Gönderen Konu: Zikir ve Maneviyat  (Okunma sayısı 7077 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Zikir ve Maneviyat
« : 31 Aralık 2007, 01:04:14 »

 ZİKR
 

ــ عن أبى هريرة رَضِى اللّهُ عَنْهُ قال: ]قال رسولُ اللّه : إنَّ للّهِ مََئِكَةً يَطُوفُونَ في الطُّرُقِ يَلْتَمِسُونَ أهْلَ الذِّكْرِ. فَإذَا وَجَدُوا قَوْماً يَذْكُرُونَ اللّهَ تَعالى تَنَادَوْا: هَلُمُّوا إلى حَاجَتِكُمْ فَيَحُفُّونَهُمْ بِأجْنِحَتِهِمْ إلى سَمَاءِ الدُّنْيَا فَيَسْأَلُهُمْ رَبُّهُمْ، وَهُوَ أعْلَمُ بِهِمْ: مَا يَقُولُ عِبَادِى؟ فَيَقُولُونَ: يُسَبِّحُونَكَ، وَيُكَبِّرُونَكَ، وَيَحْمَدُونَكَ، وَيُمَجِّدُونَكَ. قال فيقولُ: هَل رأوْنِى؟ فيقولونَ: َ. فيقولُ: كَيْفَ لو رأوْنِِى؟ فيقولُونَ: لو رأوْكَ كانوا أشدَّ لَكَ عِبادةً وَأشَدَّ لَكَ تَمْجِيداً وَأكْثَرَ لَكَ تَسْبِيحاً. قال فيقولُ: فَمَا يَسْألُونَ؟ فَيَقُولُنَ: يَسْألُونَكَ الجَنَّةَ. فيقولُ: هَلْ رَأوْهَا؟ فيقولُونَ: َ يارَبِّ. فيقولُ: كَيْفَ لَوْ رَأوْهَا؟ فيقولُونَ: لَوْ رَأوْهَا كَانُوا أشَدَّ عَلَيْهَا حِرْصاً وَأشَدَّ لَهَا طَلَباً وَأعْظَم فِيهَا رَغْبَةً. قال: فَمِمَّ يَتَعَوَّذُونَ؟ فيقولُونَ: يَتَعَوَّذُونَ مِنَ النَّار. فيقولُ: هَلْ رَأوْهَا؟ فيقولُونَ: َ يَا رَبِّ. فيقولُ: كَيْفَ لَوْ رَأوْهَا؟ فيقُولُون: لَوْ رَأوْهَا كَانُوا أشَدَّ مِنْهَا فِرَاراً وَأشَدَّ لَهَا مَخَافَةً. قالَ فيقولُ: أُشْهِدُكُمْ أَنِّى قد غفرتُ لهم. قال: فيقولُ مَلَكٌ منهمْ فيهمْ فنٌ عَبْدٌ خطَّاءٌ لَيْسَ مِنْهُمْ إنَّمَا مَرَّ لِحَاجَةٍ فَجَلَسَ، فيقولُ: وله قد غفرتُ، هُمُ الْقَوْمُ َ يَشْقَى بِهِمْ جَلِيسُهُمْ[. أخرجه الشيخان والترمذي .

 

  Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah'ın, yollarda dolaşıp zikredenleri araştıran melekleri vardır. Allahu Teâlâ'yı zikreden bir cemaate rastlarlarsa, birbirlerini "Aradığınıza gelin!" diye çağırırlar. (Hepsi gelip) onları kanatlarıyla kuşatarak dünya semasına kadar arayı doldururlar. Allah, -onları en iyi bilen olduğu halde- meleklere sorar:

"Kullarım ne diyorlar?"

"Seni tesbih ediyorlar, sana tekbir okuyorlar, sana tahmid okuyorlar. Sana ta'zim (temcîd) ediyorlar" derler. Rabb Teâlâ sormaya devam eder:

"Onlar beni gördüler mi?"

"Hayır!" derler.

"Ya görselerdi ne yaparlardı?"

"Eğer seni görselerdi ibâdette çok daha ileri giderler; çok daha fazla ta'zim, çok daha fazla tesbihde bulunurlardı" derler. Allah tekrar sorar:

"Onlar ne istiyorlar?"

"Senden, derler, cennet istiyorlar."

"Cenneti gördüler mi?" der.

"Hayır ey Rabbimiz!" derler.

"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.

"Eğer görselerdi, derler, cennet için daha çok hırs gösterirler, onu daha ısrarla isterler, ona daha çok rağbet gösterirlerdi." Allah Teâla sormaya devam eder:

"Neden istiâze ediyorlar?"

"Cehennemden istiâze ediyorlar" derler.

"Onu gördüler mi?" der.

"Hayır Rabbimiz, görmediler!" derler.

"Ya görselerdi ne yaparlardı?" der.

"Eğer cehennemi görselerdi ondan daha şiddetli kaçarlar, daha şiddetli korkarlardı" derler. Bunun üzerini Rabb Teâla şunu söyler:

"Sizi şâhid kılıyorum, onları affettim!"

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) sözüne devamla şunu anlattı: "Onlardan bir melek der ki: "Bunların arasında falanca günahkâr kul dahi var. Bu onlardan değil. O başka bir maksadla uğramıştı, oturuverdi." Allah Teâla: "Onu da affettim, onlar öyle bir cemaat ki onlarla oturanlar da onlar sayesinde bedbaht olmazlar" buyurur."
[Buhârî, Daavât 66, Müslim, Zikr 25, (2689); Tirmizî, Daavât 140, (3595).][1]

 


« Son Düzenleme: 20 Mayıs 2008, 00:17:42 Gönderen: isra »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Zikir ve Maneviyyat
« Yanıtla #1 : 31 Aralık 2007, 01:11:50 »
Muhterem Mü’minler!
Hutbemiz, Mâneviyyâtın lüzum ve ehemmiyeti hakkındadır.
   Cenâb-ı Hakk her şeyi bir vesîle ile halketmiştir. Alem sebepler âlemidir. Allâh(cc)’ın âdet-i ilâhîsi odur ki, çocuğun dünyaya gelmesinde anne ve babayı vesîle kıldığı gibi, kendi başına büyüyen bir ağacın lezzetli, güzel meyve vermesine de aşılı olmasını vesîle kılmıştır. İşte bunun gibi insanı Feyz-i Muhammedle alâkadar kılarak, küdûrât-ı nefsâniyeden temizleyecek, Ahlâk-ı Muhammedî ile süsleyecek ve Feyz-i Muhammedle alâkadar kılacak bir vasıtaya da ihtiyaç vardır.
   Allâh-ü Zülcelal’in Kelâm-ı Hakîminde müminlere olan hıtâbı dâima “vellezîne amenû ve amilüssâlihati” sûretinde nâzil olmuştur. Yâni; “Allâh’a ve Resûlüne îman edenler ve sâlih amel işleyenler” demektir. Burada anlaşıldığı üzere imandan sonra sâlih amelin ehemmiyetine işaret edilmiştir. Amellere ve ibâdetlere güzellik veren, onları sâlih amel vasfına sokan şey ise kalbteki feyzi ilâhîdir. Bu feyz-i ilâhîyi kalbe indirmek te bir vesile ve vasıta ile mümkündür. Hidroelektrik santralinden, evlerimize gelen elektriğe nasıl ki trafolar vasıta oluyorlarsa, Mevlâmızın nûru ve feyzi de kullarına bir takım vasıtalarla, manevi trafolarla vâsıl oluyor. Bu da hiç şübhesiz yine Mevlâmızın murâdı ve takdîri iledir. Nitekim Cenâb-ı Hakk okuduğum ayet-i kerîmesinde: “Ey îman edenler! Allah’tan korkun. O’na (yaklaşmaya) vesîle arayın ve onun yolunda (nefsinizle) cihad edin. Tâ ki murâdınıza eresiniz.” buyuruyor.
İslâm alimlerinden bir çokları zâhiri ilimler ile kuvvet kazandıktan sonra, bâtınî ilimler ile de meşgul olmuşlardır. Allah dostlarının sohbet ve hizmetlerinde bulunarak, gizli ilim deryasından damla damla içmeye gayret göstermişlerdir. “Bir vâcibin ancak kendisiyle tamam olduğu şey de vâciptir” düsturuyla, amellerini ve ibâdetlerini, hem kalıp ve hem de rûhuyla berâber edâ etmeye çalışmışlardır.
   Şimdi bu âlimlerden sadece bir tânesini, mevzûya misâl olması bakımından kısaca arz etmeye çalışacağım.
Bu Zatın Esas ismi Nûman’dır. Fakat ulema Ona “İmâm-ı Azam” yani “büyük imam” ismini layık görmüş ve bütün eserlerinde bu ismi kullanmışlardır. Künyesi Ebu hanîfedir. Babasının adı ise Sâbit’tir. Bir müddet ticaret ile mesgul olduktan sonra Kûfe ve Basra’da ilim tahsiline başlamış, ulûmun en mühimmi olan İlm-i Tevhîd ile meşgul olmuştur. Daha sonra da Sahâbe-i Kiram (R.Anhüm) hazerâtının Şer’î ilimler ile meşgûl olduklarını düşünerek bütün vakitlerini Şer’î ilimleri elde etmeye sarf etmiştir. 22 yaşlarında, zamanın en büyük fıkıh alimlerinden olan Şeyh Hammad Hazretlerinin meclisine 10 veya 18 sene kadar devam etmiş ve şer’i ilimlerde çok büyük dereceler elde etmiştir.
İmâm-ı Azam(rh) hazretleri geceleri hiç uyumaz ve dâima namaz kılardı. Kırk sene yatsı abdesti ile sabah namazını kıldığı meşhurdur. Her gün bir Kur’an-ı kerim hatmi yapar, Ramazân-ı Şerîf ve bayramlarda günde ikişer Kur’ân-ı Kerîm hatmi yapardı.  Ömrü müddetince Kur’ân-ı Kerîm’i yetmiş bin defa hatmettiği rivayet edilir. Bir gece Kâ’be-i Muazzamanın içinde Kur’ân-ı Kerîmi iki rek’at namazda hatim ettiği mervidir. Ömrünü talebe okutmak ile geçirip, onların her türlü ihtiyaçlarını bizzat kendi karşıladı. İlim meclislerinde sabahlara kadar Cenâb-ı Hakk’ın âyetlerinde tefekkürde bulunurdu. Haramdan hatta şübheli şeylerden o kadar uzak dururdu ki bir defasında muhitindeki koyunlardan bir kısmının kaybolduğunu duyunca tam yedi sene koyun eti yememiştir. Servetinin tamamını Allah yolunda sarfetmiştir.......
   İşte yukarıda da îzah etmeye çalıştığımız şekliyle, ömrünü Allâh(cc)’ın dînini yaşayarak ve ilim tahsil ederek geçiren o büyük imam, hayatının son iki senesinde üstazı Câfer-i Sâdık(ks) Hazretlerine intisab etmiş ve bu vesîle ile Allâh’ın feyzini ve nûrunu kalbine akıtmıştır. Feyz-i Muhammedle alâkadar olduktan sonra o büyük imam o ana kadar yaptığı hertürlü ibâdeti, dinî hizmetleri, hayr ü hasenâtı, okuduğu ilimleri eksik görerek, yani sırf onlarla ruhen tatmin olamadığını itiraf ederek, adeta o zamana kadar geçen ömrünün tamamını boşa geçmiş bir ömür kabul edercesine, vefâtına yakın bir zamanda, manevî bir cezbe ile şu meşhur sözünü söylemiştir: “...” Yani; “Üstâzıma intisab ettiğim, Allâh(cc)’ın feyzi ve nûru ile alâkadar olduğum, manevî terbiye aldığım, manevî bir şemsiye altına sığındığım şu son iki sene olmasaydı, Nûman helâk olmuştu” demektir. Ve İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe Hz. 70 yaşındayken vefat etmiştir.
   Muhterem Mü’minler!
   İdrak ve şuur sâhibi her mü’min, yukarıda izah etmeye çalıştığımız hususlar müvâcehesinde alabileceği dersi almalıdır. Nefsini terbiye edebilmenin yollarını aramalı ve bu suretle nefsinin ve nefsin zebunu olmuş insanların ve cemiyetlerin kötülüklerinden emin olmaya çalışmalıdır. Hz. Üstazımız(ks.) ilim ve maneviyyat yolunu kasdederek; “bu yolda yürümek, bu yola yardım etmek, ism-i azam okumak gibi her murada nail eder” buyurmuşlardır. İşte bu nimete sahib olanlar, sahib oldukları nimetin kadr ü kıymetini bilmeli, vazifelerine daha sıkı sarılmalı, o nimeti son nefese kadar son nefeste dahil muhafaza etmenin yollarını aramalıdır. Nefs-i Emmare karşısında, dini ve manevi nimetleri muhafaza etmenin nekadar zor bir şey olduğunu daha iyi bilen Evliyaullah daima: “Cenab-ı Hakk son nefese kadar, son nefeste dahil, imanda, hidayette, feyzinde, nurunda ve Allah yolunda hizmette daim etsin” şeklinde dua buyurmuşlardır. Zira bir nimeti muhafaza etmek onu elde etmekten daha zordur. Bunda muvaffak olmak ta, başta Mevlamızın lütfu, Pîranımızın himmet ve teveccühleriyle, Merkez-i Muhammedî’ye kayıtsız şartsız bağlılık ve itaat ile ve bu bağlılık ve itaatin icabını ihlâs ve samîmiyetle yerine getirmekle mümkün olur.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik