Gönderen Konu: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar  (Okunma sayısı 13455 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...

İslam âleminde en yaygın inanç ehl-i sünnet ve’l-cemaat inancı. Müslümanların çoğu bu inanca mensup. İkinci yaygın inanç şiîlik. Bunlardan başka, sapık olmakla beraber İslam dâiresi içinde kabul edilen başka mezhepler de var. Vehhâbîlik, müşebbihe, mûtezile, lâedriye vesâire…

Herkes kendi yolunu doğru kabul ediyor. Sapık mezheblere mensup olanlar da öyle. Onun için kendi mensuplarını çoğaltmak istiyorlar. Bu düşünceyle, her türlü yalanı meşru görenler var. Zamanımızda bazı sapık mezheb mensupları zehiri altın tasta sunuyor. İslam âleminin kâhir ekseriyeti ehl-i sünnet olduğu için, kendi mezheplerinin görüşlerini yazdıkları kitaplara ehl-i sünnet ismini veriyorlar. Ehl-i sünnete göre şu mesele, bu mesele gibi isimlerle kitaplar basıyorlar.

Ehl-i sünnet olan Müslümanları kandırmaya çalıştıkları noktalardan biri de “İstivâ” meselesi…

Tâhâ sûresi 5. âyet ile A’raf sûresi 54. âyette geçen istivâ kelimelerini Ehl-i sünnet inancına ters bir şekilde ele alıp bunu kitaplaştırıyor ve böyle kitaplara da Ehl-i sünnet ismi veriyorlar.

Bu kitaplarda hangi inancı işliyorlar?

Allah’a cihet nisbet ediyorlar. Allah’ın –hâşâ- Arş üzerinde oturduğunu söylüyorlar.

Oysa birçok Ehl-i sünnet âlimi, Allah’a cihet nisbet edenlerin küfre düşeceğine hükmetmiş. Zira bu inanış, Allah’ın cisim sahibi olduğuna inanmayı gerektirir.

Ele aldıkları âyet-i kerimeler, hepimizin bildiği gibi Arş ile ilgili olan âyetlerdir. Allah’ın yarattıkları içinde en büyüğü arşdır. Onun için, Arş hakkında “arş-ı a’lâ / yüksek arş” diye bahsedilir. Kur’an-ı Kerim’de, “O Allah, azıym / büyük olan arşın rabbidir” buyurulur. Tâhâ sûresinin 5. âyetinde de, “Rahman, arş üzerinde istivâ etti” buyurulmaktadır. A’raf sûresi 54. âyette de aynı ifadeler vardır.

İstifâ, “Yükselmek, yerleşmek, oturmak, istîlâ, karar kılmak,” mânâlarına geliyor. İslam inanç ve itikadını ölçü almaksızın, âyeti bu kelimenin sadece lügat mânâsına göre mânâlandırmak yanlış olur. Zaten “Allah arş üzerinde oturdu, kararlaştı” gibi bir mânâya gitmenin yanlışlığı ortadadır. Çünkü böyle bir inanış, Allah’ın kendi yarattığı bir şeye muhtaç olduğu mânâsına geldiği gibi Allah’a mekan isnat etmek mânâsına gelir ki böyle bir inanç İslam inancına sığmaz.

Şûrâ suresi 11. âyette, “Onun (Allah’ın) misli hiçbir şey yoktur” buyuruluyor. O bakımdan, bu âyetteki istivâ kelimesine, yaratıkların bir fiili olan oturmak mânası vermek imkansızdır.

Selefin / geçmiş âlimlerin ve sofiyyenin çoğu, kitap ve sünnette Allah’ın ismiyle beraber zikredilen “İstivâ, yüz, el, göz” gibi kelimelerin hakikatini Allahü Teâlâ’ya bırakmışlar, mahlûkata sonradan verilen sıfatlara benzetmeksizin ve te’vil etmeksizin, “Burada her ne murad ediliyorsa öylece inanırız” demişlerdir.

Onlardan sonra gelen âlimler ise, insanlar yanlış mânâlara kaymasınlar diye te’vil yolunu seçmişlerdir. Onun için, bu gibi lâfızların geçtiği âyetleri te’vil eden bu âlimler de hata etmiş sayılmazlar. Çünkü onlar böyle yapmakla İslam inancını korumaya çalışmakta ve şüpheleri cevaplandırmaktadırlar.

Bu iki gurup âlimlerin hepsi de doğru hareket etmişlerdir. Çünkü birinci guruptan olanlar mes’ûliyetten kurtulmak için, ikinci guruptan olanlar ise fitneye yol açılmaması için gayret göstermişlerdir.

Tahâ sûresinin, bahsettiğimiz 5. âyetine şöyle mânâlar vermişlerdir:

“O Rahman’ın (hâkimiyeti) arşı kuşatmış/hükmü altına almıştır.”

“O Rahman (kudretiyle) arşı istîlâ etmiştir.”

“Rahman, arş üzerinde (sınırsız kudret ve iktidar makamında) hükümranlığını kurdu.

Bu kısa meâllerin kısa açıklaması şudur:

“O Rahman (olan Allahü Teâlâ bir mekâna yerleşmekten münezzeh olarak, kendi murat ettiği mânâ üzere zatına yakışır şekilde) Arş’a istifâ buyurmuştur. Rahman (ın emir ve hükmü) Arş’a (yönelip) istifâ etmiştir. Rahman, (en büyük cisim olan) Arş (dâhil bütün yaratıklar) ı (hükmü altına almış ve hepsini ilmen kuşatarak) istîlâ etmiştir. (Kur’an-ı Mecid ve Tefsirli Meâl-i Âlîsi)

***

Kur’an âyetlerinin çoğu muhkemdir; mânası kolay anlaşılır. Bâzıları da müteşâbih olup mânâsı açık değildir. Bu ve benzeri bazı âyet-i kerîmeler, müteşâbih (mânâsı açık olmayan) âyetlerden oldukları için, bu âyetleri yanlış mânâlara çeken ve kendilerine ehl-i sünnet diyen bazı sapık kimseler, yukarıda da ifadeye çalıştığımız gibi, Allah’ın –hâşâ- gökte olduğunu ve arşın üzerinde oturduğunu iddia etmektedirler. Halbuki, Allahü Teâlâ yaratılanlara benzemekten de zaman ve mekâna muhtaç olmaktan da münezzehtir.

Böyle ayrılık ve sapıklıkların olması tabiîdir. Bir dinin samimi inananları olduğu gibi o din içinde münafıkça hareket edenler de olacaktır. Öyleyse doğru yolda kalmak isteyen fakat yeterli ilmi olmayan Müslümanlar nasıl hareket edecek ne yapacaktır? Onların yapacağı büyük çoğunluğa uymaktır.

Çünkü Peygamberimiz, (s.a.v.) Allah’ın bildirmesiyle ümmeti arasında böyle şeyler olacağını biliyordu. Bu sebeple, çoğunluk neredeyse onlarla beraber olmamızı emretmiştir. Onlar da Ehl-i sünnet inancına sahip olan dört mezheb ehli müctehidler, âlimler, müfessirler, muhaddisler ve sofiyye tâifesidir.

Bir müctehid âlimlerimize bakalım, bir de Allah’a mekân isnat edenlere…

Müctehid âlimlerimiz içinde onlardan daha âlim, mânevî anlayışı daha ince, amelde daha ileri binlerce kimse var. Peygamber Efendimiz zamanından beri bu zatların hepsi hata etmiş, bunların peşinden gidenler de hata üzerinde devam etmişler de sonradan gelen bu nevzuhurlar mı hakikati bulmuşlar?.. Bu imkânsız…

Böyle bir iddiayı, muhâkeme kâbiliyetini kaybeden hayvanlaşmış kimselerle delilerden başkası kabul etmez.

Meşhur âlim Yusuf Nebhânî hazretleri, böyleleri hakkında Buhârî’de geçen şu hadis-i şerifi hatırlatıyor:

“Dinden çıkarlar, sonra ona dönüş de yapamazlar.”

Bu din, Resûlüllah’ın (s. a.v.) “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” buyurduğu hem ilme hem nura sahip olan gerçek âlimler vasıtasıyla bu güne kadar gelmiştir. Bu mübârek zatlar söz ve yazılarıyla, va’z ve kitaplarıyla asırlardır bu ümmete yol göstermişlerdir. Onların anlattıklarını bir tarafa bırakıp yeni bazı inanışlara yönelmek, bir mânâda Peygamberimiz’in tebliğ ettiği dinin bu zamana gelene kadar yanlış anlaşıldığını kabul etmek olur ki, sapıklığın en âlâsı da budur.

O âlimler öyle değerli kimselerdir ki, Allah (c.c.) kendi dinini maddî olarak onların vasıtasıyla ayakta tutmuştur. Allah’ın, kalbine bir damlacık da olsa nur akıttığı kimseler bilirler ki, Allah’ın emirlerine uyup onun tevhid inancını koruyup insanlara aktaranlar, Allah indinde çok değerli kimselerdir. Bize düşen de Allah’ın seçkin kullarını Allah’ın kabul buyurduğu gibi hayatlarında da vefatlarında da.seçkin ve farklı kabul edip hürmet göstermektir. Çünkü Hazreti Allah dininin hükümlerini tebliğ için onları vâsıta kıldı.

Biz Allah’ın kullarıyız. Onu da onu seveni de severiz ve Allah’ı tâzim edeni büyük tanırız. Onun zatıyla ilgili yanlış bilgi verenleri de düşman kabul eder buğzederiz. Onu tahkir edeni tahkir ederiz.

Müslümanların inançlarını ve birliğini bozan, kalplerine şüpheler sokan, tâbî olduğumuz müctehidlerin mezheblerini küçümseyen, doğruluğu hakkında insanları tereddüde düşüren sapık ve fasık kimselerle beraber olmak, ilim yolunda olan hiçbir talebeye de ilim sahibi olmayan diğer müslümanlara da uygun değildir. Böyleleriyle beraber bulunmak, şeytanla aşık atmaya benzer. Çünkü onlar iblisin iğvalarına sıkı sıkıya bağlıdırlar. Onun için onlarla bir arada bulunmak, şeytanla arkadaşlık etmek gibidir.

Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruluyor:

“Bundan evvel hakikaten hem kendileri sapmış hem birçoğunu saptırmış ve (hâlâ da) dümdüz yoldan ayrılıp sapagelmiş bir kavmin (topluluğun) hevâ (ve heve)sine uymayın.” (Mâide, 77)

Yeterli ilmi olmayan, İslam inancını gereği gibi sağlam öğrenememiş ve inancına ters bir şey söylendiğinde gerekli cevabı veremeyecek durumda olan müslümanlar, bu makûle kimselerle oturup kalkmamalıdırlar. Aksi takdirde, bahsettiğimiz âyette yasaklanan sınıra girmiş olurlar.

Ancak bu yasak bütün Müslümanlara şâmil değildir. İlmi yerinde, îtikadı sağlam ve sapık kimselere cevap verecek vaziyette olanların onlarla oturup konuşmasında bir mahzur olmaz. Çünkü, dinî meselelere hâkim olan bir kimse, tam techizatlı bir asker gibidir. Karşısındakine verilmesi gereken cevabı lâyıkıyla verebilir. Onun için, böyle kimselerin onları dinleyip ne söylediklerini anlaması ve ona göre cevap vermesi tabii ki lâzımdır.

Meselelere hâkim olan, fikrinin ve inancının kaymasından korkulmayan ilim erbabının, bid’adçıları reddetmek için onlarla konuşması mübahtır. Henüz ilim yolunda olanlar daha ilimlerini tamamlamadıkları için, onlarla beraber bulunmaları katiyen câiz olamaz. Çünkü, -yukarıda da ifadeye çalıştığımız gibi- onlarla oturup konuşmak şeytanla sohbet etmeye benzer ki, şeytanın ilim yolunda olan talebeleri altetmesi kolaydır.

Biz böyle talebelere çok rastladık ve sapık kimselerin tuzaklarına düşüp mânen mahvolduklarına çok şahid olduk.

Hazreti Allah (c.c.) hem kendi sapkın hem de başkalarını sapıtma yolunda olanların şerlerinden ümmet-i Muhammed’i muhafaza buyursun. ÂMÎN…

Ali EREN-Guraba Mecmuası
« Son Düzenleme: 26 Nisan 2009, 02:59:08 Gönderen: fatihan »

Çevrimdışı ferdi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48
alakalı bir kitap
« Yanıtla #1 : 19 Haziran 2009, 00:08:04 »
   İlim Talebesi Nazarıyla Bir Kitabın Düşündürdükleri

İbn-i Mevlüt el-Hanefi,el-Eyyubi

Hangimiz ehl-i sünnet ? sorusunun çokça sorulduğu şu günlerde, kimi zaman bedeva dağıtıldığından mı bilinmez ,bir kitap çok popiler genç arkadaşlarımızın elinde.Kitabın kapağındaki .-“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı”- ismini okuduğunuzda gözlere ve kulaklara bir hoşnutluk hakim oluyor.Lakin ! Kitabın sayfalarında birer birer ilerlerken esefleniyor ,zihinler bulanıyor ,kitaplığımızda bulunmasını tahayyül ettiğimiz külliyatlar adeta devriliyordu.Ve nihayet büyük bir sabırla kitabı bitirdiğimizde Kim ehl-i sünnet? Kim Muhalif ? diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Öyle görülüyor ki; Suud devletinin idolojilerini yaymak için öze dönüş altında maddi ve manevi desteklerini almış ,Selefiyye adındaki (samimi) grupların bitmek tükenmek bilmeyen çalışmalarına sessiz kalmak ,bir yere kadar normal olsada -Ehli Sünnet akidesini-Ümmetin marjinal kesimi olan ,asıl adıyla Vehhabi meşrebinin tekeline sunmaları,ilme bitaraf bakmadıklarını göstermektedir. Ehli Sünnet vel cemaatin için de olduğumuzu düşünen bizlerin ,nasılda bid'at fırkalarının (onlara göre )içine düştüğümüzü ve de Şirke varan sapıklıklar içerisinde kaldığımız vehmini ,zihinlerimize enjekte etmelerinden ,gerçek ilim adamlarımızın panzehiri sayesinde kurtalabiliyoruz.

Buna benzer çalışmaları Şi'a’da gözlemleyen hocalarımız, ifrat ve tefrit'te olan bu düşünce akımlarına karşı vasat (orta yol ) tutmamızı sağlamışlardır. Selefi ekolun bilinen müteşeddit tutumunun Türkiye'deki temsilcilerinden Guraba yayınlarının -“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı”- adlı kitabın bizde uyandırdığı izlenimleri sizlerle paylaşmayı bir elzem kabul ediyorum. İbni Useymin imzalı, tahkikini Necmi Sarı’hoca'nın yaptığı bu kitap,Ahmed Davutoğlunun deyişiyle -dini tamir altında din tahripçiliğinden- başka ne olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Ama kimsenin dini ehliyetinini ve samimiyetini eleştirecek cüreti, bir talebe olarak kendimde göremidiğimide söylemek isterim.Unutulmamalıdır ki ! Hiçbir liyakat ve makam Ulema’ya yapılan hakaretlere suskun kalmamamız için gerekli değildir.

Malum kitabın ,Selef-i Salihin'in kendileri gibi düşündüğünü iddia etmeleri ,Tevhid inancı, Bid'at gibi konulardaki takıntılarını ,klasik Selefiyye refleksi olarak izah etmek durumundayız..Bu kitabın bu konulardaki tavrı, Selefiyye ekolune aid diğer kitapların tekrarından ibaret olduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçek ve bu konuları bir türlü geliştirememeleri şöyle dursun ,aşamamaları,muhakkik ulemanın onlara verdikleri cevaplar, bize bu konuda yoruma gerek bırakmadığından ,kısmen konumuzun dışında tutucaz.

Bizim için kitapta vahim gördüğümüz ise; “Eş’ariler ve Maturidiler Ehli sünnet vel cemeaat mi?” diye bir başlık altında ,Ehli sünnet'in Akaiddeki iki mezhebini incelemileri ve bu sorunun benzerinin yazar İbni Useymin'e sorulması , onun cevabının ise hayli düşündürücü olmasıdır.(1) Meğer “Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar''mış.Sakın bu kadarla bittiğini zannetmeyin.

Beyazid Bistami (2),Hallac-ı Mansur (3), İmam Gazzali (4),İbni Arabi (5),Mevlana ( 6),Yunus Emre (7)(radiyAllahu anhum)gibi ulemanın,islam kültürüne kazandırdıkları eselerinden alıntılar yaparak , -Sapık görüşün temsilcileri-( 8 ) cümlesi ile incelemeleri, hudutları zorlayan menheclerini göz önüne koymaktadır. Her ne kadar Zâhid el-Kevserî 'yi -Sünnet Düşmanlarının hocası- (9) İmam Gazzali’yi de -Sapık görüşün temsilcisi- (10) olarak görselerde, Kevseri ve Gazzali ‘nin fazîlet ve ilmî ehliyetine inanmadıkları halde, bu zatların sözlerinden delil getirmeleri,işlerine geldikleri yerde onların görüşlerine başvurmaları,en az kitabın hacmi kadar olan ve çok emek harcandığı her kelimesinde belli ,maalesef yanlı dip not anlayışında “tassup” sezmeme sebeb olmuştur.Tarih boyunca nice alimleri bile kendi girdabına çeken ve söylenmiyecek sözleri söyleten ahhh! şu taasubun gözü kör olsun.Kitaplarında kullandıkları sert uslub ile dip not anlıyışındaki usulsüzlük, okuyucuların dikkatinden kaçmayacaktır..(11) Kendi delillerini destekleyen sahih hadislerin yanında zayıf, hatta uydurma rivayetleri zikretmekten çekinmedikleri gibi ,aleyhlerinde olan bir rivayeti hadis usulüne göre cerhe tabi tutmaları ,kimi bölümlerde de tevil etmelerindeki zorakilik gibi.Necmi Sarı hoca'nın hemen hemem her dip notta başvurduğu Albani için Prof.Zekeriya Güler'in tespiti Mütercimimizin sened ve metin kiriği içinde geçerlidir.''Kabul edilmelidir ki bu tutum, biraz da taassup ve peşin hükümden kaynaklanmaktadır. Bu tesbitimiz de gösteriyor ki, Elbânî’nin râvîlere ilişkin verdiği bilgi ve yaptığı değerlendirme, bir yerde bahis konusu râvînin rivâyetinin muhtevasıyla alâkalıdır. O, kendi meşrebine, zihin ve fikir dünyasına aykırı bulduğu rivâyetleri özellikle sened bakımından bir şekilde çürütmeye çalışırken, sahip olduğu zihniyetle mutabakat arz eden rivâyetleri ise bazen -senedinde bir başka yerde zayıf olduğunu söyleyerek tenkit ettiği râvî olsa bile- kabul edebilmektedir. Böylelikle Elbânî, bilerek veya bilmeyerek kendisiyle çelişmektedir. Şüphesiz bu, ilmî zihniyet ve akademik nezaketle bağdaşmayan bir tutumdur.''(12)
Kitabın Arş, Kürsi,Allahın sıfatları, Allahın inmesi ,çıkması söylemlerinde Mücessime/Müşebbihe etkisi kendini hissettirmektedir..AIiyyul-Kârî' nin-"Teşbihi tenzih etmekle beraber Allah’a bir mekan tayin eden tavırlarıyla Bidat ehli bir taifeye uymuşlardır" -(13) cümlesiyle özetleyebileceğimiz bir hal takınmışlardır. AIiyyul-Kârî ve İmamTahavi gibi Hanefi mezhebinin büyüklerinden kaynak gösterip alıntılar yaparak ,kendileriyle aynı yol üzere oldukları izlenimini vermeleri,adı geçen eserler incelendiğinde hilaf-ı hakikat durumunda kalmaktadır(14).. Keza ,bu söylemleri daha kitabın 12.sayfasında Necmi Sarı hocanın;
 -''Zaten makalat kitaplarıyla Fırak ve Milel ve nihal kitaplarını inceleyenler gerçekte kimlerin müşebbihe veya mücessime veya mümessile 'den olduğunu öğrenirler''- cümlesi içinde geçerlidir.

Mezkur eserlerinde kaynak gösterdiği Şehrestânî'nin “el-Milel ve'n-Nihal'' adlı kitaba (asıl konu olan müşebbihe başlığına birde biz göz atalım dedik) baktığımızda,Şehrestânî Selef'in Müteşabihat kabul edilen Ayet ve hadisleri Zahir tefsirlerini almadan olduğu gibi iman edip ,manasını Allah'a havele etmelerini veciz bir şekilde ifade ettikten sonra ,Müşebbihenin tavrını da;'' Kur'an-ı Kerim'de vârid olan istiva, vech (yüz), yedeyn (eller), cenb (yan), meşiet (geliş), ityân (gidiş), fevkıyye (üstte olma) gibi isim ve fiillere gelince Müşebbihe'ye göre bunların hepsi ZAHİR anlamlarına yorulur. '' (15) diyerek bu fırkanın alamet-i farikasını ortaya koymuştur.Oysaki bu tanımlar ne kitabın müellifinin (İbni Useymin) ne de tahkikini yapanın (Necmi sarı),ne de her ikisinin iddia ettiği Selef-i salihin tutumu böyleydi diyebileceğimiz bir sonuç vardı.Teşbih ve Tecsimden beri olduklarını anlatmaya çalışsalar bile sıfatlar konusunda vardıkları sonuç (kaynaklar incelendiğinde) aksine bir seyir ile bitmektedir .Hayati bir çelişkide, delil getirdikleri Ebu Mansur el-Bağdâdî'in el-fark Beynel fırak adlı eserinde Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden Ebû'l-Hasan el-Eş'arî' için birçok yerde el-Bağdâdî isim vererek ''Şeyhimiz'' ,''Üstadımız''ve ''Ashabımız'' diye hitap ettiğini bile bile (ki bu kitabında mütercimi bizzat kendisidir) Necmi Hoca'nın ,müşebbihe gibi Allah'ın sıfatları konusunda sapanları tarif ederken el-Bağdâdî''den kaynak getirmesi hemen yanına  müellif İbni Useyminin ;“Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar'' sözünü yan yana getirdiğimizde bu eserlere yabancı olmayanlar için çözümlenmesi zor bir problem oluşmaktadır. Necmi Hoca'nın İmam Eş'arî'nin eserlerine ne kadar sıklıkla başvurduğu,isimlerini zikrettiği Fırak ve Nihal kitaplarının sahipleri İtikad da (İsim ve Sıfat dahil) İmam Eş'arî'nin  mezhebine müntasıp olduklarını söylemek her nekadar kabul etmesede malumun ilanı olucaktır .O vakit imamın ismi geçtiğinde mütercimimiz ,dip notta ne diyormuş sadece onu hatırlayalım  - ''Ebû'l Hasan el-Eş'arî. Ehl-i Sünnet imamlarındandır''-(16)

;Teşbih ve Tecsim mevzuunda Selefin tavrı ve Ebû'l Hasan el-Eş'arî için acaba Şehrestânî ne diyor ? diye bakmak için tekrar el-Milel ve'n-Nihal' e dönelim;
-''Seleften bir topluluk da söz konusu sıfatların ''zahirî tefsirine'' meylederek teşbihe düşmüşlerdir.Selef içinde hem tevile bulaşmayan hem de teşbih hatasına düşmek­ten sakınanlar da olmuştur. Mâlik b. Enes bunlardan biridir ve şöyle demiştir: "İstiva malûm , nasıl olduğu ise meçhuldür. Ona olduğu gibi inanmak vacip, hakkında soru sormak ise bidattir." Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ve onları izleyenler de bu görüştedir.Abdullah b. Saîd el-Küllâbî, Ebu'l-Abbâs el-Kalânisî ve el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî'nin devrine gelindiğinde bunlar Seleften bir topluluk olarak Kelâm ilmine dalmış ve Selefî akideleri kelâmı deliller ve usûlî burhanlarla desteklemeye çalışmışlardır. Bunlardan bazıları kitaplar telîf etmiş, bazıları da tedrisât faaliyetinde bulunmuştur. Örneğin Ebu'l-Hasan el-Eş'arî ile hocası arasında salâh-aslah meselesinde bir münazara yaşanmış ve aralarındaki görüş ayrılığı açığa çıkmıştır. el-Eş'arî bu son gruba meyletmiş ve onların görüşlerini kelâm yöntemleriyle desteklemeye çalışmıştır. Onun tarafından ortaya konulan bu çabalar Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinin temellerini oluşturmuştur.'' (17)

Şehrestânî  el-Milel ve'n-Nihal' inde yukarıdaki sözlerinin devamında Müşebbihenin kendi görüşlerini savunmak adına Hadis uydurduklarından bahseder; ''Müşebbihe kendi görüşleri istikâmetinde birçok asılsız rivayet de uydurmuş ve bunların çoğunu Yahudilerden iktibas etmiştir. Bilindiği üzere teşbih Yahudilerin tabiatı haline gelmiştir. Hatta şunu bile söylemişlerdir: Allah'ın gözleri rahatsızlanınca melekler O'nu ziyarete gitmişlerdi. Nuh (aleyhisselâm) tufanına öyle üzülmüştü ki ağlamaktan gözleri ağrımaya başlamıştı. Altında dört parmak üzerinde duran Arş demir eyer takımı gibi ses çıkarmıştı.Müşebbihe, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu da rivayet etmişlerdir: "Rabbim beni karşıladı, benimle kucaklaştı ve ellerini omzuma koydu. Öyle ki parmaklarının serinliğini omzumda hissettim." (Bkz. Dârekutnî, Ruyetullah, 1/168-171)-(18)
 Biz biliyoruzki söz konusu sıfatları  İbni Useymin Zahiri anlamı alınmalı taraftarıdır,Nasıllığı sorusunu kendine aid olan ''Tefsir Usulüne Giriş''adlı çalışmada Selefin tarını özetle şu şekilde ifade eder; ''Allah’ın isim ve sıfatlarını teşbih, te’vil, ta’tiyl, tekyif ve temsil etmeden, olduğu gibi iman ederler.''
Mücessime taifesini anlamak adına okunması gereken   ''Haşviyyenin doğuşu''   adlı çalışmanın müellifi Doç Dr. Ramazan Altıntaş ,  bir takım hadisçilerin gelen nakillerin zahiri manalarını alıp teşbihe düşmeleriyle yetinmediklerini, uydurdukları Hadislerden bahseder, bir örnek vermek gerekirse ;
“Arefe günü akşam olunca Cenâb-ı Hak, dünya semâsına inerek vakfedeki Müslümanlara baktıktan sonra, merhaba ey benim ve beytimin ziyaretçileri, izzetim hakkı için yanınıza inip sizinle beraber bulunacağım, der ve Arafat’a iner... güneş batana kadar orada kalır, hacıların önünde Müzedelife’ye gider ve o gece semâya çıkmaz.”(Seksekî, el-Burhân, s. 37; İbn Arrâk, Ebu’l- Hasen, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l Ahbâri’ş Şenîati’l-Mevzûa, Kahire, 1375, I, 138.) Bu hadisten sonra Allah'ın haşa !Dünya semasında Arafat 'a indiğini güneş batana kadar orada kalıp oradan Müzdelife gidip  o gece semaya çıkmadığına teşbih, te’vil, ta’tiyl, tekyif ve temsil etmeden olduğu gibi iman ederiz derse daha neyi Teşbih , tekyif ve temsil edecektir.
Hadi bu uydurma hadis dedik,birde Sahih bir kudsi  hadisten örnek verelim, Allah'u teala şöyle buyurur;
''Kulum nafile amelllerle bana yaklaşmaya devam ederse,ben onu severim.Onu sevdiğim zaman da,onun duyan kulağı ,gören gözü,tutan eli,yürüyen ayağı olurum'' (19) bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.

 Eğer zahiri anlamlarını alırsak Haşa!Allah(c.c) sevdiği kulunun  duyan kulağı,gören gözü,tutan eli yürüyen ayağı ki bunlar organdır,olması mümkün değildir.Zahiri manalar Tekyif'e götürür.Mesela ; Haşa!''Allah(c.c) sevdiği kulunun  duyan kulağı olur ama keyfiyetini bilmeyiz''der isek Tekyif (keyfiyet)içeren bir cümlenin keyfiyetini bilmeyiz demek gibi birşey söylemiş oluruz. Bu zorlamalara gerek kalmadan Selefiyye ekolün buna benzer hadisleri tevil etmekten başka (doğru olan budur )şansı kalmamaktadır.Akıl ve nakilde bunu gerektirir,bu ise Tahrif değildir.Allah kendini nasıl sıfatlandırdıysa bizde o şekilde sıfatlandırırız sözü bir takım açıklamalara ihtiyacı vardır.Doğru olan kendilerinin kabul edeceği bir kaynağın bize haber verdiği İmam Şafii'nin dediği gibi;''Ben,Allah'a ve Allah'tan gelenlere ,Allah'ın murad ettiği gibi, Resulullaha ve Resulullahtan gelenlere Resulullahın murad ettiği gibi iman ettim ''denmesidir ve yahut başka bir ifade ise Ahmed b.Hanbel'den ;''Nitelendirmeden bunlara inanır ve tasdik ederiz.''(20).Okuduğunuz gibi bu hadisten Allah sevdiği kulun duyan kulağı ,gören gözü,tutan eli ,yürüyen ayağı olmaktan muradı  ne ise olduğu gibi kabul etmek Selef'in,bunları makul ifadelerle Allah'ın şanına yakışır şekilde tevil etmek Halef'in tavrıdır. Ümmetin icması Zahiri anlamlarını almamak olsa gerek.Allah-u alem..Selefin herhengi bir yorum yapmama sebebi Muradullah kesin budur diyememeleridir,Halef ise bu tür nassları zahiri anlamlarını alıp teşbihe düşenleri görünce Tenzih akidesini korumak adına mesela '' isteva'' kelimesi arap dilindeki on küsür anlamından ''celese''(oturdu) (21) anlaşılınca “istila” veya “hükmetme”anlamını verip Allah-u alem (en iyisini Allah bilir )demeyi Allah'ın şanına yakışır bulmuşlar ve avamı teşbihten korumuşlardır.Bu şekilde mücmel rivayetlerde barıştırlıp,Selef ve Halef uleması arasında birilerin var sandığı uçurumda ortadan kalkmış olur.Muhkem ve müteşabih, birer terim olup, “muhkem ayet”, manası açık seçik anlaşılan ve tereddüde yol açmayan ayet demektir. “Müteşabih” ise, muhkemin zıddıdır ve manası tam olarak anlaşılması mümkün görülmeyen ayeti ifade eder.Tabiiki Selef'in Tevilini Allah'ın (yada dinde ince kavrayış sahibi alimlerin) bildiği müteşabih ayetlerin Açık (zahiri/bilinen) anlamını almadığı ifademiz ,İbni Useymi'nin sandığı gibi ''Anlamsız kupkuru boş sözlere inanmak''  değildir.İhtilafın sanılanın aksine  Sıfatların reddi ve ya kabulü değil, tevil edilip/edilmeme meselesindedir.Ortak kaynağımız  AIiyyul-Kârî  Fıkh-ı Ekber şerhinde bunu belirtmektedir,
''Kitap ve Sünnete ait naslar, müteşabih kabilinden olmadıkça zahirî mâna­sına alınır. Bu hususta Selef âlimleri ile sonradan gelen âlimler arasında tevilin caiz olup olmaması noktasında meşhur ihtilâf vardır''Şayet müteşabih  nassların açık anlamları  net idiyse ,Ali-imran 7ayeti ne anlama gelmektedir;''Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar''. İşte Selefin tavrı  ''Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır''Bu ayet hakkında bir hatırlatma yapalım bazıları “ve’r-rasihune” kelimesinin başındaki “vav” harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu taktirde mana şöyle olmaktadır:”Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.” şeklindedir.
Altıntaş, kendilerini Ahmed bin Hanbele nispet eden (Allah ona rahmet etsin kendisi İbnu'l Cevzi'nin dediği gibi bunlardan beridir) bir takım Teşbihçi Ehli Hadis'in iktidarı arkasına alarak ulemaya yaptıkları zülümlerindende  bahseder:''İz b. Abdussselâm, ehl-i hadîs tarafından Melik Eşref’e “kelâmullah”konusunda Selef akîdesine muhalefet ettiği suçlamasıyla şikayet edilir. Bunun üzerine İz. b. Abdusselâm: “Bu beni imtihan (mihne) için yazılmış, Allah’a andolsunki, doğru olandan başka bir şey yazmayacağım”diyerek, bunun üzerine tarihte “fîMeseleti’l-Kelâm” veya “Mulhatü’l-İ’tikâd” adını taşıyan ünlü risalesini yazmıştır''Buna benzer bir olayı Dr.Ebubekir Sifil anlatır ;   Müşebbihe/Mücessime taifesi, müteşabihat alanına giren bütün bu hususlarda ki; burada ayrıntılı olarak zikretmedik, kendileri gibi düşünmeyen kimseleri, Ehl-i Hadis'ten olsa dahi cerhetmişler ve dışlamışlardır.Nitekim "Zemmu'l-Kelâm" adlı eserin sahibi , el-Herevî'den nakledildiğine göre kendisi şöyle demiştir:"Yahya b. Ammâr'a İbn Hibbân'ı sordum ve "Sen onu görmüştün" dedim. Şöyle cevap verdi:
-"Onu nasıl görmem! Kendisini Sicistan'dan biz sürüp çıkardık. Kendisi, ilmi çok olan birisiydi, ancak pek öyle dindar değildi. Bize geldi ve Allah Teala'nın bir sınırı olduğu görüşünü reddetti. Bunun üzerine kendisini Sicistan'dan çıkardık."Tacuddin es-Subki, "Tabakatu'ş-Şafi'iyye",II.141)

Bu taifenin kitaplara yaptıkları tahrifatı ise konumuz uzamasın diye zikretmeyeceğiz. İsteyenler Necmi Sarı hoca'nın kaynak olarak gördüğü  "Tabakatu'ş-Şafi'iyye" adlı esere bakabileceklerini ifade edip yeniden tenkidini yaptığımız esere dönelim

''Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı'' adlı kitabın beşinci bölümünde -''Sonradan Gelen Bazı Kimselerin Selefin Yolu Hakkındaki Kötü Niyetleri''-başlığının hemen altında ilk olarak şunları söyler İbni Useymin ;
-''Sonradan gelenlerden bazıları şöyle demişlerdir:''Selefin sıfat nasları hakkındaki görüşü (yolu) ,sıfat naslarını (lafızlarını) geldiği gibi alıp açık anlamlarının (zahirlerinin) kastedilmediğine inanmaktadır.Hadislerde zikredilen benzer hususlar için de aynı hüküm geçerlidir''s.69-SubhanAllah ! Kim bu kötü niyetliler? Şehrestânî'den yukarıda yaptığımız alıntılar gösteriyor ki ''Zahiri'' anlamlarını alanlar ''teşbihe'' düşmüşlerdir.Başka bir anlamlandırma ile İbni Useymini bir anlık dikkate alsak bile Şehrestânî ''kötü niyetli'' olmaktan binlerce beridir.Kaldıki Şehrestânî'nin ,İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ,İmam Eş'arî vb. ulemanında kendisi gibi düşündüğünü belirtmesi,zahiri manasını almayanları ise teşbihten korunan Selef olarak niteledirmesi,bizcede kaynaklara objektif bakmada en ilmi ve doğru bakış açısını yansıtmaktadır.Zira 14.dipnotta değindiğimiz Fıkh-ı Ekberi şerh eden AIiyyul-Kârî 'nin ;-''Ebû Hanîfe Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı.Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah Teâlâ'ya havale eder. '' -dediğini naklletmiştik.Kendilerinin bile kabul ettiği bu kaynakların gösterdiği, sonradan gelenlerin Selef hakkındaki haklılığıdır.Buna rağmen mütercimin  İmam malik'in meşhur sözünü(İstiva malum keyfiyeti meçhul)  naklederken 114 nolu dipnotta AIiyyul-Kârî 'nin ''Bunu büyük imamımız  Ebu Hanife 'de tercih etmiştir''sözünü kendi meşrebine delil getirmesi hayret  vericidir.

Kaynaklar incelendiğinde Müteşabih ayet ve hadislerde ''Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı'' kitabının kaynak olarak başvurduğu dört mezhep İmamı başta olmak üzere Fahrettin Razi,İbnu'l Cevzi,İbni Hibban,İmam Nevevi,İmam Beyhaki ,İbni Hacer Heytemi,Takıyyuddin es-Subki (benim bakabildiğim) gibi ulemanın  da mütercimin aksine sözler ifade ettiklerini eserlerinde müşehade etmekteyiz.Mütercimin bunlardan bahsetmemesi şaşırtıcıdır.
 
Hakikat böyleyken, bir ilim talebesi olarak müellifin ve mütercimin bu yandaş/taraf oluşturma çabalarına üzeleyim mi ,sevineyim mi bilemiyorum.Çünkü bu konularda kitap boyunca delil getirdikleri insanların - müşebbihe ile suçlananları bir kenara koysak-, gerek hayattayken gerek ölümüne yakın kendileri gibi düşündükleri iması vermeleri, çok şükür ki; ''Sünnet düşmanı''   ''ehli sünnetten olamama''  ''Sapık görüşün temsilcisi'' olmaktan bu ulemamızı kurtarmış gibi gözüküyor.Kitabın 25. bölümünde kendi şahıslarına yapılan isnadlardan ,-“Bidatçıların Ehli Sünnete yakıştırdıkları kötü lakaplar”- başlığı altında ilk savunmalarını tahmin edilen üzere Müşebbihe iddialarına yapmaları ve bir çok yerde Müşebbihe olan ehl-i Hadis yüzünden bütün Hadisçileri ve Ehl-i Sünneti Teşbihçi gözüyle bakmaya çalışan Mürcie ve Mutezile ulemasına cevap veren, bu iddianın doğru olmadığını ispat eden güvenilir Ehli-i Sünnet ulemasının sözlerini ,kendilerine kalkan yapmaları gerçekten enteresandır.Ehl-i Bid'at'ın, Selef-i Salihini ve bütün ehl-i Hadisi Teşbihçi görmesi İz b. Abdusselâm ve başkalarının tespiti ile ''Müşebbihenin  ya yiyecekleri bir haram için, yahut da alacakları değersiz bir dünya malı için Selef (veHanbeli) mezhebi görünümünde gizlenmelerinden'' kaynaklanmaktadır.Dip not anlıyışında ilmi objektiflikten ( 22) bahseden Necmi Sarı’hoca'nın kalemi buralarda ne kadar ilmi objektiflik içerdiği ayrıca farkedilmelidir.Halbuki İz b. Abdusselâm 'ın devamında dediği gibi ''Selef mezhebi tevhid mezhebi olup tecsim ve teşbih mezhebi değildir''. (23)Kitabın onbeşinci bölümünde  Allah Azze ve Celle'nin iki eli başlığında şunlar yazılıdır;
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'in görüşüne göre Allah-u Teala'nın bahşetme ve nimetle açılmış iki eli vardır .Allah'ın iki eli O'nun sabit zati sıfatlarından olup kendisine yaraşır gerçek iki eldir.Allah'ın iki elinin olduğunu Kitap ve Sünnet kesin olarak göstermektedir.Kitabın kanıtlarından biri Allah'u tealanın şu buyruğudur.
''Allah iblise şöyle dedi.:Ey İblis! iki elimle yarattığıma (insana)secde etmekten seni alıkoyan nedir?(sad,75)


Bu konuda herhengi bir polemiğe girmek anlamsız olacaktır,.elinizin altında kaynak sayılan herhangi bir tefsire bakmanız yeterlidir.Evet Selef bunları tevil yapmaktan geri durmuş hatta arapça dışında bir dilde ifade etmeyi yasaklamaları zahiri manasını almadıklarını gösterir.Bu bilgiyi ortak kaynağımız  Şehrestânî 'nin  el-Milel ve'n-Nihal'i ve İmamı Azam'ın Fıkhul ebsat 'ı bize söyler. Şunu ifade edelim ki bilinen zahiri anlamını almamak şartıyla tercüme edilelebilir.Pekala kendilerinin  Kur'an' da Allah azze ve celle'nin yed (el) kelimesinin tekil(müfred) ve ikil (tesniyye) ,çoğul (3 ve fazlası) olarak bir çok ayette geçtiğini bildiklerini kitabın onyedinci bölümünde  tekil , ikil Çoğul (cemi) siğalardan birkaçını  zikretiklerinden anlıyoruz.Diğer kiplerden örnekleri 2 bölüm sonra vermesini, iyi niyetimizle konu bütünlüğünü korumak adına olduğunu düşünüyoruz.  Buna rağmen bu üç şekli bağdaştırmak ve aralarını bulmak için yaptıkları tevile sadece tebessüm ederken ,Alah'ın iki eli olduğu görüşünü  Ehli sünnete aidiyyetini ve işlerine geldikleri yerde yaptıkları tevili kabul edilebilir gibi değildir ifadesini belirtmek zorundayız..Birileri çıkar da "Ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık" (Yasîn, 36/71) ayetinde  çoğul kipi kullanılmıştır biz buradan Allah'ın iki den fazla eli olduğunu anlıyoruz ''İki elimle yarattığım ''(sad 75) ayetinde ise insanı yaratırken Allah (c.c)sadece iki tanesini kullanmıştır derse (haşa!)ne ile cavap verirler?başka bir ifadeyle tekil siğası geçen ayetlerde tek elini kullanmıştır derseler? Niçin  Hadid 29/ Mülk 1  gibi bir kaç yerde daha  tekil siğasıyla ,Zariyat 47, yasin 71 de çoğul siğasıyla geçerken niye sizler  Sad 75 ve maide 64 deki ikil siğasıyla  geçen ayetleri alıyorsunuz ? Çoğul siğası geçen ayetteki sıfatını Ta'til ediyorsunuz,bu muattılanın tavrı değilmidir?.Seleften bu sayıyı  söyleyen kim vardır ? Başka bir ifade ile İmam Tahavi , Aliyyul Kari ve diğer ulemadan Allah'ın iki eli ,iki gözü olduğunu söyleyen varmıdır?      
Akıl ve nakil bunları zahiri manasında almayı heleki sayılar vermeyi  kabul etmeyecektir.Tabiiki ''Davüde zel eydi, Eller sahibi Davut''(sad 17)  derken .Hz.Davut (as)  ikiden fazla eli olduğununu anlamadığımız noktasında sanırım hemfikirizdir.O halde Kur'anın bu belağatını niye gözarda ediyoruz ? Biz daha fazla yorum yapmayalım sözü Merhum Elmalılı Hamdi Yazıra bırakalım;Selef âlimleri demişlerdir ki, "Kur'ân'da Allah'a yed  isnat edilmiş olduğu ve "Zatına benzer hiçbir şey yoktur" (Şûrâ, 42/11) gereğince yedullah'ın bizim bildiğimiz özel cisim olamayacağı da akıl ve nakil gereğince bilindiği için, biz 'Allah'ın yedi  (Kuranda geçtiği üzere) vardır diye iman eder ve hakikatini Allah'ın ilmine bırakırız, yorumuna kalkışmayız...". Yani bunu müteşabihlerden tanımışlar ve "O (Kur'ân)ın tevilini ancak Allah bilir" (Âli İmrân, 3/7) demişlerdir. Fakat sonradan bazı Mücessime mezhebinde olanlar ortaya çıktığı için, Kelam âlimleri bunların muhkem âyetlere göre her birini makamına uygun bir mânâ ile yorum ve izahını caiz görmüşlerdir.(Maide 64 tefsirinde)
Kitabın  onaltıncı bölümünde Allah'u  Teala'nın iki Gözü  başlığında da benzer inhiraflar mevcuttur.Bu konulardaki Hadisler içinde aynı söylemlerimiz geçerlidir.İbni Useymin ;
''Ehl-i Sünnet vel cemeaatın görüşüne göre Allah'ın onlara baktığı ,kendisine yaraşır iki gerçek gözü vardır.Bunlar da Kitap ve Sünnet ile sabit zati sıfatlarındandır''
Alllah'ın şu buyruğu kitabın kanıtlarından sadece biridir:''Gemi gözlerimizin önünde akıp giderdi'' (Kamer 14) sh.139

Kamer 14 ayetini ilk olarak delil getirir müellif .Ama burdaki'' gözlerimiz'' çoğul sigasıyla gelmektedir.Neler oluyor ! diye anlamaya çalışırken aynı sayfadaki mütercim Necmi Sarı'nın  bu cümleye düştüğü 188 nolu dipnotu imdadımıza yetişiyor;
188-Allah'ın gözünün tekil, ikil, ve çoğul kiple geçtiği yerler için bk.17. bölüm sh .143İvedi bir şekilde sayfaları çevirip bahsedilen bölüme geldik .Ne görelim ,  Tekil ve çoğul sigasıyla  geçen ayetlerden örnekler vermişlerdir, tesniyye(ikil) sigasıyla bir tek ayet getirememişlerdir.Bu gerçeği 144.sahifede İbni Useymin; ''İki göz sıfatı, Kur'an'da ikil siğasıyla geçmemektedir.'' sözleriyle itiraf etmek zorunda kalmıştır.Peki burda okuyucunun durumu ne olmuştur? Anlıyacağınız İbni Useyminin -Kur'an ve Sünnet ile sabit -sözü havada kalmış ,Kur'an dan delil getirememişlerdir.
Hadisten delil getirmişler mi? diye baktığımızda kendisinin zayıflığını kabul ettiği bir hadisten başka bir hadis getirememiştir.Sh.144,198 nolu dip notta bunu bize bildiren mütercimimiz ,İbni Useymin'in  Allah'ın iki gözü olduğu noktasındaki inancının sahih hadis olan Deccal hadisine dayandığı açıklamaktadır .Oysaki ne Deccal hadisinin lafzında ,ne de manasında ''Allah'ın (c.c) İki eli olduğu anlamı çıkmamaktadır''.Doğal olarak Hangi Ehl-i Sünnet ve-l Cemaatin görüşüdür bu? demek zorunda kalıyoruz .İbni Useyminin bütün çabası ,Necmi Sarı hocanın bütün desteğine rağmen kitabın herhangi bir yerinde delil getirememeleri,bu konuda bir delillerinin bulunmamasındandır.Velev ki İbni Useyminin Deccal hadisine yaptığı tevili delil kabul etsek bile başka bir hadis veyahut Mezhep imamlarından ,hadis imamlarından yani Selefi salihinden bir delil getirememesi olayın garabeti açısından önemlidir.
Geçmiş ulemamız, Peygamberler'de bulunan “ ismet” sıfatıyla sıfatlanmamışlardır. Gel gör ki;günümüz inkanlarına rağmen günümüz alimlerin ,geçmiş Ulemanın eserlerinin üstüne çıkamaması ,hatta aynı düzeyde bir eser ortaya koyamamaları,geçmiş ulemanın üzerindeki Allah’ın yardımının izini bariz şekilde görmemize vesiledir.Bizlere bıraktıkları muazzam eserler hala önümüze ışık tutmaktadırlar.Hal böyleyken ömürlerini Allah’ın rızasını kazanmak ve insanlara İslamı anlatmakla geçiren ,günahıyla ,sevabıyla ,İmam Gazzali’siyle,İbni Teymiye’siyle bize aid olan ulemayı,haddimize olmayan zemm etme çabaları, kime ve neye hizmet etmektedir? Şayet bulduysanız onların hatalarını, kendinizde de o yetki ve yeteneği ,ilmi edebin ve objektifliğin gerektirdiği şekilde eleştiri yapmamız gerekmez mi? Ulema düşmanlığı ateşine ,körükle gitmek tarzında özetleyebileceğimiz bu zihniyet ,güneşi balçıkla daha ne kadar sıvayabilir?

Çünkü (kendilerinin kaynak verdikleri insanlar tarafından ) butür  ''Mücessime/Müşebbihe'' eleştirelerine maruz kalmış İbni Teymiyye (24),İbni Kayyım(25), Nasıruddin el-Albani (26), Osman b.Said Darimi (27),.İbni Ebi'izz ( radiyAllahu anhum) gibi din adamlarının biyografilerini verirken gösterdikleri onure tavrın ,cüzi bir miktarını Beyazid Bistami,Hallac-ı Mansur, İmam Gazzali,İbni Arabi,Mevlana,Yunus Emre ( radiyAllahu anhum) gibi mutasavvıflar için gösterselerdi,kimsenin onları koyu bir taassup yada ulemaya saygısızlıkla suçlamaya hakkı olamazdı.Alimin eti/kanı zehirlidir mealindeki hadislerin ,kişinin kendi alim kabul ettiklerinin dışındakileride kapsadığı gerçeğini ne zaman itiraf edeceğiz?.İslam tarihine yabancı olmayanlar Ehl-i Hadis'den de ,Ehl-i Tasavvuf'tan da Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat şemsiyesinden çıkanların hatta Teşbih inancına sahip olanların olduğu realitesinin saklanamayacağını bilirler.Hal böyleyken İbni Teymiyye'yi överken İmam Gazzali 'nin ,Takıyyuddin es-Subki'yi överken İbni Kayyım'ın hakkını vermek için İmam Zehebi'nin yüreği gibi bir yüreğe mi ihtiyacımız var. Bu tavırlar bana, Ehli Sünnetin Akaidini anlatan eseriyle meşhur alim Said Ramazan el-Buti ile sıkı bir selefiyeci olan çağdaşı Nasıruddin Albani arasında geçen bir münakaşayı aklıma getiriverdi.İsterseniz bu anekdot hem yazımızın sonu ,hemde Selefiyye ekolün ,anlıyışını yansıtan kısa bir özet olsun.

Muhammed Sultan el-Ma'sûmî el-Hocendî'ye aid “Müslüman Bir Kimse Dört Mezhepten Muayyen Birini Taklid Etmek Zorunda mıdır?”adlı risaliyeye karşı -Mezhepsizlik en büyük bidattır- adlı risaliyeyi yazan El-Buti ile 3 saatlik bir görüşme yapan Albani, Ramazan el-Buti’nin hiçbir edep dışı söz kullanmadan (ilmi edebin gerektirdiği şekilde) yazılan risaliyesindeki “el-Hocendiye” yönelttiği eleştirelerini beğenmemiş olacak ki;

Albani ,kendisi gibi selefiyye ekolünden olan el-Hocendî’nin bazı sıkıntılı sözlerini tevil yoluyla yumuşatıp,hatasıda olsa fazla dillendirmeden ,ölü’nün arkasından hayırla konuşmak gerektirdiği tarzında şu konuşmayı yapar;

- "Bu adam aslen Buharalı olup ana dili Arapça değildir. Herhangi bir şeyi Araplar gibi ifade edemez. Sonra adam Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Bize düşen, bir Müslüman olarak onun sözlerini uygun şekilde yorumlamak ve hakkında mümkün oldukça hüsnü zan beslemektir!.."

ve üstad Ramazan el-Buti taşı gediğine koyar;

-"Benim kanaatime göre eğer siz, el-Hocendî'nin sözleri üzerinde yaptığınız tevillerin dörtte birini Şeyh Muhyiddin b. Arabî (ve) benzerlerinin sözleri üzerinde yapmaya (yanaşsa ve) razı olsaydınız, onları asla tekfir etmez ve fâsıklıkla itham etmezdiniz"...(28)
Hülasa Kitabın Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı ismini hak etmediği ortadır .Bir kez daha anlaşılıyor ki İnsanların Kendilerini ehli sünnet tanıtmalarıyla  ehli  sünnet olunmuyor.Bizm eleştirilerimiz 10'da bir bile değildir .Yoksa kitap ta daha fazla çelişkiler vardır,kitaptaki yönlendirmeler yanıltıcıdır.Selefin yolu en doğru yoldur tarzındaki sözler.bizim içinde gerekli ve müsellemdirr Ayrılığa düştüğümüz nokta ise;Seleften gelen yığınlarca rivayete rağmen Selefin tavrını farklı algılamamız kaldıki yukarıda gördüğümüz gibi kaynak verdikleri eserlerle bile ihtilafa düşmüşlerdir.Karşımızda müşebbihe fırkasının ve ehli sünnet ulemasının görüşlerini harmanlayan ,bu kaynaklardan  kendine delil getiren bir ekolle karşı karşıyayız.Kitap boyunca muteber kaynaklardan yaptıkları aleylerine olan rivayetleri ,lehlerine çevirmek için sıkı bir uğraş içererine girme ve cevap verme telaşı çabalrında bu hal bariz bir şekilde gözlemlenmektedir .O rivayetlede ki ulemanın tenzih cümleleri nere de müellif ve mütercimin cümleleri nerede diye baktığımızda halef ulemasının selefin sukut ettiği anlamları zahirine alanlar çıktığını görünce Tenzih akidesini korumak adına arap dilinin mevzu bahis olan konudaki kelimelerin anlamlarında Allah'a yakışanı seçmeleri  ve teşbih ve tecsim içeren zahir anlamlardan avamı korumalarını bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlamış olmaktayız .Ehli sünnet vel cemaati yığınlarca burhan ve  beyanla muvaffak kılan Allah'a hamd olsun.

Kitabları terceme eden hocamızın diğer kitaplarında taklıt konusundaki nasihatlarını dikkate alıp , Hafız ibni Receb'in sözlerini kendi temennisi olarak dile getirdiği Ebu Mansur el-Bağdâdî'in el-fark Beynel fırak tercümesinin girişinde ,Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı kitabının önsözdeki şu cümleleri bize ayrıca bir cesaret kaynağı olmuştur;

'-Bu çalışma ,kusurlu birisinin ortaya koyduğu bir gayrettir.''Tetkik edecek şahıslar bunu dikkatle tetkik etsin ,alabildiğine bizi mazur görsün.Çünkü akıllı kişi başkasını mazur görebilendir.Allah ise kendi kitabından başkasını hatadan korumuş değildir.İnsaflı kişi başkasının bir çok doğruları karşılığında az sayıdaki hatalarını bağışlayabilendir''. -

Kendisinden kat kat fazla kusurlu bir ilim talebesinin yaptığı bu araştırmanında hatadan beri olacağı düşünülemez ,hocamızın alabildiğine bizi mazur göreceğini bütün kalbimle inanıyorum.Amacımız hüküm vermek değil bilgi alışverişi yapmaktı.Yanlış anlaşılırsak bu ifade eksikliğimizdendir.“Bismillah Rabbim! Ayağımın kaymasından, sapıklıktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillikten ve cahillikle itham olunmaktan Sana sığınırım.” (29)Allah bizi doğru yol ne ise ona yöneltsin-Selam ve dua ile..


« Son Düzenleme: 29 Ocak 2012, 18:21:00 Gönderen: ferdi »

Çevrimdışı ferdi

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 48
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #2 : 25 Temmuz 2009, 21:57:23 »
1- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.19 /20 -Ayrca Eş’aririyye ve Maturidiyi sapık fırka olarak birkaç yerde daha saymışlardır .Kitabın mütercimi  Necmi Sarı hoca'nın Muattıla tanımı şu şekildedir;   ''Allah'ın isin ve sıfatlarının tamamını veya bir kısmını inkar eden Mu'tezile ve onlara uyan kelamcılar, cehmiyye, keramita, batiniyye,  Eş'ariyye, Maturidiyye, felsefecilerin aşırıları v.d. gurupları içine alan sapık fırka'nın genel  adı''.bkz.s.233.Dip no;310
2- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154
3- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154
4- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.155
5- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.159
6- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.160
7- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.161
8- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154
9- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.11 Muhammed Zâhid el-Kevserî Son asrın Fakih ve Muhaddislerindendir. Sakaryada doğup ,İstanbuda Şeyhülislam vekilliğine kadar yükselen Kevserî,Hicret etmek zorunda kaldığı ,Mısır Kahirede ,13 asırlık Ebu Hanife aleyhtarlığına neredeyse tek tek akademik cevaplar verek susturmuş.Ezher ulemasını kendisine alkışlatmışdır .Ezher Üniversitesi Arap dili fakültesi dekanı Muhammed Recep el-Beyyumi'ye göre o; Raviyetü'l-Asr ,Eminü't-Türesi'l-İslami 'dir.Muhammed Avvame'ye göre:Hadiste ve usulde büyük bir mahakkik.Ebül-Vefa el-Afgani'ye göre ; Alleme, Muhakkik, el-Fakihu'l-Kebir, el-Muhaddisu'ş-Şehir'dir .Son dönem alimlerinden Muhammed Ebu Zehra ''el-İmamü'l-Kevseri'' başlıklı makalesinde ondan 11defa İmam olarak bahseder..Bknz.İnkişaf derg.10. sayı. Hadis alanındaki kıymetli eserlerin sahibi olması yanında ,Abdulfettah Ebu Gudde gibi bir Muhhaddis talebeyi ilim dünyasına hediye etmesi,onu sünnet düşmanı ilan edenlerden ne kadarda beri olduğunu gösterir.Sayfa 124 dipnot 162 ve s.180 dipnot 250 de leyhlerinde kaynak göstermişlerdir
10- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.154- Gazzali'nin Ulema neznindeki yerine Kelimeler ve dip not kifayetsiz kalacağı için değinemiyoruz.Kelamcılara saldırırken İmam Gazzali’den alıntı yapmakta mahsur görmezler,buna benzer tezad tavırlar çok sıklıkla dip not anlıyışında kendini göstermektedir. bkz.s.199-s.179 Kendi bakış açılarıyla 250 nolu dipnotta incelemişlerdir.
11-Dip notta rastladığımız bir tezadda sayfa 20'de mütercim ,kitabın müellifi İbni Useymin'e sorulan şu soruda ''Eş’ariler ve Maturidiler Ehli sünnet vel cemeaat mi?'' cevaplarından biride'' Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar'' demesini dile getitirir. Bu Sefer tam aksine sayfa 56'da 25 nolu dip notta Ehl-i Sünnettin büyük İmamlarından biri olarak tanıtır.Ve Allah'ın isim ve sifatlarında ölümüne yakın kendileri gibi düşündüğünü iddia ettikleri nakilller yaparlar.
12-  Ebu’l-Cevzâ Evs b. Abdillah anlatıyor: Medine halkı şiddetli bir kıtlığa maruz kalmıştı. Onlar Âişe’ye gelerek durumdan yakındılar. Bunun üzerine Âişe: Peygamber’in (s.a.) kabrine bakın, ondan semaya doğru bir delik açın. Onunla sema arasında da hiçbir tavan/engel olmasın! dedi. Onlar da hemen dediğini yaptılar. Bunun üzerine bize öyle bol yağmur yağdı ki, otlar yeşerdi, develer yağdan çatlarcasına semizleşti. Bundan dolayı o yıla çatlama mânasına gelen âmu’l-fetk adı verildi. Muâsır alimlerden Gumârî (v. 1413/1993)  rivâyeti sahih kabul ederken, Elbânî (v. 1419/1999) zayıf görmektedir. Albaninin  3 nedeninden biri şudur ;Ebu’n-Nu’mân - Saîd b. Zeyd - Amr b. Mâlik en-Nukrî - Ebu’l-Cevzâ Evs b. Abdillah’dan oluşan sened ile Hz. Âişe’den rivâyetinin Râvîlerden Saîd b. Zeyd’de zayıflık vardır. İbn Hacer Takrîb’inde, onun hakkında “Sadûktur, evhâmı vardır”  derken, Zehebî de Mîzân’ında “Yahya b. Saîd: O, zayıftır. Sa’dî: O, hüccet değildir, onun hadisini zayıf sayarlar. Nesâî: O, kuvvetli değildir. Ahmed: Onun zararı yok (leyse bihî be’sün) , Yahya b. Saîd de onu makbül görmezdi”  diyerek,Albaninin  hadisi zayıf görmesini eleştiren Güler şu çelişkilerden bahseder ; Elbânî’nin, râvîlere yönelttiği tenkitleri tetkik ederek bir değerlendirme yapmak istiyoruz: Onun zayıf dediği Saîd b. Zeyd’i (v. 167/783) sika, sadûk, hâfız gibi farklı lafızlarla tevsik edenler, İbn Hacer’in tesbitine göre şunlardır: İbn Maîn, İbn Sa’d, Buhârî , Iclî , Ebû Ca’fer ed-Dârimî, Ahmed b. Hanbel ve İbn Hıbbân . Yine farklı lafızlarla onun zayıf olduğunu söyleyenler de şunlardır: Yahya b. Saîd, Ebû Hâtim, Nesâî, el-Cûzecânî, Ebû Bekir el-Bezzâr ve Dârakutnî. Görüldüğü üzere Elbânî, Saîd b. Zeyd’in zayıf bir râvî olduğu fikrinde olanları söz konusu ederken, onun sika olduğunu ifade eden otoriteleri âdeta görmezlikten gelmektedir. Aslında Elbânî’nin, senedinde Saîd b. Zeyd’in bulunduğu başka bir hadis için şu değerlendirmeyi yaptığını da görmekteyiz:
“Hadisin isnadı hasendir. Râvîlerin hepsi de sikadır. Saîd b. Zeyd hakkında söz söylenmiştir ama bu, onun hadisini hasen derecesinden aşağı düşürmez. İbnu’l-Kayyim de hadisin isnadının ceyyid (sahih, makbül) olduğunu söylemektedir” .
 Kabul edilmelidir ki bu tutum, biraz da taassup ve peşin hükümden kaynaklanmaktadır. Bu tesbitimiz de gösteriyor ki, Elbânî’nin râvîlere ilişkin verdiği bilgi ve yaptığı değerlendirme, bir yerde bahis konusu râvînin rivâyetinin muhtevasıyla alâkalıdır. O, kendi meşrebine, zihin ve fikir dünyasına aykırı bulduğu rivâyetleri özellikle sened bakımından bir şekilde çürütmeye çalışırken, sahip olduğu zihniyetle mutabakat arz eden rivâyetleri ise bazen -senedinde bir başka yerde zayıf olduğunu söyleyerek tenkit ettiği (Saîd b. Zeyd örneğinde olduğu gibi) râvî olsa bile- kabul edebilmektedir. Böylelikle Elbânî, bilerek veya bilmeyerek kendisiyle çelişmektedir. Şüphesiz bu, ilmî zihniyet ve akademik nezaketle bağdaşmayan bir tutumdur. (Vesile ve tevessül hadislerinin kaynak değeri ‘ Prof.Dr. Zekiriya güler)

13-Bu sözleri AIiyyul-Kârî Fıkh-ı Ekber şerhinde İmam Tahavi'nin Akidetu’t-Tahaviyye şerhini yapan İbn Ebi'l İzz 'in delil getirdiği Ebû Muti' el-Belhi için söyler. Selefi Ekol mensuplarının baş ucu kitabı olan ,Akidetu’t-Tahaviyye ' nin İbn Ebi'l İzz şerhi, İmamTahavi'nin akaidini yansıtmadığı noktasında çok ciddi eleştiriler vardır.İbni Ebi'izz'in Akidetu’t-Tahaviyye şerhinin elimizde bulunan tercümesinde gözümüze çarpan bir konuda, Cehennemin ebedi olmadığı meselesindeki bir görüşü Ehli Sünnete aideyiti  ve Allah'ın mekansal olarak üstte oluşu ile ilgili söyledikleridir.Oysa Akidetu’t-Tahaviyye tercümesine baktığımızda İmam Tahavi'nin bu konuları net cümlelerle ifade ettiğini görmekteyiz;
''Cennet ve cehennem yaratılmışlardır; ebediyyen yok olmazlar, zail olmazlar. Allahu Teala mahlukatı yaratmadan evvel cennet ve cehennemi yarattı. Cennet ve cehennem ehlini yarattı. Kimin cennete girmesini dilerse bu, Allahın fazlındandır. Kimin cehenneme girmesini dilerse bu, Allahın adaletindendir. Herkes kendisine tayin edileni yapar ve kendisi için yaratılana gider. Hayır ve şer kullar üzerine (Allah tarafından) takdir edilmiştir. (Kesb eden kuldur, yaratan Allahtır)''
''Kim Allahı, beşer sıfatlarından bir sıfatla vasıflandırırsa. muhakkak kafir olur. Allah, sınır, son, azalar, ve alet ve edevattan yücedir, münezzehtir. (Hiçbir şeye ihtiyacı yoktur.) Diğer yaratılan her şeyi kuşattığı gibi altı yön (ön-arka-alt-üst-sağ-sol), Allahı kuşatamaz''.


14-AIiyyul-Kârî -'nin Fıkh-ı Ekber şerhinden yapıcağımız alıntılar ,İbni Ebi'l-İzz'in Akidetu’t-Tahaviyye şerhin'de Selefin Uluvv (Yukarıda oluş ) Sıfatının kabulünü ortaya koyan bazı sözler getirmesini red etmek mahiyetinde bu cümleleri kaleme almıştır. İki eserden ekseriye İbni Ebi'l-İzz' den hacimli alıntılar yapan Necmi Sarı hoca ''Selefin Uluvv sıfatı ''noktasında bu ihtilaftan bahsetmeyişi AIiyyul-Kârî ve İbni Ebi'l-İzz' i nasıl barıştırdığı okuyucunun merak konusudur.    
''Şüphe yok ki, İsra makamı, Musa aleyhisselâm'ın mikatından daha üstündür. Nerde kaldı ki Yunus b. Mettâ'nın makamından üs­tün olmasın. Ancak bizim sözümüz, her halde ve her makamda ikisinin yani Hz. Peygamber ve Hz. Yûnus'un Allah Teâlâ'ya yakın­lıklarının eşit olduğudur. Çünkü Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:“Nerede bulunursanız Allah sizinle beraberdir.” (Hadid 57/4)“Biz kula şahdamarından daha yakınız.” (Kaf: 50/16)“Allah, kullarının üstünde galibtir, yegane hüküm ve hikmet sahibidir.” ( En'âm: 6/61)anlaşıldığına göre Allah Teâlâ'nın kulları üzerine yük­selmesi, mekân bakımından yükseklik değil, mertebe ve makam bakımından yüksekliktir. Yani şânı yüce olmak demektir. Ehl-i Sünnet vel-Cemaat âlimleri ile Mutezile, Havariç vesair İslâm taifelerince de durum bu şekilde tesbit edilmiştir. Diğer bidat taifeleri de aynı görüştedir. Ancak, Allah Teâlâ’ya cihet ispat eden Hanbelilerle Mücessimeden(*1) bir taife bu görüşte değildir. Allah Teâlâ onların isnad et­tiklerinden uzaktır.
Şârih (İbni Ebi'l-İzz) ne tuhaftır ki Allah Teâlâ'nın yüceliğini ispat etmekte: “Şüphesiz bu Kur'an'ı, Emin ruh Cebrail, korkutuculardan olasın di­ye, senin kalbine indirdi.” (Şuara: 26/93-94.) âyetini delil getiriyor. Müellifin bu âyet­le Allah Teâlâ'nın yücelik sıfatını ispat etmeye çalışmasının garibliği apaçıktır. Zira nüzul ve tenzil kelimeleri alâ harf-ı cerri ile mütâaddi olurlar. Burada Kur'an'ın gökten inmesinden murad edilen, Hz. Pey­gamber sallellahu aleyhi vesellem'in kalbine indirilen kelâmın yüceliğidir. Bu konuda bir çekişme bahis konusu değildir. Kelâmın yüce­liğinden Melik ve Allâm olan Allah Teâlâ'nın mekânının yüceliği yani ona yüce bir makam ispatı lâzım gelmez. Favk ve uluv gibi sıfatlara delâlet eden bazı âyet ve hadisleri zikrettikten sonra: “Selef âlimle­rinin, yücelik sıfatını ispat etme konusundaki sözleri çoktur.” sözü bizce de müsellemdir. Ancak selef âlimlerinin, Allah'a yücelik, yük­seklik sıfatı ispat etmeleri mekânın yüceliği ile tevil edilmiştir.
Sonra şarih (İbni Ebi'l-İzz)şöyle diyor: Bu delillerden biri Ebû Muti' el-Belhi'den nakledilen şu rivayettir. Ebû Muti' Ebû Hanîfe'ye: “Allah'ın, yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum.” diyen kişiden sormuş; Ebû Hanife de: “Kâfir olmuştur, zira Allah Teâlâ şöyle buyuruyor”:“Allah Arş üzerinde duruyor.” (Taha: 20/5.) Allah'ın Arşı ise yedi kat göğün üs­tündedir.” buyurdu.Ben(Ebû Muti) derim ki; Ebû Hanîfe “Eğer bir kimse, Allah Teâlâ Arş üze­rindedir, fakat Arş'ın gökte mi yerde mi olduğunu bilmiyorum.” derse, kâfir olduğunu söylemiştir, Çünkü o, Allah'ın gökte olduğunu inkâr etmiştir. Allah'ın gökte olduğunu inkâr eden kişi ise kâfirdir. Zira Allah Teâlâ yücelerin yücesindedir. Allah Teâlâ yüksekten çağrılır, aşa­ğıdan değil.”
Buna cevabımız şöyledir: İmam Abdusselâm, “Hallür-Rumûz” adlı kitabında İmam Âzam'ın şu sözünü kaydediyor: “Kim Allah'ın yerde mi gökte mi olduğunu bilmiyorum derse, kâfir olur. Çünkü bu söz, Allah'ın bir mekânı olduğu düşüncesini akla getirir. Allah'ın me­kânı olduğunu düşünen kimse ise Allah'ı yaratıklara benzeten ki­şidir.”Şüphe yok ki Abdullah b. Selâm ilim adamlarının büyüklerinden biri olup güvenilir bir âlimdir. Şarihin naklettiğine değil, onun naklettiğine itimat etmek gerekir. Ebû Muti, aynı zamanda Hadis âlimlerince hadis uydurucusudur. Hulâsa, sarih Ebû Mutî teşbih'i nefy etmekle beraber Allah'a yüksek bir mekân isnad ediyor. Bu konuda Bidat ehli bir taifeye uymuştur. Daha önce geçtiği üzere Ebû Hanîfe Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı. Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah Teâlâ'ya havale eder. Halef âlimlerinin çoğunluğunun görüşü de budur. Selefin Mezhebi daha sağlam, daha doğru ve daha kuvvetlidir.
Şarih(İbni Ebi'l-İzz)'in sarf ettiği şu söz de ne tuhaftır. “Mekâneh” kelimesi mekanın müennesidir. Bu şekilde şârih ikisinin de mana bakımından bir olduğunu kasdediyor, manevî menzile ile hissî mertebe arasında bir ayırım yapmıyor. Bununla beraber şu hadis-i şerifi de getiriyor.“Sizden biri, Allah katındaki menzilesinin ne olduğunu bilmek isterse, Allah'ın kalbindeki yerine ve menzilesine baksın. Allah Te­âlâ kulunun kendisine kalben yakın olduğu nisbette kulunu kendi­sine yaklaştırır, ona bir derece verir.” (Kaynağını bulamadım Ter.)Bu hadis-i şerifi getirdikten sonra diyor ki; Allah Teâlâ'nın kulun kalbindeki yeri, kalbindeki Allah sevgisi, Allah marifeti ve saygısıdır.Şarih(İbni Ebi'l-İzz)'in bu düşüncesi Hz. Peygamberin:“Bir şeyi sevmen, kör ve sağır eder.” hadisinin mefhumu kabilindendir, Îmam'ul-Haramayn'den(**2), Allah'ın yücelik ve yükseklik sıfatının nefyi hususunda şöyle de­diği sabit olmuştur: Allah Teâlâ var iken Arş yoktu. Allah Teâlâ ha­len olduğu gibidir. Allah Teâlâ'nın mekan yönünden yüksekliğini nakzeden hususlardan biri de, Allah Teâlâ yer cihetinde olmadığı hal­de secde esnasında kulun alnını yere koymasıdır. Kul başını secde için yere koyup, en yüksek olan Allah'ı noksanlıklardan berî kılanın, derken bu tenzihin mekân cihetinden olmadığını ittifakla ifade et­miş oluyor. Bişr el-Merîsi'nin secdede: “Â'lâ ve esfel olan Allah'ı tesbih ederim.” söylemesi ise zındıklıktır, küfürdür. Allah'ın isimle­ri hakkında ilhaddır. Garib olan husus şudur ki, şârih kendi batıl mezhebine göre duada elleri yukarıya doğru kaldırmayı Allah’ın yüksekte olduğuna delil getirmiştir. Bu düşünce ise reddedilmiştir. Çünkü gökyüzü duanın kıblesidir. Elleri göğe doğru kaldırmanın manası çeşitli nimetlere sebep olan rahmetin inme yeri olmasına binaendir. Eğer durum onun dediği gibi olsaydı, duada yüzümüzü gö­ğe doğru yöneltmek gerekecekti. Halbuki şârih (İbni Ebi'l-İzz)dua halinde, Allah Teâlâ'nın gökte olduğunu hatıra gelmemesi için bizleri bundan menetmiştir. Nitekim Allah Teâlâ'nın şu kavli de buna işaret etmektedir:“Kulum benden sana sorduğu zaman (de ki), ben ona yakınım. Dua ettiği zaman dua edenin duasını kabul ederim.” (El-Bakara: 2/186.)“Ne tarafa yönelirseniz Allah'ın yüzü o taraftadır.” (El-Bakara: 2/115.)Şeyh Ebû Man en-Nesefî, bu konuda diyor ki; araştırıcı âlim­ler; dua halinde elleri göğe doğru kaldırmanın halis bir kulluk oldu­ğunu kararlaştırmışlardır. Şârih Allâme Sığnakî demiştir ki; bu söz rafızî, Yahudi, Kerrâmiye ve bütün Mücessime taifesinin Allah Te­âlâ'nın Arş üzerinde bulunduğu noktasında dayandığı ve yapıştığı düşünceye cevaptır.Bir kavle göre namaz kılarken Kabe bedenlerin kıblesi olduğu gibi dua anında Arş da kalblerin kıblesi olmuştur. Daha önce de geçtiği üzere bu düşüncenin kabul edilmesine imkan yoktur. Zira kul dua anında da kıbleye yönelmek, elleri göğe doğru kaldırmak ve yüzünü göğe doğru kaldırmamakla emredilmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi gerçekten yöneliş ancak kalbten göklerin yara­tıcısına karşı olur. Evet, duada ellerin göğe doğru kaldırılmasının sebebi gökler, rızık deposu olduğu içindir. Nitekim Allah Teâlâ bu konuda söyle buyuruyor:“Sizin rızkınız göklerdedir.” (Zariyat: 51/22.)Bununla beraber insan, maksadının hâsıl olacağı yöne yönelme­ğe meyletme alışkanlığına sahiptir. Meselâ; devlet başkanı gibi. Or­dusuna ve halkına rızık vaad ettiği zaman, devlet başkanının orada olmadığını kesinlikle bilmemelerine rağmen bütün insanlar onun hazinesine doğru yönelirler.
AIiyyul-Kârî'nin sözü burada bitti.
 Görüldüğü gibi AIiyyul-Kârî'yi ve 12 nolu dip notta belirttiğimiz İmam Tahavi'yi, tenkidini yaptığımız kitapla aynı görüşte birleştirmemiz mümkün değildir.İbni Ebi'l-İzz'in Akidetu’t-Tahaviyye şerhin'de ki bu sözlerini mütercim Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.49/50' de 9 'nolu dipnotta tekrarlamıştır.
(*1)AIiyyul-Kârî'nin ''Allah Teâlâ’ya cihet ispat eden Hanbelilerle Mücessimeden bir taife'' dediği cümle tarihi bir gerçeğe işaret etmesi bakımından önemlidir.Ehl-i Hadis arasında çoğunlukla Hanbeli mezhebinde olduklarını iddia eden Haşviyye,Mücessime,Müşebbihe fırkalarına dahil olanlar çıkmıştır. Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı Müterciminin 315 nolu dip notta Ebu Hatime dayanandırarak ''Ehl-i Hadisi Haşviyye diye adlandırmanın zındıkların temel alemeti olduğunu ''belirtmesi,ne tür bir tedirginlik içinde olması bakımından önemlidir.Kaldıki ,''Milel ve nihal kitaplarını inceleyenler gerçekte kimlerin müşebbihe veya mücessime veya mümessile 'den olduğunu öğrenirler'' diyen Necmi Sarı hoca'nın dediğini yaptığımızda göreceğimizde Ehli- Hadis'ten Müşebbihe çıktığıdır.Bknz.14 nolu dipnotumuz. Hadis ravilerinden bile müşebbihe çıktığını Hatip el-Bağdâdî'den öğreniyoruz.''Onlardan İbrahim b. Ebî Yahya el-Eslemî (184/800)'ye sup el-İbrâhîmiyye. Bu şahıs, hadis râvilerinden biri idi. Ancak teşbih konusunda sapıklığa düşmüş ve rivayetlerinden çoğunda yalana (kizb) men­sup gösterilmiştir''.(Ebu Mansûr Abdulkaahir el-Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları: 169-171).Özellikle kendilerini Hanbeliler adıyla tanımlayan ‘ashâbu’l-hadîs” hadîsleri değerlendirmede temel ilke ve metodolojisi belirlenmiş bir ilmî zihniyete sahip olmaktan çok uzak görünmeleri hasebiyle , hadîslere hissî bir yaklaşım içerisine girmişler ve neticede hadîslerde geçen haberî sıfatlara talluk eden zahiri manaları duyu organlarıyla hissedilir hakikat manalarına yorumlayarak teşbihe düşmüşlerdir.(Haşviyyenin doğuşu )
(**2)Şafiilerin hocası Îmam'ul-Harameyn'in bu sözünü Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.87' de geçmektedir.Müellif İbn Useymin: ''o bu sözüyle ,Allah'ın arşına istiva ettiğini inkar ettiğini açıklamak istiyordu ''der.Mütercimde ne yapıp ne edip aynı sayfadaki 88 ve 89 no'lu dip notta İmam Eşari ve Fahrettin Razi'de(s.66 no.49) yaptığı gibi lafı Îmam'ul-Haramayn'in de hatalı(onlara göre) fikirlerinden dönüp Ehl-i sünnet (onlara göre) üzere öldüğünü söylemeye getirmiştir.
15- Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim Şehrestânî -(el-Milel ve'n-Nihal )2.Fasıl,Sıfatiyye,Müşebbihe başlığı.(''Şehristânî, İslam fırkalarının büyüklerini Kaderiyye, Sıfâtiyye, Havâric ve Şia olmak üzere dört olarak belirledikten sonra, haberi sıfatlar konusunda yorum/tevil yapmayan ve teşbihi de kabul etmeyen selef âlimlerinin oluşturduğu ekolü Sıfâtiyye olarak isimlendirmektedir. Ona göre Eşarîliğin ortaya çıkmasından sonra Sıfâtiyyenin özellikleri Eşarîlik’e dönüşmüştür.''Şehristânî, Ebu'l-Feth Muhammet b. Abdulkerim, el-Milel ve'n-Nihal, Beyrut 1990, 1/81,İlahiyyat dergisi (2005), SS.19–47''Eşari ve Metodolojisi'' Doç.Dr.Erkan YAR)
16-Ebu Mansur el-Bağdâdî el-fark Beynel fırak çev.Necmi Sarı 268 ve 905.nolu dip not.Necmi Hoca el-fark Beynel fırak adlı eserin Tercümesinde Bağdâdî'yi Selefi itikadında olduğu belirttikten sonra Eşarîyye olamayacağını söylemiştir.Şehristânî'den öğrenmiştik ki İmam Eşarî'nin itikadı Selef itikadır.Bu yüzdendir Bağdâdî itkidda iki meşrepten biri olan Eşarriyyedir.(Ebû İshâk es-Sarîfînî, el-Müntehab mine's-Siyâk ii Târîhi Nlsâ-bûr, s. 107; Siyer, 18, 277; el-Vâfî, 7, 196; Tabakâtü'ş-Şâfiiyye, 4, 32; İslam Ans., 16, 455; Yusuf Kılıç, s.43)Eş'ârîyye, ehl-i bid'ata mukabil olarak kullandığı takdirde Maturidiyye'yi de içine almaktadır (Bekir Topaloğlu, Kelam İlmi 153) Değindiğimiz gibi bir çok yerde Bağdâdî ,İmam Eşari için isim vererek''Şeyhimiz'' ,''Üstadımız''ve ''Ashabımız'' demesinden de açıkça bellidir.
17- Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim Şehrestânî -(el-Milel ve'n-Nihal )2.Fasıl,Sıfatiyye başlığı. Şehrestânî ,İmam Malik'in bu sözünde'' istiva''yı zahiri anlamında almadığına delil getirerek ne kadar da isabetli davranmıştır.Hatta bu sözün sahih bir rivayetle İmam Beyhaki'den geleni ,cümleyi daha anlaşılır kılmakta, şüpheleri gidermektedir. : “İmam Malik’e bir adam “Allâh, Arş’a nasıl istiva etmiştir?” diye sormuştur. İmam Malik de adama “Allâh’ın istivası malumdur, yani sabittir (Kur'an'da geçtiği ve bir benzetme içermediği malumdur). Keyfiyet ise imkânsızdır ve ona iman edilmesi farzdır. Bunun hakkında "Nasıl" diye soru sormak bid’at’tır” diye cevap vermiştir. Eşarî’den sonra Bakıllânî (ö.403), İbn Fûrek (ö.406), Bağdâdî (ö.429), Cuveynî (ö.478), Gazâlî (ö.505), Şehristânî (ö.548) vd. gibi meşhur âlimler tarafından bu ekolün görüşleri geliştirilmiş ve savunulmuştur.(İlahiyyat dergisi (2005), SS.19–47''Eşari ve Metodolojisi'' Doç.Dr.Erkan YAR)
18-Ebu'l-Feth Muhammed b. Abdulkerim Şehrestânî -(el-Milel ve'n-Nihal )2.Fasıl,Sıfatiyye başlığı.
19-Buhar‎, VII, 190, (Rikaak 38)Müslimbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yay‎nlar‎: 153-154.
20-İmam Şafiinin sözü;  'bn' Kudame el-Makdisi, Ahmed b.Hanbel'in sözü; İbnul Cevzi Menakıbu'-l-İmam Ahmed s.156)
21-Abdullah b. Ahmed der ki: "İstiva, "oturmak"tan başka bir şekilde olur mu? "Abdullah b. Ahmed Kitabu's Sünne s:11'' (Çev: E.Sifil Beyan derg).İlginç bir diğer konuda, Ümmülkurra gibi Selefi çizgide olan ve Necmi Sarı Hoca'nın çalışmalarının da yayınlayan Guraba Yayın evinin başmış olduğu ''Selefi Salihin Akidesi'' adlı kitapta Teşbih ve Tecsim içerikli Abdullah b. Ahmed ‘nin es-Sünne' sini ve Osman bin Said ed-Darimi 'nin er-Reddu ale’l-Cehmiyyesi gibi bir takım kitapları'' Selef-i Salih'in Akadesi ile ilgili Te'lifler'' başlığı altında hiç bir uyarı bile yapmadan göstermeleridir.

22- Ulemanın Kitabuş-Zeyğ (Sapıklık kitabı)(el-Kevseri "Makalatu'l Kevseri",402. Çev.E.Sifil.)dediği Abdullah b. Ahmed ‘nin es-sünne' sinde de geçen Peygamberimize(s.a.v) ve Hz.Ömer'e(r.a) isnad edilmeye çalışılan -----“Allah kürsünün üzerine otururda, kürsünün yeni deve semerinin gıcırdaması gibi gıcırdaması vardır “- rivayetlerine –Sahih- diyen İbni Teymiyye (bk.Mecmüu’l-Feteva,16/435-439) ve öğrencisi İbni Kayyımın (bk.Tenzibu’s-Sünen,7/95-117) sözlerine eleştirenlere, Necmi Sarı'hoca'nın ilmi objektiflik dersi verdiği s.111/112/113 ve145 nolu dip not.Hoca bu hadisi ve farklı varyantlarını tam 4 sayfa irdelemiş'' Muzdarip'' ''zayıf'' demiş ama hiçbirine ''uydurma'' diyememiştir.Hoca'nın ön sözü'de Haşviyye,Müşebbihe,Mücessime iddialarına savunma niteliğindedir.
23-İz b. Abdusselâm, “Mulhatü’l-İ’tikâd” (Sübkî,Tâcuddîn, Tabakâtü’ş-Şâfiiyye),Beyruİt, 1992, VIII, 222. Haşviyyenin doğuşu ve Kelami görüşleri Dç Dr.Ramazan Altıntaş-s.12
24- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.26
25- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.176-239 nolu dipnot
26- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.6 – 2 nolu dipnot.
27- Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı s.179/ 248 nolu dip not.(Bilinmesi gereken bir şey vardır. O da adı geçen Ebu Said ed-Darimi, Osman B Said’tir. Müşebbbihe/mücessime olmakla suçlanmakta. Mesela Osman bin Said ed-Darimi diyor ki: -"Minarenin tepesindeki bir insan Allah’a, zemin seviyesindekinden daha yakındır. Dağın tepesindeki, dağın eteğindekinden daha yakındır. Allah Teâlâ dilerse bir sivrisineğin üstüne yerleşir, oturur ve o sivrisinek Allah’ın kudretiyle havalanır Allah’ı götürür "-.. Bu kötü ve sakınılması gereken bir inanç bozukluğundan dolayı ona güvenilmez. Ehli Sünnet’ten güvenilen -müsned ed-Darimi- adlı kitabın sahibi Muhaddis Ed-Darimi’nin ismi Ebu Muhammed B.Fadıl B.Bamram’dır karıştırılmamalıdır.)Şayet bizim verdiğimiz Said ed-Darimi'nin bu sözlerine katılmıyorlarsa Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı adlı kitapta Mutasavvıf ulemadan cımbızla aldıkları kelimeleri sayfalarca irdelerken, Osman bin Said ed-Darimi'yi tanıtırken akaidi sahaya giren Teşbih ve tecsim içeren bu uydurma rivayetleri niye zikretmeyişlerini ve benzeri sözlerinden bahsetmeyişlerini ne ile izah edebilirler.
28- Mezhepsizlik en büyük bidattır-2.Baskı önsözü . Şu da örnek olabilir;Ehli sünnetin cumhuruna muhalif Akaidi sahaya giren ''Fenai Nar'' Cehennemin ebedi olmadığı görüşünün   İbni teymiiye'ye aid olduğunu kabul eden Albani ,İbni Teymiyye'nin bu görüşüne yaptığı teviller ve hüsnü zanın 3 te 1'ini acaba niye farklı bir konuda farklı insanlar içinde yapmaz? (Ayrıntılı bilgi için .İbni Teymiyye ve Cehennemin ebediliği meselesi .E.Sifil.İnkişaf derg.)
29-Tirmizî, Dua: 33; İbn Mâce, Dua: 18 Nesai 5391

Not: Kevserî’nin sözde selefiyecileri ilmi olarak “bitirdiği”nin farkında olan Guraba yayın evinin , Kevserî ve onun külliyatını Türkçeye çeviren Dr. Ebubekir Sifil hocaefendiye, hakarete varan bilindik üsluplarıyla bir reddiye hazırlığı içinde olmaları ile ilgili duyumlarımızı ,kısmen kitaplarındada doğrulamaktadırlar. s.11
« Son Düzenleme: 25 Temmuz 2009, 22:44:56 Gönderen: ferdi »

Çevrimdışı Lika

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 3892
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #3 : 24 Aralık 2009, 19:44:44 »
Teşekkür ederiz.
Ne içindeyim zamanın,Ne de büsbütün dışında;Yekpare geniş bir anın Parçalanmış akışında,
Rüzgarda uçan tüy bile Benim kadar hafif değil.Başım sukutu öğüten Uçsuz, bucaksız değirmen;İçim muradıma ermiş Abasız, postsuz bir derviş;
Kökü bende bir sarmaşık Olmuş dünya sezmekteyim,Mavi, masmavi bir ışık Ortasında yüzmekteyim

Çevrimdışı Fatihan

  • Administrator
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 6994
  • Milimi milimine Ehli sünnet...
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #4 : 26 Aralık 2009, 15:04:44 »
Okumuyorlar ki bir okusalar.Okumadan yanlışı savunuyorlar.

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #5 : 11 Ocak 2010, 19:50:31 »
Alıntı
“Dinden çıkarlar, sonra ona dönüş de yapamazlar.”

Bu din, Resûlüllah’ın (s. a.v.) “Âlimler peygamberlerin vârisleridir” buyurduğu hem ilme hem nura sahip olan gerçek âlimler vasıtasıyla bu güne kadar gelmiştir. Bu mübârek zatlar söz ve yazılarıyla, va’z ve kitaplarıyla asırlardır bu ümmete yol göstermişlerdir. Onların anlattıklarını bir tarafa bırakıp yeni bazı inanışlara yönelmek, bir mânâda Peygamberimiz’in tebliğ ettiği dinin bu zamana gelene kadar yanlış anlaşıldığını kabul etmek olur ki, sapıklığın en âlâsı da budur.
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı tk1978

  • IZLEMCI
  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 455
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #6 : 05 Mayıs 2012, 11:47:46 »
Allah razi olsun. Cok ama cok güzel ve bir o kadar´da önemli calisma olmus. Tokat iste buna denir....

Çevrimdışı tk1978

  • IZLEMCI
  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 455
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #7 : 05 Mayıs 2012, 12:09:03 »
Kıbleye karşı dua
(Allah her yerde olduğuna göre, namazı niçin kıbleye karşı kılıyoruz) diyen uygunsuz kimseleri işitmiştim. Geçen gün, düzgün itikadlı bir arkadaş, kıbleyi yan tarafına alarak dua ediyordu? Niçin kıbleye karşı dönmediğini sorunca, hemen arkasını kıbleye dönerek duaya başladı. Arkadaşın böyle yapması küfrü gerektirir mi? Kıbleye karşı dua etmek sünnet değil midir?

CEVAP

Önce tevilini bilmeden (Allah her yerde) demek tehlikelidir. Allah’a mekan ittihaz edilmiş olur. Bu ise küfürdür. Allahü teâlâ, mekandan münezzehtir. Dünya, gezegenler, gökler ve Arş ezeli değildir, sonradan yaratılmıştır, mahluktur. Yer ve gökler yok iken de Allahü teâlâ var idi. Onun için Allah her yerde denmez. Böyle söylemek Allah’a mekan göstermek olur. Allahü teâlâ zamanlı ve mekanlı olmadığı için, (Allah, her yerde hazır ve nazırdır) denmez. Fakat (Allah, zamansız ve mekansızdır, hiçbir yerde olmayarak hazır ve nazırdır) manasında söylemek caizdir. Miftah-ül Cenne kitabında, (Bir kimse "Allah’tan boş yer yok" dese, kâfir olur. Çünkü Allahü teâlâ mekandan beridir) buyuruluyor.

------------------------------------------------------------------------------------------
Su hata devamli yapiliyor. Hatta seyri Sülük erbabai dahi farkin´da olmadan bu sekilde konusuyor....Allah her yerde olduğuna göre

Çevrimdışı osmanlı

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 379
  • Okula hayır, Açık lise kolejlerine evet.
Ynt: Ehli Sünnet Adı Kullanılarak Yapılan Sapıklıklar
« Yanıtla #8 : 05 Mayıs 2012, 19:51:06 »
tk1978 kardeş;

hızlı zamanlarımda bu manyak takımından bir kaç taneyi harbiden tokatlamıştım. Hatta merdivenden aşağı yuvarlamıştım. Bu zer zavetlar laftan ilimden anlamazlar. Kötekleyeceksin. (Ah eski günler ah)
Devrimci akıla sahip olanlar, luciferin yeni dünya düzenini yemezler...