Gönderen Konu: Veladet  (Okunma sayısı 10734 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Veladet
« : 19 Nisan 2006, 00:29:53 »

Kutlu Doğum, kâinatın baharıdır
Tarih : 18.04.2006
 
 
Rabbimizin, Mukaddes Kitabımızla gelen ilk emri Oku! olmuştur. Oku! ama, tabiî ki Önüne ne gelirse, eline ne geçerse oku demek değil. Bu emrin verildiği âyetin peşinden, ikinci âyet izah getiriyor: Yaratan Rabbinin ismiyle oku.
Onun içindir ki; ilimlerini doğrudan Peygamberimiz (sav)den alan nice âlimler çıktı. Bu ilim ondan ona aktarıla aktarıla devam etti ve bir ilim medeniyeti teşekkül etti. Bu bakımdan, İslâm tarihi aynı zamanda bir ilim tarihidir. İslâm'a sarılanlar, gayretleri nisbetinde cahillikten uzak kalmışlardır. Bu din cahiliye devrini yıkmıştır; çünkü cahilliğin düşmanıdır.
İslâm'da, Bir âlimin ölümü, âlemin ölümügibi kabul edilir. Bir âlimin yetişmesi de, âlemin bahar açması gibidir. Her bir âlimle, dünyada yeni baharlar açılmış demektir...
Âlimlerin dünyaya tesiri böyle. Ya âlemlere rahmet olarak gönderilen Gül Peygamberin dünyaya gelişi... Onun gelişiyle kâinat nurla dolmuş, bütün kâinatta bahar açmıştı...
Bu sözlerimizle biz Onu layıkıyla övmüş olamayız. Şu kadar var ki, Ondan bahsetmekle sadece kendi sözümüzü süslemiş oluruz.
Onu Rabbimiz övüyor; Ona itaat etmenin kendisine itaat etmek olduğunu bildiriyor. Ebedi felaketten kurtulup ebedi saadete ermemiz için, Onun her emrine uymamızı, yasakladığı her şeyden kaçınmamızı emrediyor. Bize, insan numûnesi olarak Onu gösteriyor. Yapılan ibadetlerin boşa gitmemesi için, Onun yanında yüksek sesle konuşulmasını bile yasaklıyor. Hz. Allah, Ona, Seni âlemlere rahmet olarak gönderdim buyurarak, başka hiçbir kula, hiçbir peygambere nasip olmayan makamı veriyor.
Ona ahirette de en üstün makam, Makam-ı Mahmud verilecektir.
Rabbimiz, Mukaddes Kitabımızda Muhammedün Resûlullah/Muhammed Allahın Resûlüdür buyurarak, Onun ismini kendi ismiyle beraber ve ikinci isim olarak zikrediyor.
Evet... Bir Yaratan var, bir de yaratılanlar... Rabbimiz, kâinatın Yaratıcısı olarak birincidir, birdir, tektir, Rab'dir. Yaratılanların en üstünü ise Peygamberimiz (sav)dir; ikincidir, kuldur.
İkincilik, Peygamberimizin bütün hayatında vardır. Pazartesi'ye Arapça'da "Yevmül isneyn" denilir, ki ikinci gün demektir. Peygamberimizin hayatında Pazartesinin önemli bir yeri vardır. Ahmed ibni Hanbel Hazretleri, İbni Abbas (ra)'dan şu rivayeti veriyor:
Peygamberimiz Pazartesi günü doğdu. Pazartesi günü Peygamber oldu. Pazartesi günü vefat etti. Mekkeden Medineye hicret için Pazartesi günü çıktı. Medineye Pazartesi günü geldi. Hacer-i Esvedi Pazartesi günü kaldırdı.
Adem Aleyhisselamdan Peygamberimize kadar gelen onbinlerce peygamberin de ümmetleri olmuştur. Peygamberlerin en üstünü olduğu gibi, ümmetlerin en üstünü de vardır. Kuranın ifadesine göre, Peygamberimizin ümmeti "En hayırlı ümmet"tir. Bu hayırlılık, o mübarek Peygambere bağlılıktan ileri gelmektedir.
İslâm âlimleri, Hz. Resûlullahın üstünlükleri hakkında çok eserler kaleme almışlardır. İmam Suyûtinin Hasais-i Kübrası ve Kadı İyazın ruhlara şifa veren ve Şifa-i Şerif diye anılan Eş-Şifa fi Tarifi Hukukil Mustafası bunlardandır.
Kalbi hasta olanların, Sevgili Peygamberimizin üstünlüğü dile getirildiğinde dudak bükmeleri normaldir ve öyle yapmaktadırlar. Bu kimseler, Peygamberimizin üstünlüğünü sadece reddetmekle kalmayıp, Onu diğer insanlarla bir seviyede gösteriyor ve "...ümmetin her ferdi de bir peygamber gibidir" diyebiliyorlar. Bu kimseler, "Kurtubi Tefsiri, Bakara 253üncü âyetin tefsirinde, Hz. Peygamber diğer peygamberlerden üstündür demeye dahi cevaz vermemektedir" yalanını söylemekten de geri kalmıyorlar. Allahtan korksunlar.
Değerli okuyucular! Sevgili Peygamberimizin doğduğu Rebiülevvel ayındayız. Bu ayda Peygamberimize salevât okumaya daha fazla ağırlık vermeli, sevgisinin iyice yerleşmesi için çoluk çocuğumuza Ondan daha çok bahsetmeli ve Peygamberimizin hayatından bahseden kitaplar okumalı ve okutmalıyız. Rabbim, bizi ve neslimizi Onun yolundan ayırmasın. Âmin...
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Veladet
« Yanıtla #1 : 28 Nisan 2006, 12:20:38 »
Allah'IN EN SEVGİLİ KULU HZ.MUHAMMED (S.A.V.)

Muhterem Müslümanlar!

Cenabı Hak, varlığını ve birliğini insanlara duyurmak için zaman zaman peygamberler göndermiştir. Bu peygamberlerin içerisinde Hz. Muhammed (s.a.v.)'in müstesna bir yeri vardır. Bütün Nebiler ve Rasûller O'nu müjdelediler. Bütün semavi kitaplar ondan söz ettiler. Yani bütün nebiler O'nun teşrifatçıları, inen kitaplar da 0'nun nübüvvetinin birer şahitleridirler. O imansızlığın, ahlaksızlığın, zulmün ve cehaletin insanlığı kapladığı bir zamanda, bir hidayet meş'alesi olarak geldi. Peygamberlik kapısı onunla kapandı ve mühürlendi. O insanlığın da, peygamberliğin de zirvesindedir. Hiçbir kalem onu tasvir, hiçbir beyan onu tavsif edemez. Yine O'nu isim olarak taşıdığı mübarek "Muhammed" kelimesi tavsif etmektedir. Bizzat Allah 0'nu övmüş ve yaratmıştır. O "habib" yani sevgili makamındadır.

Muhterem Müslümanlar!

Allah (c.c.) Hz. Muhammed (s.a.v.) ile bilinir ve 0'nun tarif ettiği yoldan gidilme şartıyla bulunur. Yani Allah'a giden yol, Hz. Muhammed (s.a.v.)'den geçer. Zatı ulûhiyeti tasdikle başlayan kelime-i tevhid; risalet-î Muhammediyeyi tasdikle son bulmaktadır. Bu demektir {s.a.v.)' siz tevfik olmaz, Muhammed (s.a.v.)' siz muhabbet olmaz. Nitekim Kur'an-ı Kerimde şöyle buyurulmaktadır: "De ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki, Allah'ta sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın..."[1]

O, zahirde ümmi idi, okuma yazma bilmezdi. Gerçekte ise "Ümmü'l Kitap"tı. İlimler deryası idi. Zaten O'na kim hocalık yapabiecekti! Kim O'na neyi ne ile öğretecekti! evet mevcut mahlukun hiçbiri ona hocalık yapamazdl. Zira 0'nun üstadı bizzat "ezel ve ebed" sultanı olan Allah'tı. O bütün ilimleri kuşatmıştı, ilimler O'nu kuşatamazdı.

O diğer Peygamberler gibi bir kavmin, bir milletin değil, topyekün insanlığın peygamberidir. Cihan mürşididir. Zaman-ı saadetinden dünyanın sonuna kadar olan devir, "devr-i Muhammedi" dir.

Mü'mini de, kafiri de onun ümmetidir. O'nu kabul edenlere "ümmet-i icabe" etmeyenlere "ümmet-i davet" denilir. O'na "Abdullah'ın oğlu Muhammed" gözüyle bakanlar yıkıldılar, "Muhammed'ün Rasulullah" görenler bahtiyar oldular.

O'nun hayatı; edep, nezaket, iyilik, temizlik, sevgi, şevkat, merhamet, ihlas, samimiyet, vefa, doğruluk ve diğer faziletlerle dolu bir hayattır. Nitekim Allah (c.c.) O'nu beşeriyyete takdim ederken: "Şüphesiz sen büyük ahlak, büyük seciyye ve büyük fazilet üzerinesin."[2] buyurmaktadır. Evet o alemlere rahmet olarak geldi, sevgi ile baktı merhametle sine açtı, şefkat saçtı.

Muhterem Müslümanlar!

İki cihan güneşi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimizi bizzat Allah (c.c) sevmiş, ondan razı olmuş ve kendisini de razı edeceğini va'd buyurmuştur. Duha süresinin 5. Ayetinde: "Ey Rasulüm! Muhakkak Rabbin sana verecek ve sende razı olacaksın" buyurmuştur. Bu da ahirette kendisine makamı mahmud'un, yani şefaat makamının verileceğine işarettir. Bir hadis-i şerifte: "Rabbim bana 'razı oldun mu?' buyuruncaya kadar ben şefaat edeceğim" buyurmuştur. Bundan daha büyük, daha yüksek bir mertebe olur mu?

Muhterem Mü'minler !

Böyle bir peygambere ümmet olmak ne büyük bir bahtiyarlık ve ne büyük bir şereftir! İnsanoğlu gelişinde gidişinde, maddesinde manasında, edebinde erkanında O'na uymadıkça hüsrandadır, felakettedir. Beşeriyyetin ebedi huzur ve saadete kavuşması ancak O büyük insanı her zaman ve mekanda, her işte ve herhalde örnek almakla mümkündür. O bizim sebebi hidayetimizdir, halaskârımızdır. İslâm'ın hakikatını, hayatın ve mematın zevkini bize o öğretmiştir. Kalbimizin tek zineti O'nu hatırlama, dilimizin biricik virdi O'nu anmak olmalıdır. Onsuz nasıl yaşarız? Allah cümlemizi şefaatine mazhar buyursun.
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Eymen

  • Moderatör
  • araştırmacı
  • *****
  • İleti: 313
Ynt: Veladet
« Yanıtla #2 : 11 Mart 2008, 00:43:07 »
Amin.
Allah razi olsun.
Zaman bir kılıçtır; sen onu kesmezsen, o seni keser.

Çevrimdışı ankebut-57

  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 908
Ynt: Veladet
« Yanıtla #3 : 11 Mart 2008, 09:22:05 »
Âlimleri irfan sahib eden, üç harf ile beş noktadır.(عشقْ)
Mü'minleri duhûlü cennet eyleyen, beş harf ile üç noktadır. (ايمان)

www.ayasofya.org

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Veladet
« Yanıtla #4 : 11 Mart 2008, 12:03:05 »
استعيذ بالله بسم الله الرحمن الرحيم : وما ارسلناك الا رحمة للعالمين     
الحديث : انما انا رحمة مهداة


   
    PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN FAZİLETİ VE VELADETİ

   Kainat’ın yaratıldığı günden bu ana kadar tarih içerisindeki en müstesna  ve en kıymetli zamanlardan biri de hiç şüphe yok ki Miladi 571 yılı, Rebî’ul-evvel ayının 12. pazartesi gecesidir. Zira bu gecede Kainâttaki en müstesna ve en kıymetli insan olan Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz dünyayı şereflendirmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fazilet ve değerini   Cenab-ı Hakk bir çok ayet-i kerime ile beyan buyurmuştur.
   Enbiya Suresi’nin 107. ayet-i kerimesinde : “(Resulüm) Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik” buyurulmaktadır. Bu ayet-i celile şu şekilde tefsir olunmuştur: “Ey Resulüm, başka bir sebep için değil ancak bütün alemlere ve bil-hassa akıl sahiplerine merhamet ettiğimiz için; başka bir halde değil ancak alemlere rahmet olarak sana risalet verdik. Risaletin, umuma bir rahmet-i ilahiye ve sen umumi bir rahmetsin ki bütün akıl sahiplerine kurtuluş yolunu sen göstereceksin. İki cihanda saadet sebebi olan dini sen tebliğ edeceksin ve bütün alem bundan istifade edecektir. Artık vay o bedbahtların haline ki bu rahmetten kaçınırlar ve bu nuru görmezler.”  Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmaktadır: “Ben ancak hediye olunmuş bir rahmetim.”
   Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in yüksek şahsiyeti hakkında, Kalem Suresi 4. ayetinde “Ve sen elbette yüksek bir ahlak üzeresin” buyurulmaktadır. Hz. Aişe (r. Anha) Validemiz, kendisine Rasülullah (s.a.v.) Efendimiz’in ahlakından sorulunca soran zata hitaben : “Sen Kur’an okumuyor musun? O’nun ahlakı Kur’an idi”  buyurmuşlardır.
   İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni Hz, Mektûbât-ı Şerife’sinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in faziletinden ve meziyetlerinden bahsederken; “Ben, Hz. Muhammed (s.a.v.)’i sözlerimle medh etmeye kadir değilim. Ancak sözlerimi O’nunla süslemiş olurum” mealindeki beyti nakletmiş ve devamında hadis-i şeriflerden istifade ederek şöyle buyurmuşlardır: “Muhakkak ki Hz. Muhammed (s.a.v.) Allah-ü Tealâ’nın Rasulü ve Ademoğlu’nun efendisidir. Kıyamette insanların kendisine en çok tabi olacağı zat odur.  O önce ve sonra gelen insanların içinde Allah-ü Teala indinde en mükerrem şahıstır. Kabri ilk açılacak olan; ilk şefaatçi ve ilk şefaat izni verilecek olan; Cennet’in kapısını ilk çalacak olan ve Hz. Allah’ın kendisine kapıyı ilk açacağı kişi yine O’dur. Kıyamet günü Livâü’l-Hamd sancağını O taşıyacaktır.”
   
   Hz Üstazımız’ın ifadesi ile “Mahbub-i Mutlak-ı Hüdâ”  olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in fazilet ve meziyetlerini saymakla bitirmemiz ve kelimelerle ifade etmemiz elbette mümkün değildir. Bu derece mükemmel bir şahsiyet olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.), her hal-ü kârda ümmetini düşünür ve onlara dua ederdi. Ayeti Celile’de O’nun hakkında; “Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü’minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.”  buyurulması ve Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “Allah’ım ümmetimi muhafaza buyur, ümmetime merhamet eyle” diye ağlayıp yalvarması  O’nun ümmetine ne kadar düşkün olduğunun delilleridir.
   Muhterem Mü’minler,
   Bütün Peygamberler’in sonuncusu ve en üstünü olan böylesine müstesna bir peygambere ümmet olma ve O’na iman etme şerefini bize nasip eylediği için Cenab-ı Hakk’a ne kadar şükretsek azdır. Bu nimetin hakikatine ermek yani hakiki ümmet olabilmek için daima dua etmeli, bu hususta piranın himmet ve teveccühüne sığınarak, fırsatı ganimet bilmeliyiz. Fesadın yayıldığı şu zamanda Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Akidesine ve Sünnet-i Seniyye’ye canımızla, malımızla, bütün gücümüzle sarılmalı ve bu hususta da çok dua etmeliyiz.
   Bil-hassa yarın gece idrak edeceğimiz Mevlid Kandili’ni elimizden geldiği kadar ibadet-i taatla geçirmeye çalışmalıyız. Sadece bu gece değil her zaman çokça salavat-ı şerife okumalıyız. Salevat-ı Şerife’nin bereket ve faziletini anlatmakla bitirmemiz mümkün değildir. Şu hadis-i şerifler, salavat-ı şerife’nin faziletini anlamamıza yardımcı olacaktır: “ Kim bana bir defa salat-ü selam getirirse,  bu sebeple Allah-ü Teala ona on misli merhamet etsin”  ve “Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salat-ü selam getirenlerdir.”  Müslümanların ve hususiyle Feyz-i Muhammed’le alakadar  olanların salevat-ı şerifeyi hayatlarının ayrılmaz bir parçası haline getirmeleri ve bu hususta gayretli olmaları lazımdır. Ayrıca Mevlid Gecesi’nde Hatm-i Enbiya yapılması ve Tesbih Namazı kılınması da ehemmiyetle tavsiye olunmaktadır.


  Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, cild 5, sayfa 3375
  Hâkim, El-Müstedrek ale’s-Sahihayn, cild 1,sayfa 91, hadis 100
  Sahih-i Müslim, cild 1, sayfa 513, hadis 139
  Mektubât-ı Şerife, cild 1, sayfa 87, mektup 44
  Mektuplar Risalesi, sayfa 11
  Tevbe Suresi, ayet 128
  Sahih-i Müslim, İman 346
  Sahih-i Müslim, Salat 70 ve Ebû Dâvût, Vitir 26
  Sünen-i Tirmizî, Vitir 21



                              
« Son Düzenleme: 11 Mart 2008, 15:58:37 Gönderen: mystic »
  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı müteallim

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 4785
  • gizli mahzenlerde kalan tarihin yeni adresi
    • www.Libv- kamp-lintfort.de
Ynt: Veladet
« Yanıtla #5 : 11 Mart 2008, 12:07:46 »
Muhterem Mü’minler,
   Hutbemiz, Peygamber Efendimiz’in velâdeti hakkındadır.
   Peygamberlerin her hususta en üstün, en büyük olanı, şüphesiz Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa(sav)’dir. Peygamberimizden evvel gönderilen peygamberlerden çoğu, belli bir kavme gönderilmiş, Peygamber Efendimiz ise bütün insanlığa, bütün mahlûkâta yani onsekizbin âlemin tamamına rahmet olarak gönderilmiştir. O’nun insanlığa nasıl ve ne derece büyük bir rahmet olduğunu anlayabilmek için, dünyayı şereflendirmezden evvelki beşeriyyetin vaziyetine kısaca bir bakmak icab eder:
   Bilindiği gibi, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in teşrifinden evvel bütün dünyada her bakımdan kötülüklerin ve karışıklıkların hüküm sürdüğü bir fetret devri mevcuttu. O günün insanları her türlü bid’at ve sapıklık içindeydiler. İnsanlık, hak, hukuk, adâlet ve medeniyetten uzaklaşmıştı. Fuhuş ve eşkıyâlık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yürümüştü. Öyle ki, kimin kime gücü yetiyorsa o, diğerinin malına, canına kast ediyor, elinde nesi varsa alıyordu. Hatta bir kısım insanlar hurâfe ve bâtıl inançlarla hareket ederek kendi kız çocuklarını çukurlara diri diri gömerek öldürüyorlardı. İnsanlar  birbirlerine diş bileyen düşman gruplar halinde kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan davaları almış yürümüştü.
   İşte böyle bir devirde Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz Mekke-i Mükerreme’de, milâdın 571’inci senesi Rebîulevvel eyı’nın 12’nci gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler. Bu şerefli gece de pek çok harikulâde hadiseler cereyan etmiştir. Bunlardan sadece çok az bir kısmını peygamberimizin muhterem dedeleri Abdülmuttalib’in lisanından nakletmeye çalışalım. Buyuruyorlarki: “Muhammed(sav)’in doğduğunda Kâbe’de tavafta idim. Beyt-i şerifin bütün direk ve sütünlarıyla Makam-ı İbrahime doğru eğildiğini gördüm ve onun fasih bir şekilde tekbir ve tehlilini duydum. Sonra beyt doğruldu ve şöyle dedi: -Habibi Muhammed Mustafa hürmetine beni sair mekanlar üzerine faziletli kılan Allah’a hamdolsun.- Daha sonra Kâbe’nin bölümlerinin bazısı diğer bazısına Aleyhisselamın gelişini müjdeledi. Bu manzaraya şahid olunca safa kapısından çıktım ve Mustafanın evine yöneldim. Kâbe’nin üzerindeki putların baş aşağı düştüklerini gördüm. Amine’nin evini de kuşların ihâta ettiğini gördüm. Evin kapısını çaldım. Muhammed Aleyhisselâmın annesi çıktı. Kendisinde doğum rahatsızlığı yoktu. Titremeğe başladım dedimki: -Alnında taşıdığın nur nerede?- Şöyle cevap verdi: -Onu en güzel bir şekilde dünyaya getirdim.- Hafiftende bir ses işittim, şöyle diyordu: -Ey Amine, bu yavrunun adını Muhammed koy.- Bunu işitince dedim ki: Ey Amine, çocuk nerede? Küçük bir odayı işaret etti. Oraya yöneldim. Bir de ne göreyim; kapıda dehşetli, sağlam yapılı, iri yarı bir şahıs duruyor. Beni bir titreme aldı. O şahıs dedi ki: -Meleklerin ziyareti bitinceye kadar yanına girmen mümkün değil.”
   Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine nübüvvet ve risâlet verilmezden evvel bile, elinde bir çok hârikalar zuhur etmişti. “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” emr-i ilâhîsine tam manasıyla uyduğu için, hayatının her kademesinde sadâkat ve doğruluğun canlı bir nümûnesi olmuştur. Devrinde kimse kimseye itimad edemez ve güvenemezken, herkes O’na inanıyor, O’na itimad ediyor, ihtilafa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne râzı oluyorlardı. O’nu inkâr eden düşmanları bile, O’nun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyâdan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. Onda gördükleri eşsiz ahlak ve yüksek seciyeyi takdir eder, O’na “Muhammedü’l-Emîn” derlerdi. Rasûlüllah Efendimiz de bu husûsu şöyle beyan buyuruyorlar: “Beni Rabbım en güzel şekilde terbiye etti.”
   O yüce Peygamberimiz bütün mükevvenâtın var oluş sebebidir. Onun unsuru kevnî varlıkların en fazîletlisi, O’nun tertemiz rûhu bütün kudsî ruhların en üstünü, kabîlesi kabîlelerin en şereflisi, lisanı lisanların en güzeli, kitabı bütün ilahi kitabların en üstünü, doğumu da bütün zamanların en hayırlı doğumudur. Ravza-i Mutahherası  bütün mekanların en yücesidir. O insanlar için çok büyük bir hediye ve pek büyük bir rahmettir.
   İşte, âlemlere rahmet olan Efendimiz, cihanın böylesine zulmetle ve vahşetle dolu olduğu bir devirde Mevlâmızın ezelî takdîri netîcesinde kâinâtın imdadına yetişmiş, bâtıl inançları kaldırmış, îman ve İslâm nûru ile âlemi karanlıktan kurtarmış, insanlığa dünya ve âhiret saâdetinin anahtarlarını vererek, hakîki medeniyet yolunu göstermiştir. Nitekim ayet-i kerîmesinde Mevlâmız: “Andolsun, size, sizin içinizden bir Resûl gelmiştir ki sizin sıkıntıya uğramanız O’na çok güç ve ağır gelir. Üzerinize çok düşkündür. Mü’minleri cidden esirgeyicidir, bağışlayıcıdır” buyuruyor.
   Bugün İslâm tarihini tarafsız olarak tetkîk eden birçok müsteşrik dahi, Peygamberimizin yüksek mertebesini, güzel ahlâkını ve insanlık için gerçekten rahmet ve en büyük kurtarıcı olduğunu kabul edip, O’na hayranlık duymaktan kendilerini alamamışlardır. Bir müsteşrik şöyle söylüyor: “Hz. Muhammed (sav) riyâdan tamamen uzak olduğundan onu severim... Hz. Muhammed’i tartacak, beşerde bir terazi de yoktur. O, tartılamayacak kadar ağır ve büyüktür.”
   İnsaf sahibi gayr-i müslimler, Peygamberimize bu derece hayranlık duyar, alâka ve muhabbet gösterirse, O’nun ümmeti olanların, O zâta nasıl bir hürmet ve muhabbetle bağlanması icab ettiğini çok iyi düşünmek ve hatırdan çıkarmamak lâzımdır. Çünkü O’nun insanlığa tebliğ ettiği Yüce İslâm dîni ve sünnetleri kıyâmete kadar devam edecektir. Dünyevî ve uhrevî saadetin yolu da Dînimize tam bir teslimiyyet ve bağlılıktan geçer. Bunun aksi ise, bir insan için felâkettir.
   Muhterem Mü’minler!
   ..........................................................................bağlayan gece yani bu gece Rasûlüllah(sav) Efendimiz’in velâdetinin ..............’inci sene-i devriyesi, diğer bir tabirle mübârek ve muhterem Mevlîd Kandili’dir. Mü’minler olarak her birerimiz, birbirimizin kandilini tebrik etmeli, bu gecenin manevî zenginliğinden istifâde edebilmenin, hakkıyla ihyâ edebilmenin gayreti içersinde olmalı, bu sûretle de Mevlâmız’ın rızâ-i ilâhîsine, Rasûlüllah Efendimiz’in şefaat-i uzmâsına, Pîrânımızın himmet ve teveccühlerine mazhar olabilmek için gücümüzün yettiği nisbette ibâdât-ü taatle meşgul olmalıyız. Bu babdan olmak üzere bu gecede çokca salevât-ı şerîfe okunması, hatm-i enbiya yapılması ve bir tesbih namazı kılınması ehemmiyetle tavsiye olunmaktadır.


  Kuslar gibi ucmasini baliklar gibi yüzmesini ögrendik amma kardesce yasamasini ögrenemedik

Çevrimdışı Mücteba

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 9214
  • "En büyük keramet, istikâmet üzere olmaktır..."
Allah'a Rahmet Olan Tek Önder
« Yanıtla #6 : 11 Mayıs 2011, 18:29:32 »
Allah'a Rahmet Olan Tek Önder

Muhterem Müminler!

İnsanlık ufkuna çöken zulüm, nizamlarının bunaltıcı zincirlerini kırıp, cihan tarihinin en güçlü madde ve mânâ inkılabını yapan ve alemlere rahmet olarak gönderilen tek önder, tek örnek, hiç şüphesiz Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v) dir.

Beşeriyet sarayının şeref köşesinin işgal eden, en iyinin, en doğrunun ve en güzelin rehberi olan Yüce Peygamberimiz; miladi 571 senesinde ve Rebiul-evvel ayının 12. gecesinde sabaha karşı Mekke’de dünyaya teşrif etti.

Doğduğu zaman vücudu tertemiz, sünnetli, göbeği kesilmiş ve peygamberlik mührü sırtına vurulmuş olan şanlı önderimiz; doğumdan iki ay önce babası Hz. Abdullah’ı, altı yaşında ise annesi Hz. Amine’yi ve sekiz yaşında da dedesi Abdülmuttalib'i kaybetti.

Böylece, baba, anne ve dededen yetim kalan Peygamberimiz, amcası Ebu Talib’in himayesine girdi. Yirmibeş yaşında Hz. Hatice validemizle evlendi. Bu evlilikten altı çocuğu dünyaya geldi.

Kavmi tarafından "Muhammed-ül Emin (Güvenilir Muhammed)" diye vasıflandırılan Peygamberimiz (s.a.v) ‘e; insan aklının olgunluk çağı olan kırk yaşlarında ve Miladi 610 senesinde Peygamberlik verildi. Artık O, Allahımız’ın kendisine verdiği vazifeyi yapmaya, insanları İslam’a davet etmeye başlamıştı. Bu yolda birçok eziyet, işkence ve alaylarla karşılaştı. Bazen taşlanır, bazen tehdit edilir, bazen  kapısının önüne pislik yığılır ve bazen de geçeceği yollara dikenli çalılar atılırdı. Ama O, bütün bunlara rağmen vazifesine sabırla devam etti. Nihayet Miladi 622 sensinde Mekke’den Medine’ye hicret etti. Allah’ın son elçisi vazifesine yılmadan orada da devam etti. Artık Kur’an-ı Kerim’in nüzülü tamamlanmış, İslam’ın bütün hükümleri tebliğ edilmişti. Sene Miladi 632, Hicretin 11. Yılı Rebiulevvel ayı gelmişti ki, Ahiret hayatını dünya hayatına tercih eden Allah’ın Rasülü (s.a.v), mübarek ruhunu teslim etti.

Ne mutlu O’nun gerçek ümmeti olabilenlere!

Aziz Mü’minler!

Canlı ve cansız bütün aleme, Hakk’ın sesini duyuran Yüce Peygamberimiz, fani varlığı ile aramızda değildir. Fakat, tek örnek ve tek önder olarak her zaman yanımızdadır. Bir Müslüman için, O’ndan başka önder ve örnek düşünülemez. Bunun içindir ki, Yüce Mevlamız Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur:

"Andolsun ki, Rasülullah’da sizin için, Allah’ı ve ahiret gününü arzulayanlar ve Allah’ı zikredenler için güzel bir örnek vardır."

Evet, bir müslümanın cemiyet içindeki durumu, makam ve rütbesi ne olursa olsun, ister baba veya anne, ister zengin veya fakir, ister tüccar veya san’atkar, ister din adamı veya öğretmen, ister hakim veya doktor, ister mühendis veya idareci, ister komutan veya profesör olsun, örneği ve önderi Yüce Allahımız’ın : “Alemlere rahmet ve bütün insanlığa Peygamber” olarak gönderdiğini beyan ettiği Allah Rasülü (s.a.v) olmalıdır.

Mukaddes kitabımız Kur’an-ı Kerim’de ki, bu Rabbani beyanlar şöyledir.

“(Habibim), Biz seni ancak, bir müjdeci, bir korkutucu(ve) bütün insanlara peygamber olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”

Muhterem Mü’minler!

Dünyayı İman ve Kur’an nuruyla aydınlatan insanın insana kul, köle olmasının önleyen; insanı hürriyete adalete, eşitliğe, huzur ve saadete kavuşturan; yaratılmışların en yücesi olan Peygamberimiz (s.a.v) ‘in örnek ahlakına bir göz atarsak görürüz ki, cihanda en güzel ahlak ve fazilet hayatı yalnız ona aittir.

“Ben lanetçi olarak değil rahmet olarak gönderildim” buyuran Allah rasülü (s.a.v)’i yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de şöyle tasdik eder.

“Hiç şüphesiz büyük bir ahlak üzerindesin sen”

O, Allah’ın öyle bir rasülü ki; onun örnek ahlakı günler aylar seneler ve asırlar geçse de eskimeyecek ve bütün insanlara tek olarak ebediyyen yaşayacaktır.

O ki, hayatı baştan başa şefkat ve merhamet örneğidir. O bütün canlılara merhamet eder, insanların dertlerine hiç karşılık beklemeden koşardı. Yoksulların, dulların, boynu büküklerin gönlünü alırdı. Bir gün Hz. Ebubekir (r.a) ‘ın kızı Esma (r.anha) hazretlerine:

“Kesenin ağzını bağlama, senin rızkın da bağlanır.” buyurmuşlardır.

Yine bu şefkat ve merhamet sebebiyledir ki, çocukları çok sever, onları kucağına alır, rastladığında onlara selam verir, sevindirir ve bazen de onların  oyunlarına iştirak eder ve şöyle buyururlardı:

“Büyüklerimize saygı göstermeyen, küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir”

O ki, dost ve düşman herkesle iyi geçinir, kibir ve büyüklenmekten hoşlanmaz, kimseye kaba davranmazdı. Kendisne kötülük edenlere iyilikle karşılık verir, her çağırıldığı yere gider, kimsenin sözünü kesmez, kimsenin ayıbını yüzüne vurmaz, meclislerde nerede boş yer bulursa oraya oturur, gösterişten uzak sade bir hayat yaşardı. Böylece sözleri ve hareketleriyle insanlığa en güzel örnek olmuştur .