Gönderen Konu: Allah Yolunda Cihad Ve Dini İlimlerde Tefakkuh  (Okunma sayısı 3637 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ihvan

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 2399
Allah Yolunda Cihad Ve Dini İlimlerde Tefakkuh
« : 16 Aralık 2010, 14:19:42 »

Allah YOLUNDA CİHAD VE DÎNÎ İLİMLERDE TEFAKKUH
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak, cihâdı terk veya ondan geri kalanların durumunu ve acıklı sonlarını bize şöye haber vermektedir:

“Ey iman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda cihâda çıkın’ denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Âhiret (hayatına) dünya hayatını tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası, âhiretin yanında pek azdır. Eğer (gerektiğinde, size emrolunan bu cihâda) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek acıklı bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka (emirlerine itâat edecek) bir kavim getirir; siz (cihâda çıkmamakla) ona hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.”(1)

Unutmamak gerekir ki; Allah yolunda cihad, maldan-mülkten, candan-cânndan, eşten-dosttan, evlâd u iyâlden ayrılmak demek değildir. Aksine, fânilerin sonsuzluk sırrına erdiği; neticesinde, “cennet ve Cemâl-i İlâhî”nin bulunduğu kutlu, fakat zorlu bir yoldur.

Zaten Müslüman, İslâmî hüviyetini koruyabilmek, şahsiyetini muhâfaza edebilmek için, Allah yolunda bir takım sıkıntı ve meşakkatlere katlanmak zorundadır. O bakımdan cihad niyet ve arzusu, mü’minin kalbinde mutlaka yerini almalıdır. Resûlüllah (s.a.v.), “Cihâda iştirak etmeden veya cihad niyeti taşımadan ölen, bir çeşit nifak üzere ölmüştür”(2) buyururlar.

Bilindiği gibi İslâm’da Allah yolunda cihad bir farîzadır. Allah yolunda bir cihaddan, vaziyete göre, yine ancak Allah yolunda bir başka çeşit cihad ve hizmet için geri kalınabilir. Bunun dışında bir özür kabul edilmez. Cihaddan geri kalma hususu bir âyet-i celilede şöyle açıklanmıştır:

“Mü’minlerin topyekûn sefere çıkmaları doğru değildir. Onlardan her topluluktan bir grup dinde (dinî ilimlerde tefakkuh etmek) geniş bilgi elde etmek ve kavimleri (cihaddan) döndüklerinde, (onları Allâh’ın azâbı ile) korkutmak için geride kalmalıdır. Olur ki böylece (dikkatli davranıp yanlış hâl ve hareketlerden) kaçınırlar.”(3)

Bu âyet-i kerimeden anlaşıldığına göre, zâhirî savaş için bir milletin topyekûn cihâda çıkması doğru ve isabetli bir hareket olmaz. O bakımdan bir kısım insanlar cihâda çıkarken, diğer bir kısmının da ilmî faâliyetleri devam ettirmeleri gerekir. Kaldı ki bu hüküm, ilim tahsîlinin farz-ı kifâye olduğu vaziyete göredir. Çünkü o zaman, bir miktar âlim kâfidir.

Günümüze gelince...

Bugün düşman yani dinî cehâlet, evlerimize kadar hulûl etmiş; dolayısıyla bütün âile fertlerini ifsat etme, hak yoldan saptırma işi oldukça kolay hâle gelmiştir. Bu itibarla ilmî cihâdın zarûretini ve farz-ı ayn hâle gelişini anlamak, herhalde zor olmasa gerek...

Bilhassa dinî ilimlerde cemiyetin ihtiyacını karşılayacak seviyede ilim adamları yetiştirilmelidir ki, cemiyeti aydınlatıp, Allâh’ın emir ve yasaklarını onlara doğru-dürüst öğretsinler. Zira bir milletin ayakta kalabilmesi, hayatiyetini devam ettirebilmesi için din ve ilim adamlarının iman, ilim ve teknik bakımdan o cemiyeti beslemeleri ve desteklemeleri gerekir.

Bu sebeple, mecbur kalmadıkça yetişmiş elemanların, din ve ilim adamlarının zâhirî cihad alanına götürülmeleri doğru değildir. Çünkü bir millet için ilmî çalışma ve araştırma faâliyetleri de, hiçbir zaman terki câiz olmayan aslî cihâd cümlesindendir.

Bir millet, ilim ve teknik alanında geri kalmışsa, askerî alanda kuvvetli dahi olsa çabuk çöker. Ama ilim ve teknikte ileri gitmiş milletler, askerî alanda zayıf bile olsalar, noksanlarını çabuk telâfi edebilirler. Nitekim âyet-i kerimede de Cenâb-ı Hakk, maddî savaşın farz-ı ayn olduğu bir anda bile, topyekûn sefere çıkmak yerine, dinî ilimlerde tefakkuh gâyesiyle bir kısım ilim ehlinin geride kalmasının doğru olacağını beyan ediyor.

Bundan da anlaşılıyor ki; ilmî cihad, maddî kuvvetlerle yapılan cihaddan önde geliyor. O bakımdan, “i‘lâ-yı kelimetullah” gâyesine yönelik çalışmalara ve çalışanlara mâli imkân sağlamak da, aynen gâziyi techiz etmek gibidir, denilmiştir.

İman ve ihlâs sahibi her Müslüman, dünyaları aydınlatacak enerjiyi üretmeye hazır bir unsur gibi, “i‘lâ-yı kelimetullah” mefkûresini gerçekleştirmek potansiyeline sahip yegâne müsbet ve dinamik güçtür. Onun en bâriz vasfı; insanları aydınlatmak gâyesiyle çalışmak, bunun için de İslâm esaslarına tam bir teslimiyetin gerektiğine tereddütsüz inanmaktır. Zira din binâsının çatısı, kulluk gayretlerinin zirvesi demek olan Allah yolunda bedenî-ilmî-mâlî cihad, Müslüman’ın temel vazifeleri arasındadır.
***

Allah YOLUNDA YARIM GÜN YÜRÜMEK

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimizin mihmendârı, İstanbul’umuzun mânevî sultânı Ebû Eyyûbi’l-Ensârî (r.a.) hazretleri anlatıyor:

“Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu: ‘Allah yolunda bir sabah ya da bir akşam yürüyüşü, Güneş’in, üzerine doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.”(4)

Allah Teâlâ insanı ve cinni, yalnız kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Bu mükellefiyetlerine zemin olmak üzere de, dünya ve nimetlerini onların hizmet ve ihtiyacına âmâde kılmıştır.

İşte bu nimetlerden istifade süresi demek olan hayat ise, çok çeşitli faâliyetlerin yanında bedenî-ilmî-mâlî cihâda da sahne olmaktadır.

İnsan, muhtelif âmillerin tesiri ile hangi işinin en önemli, en kârlı veya en zararlı olduğunu her zaman doğru olarak tâyin edemez. Bu, inanan insanlar için de aynıdır; inandıkları ve yapmak istedikler işlerin, hakikaten hangisinin daha mühim olduğunu her zaman isâbetli olarak tesbit ve icrâ etmeleri mümkün olmayabilir.

Dünyada insanı, değer olarak kendine bağlayan bir çok şey vardır. Herkes ehemmiyet verdiği hususla daha sıkı, daha ciddî ve ısrarlı bir şekilde meşgul olmak ister. Yaptığı işin değeri mevzuunda kendi içinde belli bir kanaate sahip olmayan insan ise, işinde kâr etse bile huzursuzdur, memnun değildir. Başka işler ve mesleklere karşı daima açık bir ilgi içinde olmaktan kendini kurtaramaz.

Hadîs-i şerifte, Allah yolunda yani insanların İslâm’ın getirdiği hidâyetten nasibedâr olabilmeleri, iki cihan saâdetine kavuşabilmeleri maksadıyla yarım günlük bir hizmetin, “üzerine Güneş’in doğup battığı her şeyden”, bir başka rivâyette ise, “dünya ve dünyadakilerden” daha hayırlı olduğu açıklanmakta... Böylece Müslümanlar, bütün insanlığın saâdeti için, Allah yolunda hizmete teşvik edilmektedir.

Bir başka hadîs-i şerifte ise Resûlüllah Efendimiz, Hz. Ali’ye hitâben, “Senin vesîlenle bir kişinin hidâyete kavuşması, kırmızı develerden teşekkül eden sürülerin sahibi olmandan senin için daha hayırlıdır” buyuruyor.

Bu ve benzeri ifadeler, anlatılan meselenin kıymet ve ehemmiyetinden kinâyedir.

Ayrıca, mânevî meselelerin önemini anlatabilmek için, maddî değerler ile temsiller-tasvirler ve teşbihler yapmanın cevâzı yanında, bunun bir hizmete teşvik üslûbu olduğunu da göstermektedir.
KAYNAK
1) K. K., Tevbe sûresi, 9/38-39.
(2) Müslim, Sahîh, İmâre, 158.
(3) Kurân-ı Kerim, Tevbe sûresi, 9/122.
(4) Buhârî, Sahîh, Cihad, 7, 73.
 
ş.s.kardelen
« Son Düzenleme: 16 Aralık 2010, 15:18:06 Gönderen: Tuğra »