Gönderen Konu: Teslimiyyet  (Okunma sayısı 5461 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Teslimiyyet
« : 31 Mayıs 2007, 01:23:14 »

Muhterem Müslümanlar!
   Bu haftaki hutbemizin mevzuu; teslimiyyet hakkında olacaktır.
   Emir ve re’ye itirazsız boyun eymek ve mutavaat göstermek  diye tarif edilen  teslimiyet, hakiki manada, tab’a ve maslahata münasip görülmeyen şey hakkında, itirazı terketmektir.  
   İmanın zirvesi; ihlas, tevekkül ve Allah (c.c)’ye teslim olmaktır.  Böyle bir imana sahip olan kişi de, -Allah’dan gayrı- kimseden, hiçbir şey beklemez ve yalnız Ona el açar.  Verdiği zaman, “mutlaka bir hikmeti vardır”, der. Darlık ve bolluğun onun kudret elinde olduğunu bilir. İşte böyle bir kimsenin ibadeti doğru, tevhidi hâlis olur.
   Şu dikkat edilmesi icabeden bir husustur ki, Cenab-ı Hakk’a teslim olmak, Ona karşı mütevekkil olmak, vazifeyi terketmek demek değildir. Çünkü tevekkül; tefvîzı vazife değil, tefvîzı emirdir.  Terki vazife gibi zu’metmek, tedbiri elden bırakıp, esbâba tevessülden kaçınmak doğru değildir. Zira Allah-ü Tealaya güvenmek farzsa, sebeplere sarılmak sünnettir.
Allah (C.C)’nün izzetine teslim-i nefs ederek, Halilullah makamına ermiş bulunan İbrahim (A.S) , İlâhî imtihan icabı, oğlunu kesmek ile emrolunmuştu. Hz. Allah’ın vermiş olduğu bu emre karşı baba ve oğlun göstermiş oldukları teslimiyeti, Mevlamız Kur’an-ı Keriminde, bizlere şöyle haber veriyor: “Artık o yanında koşmak çağına erince (babası): “Ey yavrucuğum. Ben rüyamda seni boğazlıyor görüyordum. Artık sen ne düşünürsün? (Oğul) dedi ki: “Ey babacığım! Sana verilen emir ne ise (onu) yap. İnşaAllah beni sabredenlerden bulacaksın”. Vaktâki bu suretle ikisi de (Allah’ın emrine) teslim oldular (İbrâhim) onu şakağı üzere yatırdı. Biz de ona şöyle nida ettik: “Ya İbrahim! Rüyana sadakat gösterdin. (sıdk ile yerine getirdin). Şüphesiz ki biz iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız”.
Peygamber Efendimiz, Allah’a teslim olma ve yalnız ondan yardım bekleme hususunda  şöyle buyurmuşlardır: “Bir kimse mahlûkattan alâkasını kesip, Allah’a sığınırsa, Allah bütün ihtiyacını karşılar ve ummadığı yerden rızkını verir. Allah kendini dünyaya veren kimseyi de, dünya ile başbaşa bırakır.  
İbrahim (A.S) İsmail (A.S) ile Hacer validemizi Mekke-i Mükerremede bırakıp Şam’a doğru dönmeye başladığı zaman, Hacer validemiz yetişip: “Ya İbrahim! Bu kuru ve çıplak yerde bizi kime bırakıp gidiyorsun”, dedi. İbrahim (A.S) cevap veremedi. Hacer validemiz tekrar: “Bunu sana Allah mı emretti”, diye sordu. “Evet”, cevabı gelince: “Öyle ise git. Allah bizi zayi’ etmez”, diyerek Allah’ın emrine hiç tereddütsüz razı olarak, kıyamete kadar gelecek müslümanlara nümune olacak bir teslimiyet gösterdi.
Kişi kendisi için neyin hayırlı, neyin hayırsız olduğunu tesbit edemez. Yapılacak en doğru hareket; Mevlamızdan, bizim için en hayırlı olanı isteyerek, ona teslim olmaktır. Nitekim Evliyaullahtan bazısı şöyle buyurmuştur: “Allah, seni bir şeyde muhayyer bırakırsa, sakın sen tercih yapma! Kendi tercihinden kaçıp, onun tercihine sığın. Çünkü sen işlerin akıbetlerini bilemezsin
   Muhterem Müslümanlar!
   Hutbemizin başında da dile getirdiğimiz gibi, hakiki teslimiyet; kişinin zararına imiş gibi görünen ve kendisine hoş gelmeyen bir hadise esnâsında, bunu, Rabbisinin kendisi hakkında takdir buyurduğu bir imtihan olarak telakki ederek, ona razı olmak ile olur.
   Nitekim İmam-ı Rabbanî hazretleri bu hususta şöyle buyurur: İnsana gelen her mihnet ve elem, Allahü tealanın takdiri ve dilemesiyle olduğundan, razı olmaktan gayrı çare ve başka bir yol yoktur.  
İbn-i Mes’ud R.A ise: Allah’ın hüküm verdiği bir iş için, “Keşke öyle olmasaydı da şöyle olsaydı” demekten; ateşi ağızda söndürmek, daha hafiftir. , buyurmuştur.
Unutulmamalıdır ki Allah (c.c) zulümden münezzehtir. Nitekim ayeti kerimede: “Şüphesiz Allahü Teala insanlara hiçbir şeyle zulmetmez. Fakat insanlar (Allahü Tealanın gazabına sebep olan günahları işlemekle) kendi nefislerine zulmederler.
Ancak şu da bir hakikattir ki; dünyada, İlahî kanun icabı, müstahak olana da, olmayana da cezadan isabet edebilir. Bu hususta Peygamber Efendimiz: Allahü Teala bir kavme azap indirince içlerinde bulunan (iyi ve kötü) herkese ondan isabet eder. Sonra (kıyamet gününde) herkes kendi amellerine göre baas olunur.
Halböyle olunca, müslümanın hiçbir şeyden emin olması doğru değildir. Nitekim Mevlamız: “O memleketlerin halkı, kendileri geceleyin uyurlarken, azabımızın onlara gelip çatmasından (korkmayıp) emin mi oldu(lar)?, buyurmaktadır. Bu sebeple Allah dostları şöyle iltica etmişlerdir: “Allahım! Senin gadabından, rızana; azabından, affına ve senden sana sığınırım Ya Rab.
Allah dostlarından bir zad Haçlı Ordularının müslümanlara ve İslam alemine yapmış oldukları zulumleri görünce dayanamayıp: “Allah’ım gadabın nerede!” diye ilticada bulunmuş. Gece rüyasında bir kitap görmüş. Sayfaları boş. Sayfalarını çevirirken sadece şu mısraların yazılı olduğunu farketmiş:

İtirazı terket. İş senin işin değil
Hüküm, feleklerin hareketinde de değil.

Allah niye böyle yaptı deme.
Engin denize dalan helak olur.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik