İlim Talebesi Nazarıyla Bir Kitabın Düşündürdükleri
İbn-i Mevlüt el-Hanefi,el-Eyyubi
Hangimiz ehl-i sünnet ? sorusunun çokça sorulduğu şu günlerde, kimi zaman bedeva dağıtıldığından mı bilinmez ,bir kitap çok popiler genç arkadaşlarımızın elinde.Kitabın kapağındaki .-“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı”- ismini okuduğunuzda gözlere ve kulaklara bir hoşnutluk hakim oluyor.Lakin ! Kitabın sayfalarında birer birer ilerlerken esefleniyor ,zihinler bulanıyor ,kitaplığımızda bulunmasını tahayyül ettiğimiz külliyatlar adeta devriliyordu.Ve nihayet büyük bir sabırla kitabı bitirdiğimizde Kim ehl-i sünnet? Kim Muhalif ? diye sormaktan kendimizi alamıyoruz. Öyle görülüyor ki; Suud devletinin idolojilerini yaymak için öze dönüş altında maddi ve manevi desteklerini almış ,Selefiyye adındaki (samimi) grupların bitmek tükenmek bilmeyen çalışmalarına sessiz kalmak ,bir yere kadar normal olsada -Ehli Sünnet akidesini-Ümmetin marjinal kesimi olan ,asıl adıyla Vehhabi meşrebinin tekeline sunmaları,ilme bitaraf bakmadıklarını göstermektedir. Ehli Sünnet vel cemaatin için de olduğumuzu düşünen bizlerin ,nasılda bid'at fırkalarının (onlara göre )içine düştüğümüzü ve de Şirke varan sapıklıklar içerisinde kaldığımız vehmini ,zihinlerimize enjekte etmelerinden ,gerçek ilim adamlarımızın panzehiri sayesinde kurtalabiliyoruz.
Buna benzer çalışmaları Şi'a’da gözlemleyen hocalarımız, ifrat ve tefrit'te olan bu düşünce akımlarına karşı vasat (orta yol ) tutmamızı sağlamışlardır. Selefi ekolun bilinen müteşeddit tutumunun Türkiye'deki temsilcilerinden Guraba yayınlarının -“Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı”- adlı kitabın bizde uyandırdığı izlenimleri sizlerle paylaşmayı bir elzem kabul ediyorum. İbni Useymin imzalı, tahkikini Necmi Sarı’hoca'nın yaptığı bu kitap,Ahmed Davutoğlunun deyişiyle -dini tamir altında din tahripçiliğinden- başka ne olabilir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.Ama kimsenin dini ehliyetinini ve samimiyetini eleştirecek cüreti, bir talebe olarak kendimde göremidiğimide söylemek isterim.Unutulmamalıdır ki ! Hiçbir liyakat ve makam Ulema’ya yapılan hakaretlere suskun kalmamamız için gerekli değildir.
Malum kitabın ,Selef-i Salihin'in kendileri gibi düşündüğünü iddia etmeleri ,Tevhid inancı, Bid'at gibi konulardaki takıntılarını ,klasik Selefiyye refleksi olarak izah etmek durumundayız..Bu kitabın bu konulardaki tavrı, Selefiyye ekolune aid diğer kitapların tekrarından ibaret olduğu, herkes tarafından bilinen bir gerçek ve bu konuları bir türlü geliştirememeleri şöyle dursun ,aşamamaları,muhakkik ulemanın onlara verdikleri cevaplar, bize bu konuda yoruma gerek bırakmadığından ,kısmen konumuzun dışında tutucaz.
Bizim için kitapta vahim gördüğümüz ise; “Eş’ariler ve Maturidiler Ehli sünnet vel cemeaat mi?” diye bir başlık altında ,Ehli sünnet'in Akaiddeki iki mezhebini incelemileri ve bu sorunun benzerinin yazar İbni Useymin'e sorulması , onun cevabının ise hayli düşündürücü olmasıdır.(1) Meğer “Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar''mış.Sakın bu kadarla bittiğini zannetmeyin.
Beyazid Bistami (2),Hallac-ı Mansur (3), İmam Gazzali (4),İbni Arabi (5),Mevlana ( 6),Yunus Emre (7)(radiyAllahu anhum)gibi ulemanın,islam kültürüne kazandırdıkları eselerinden alıntılar yaparak , -Sapık görüşün temsilcileri-( 8 ) cümlesi ile incelemeleri, hudutları zorlayan menheclerini göz önüne koymaktadır. Her ne kadar Zâhid el-Kevserî 'yi -Sünnet Düşmanlarının hocası- (9) İmam Gazzali’yi de -Sapık görüşün temsilcisi- (10) olarak görselerde, Kevseri ve Gazzali ‘nin fazîlet ve ilmî ehliyetine inanmadıkları halde, bu zatların sözlerinden delil getirmeleri,işlerine geldikleri yerde onların görüşlerine başvurmaları,en az kitabın hacmi kadar olan ve çok emek harcandığı her kelimesinde belli ,maalesef yanlı dip not anlayışında “tassup” sezmeme sebeb olmuştur.Tarih boyunca nice alimleri bile kendi girdabına çeken ve söylenmiyecek sözleri söyleten ahhh! şu taasubun gözü kör olsun.Kitaplarında kullandıkları sert uslub ile dip not anlıyışındaki usulsüzlük, okuyucuların dikkatinden kaçmayacaktır..(11) Kendi delillerini destekleyen sahih hadislerin yanında zayıf, hatta uydurma rivayetleri zikretmekten çekinmedikleri gibi ,aleyhlerinde olan bir rivayeti hadis usulüne göre cerhe tabi tutmaları ,kimi bölümlerde de tevil etmelerindeki zorakilik gibi.Necmi Sarı hoca'nın hemen hemem her dip notta başvurduğu Albani için Prof.Zekeriya Güler'in tespiti Mütercimimizin sened ve metin kiriği içinde geçerlidir.''Kabul edilmelidir ki bu tutum, biraz da taassup ve peşin hükümden kaynaklanmaktadır. Bu tesbitimiz de gösteriyor ki, Elbânî’nin râvîlere ilişkin verdiği bilgi ve yaptığı değerlendirme, bir yerde bahis konusu râvînin rivâyetinin muhtevasıyla alâkalıdır. O, kendi meşrebine, zihin ve fikir dünyasına aykırı bulduğu rivâyetleri özellikle sened bakımından bir şekilde çürütmeye çalışırken, sahip olduğu zihniyetle mutabakat arz eden rivâyetleri ise bazen -senedinde bir başka yerde zayıf olduğunu söyleyerek tenkit ettiği râvî olsa bile- kabul edebilmektedir. Böylelikle Elbânî, bilerek veya bilmeyerek kendisiyle çelişmektedir. Şüphesiz bu, ilmî zihniyet ve akademik nezaketle bağdaşmayan bir tutumdur.''(12)
Kitabın Arş, Kürsi,Allahın sıfatları, Allahın inmesi ,çıkması söylemlerinde Mücessime/Müşebbihe etkisi kendini hissettirmektedir..AIiyyul-Kârî' nin-"Teşbihi tenzih etmekle beraber Allah’a bir mekan tayin eden tavırlarıyla Bidat ehli bir taifeye uymuşlardır" -(13) cümlesiyle özetleyebileceğimiz bir hal takınmışlardır. AIiyyul-Kârî ve İmamTahavi gibi Hanefi mezhebinin büyüklerinden kaynak gösterip alıntılar yaparak ,kendileriyle aynı yol üzere oldukları izlenimini vermeleri,adı geçen eserler incelendiğinde hilaf-ı hakikat durumunda kalmaktadır(14).. Keza ,bu söylemleri daha kitabın 12.sayfasında Necmi Sarı hocanın;
-''Zaten makalat kitaplarıyla Fırak ve Milel ve nihal kitaplarını inceleyenler gerçekte kimlerin müşebbihe veya mücessime veya mümessile 'den olduğunu öğrenirler''- cümlesi içinde geçerlidir.
Mezkur eserlerinde kaynak gösterdiği Şehrestânî'nin “el-Milel ve'n-Nihal'' adlı kitaba (asıl konu olan müşebbihe başlığına birde biz göz atalım dedik) baktığımızda,Şehrestânî Selef'in Müteşabihat kabul edilen Ayet ve hadisleri Zahir tefsirlerini almadan olduğu gibi iman edip ,manasını Allah'a havele etmelerini veciz bir şekilde ifade ettikten sonra ,Müşebbihenin tavrını da;'' Kur'an-ı Kerim'de vârid olan istiva, vech (yüz), yedeyn (eller), cenb (yan), meşiet (geliş), ityân (gidiş), fevkıyye (üstte olma) gibi isim ve fiillere gelince Müşebbihe'ye göre bunların hepsi ZAHİR anlamlarına yorulur. '' (15) diyerek bu fırkanın alamet-i farikasını ortaya koymuştur.Oysaki bu tanımlar ne kitabın müellifinin (İbni Useymin) ne de tahkikini yapanın (Necmi sarı),ne de her ikisinin iddia ettiği Selef-i salihin tutumu böyleydi diyebileceğimiz bir sonuç vardı.Teşbih ve Tecsimden beri olduklarını anlatmaya çalışsalar bile sıfatlar konusunda vardıkları sonuç (kaynaklar incelendiğinde) aksine bir seyir ile bitmektedir .Hayati bir çelişkide, delil getirdikleri Ebu Mansur el-Bağdâdî'in el-fark Beynel fırak adlı eserinde Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden Ebû'l-Hasan el-Eş'arî' için birçok yerde el-Bağdâdî isim vererek ''Şeyhimiz'' ,''Üstadımız''ve ''Ashabımız'' diye hitap ettiğini bile bile (ki bu kitabında mütercimi bizzat kendisidir) Necmi Hoca'nın ,müşebbihe gibi