirkin durumu, neredeyse normal, meşru ve sevecen bir hareket olarak kabul etmeye yönlendirilmektedir.
Burada da arkadaşının fedakarlığı ön plana çıkarılarak, meşru olmayan bir durumun kabul ettirilmesi vardır.
Yine bir TV, sabah programlarında, kızı hamile kalamayan bir anne, damadının spermiyle kendi spermini tüp bebek usulüyle, kızı adına damadından hamile kalan bir kadını, sırf bu işlerin önüne açmak ve yaygınlaştırmak amacıyla, günlerce tutulabilmektedir.
Normal bir insanı, ancak tiksindirebilecek, böyle bir olay, nasıl toplumun gündemine getirilebilir? İnsanın aklı almıyor! Bu tür yayınları yapanlar, diyelim ki muhataplarının çoğunluğunun Müslüman olduğunu göz ardı ediyorlar, peki, seyircilerinin aklını ve insani duygu/değerlerini hafife aldıklarının farkında değiller midir?
Din ve Din Adamına Karalama
Yine, bir başka dizi de ise konu şöyle gelişiyor: Evin kızı, bir gençle, meşru olmayan bir cinsel ilişkide bulunmuş ve hamile kalmış. Bunun farkına varan aile ve akrabalar, kızı cezalandırmak veya bağışlamak konusunda tereddüt içindeler; baba af taraftarıdır, fakat akrabanın bir kısmı, cezalandırmada ısrar ediyorlar. Baba son kararı dine bırakıyor ve bir hocaya sorarak karar vermek üzere ona gidiyor. Hoca ölüm fetvası veriyor (!) baba da infaz etmek üzere eve dönüyor.
Halbuki, İslam’da bekar insanlar zina yapınca, ölüm cezası verilmez. Ve yargılama işini de devletin görev verdiği kimseler (eskiden kadı) dışındaki insanlar yapamaz. Hal böyle iken, din ve din alimleri, din görevlileri hakkında yanlış bilgiler veriliyor, kötü imajlar ve yıpratıcı sahneler sergileniyor.
Benzer senaryolara sahip bir çok dizi, yaklaşık olarak son on yıldır müslüman ailelerin zihnini, ahlakını, kalbini dinamitlemek için sanki yarış halindeler.
Biz aslında toplum olarak, daha önceki yıllarda; zina, içki, müstehcenliğin yaygınlaştırılması gibi büyük günahlara özendiren ‘reklam’lara, filimlere vs. alış(tırıl)mıştık. Alışmasına alışmıştık da şimdi bize, Allah'ın yasak kıldığı şeyleri normal ve meşru kabul ettirilmeye çalışılması, bilgi ve şuur sahibi müslümanları dehşete düşürmektedir.
Zira, yukarıda da belirttiğimiz gibi bir günahın haram olduğunu kabul edip, nefsine yenilerek işlemek başka, o günahın günah (haram) olduğunu kabul etmemek çok başka şeylerdir.
Günahın haram (dinen yasak) olduğunu kabul etmeyen kişi dinden çıkarken; o günahın haram olduğunu kabul etmekle birlikte, günaha düşen kişi sadece ‘günahkar’ olur. Günahkar kişi sadece tövbe etmekle, (inşAllah) kendini Allah’a affettirirken; dinden çıkan kişinin daha önceki sevapları silinir ve tekrar kelime-i şahadet getirerek dine yeniden girmesi gerekir.
Tabii bu arada, günah işlemeyi de hafife almamak gerekir. Nasıl olsa tövbe ederiz diye, kişi kendini ateşe atmamalıdır.
İşte, bunun için anne ve babalar hem kendilerini hem de çocuklarını; hem haramı reklam eden, hem de haramı helal, ya da helali haram gibi gösteren, art niyetli medyanın zararlı yayınlarından korumalıdır.
Kur'an-ı Kerim, insanlar arasında haramın, fıskın, küfrün yayılmasını isteyenleri dehşetli bir azapla tehdit etmektedir:
"(Çeşitli çıkar ve bahanelerle) Müminler arasında fuhşun yayılmasını isteyenler; onlara dünyada da ahirette de acı bir azab vardır. Allah bilir, siz bilemezsiniz." (Nûr, 24/19)
HASAN ÇALIŞKAN , Gülistan Dergisi