Allah'ın sıfatları konusunda sapanları tarif ederken el-Bağdâdî''den kaynak getirmesi hemen yanına müellif İbni Useyminin ;“Eş’ariler ve Maturidiler,Allah'ın isimleri ve sıfatları konusunda Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'ten sayılmazlar'' sözünü yan yana getirdiğimizde bu eserlere yabancı olmayanlar için çözümlenmesi zor bir problem oluşmaktadır. Necmi Hoca'nın İmam Eş'arî'nin eserlerine ne kadar sıklıkla başvurduğu,isimlerini zikrettiği Fırak ve Nihal kitaplarının sahipleri İtikad da (İsim ve Sıfat dahil) İmam Eş'arî'nin mezhebine müntasıp olduklarını söylemek her nekadar kabul etmesede malumun ilanı olucaktır .O vakit imamın ismi geçtiğinde mütercimimiz ,dip notta ne diyormuş sadece onu hatırlayalım - ''Ebû'l Hasan el-Eş'arî. Ehl-i Sünnet imamlarındandır''-(16)
;Teşbih ve Tecsim mevzuunda Selefin tavrı ve Ebû'l Hasan el-Eş'arî için acaba Şehrestânî ne diyor ? diye bakmak için tekrar el-Milel ve'n-Nihal' e dönelim;
-''Seleften bir topluluk da söz konusu sıfatların ''zahirî tefsirine'' meylederek teşbihe düşmüşlerdir.Selef içinde hem tevile bulaşmayan hem de teşbih hatasına düşmekten sakınanlar da olmuştur. Mâlik b. Enes bunlardan biridir ve şöyle demiştir: "İstiva malûm , nasıl olduğu ise meçhuldür. Ona olduğu gibi inanmak vacip, hakkında soru sormak ise bidattir." Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ve onları izleyenler de bu görüştedir.Abdullah b. Saîd el-Küllâbî, Ebu'l-Abbâs el-Kalânisî ve el-Hâris b. Esed el-Muhâsibî'nin devrine gelindiğinde bunlar Seleften bir topluluk olarak Kelâm ilmine dalmış ve Selefî akideleri kelâmı deliller ve usûlî burhanlarla desteklemeye çalışmışlardır. Bunlardan bazıları kitaplar telîf etmiş, bazıları da tedrisât faaliyetinde bulunmuştur. Örneğin Ebu'l-Hasan el-Eş'arî ile hocası arasında salâh-aslah meselesinde bir münazara yaşanmış ve aralarındaki görüş ayrılığı açığa çıkmıştır. el-Eş'arî bu son gruba meyletmiş ve onların görüşlerini kelâm yöntemleriyle desteklemeye çalışmıştır. Onun tarafından ortaya konulan bu çabalar Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebinin temellerini oluşturmuştur.'' (17)
Şehrestânî el-Milel ve'n-Nihal' inde yukarıdaki sözlerinin devamında Müşebbihenin kendi görüşlerini savunmak adına Hadis uydurduklarından bahseder; ''Müşebbihe kendi görüşleri istikâmetinde birçok asılsız rivayet de uydurmuş ve bunların çoğunu Yahudilerden iktibas etmiştir. Bilindiği üzere teşbih Yahudilerin tabiatı haline gelmiştir. Hatta şunu bile söylemişlerdir: Allah'ın gözleri rahatsızlanınca melekler O'nu ziyarete gitmişlerdi. Nuh (aleyhisselâm) tufanına öyle üzülmüştü ki ağlamaktan gözleri ağrımaya başlamıştı. Altında dört parmak üzerinde duran Arş demir eyer takımı gibi ses çıkarmıştı.Müşebbihe, Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu da rivayet etmişlerdir: "Rabbim beni karşıladı, benimle kucaklaştı ve ellerini omzuma koydu. Öyle ki parmaklarının serinliğini omzumda hissettim." (Bkz. Dârekutnî, Ruyetullah, 1/168-171)-(18)
Biz biliyoruzki söz konusu sıfatları İbni Useymin Zahiri anlamı alınmalı taraftarıdır,Nasıllığı sorusunu kendine aid olan ''Tefsir Usulüne Giriş''adlı çalışmada Selefin tarını özetle şu şekilde ifade eder; ''Allah’ın isim ve sıfatlarını teşbih, te’vil, ta’tiyl, tekyif ve temsil etmeden, olduğu gibi iman ederler.''
Mücessime taifesini anlamak adına okunması gereken ''Haşviyyenin doğuşu'' adlı çalışmanın müellifi Doç Dr. Ramazan Altıntaş , bir takım hadisçilerin gelen nakillerin zahiri manalarını alıp teşbihe düşmeleriyle yetinmediklerini, uydurdukları Hadislerden bahseder, bir örnek vermek gerekirse ;
“Arefe günü akşam olunca Cenâb-ı Hak, dünya semâsına inerek vakfedeki Müslümanlara baktıktan sonra, merhaba ey benim ve beytimin ziyaretçileri, izzetim hakkı için yanınıza inip sizinle beraber bulunacağım, der ve Arafat’a iner... güneş batana kadar orada kalır, hacıların önünde Müzedelife’ye gider ve o gece semâya çıkmaz.”(Seksekî, el-Burhân, s. 37; İbn Arrâk, Ebu’l- Hasen, Tenzîhu’ş-Şerîati’l-Merfûa ani’l Ahbâri’ş Şenîati’l-Mevzûa, Kahire, 1375, I, 138.) Bu hadisten sonra Allah'ın haşa !Dünya semasında Arafat 'a indiğini güneş batana kadar orada kalıp oradan Müzdelife gidip o gece semaya çıkmadığına teşbih, te’vil, ta’tiyl, tekyif ve temsil etmeden olduğu gibi iman ederiz derse daha neyi Teşbih , tekyif ve temsil edecektir.
Hadi bu uydurma hadis dedik,birde Sahih bir kudsi hadisten örnek verelim, Allah'u teala şöyle buyurur;
''Kulum nafile amelllerle bana yaklaşmaya devam ederse,ben onu severim.Onu sevdiğim zaman da,onun duyan kulağı ,gören gözü,tutan eli,yürüyen ayağı olurum'' (19) bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Eğer zahiri anlamlarını alırsak Haşa!Allah(c.c) sevdiği kulunun duyan kulağı,gören gözü,tutan eli yürüyen ayağı ki bunlar organdır,olması mümkün değildir.Zahiri manalar Tekyif'e götürür.Mesela ; Haşa!''Allah(c.c) sevdiği kulunun duyan kulağı olur ama keyfiyetini bilmeyiz''der isek Tekyif (keyfiyet)içeren bir cümlenin keyfiyetini bilmeyiz demek gibi birşey söylemiş oluruz. Bu zorlamalara gerek kalmadan Selefiyye ekolün buna benzer hadisleri tevil etmekten başka (doğru olan budur )şansı kalmamaktadır.Akıl ve nakilde bunu gerektirir,bu ise Tahrif değildir.Allah kendini nasıl sıfatlandırdıysa bizde o şekilde sıfatlandırırız sözü bir takım açıklamalara ihtiyacı vardır.Doğru olan kendilerinin kabul edeceği bir kaynağın bize haber verdiği İmam Şafii'nin dediği gibi;''Ben,Allah'a ve Allah'tan gelenlere ,Allah'ın murad ettiği gibi, Resulullaha ve Resulullahtan gelenlere Resulullahın murad ettiği gibi iman ettim ''denmesidir ve yahut başka bir ifade ise Ahmed b.Hanbel'den ;''Nitelendirmeden bunlara inanır ve tasdik ederiz.''(20).Okuduğunuz gibi bu hadisten Allah sevdiği kulun duyan kulağı ,gören gözü,tutan eli ,yürüyen ayağı olmaktan muradı ne ise olduğu gibi kabul etmek Selef'in,bunları makul ifadelerle Allah'ın şanına yakışır şekilde tevil etmek Halef'in tavrıdır. Ümmetin icması Zahiri anlamlarını almamak olsa gerek.Allah-u alem..Selefin herhengi bir yorum yapmama sebebi Muradullah kesin budur diyememeleridir,Halef ise bu tür nassları zahiri anlamlarını alıp teşbihe düşenleri görünce Tenzih akidesini korumak adına mesela '' isteva'' kelimesi arap dilindeki on küsür anlamından ''celese''(oturdu) (21) anlaşılınca “istila” veya “hükmetme”anlamını verip Allah-u alem (en iyisini Allah bilir )demeyi Allah'ın şanına yakışır bulmuşlar ve avamı teşbihten korumuşlardır.Bu şekilde mücmel rivayetlerde barıştırlıp,Selef ve Halef uleması arasında birilerin var sandığı uçurumda ortadan kalkmış olur.Muhkem ve müteşabih, birer terim olup, “muhkem ayet”, manası açık seçik anlaşılan ve tereddüde yol açmayan ayet demektir. “Müteşabih” ise, muhkemin zıddıdır ve manası tam olarak anlaşılması mümkün görülmeyen ayeti ifade eder.Tabiiki Selef'in Tevilini Allah'ın (yada dinde ince kavrayış sahibi alimlerin) bildiği müteşabih ayetlerin Açık (zahiri/bilinen) anlamını almadığı ifademiz ,İbni Useymi'nin sandığı gibi ''Anlamsız kupkuru boş sözlere inanmak'' değildir.İhtilafın sanılanın aksine Sıfatların reddi ve ya kabulü değil, tevil edilip/edilmeme meselesindedir.Ortak kaynağımız AIiyyul-Kârî Fıkh-ı Ekber şerhinde bunu belirtmektedir,
''Kitap ve Sünnete ait naslar, müteşabih kabilinden olmadıkça zahirî mânasına alınır. Bu hususta Selef âlimleri ile sonradan gelen âlimler arasında tevilin caiz olup olmaması noktasında meşhur ihtilâf vardır''Şayet müteşabih nassların açık anlamları net idiyse ,Ali-imran 7ayeti ne anlama gelmektedir;''Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar''. İşte Selefin tavrı ''Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır''Bu ayet hakkında bir hatırlatma yapalım bazıları “ve’r-rasihune” kelimesinin başındaki “vav” harfini bağlaç kabul etmişlerdir ki, bu taktirde mana şöyle olmaktadır:”Halbuki onun tevilini ancak Allah ve ilimde yüksek payeye erişenler bilir.” şeklindedir.
Altıntaş, kendilerini Ahmed bin Hanbele nispet eden (Allah ona rahmet etsin kendisi İbnu'l Cevzi'nin dediği gibi bunlardan beridir) bir takım Teşbihçi Ehli Hadis'in iktidarı arkasına alarak ulemaya yaptıkları zülümlerindende bahseder:''İz b. Abdussselâm, ehl-i hadîs tarafından Melik Eşref’e “kelâmullah”konusunda Selef akîdesine muhalefet ettiği suçlamasıyla şikayet edilir. Bunun üzerine İz. b. Abdusselâm: “Bu beni imtihan (mihne) için yazılmış, Allah’a andolsunki, doğru olandan başka bir şey yazmayacağım”diyerek, bunun üzerine tarihte “fîMeseleti’l-Kelâm” veya “Mulhatü’l-İ’tikâd” adını taşıyan ünlü risalesini yazmıştır''Buna benzer bir olayı Dr.Ebubekir Sifil anlatır ; Müşebbihe/Mücessime taifesi, müteşabihat alanına giren bütün bu hususlarda ki; burada ayrıntılı olarak zikretmedik, kendileri gibi düşünmeyen kimseleri, Ehl-i Hadis'ten olsa dahi cerhetmişler ve dışlamışlardır.Nitekim "Zemmu'l-Kelâm" adlı eserin sahibi , el-Herevî'den nakledildiğine göre kendisi şöyle demiştir:"Yahya b. Ammâr'a İbn Hibbân'ı sordum ve "Sen onu görmüştün" dedim. Şöyle cevap verdi:
-"Onu nasıl görmem! Kendisini Sicistan'dan biz sürüp çıkardık. Kendisi, ilmi çok olan birisiydi, ancak pek öyle dindar değildi. Bize geldi ve Allah Teala'nın bir sınırı olduğu görüşünü reddetti. Bunun üzerine kendisini Sicistan'dan çıkardık."Tacuddin es-Subki, "Tabakatu'ş-Şafi'iyye",II.141)
Bu taifenin kitaplara yaptıkları tahrifatı ise konumuz uzamasın diye zikretmeyeceğiz. İsteyenler Necmi Sarı hoca'nın kaynak olarak gördüğü "Tabakatu'ş-Şafi'iyye" adlı esere bakabileceklerini ifade edip yeniden tenkidini yaptığımız esere dönelim
''Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı'' adlı kitabın beşinci bölümünde -''Sonradan Gelen Bazı Kimselerin Selefin Yolu Hakkındaki Kötü Niyetleri''-başlığının hemen altında ilk olarak şunları söyler İbni Useymin ;
-''Sonradan gelenlerden bazıları şöyle demişlerdir:''Selefin sıfat nasları hakkındaki görüşü (yolu) ,sıfat naslarını (lafızlarını) geldiği gibi alıp açık anlamlarının (zahirlerinin) kastedilmediğine inanmaktadır.Hadislerde zikredilen benzer hususlar için de aynı hüküm geçerlidir''s.69-SubhanAllah ! Kim bu kötü niyetliler? Şehrestânî'den yukarıda yaptığımız alıntılar gösteriyor ki ''Zahiri'' anlamlarını alanlar ''teşbihe'' düşmüşlerdir.Başka bir anlamlandırma ile İbni Useymini bir anlık dikkate alsak bile Şehrestânî ''kötü niyetli'' olmaktan binlerce beridir.Kaldıki Şehrestânî'nin ,İmam Mâlik, Ahmed b. Hanbel, Süfyân es-Sevrî, Dâvud b. Ali el-İsfahânî ,İmam Eş'arî vb. ulemanında kendisi gibi düşündüğünü belirtmesi,zahiri manasını almayanları ise teşbihten korunan Selef olarak niteledirmesi,bizcede kaynaklara objektif bakmada en ilmi ve doğru bakış açısını yansıtmaktadır.Zira 14.dipnotta değindiğimiz Fıkh-ı Ekberi şerh eden AIiyyul-Kârî 'nin ;-''Ebû Hanîfe Müteşâbih sıfatlara inanır ve tevilinden sakınırdı.Allah Teâlâ'yı bu sıfatların zahirî manasından da tenzih eder, dolayısıyla Selef âlimlerinin görüşünde olduğu gibi bu husustaki bilgiyi Allah Teâlâ'ya havale eder. '' -dediğini naklletmiştik.Kendilerinin bile kabul ettiği bu kaynakların gösterdiği, sonradan gelenlerin Selef hakkındaki haklılığıdır.Buna rağmen mütercimin İmam malik'in meşhur sözünü(İstiva malum keyfiyeti meçhul) naklederken 114 nolu dipnotta AIiyyul-Kârî 'nin ''Bunu büyük imamımız Ebu Hanife 'de tercih etmiştir''sözünü kendi meşrebine delil getirmesi hayret vericidir.
Kaynaklar incelendiğinde Müteşabih ayet ve hadislerde ''Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı'' kitabının kaynak olarak başvurduğu dört mezhep İmamı başta olmak üzere Fahrettin Razi,İbnu'l Cevzi,İbni Hibban,İmam Nevevi,İmam Beyhaki ,İbni Hacer Heytemi,Takıyyuddin es-Subki (benim bakabildiğim) gibi ulemanın da mütercimin aksine sözler ifade ettiklerini eserlerinde müşehade etmekteyiz.Mütercimin bunlardan bahsetmemesi şaşırtıcıdır.
Hakikat böyleyken, bir ilim talebesi olarak müellifin ve mütercimin bu yandaş/taraf oluşturma çabalarına üzeleyim mi ,sevineyim mi bilemiyorum.Çünkü bu konularda kitap boyunca delil getirdikleri insanların - müşebbihe ile suçlananları bir kenara koysak-, gerek hayattayken gerek ölümüne yakın kendileri gibi düşündükleri iması vermeleri, çok şükür ki; ''Sünnet düşmanı'' ''ehli sünnetten olamama'' ''Sapık görüşün temsilcisi'' olmaktan bu ulemamızı kurtarmış gibi gözüküyor.Kitabın 25. bölümünde kendi şahıslarına yapılan isnadlardan ,-“Bidatçıların Ehli Sünnete yakıştırdıkları kötü lakaplar”- başlığı altında ilk savunmalarını tahmin edilen üzere Müşebbihe iddialarına yapmaları ve bir çok yerde Müşebbihe olan ehl-i Hadis yüzünden bütün Hadisçileri ve Ehl-i Sünneti Teşbihçi gözüyle bakmaya çalışan Mürcie ve Mutezile ulemasına cevap veren, bu iddianın doğru olmadığını ispat eden güvenilir Ehli-i Sünnet ulemasının sözlerini ,kendilerine kalkan yapmaları gerçekten enteresandır.Ehl-i Bid'at'ın, Selef-i Salihini ve bütün ehl-i Hadisi Teşbihçi görmesi İz b. Abdusselâm ve başkalarının tespiti ile ''Müşebbihenin ya yiyecekleri bir haram için, yahut da alacakları değersiz bir dünya malı için Selef (veHanbeli) mezhebi görünümünde gizlenmelerinden'' kaynaklanmaktadır.Dip not anlıyışında ilmi objektiflikten ( 22) bahseden Necmi Sarı’hoca'nın kalemi buralarda ne kadar ilmi objektiflik içerdiği ayrıca farkedilmelidir.Halbuki İz b. Abdusselâm 'ın devamında dediği gibi ''Selef mezhebi tevhid mezhebi olup tecsim ve teşbih mezhebi değildir''. (23)Kitabın onbeşinci bölümünde Allah Azze ve Celle'nin iki eli başlığında şunlar yazılıdır;
Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat'in görüşüne göre Allah-u Teala'nın bahşetme ve nimetle açılmış iki eli vardır .Allah'ın iki eli O'nun sabit zati sıfatlarından olup kendisine yaraşır gerçek iki eldir.Allah'ın iki elinin olduğunu Kitap ve Sünnet kesin olarak göstermektedir.Kitabın kanıtlarından biri Allah'u tealanın şu buyruğudur.
''Allah iblise şöyle dedi.:Ey İblis! iki elimle yarattığıma (insana)secde etmekten seni alıkoyan nedir?(sad,75)
Bu konuda herhengi bir polemiğe girmek anlamsız olacaktır,.elinizin altında kaynak sayılan herhangi bir tefsire bakmanız yeterlidir.Evet Selef bunları tevil yapmaktan geri durmuş hatta arapça dışında bir dilde ifade etmeyi yasaklamaları zahiri manasını almadıklarını gösterir.Bu bilgiyi ortak kaynağımız Şehrestânî 'nin el-Milel ve'n-Nihal'i ve İmamı Azam'ın Fıkhul ebsat 'ı bize söyler. Şunu ifade edelim ki bilinen zahiri anlamını almamak şartıyla tercüme edilelebilir.Pekala kendilerinin Kur'an' da Allah azze ve celle'nin yed (el) kelimesinin tekil(müfred) ve ikil (tesniyye) ,çoğul (3 ve fazlası) olarak bir çok ayette geçtiğini bildiklerini kitabın onyedinci bölümünde tekil , ikil Çoğul (cemi) siğalardan birkaçını zikretiklerinden anlıyoruz.Diğer kiplerden örnekleri 2 bölüm sonra vermesini, iyi niyetimizle konu bütünlüğünü korumak adına olduğunu düşünüyoruz. Buna rağmen bu üç şekli bağdaştırmak ve aralarını bulmak için yaptıkları tevile sadece tebessüm ederken ,Alah'ın iki eli olduğu görüşünü Ehli sünnete aidiyyetini ve işlerine geldikleri yerde yaptıkları tevili kabul edilebilir gibi değildir ifadesini belirtmek zorundayız..Birileri çıkar da "Ellerimizin yaptıklarından kendilerine nice hayvanlar yarattık" (Yasîn, 36/71) ayetinde çoğul kipi kullanılmıştır biz buradan Allah'ın iki den fazla eli olduğunu anlıyoruz ''İki elimle yarattığım ''(sad 75) ayetinde ise insanı yaratırken Allah (c.c)sadece iki tanesini kullanmıştır derse (haşa!)ne ile cavap verirler?başka bir ifadeyle tekil siğası geçen ayetlerde tek elini kullanmıştır derseler? Niçin Hadid 29/ Mülk 1 gibi bir kaç yerde daha tekil siğasıyla ,Zariyat 47, yasin 71 de çoğul siğasıyla geçerken niye sizler Sad 75 ve maide 64 deki ikil siğasıyla geçen ayetleri alıyorsunuz ? Çoğul siğası geçen ayetteki sıfatını Ta'til ediyorsunuz,bu muattılanın tavrı değilmidir?.Seleften bu sayıyı söyleyen kim vardır ? Başka bir ifade ile İmam Tahavi , Aliyyul Kari ve diğer ulemadan Allah'ın iki eli ,iki gözü olduğunu söyleyen varmıdır?
Akıl ve nakil bunları zahiri manasında almayı heleki sayılar vermeyi kabul etmeyecektir.Tabiiki ''Davüde zel eydi, Eller sahibi Davut''(sad 17) derken .Hz.Davut (as) ikiden fazla eli olduğununu anlamadığımız noktasında sanırım hemfikirizdir.O halde Kur'anın bu belağatını niye gözarda ediyoruz ? Biz daha fazla yorum yapmayalım sözü Merhum Elmalılı Hamdi Yazıra bırakalım;Selef âlimleri demişlerdir ki, "Kur'ân'da Allah'a yed isnat edilmiş olduğu ve "Zatına benzer hiçbir şey yoktur" (Şûrâ, 42/11) gereğince yedullah'ın bizim bildiğimiz özel cisim olamayacağı da akıl ve nakil gereğince bilindiği için, biz 'Allah'ın yedi (Kuranda geçtiği üzere) vardır diye iman eder ve hakikatini Allah'ın ilmine bırakırız, yorumuna kalkışmayız...". Yani bunu müteşabihlerden tanımışlar ve "O (Kur'ân)ın tevilini ancak Allah bilir" (Âli İmrân, 3/7) demişlerdir. Fakat sonradan bazı Mücessime mezhebinde olanlar ortaya çıktığı için, Kelam âlimleri bunların muhkem âyetlere göre her birini makamına uygun bir mânâ ile yorum ve izahını caiz görmüşlerdir.(Maide 64 tefsirinde)
Kitabın onaltıncı bölümünde Allah'u Teala'nın iki Gözü başlığında da benzer inhiraflar mevcuttur.Bu konulardaki Hadisler içinde aynı söylemlerimiz geçerlidir.İbni Useymin ;
''Ehl-i Sünnet vel cemeaatın görüşüne göre Allah'ın onlara baktığı ,kendisine yaraşır iki gerçek gözü vardır.Bunlar da Kitap ve Sünnet ile sabit zati sıfatlarındandır''
Alllah'ın şu buyruğu kitabın kanıtlarından sadece biridir:''Gemi gözlerimizin önünde akıp giderdi'' (Kamer 14) sh.139
Kamer 14 ayetini ilk olarak delil getirir müellif .Ama burdaki'' gözlerimiz'' çoğul sigasıyla gelmektedir.Neler oluyor ! diye anlamaya çalışırken aynı sayfadaki mütercim Necmi Sarı'nın bu cümleye düştüğü 188 nolu dipnotu imdadımıza yetişiyor;
188-Allah'ın gözünün tekil, ikil, ve çoğul kiple geçtiği yerler için bk.17. bölüm sh .143İvedi bir şekilde sayfaları çevirip bahsedilen bölüme geldik .Ne görelim , Tekil ve çoğul sigasıyla geçen ayetlerden örnekler vermişlerdir, tesniyye(ikil) sigasıyla bir tek ayet getirememişlerdir.Bu gerçeği 144.sahifede İbni Useymin; ''İki göz sıfatı, Kur'an'da ikil siğasıyla geçmemektedir.'' sözleriyle itiraf etmek zorunda kalmıştır.Peki burda okuyucunun durumu ne olmuştur? Anlıyacağınız İbni Useyminin -Kur'an ve Sünnet ile sabit -sözü havada kalmış ,Kur'an dan delil getirememişlerdir.
Hadisten delil getirmişler mi? diye baktığımızda kendisinin zayıflığını kabul ettiği bir hadisten başka bir hadis getirememiştir.Sh.144,198 nolu dip notta bunu bize bildiren mütercimimiz ,İbni Useymin'in Allah'ın iki gözü olduğu noktasındaki inancının sahih hadis olan Deccal hadisine dayandığı açıklamaktadır .Oysaki ne Deccal hadisinin lafzında ,ne de manasında ''Allah'ın (c.c) İki eli olduğu anlamı çıkmamaktadır''.Doğal olarak Hangi Ehl-i Sünnet ve-l Cemaatin görüşüdür bu? demek zorunda kalıyoruz .İbni Useyminin bütün çabası ,Necmi Sarı hocanın bütün desteğine rağmen kitabın herhangi bir yerinde delil getirememeleri,bu konuda bir delillerinin bulunmamasındandır.Velev ki İbni Useyminin Deccal hadisine yaptığı tevili delil kabul etsek bile başka bir hadis veyahut Mezhep imamlarından ,hadis imamlarından yani Selefi salihinden bir delil getirememesi olayın garabeti açısından önemlidir.
Geçmiş ulemamız, Peygamberler'de bulunan “ ismet” sıfatıyla sıfatlanmamışlardır. Gel gör ki;günümüz inkanlarına rağmen günümüz alimlerin ,geçmiş Ulemanın eserlerinin üstüne çıkamaması ,hatta aynı düzeyde bir eser ortaya koyamamaları,geçmiş ulemanın üzerindeki Allah’ın yardımının izini bariz şekilde görmemize vesiledir.Bizlere bıraktıkları muazzam eserler hala önümüze ışık tutmaktadırlar.Hal böyleyken ömürlerini Allah’ın rızasını kazanmak ve insanlara İslamı anlatmakla geçiren ,günahıyla ,sevabıyla ,İmam Gazzali’siyle,İbni Teymiye’siyle bize aid olan ulemayı,haddimize olmayan zemm etme çabaları, kime ve neye hizmet etmektedir? Şayet bulduysanız onların hatalarını, kendinizde de o yetki ve yeteneği ,ilmi edebin ve objektifliğin gerektirdiği şekilde eleştiri yapmamız gerekmez mi? Ulema düşmanlığı ateşine ,körükle gitmek tarzında özetleyebileceğimiz bu zihniyet ,güneşi balçıkla daha ne kadar sıvayabilir?
Çünkü (kendilerinin kaynak verdikleri insanlar tarafından ) butür ''Mücessime/Müşebbihe'' eleştirelerine maruz kalmış İbni Teymiyye (24),İbni Kayyım(25), Nasıruddin el-Albani (26), Osman b.Said Darimi (27),.İbni Ebi'izz ( radiyAllahu anhum) gibi din adamlarının biyografilerini verirken gösterdikleri onure tavrın ,cüzi bir miktarını Beyazid Bistami,Hallac-ı Mansur, İmam Gazzali,İbni Arabi,Mevlana,Yunus Emre ( radiyAllahu anhum) gibi mutasavvıflar için gösterselerdi,kimsenin onları koyu bir taassup yada ulemaya saygısızlıkla suçlamaya hakkı olamazdı.Alimin eti/kanı zehirlidir mealindeki hadislerin ,kişinin kendi alim kabul ettiklerinin dışındakileride kapsadığı gerçeğini ne zaman itiraf edeceğiz?.İslam tarihine yabancı olmayanlar Ehl-i Hadis'den de ,Ehl-i Tasavvuf'tan da Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeaat şemsiyesinden çıkanların hatta Teşbih inancına sahip olanların olduğu realitesinin saklanamayacağını bilirler.Hal böyleyken İbni Teymiyye'yi överken İmam Gazzali 'nin ,Takıyyuddin es-Subki'yi överken İbni Kayyım'ın hakkını vermek için İmam Zehebi'nin yüreği gibi bir yüreğe mi ihtiyacımız var. Bu tavırlar bana, Ehli Sünnetin Akaidini anlatan eseriyle meşhur alim Said Ramazan el-Buti ile sıkı bir selefiyeci olan çağdaşı Nasıruddin Albani arasında geçen bir münakaşayı aklıma getiriverdi.İsterseniz bu anekdot hem yazımızın sonu ,hemde Selefiyye ekolün ,anlıyışını yansıtan kısa bir özet olsun.
Muhammed Sultan el-Ma'sûmî el-Hocendî'ye aid “Müslüman Bir Kimse Dört Mezhepten Muayyen Birini Taklid Etmek Zorunda mıdır?”adlı risaliyeye karşı -Mezhepsizlik en büyük bidattır- adlı risaliyeyi yazan El-Buti ile 3 saatlik bir görüşme yapan Albani, Ramazan el-Buti’nin hiçbir edep dışı söz kullanmadan (ilmi edebin gerektirdiği şekilde) yazılan risaliyesindeki “el-Hocendiye” yönelttiği eleştirelerini beğenmemiş olacak ki;
Albani ,kendisi gibi selefiyye ekolünden olan el-Hocendî’nin bazı sıkıntılı sözlerini tevil yoluyla yumuşatıp,hatasıda olsa fazla dillendirmeden ,ölü’nün arkasından hayırla konuşmak gerektirdiği tarzında şu konuşmayı yapar;
- "Bu adam aslen Buharalı olup ana dili Arapça değildir. Herhangi bir şeyi Araplar gibi ifade edemez. Sonra adam Allah'ın rahmetine kavuşmuştur. Bize düşen, bir Müslüman olarak onun sözlerini uygun şekilde yorumlamak ve hakkında mümkün oldukça hüsnü zan beslemektir!.."
ve üstad Ramazan el-Buti taşı gediğine koyar;
-"Benim kanaatime göre eğer siz, el-Hocendî'nin sözleri üzerinde yaptığınız tevillerin dörtte birini Şeyh Muhyiddin b. Arabî (ve) benzerlerinin sözleri üzerinde yapmaya (yanaşsa ve) razı olsaydınız, onları asla tekfir etmez ve fâsıklıkla itham etmezdiniz"...(28)
Hülasa Kitabın Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı ismini hak etmediği ortadır .Bir kez daha anlaşılıyor ki İnsanların Kendilerini ehli sünnet tanıtmalarıyla ehli sünnet olunmuyor.Bizm eleştirilerimiz 10'da bir bile değildir .Yoksa kitap ta daha fazla çelişkiler vardır,kitaptaki yönlendirmeler yanıltıcıdır.Selefin yolu en doğru yoldur tarzındaki sözler.bizim içinde gerekli ve müsellemdirr Ayrılığa düştüğümüz nokta ise;Seleften gelen yığınlarca rivayete rağmen Selefin tavrını farklı algılamamız kaldıki yukarıda gördüğümüz gibi kaynak verdikleri eserlerle bile ihtilafa düşmüşlerdir.Karşımızda müşebbihe fırkasının ve ehli sünnet ulemasının görüşlerini harmanlayan ,bu kaynaklardan kendine delil getiren bir ekolle karşı karşıyayız.Kitap boyunca muteber kaynaklardan yaptıkları aleylerine olan rivayetleri ,lehlerine çevirmek için sıkı bir uğraş içererine girme ve cevap verme telaşı çabalrında bu hal bariz bir şekilde gözlemlenmektedir .O rivayetlede ki ulemanın tenzih cümleleri nere de müellif ve mütercimin cümleleri nerede diye baktığımızda halef ulemasının selefin sukut ettiği anlamları zahirine alanlar çıktığını görünce Tenzih akidesini korumak adına arap dilinin mevzu bahis olan konudaki kelimelerin anlamlarında Allah'a yakışanı seçmeleri ve teşbih ve tecsim içeren zahir anlamlardan avamı korumalarını bu kitabı okuduktan sonra daha iyi anlamış olmaktayız .Ehli sünnet vel cemaati yığınlarca burhan ve beyanla muvaffak kılan Allah'a hamd olsun.
Kitabları terceme eden hocamızın diğer kitaplarında taklıt konusundaki nasihatlarını dikkate alıp , Hafız ibni Receb'in sözlerini kendi temennisi olarak dile getirdiği Ebu Mansur el-Bağdâdî'in el-fark Beynel fırak tercümesinin girişinde ,Ehl-i Sünnet’in Muhaliflere Cevabı kitabının önsözdeki şu cümleleri bize ayrıca bir cesaret kaynağı olmuştur;
'-Bu çalışma ,kusurlu birisinin ortaya koyduğu bir gayrettir.''Tetkik edecek şahıslar bunu dikkatle tetkik etsin ,alabildiğine bizi mazur görsün.Çünkü akıllı kişi başkasını mazur görebilendir.Allah ise kendi kitabından başkasını hatadan korumuş değildir.İnsaflı kişi başkasının bir çok doğruları karşılığında az sayıdaki hatalarını bağışlayabilendir''. -
Kendisinden kat kat fazla kusurlu bir ilim talebesinin yaptığı bu araştırmanında hatadan beri olacağı düşünülemez ,hocamızın alabildiğine bizi mazur göreceğini bütün kalbimle inanıyorum.Amacımız hüküm vermek değil bilgi alışverişi yapmaktı.Yanlış anlaşılırsak bu ifade eksikliğimizdendir.“Bismillah Rabbim! Ayağımın kaymasından, sapıklıktan, zulmetmekten ve zulme uğramaktan, cahillikten ve cahillikle itham olunmaktan Sana sığınırım.” (29)Allah bizi doğru yol ne ise ona yöneltsin-Selam ve dua ile..