Gönderen Konu: Gıybet  (Okunma sayısı 5243 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı ruchanim

  • Yeni üye
  • *
  • İleti: 16
Gıybet
« : 30 Mayıs 2006, 03:32:29 »

Günümüzde gıybet o kadar çoğaldı ki, bunlar o pis kokuya alıştı, onun çirkinliğini hissedemez oldu.
Gıybet o kadar büyük bir suçtur ki aleyhinde konuşulan kimse gıybet yapanı 'bağışlamazsa o kimseyi Allah da affetmez.
Bu kadar büyük günah olan gıybet, bazı zaruretler sebebiyle mubah olur:
Zulme uğrayan kimsenin hakkını aramak için âmirlere ve adlî mercilere giderek zalimin halini anlatması; dinî bir mes'elede müftüye giderek, «Falan bana karşı şöyle davranıyor. Ben ona karşı nasıl hareket etmem gerekir?» demesi; bir kötülüğün önünü almak için, fenalığı yapan kimsenin hareketinin anlatılması; bid'at ehliyle düşüp kalkana nasihat ederek onun yaptıklarının dile getirilmesi; fışkını otaya koyan ve alenî olarak fenalık yapan kimsenin hâlinin anlatılması gibi şeyler, gıybetten sayılmamıştır .........

Çevrimdışı nursena

  • aktif okur
  • **
  • İleti: 106
Ynt: Gıybet
« Yanıtla #1 : 30 Mayıs 2006, 13:35:56 »
Gıybet  arkadan konuşma,çekişme  boş, gereksiz söz  diye bilinen  kötü bir haslettir.
    Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:  “Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?” “ Allah ve Resulü daha iyi bilirler” dediler. Buyurdular ki:
Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şeyle anmasıdır!”
 Bir adam dedi ki, “Ya benim söylediğim onda varsa, bu da mı gıybettir?”
“Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış oldun. Eğer söylediğin onda yoksa bir de bühtanda (iftirada) bulundun demektir.
Ey mukaddes Kitap, ey ezelî nûr,
Ey iklimi ziyâ, etrafı huzûr;‎
Son demde bir kere daha ne olur,‎
Ağar, ışık karanlığı boğarken.

Çevrimdışı antepli

  • araştırmacı
  • ***
  • İleti: 496
Ynt: Gıybet
« Yanıtla #2 : 20 Aralık 2006, 17:39:29 »
Kur'ân-ı Kerîm gıybeti, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetiyor.

Yüce Yaratıcı'nın bu ikazına rağmen, Müslümanlar bu büyük günaha ara
vermeden devam ediyorlar.

Gıybet, hakkında konuştuğumuz kişinin duyduğunda hoşlanmayacağı sözlerdir.

Başkalarını, yanımızda bulunmayanları, gıyaplarında çekiştirmektir.

Çoğu kişi söylenenler doğru olursa, gıybet sayılmayacağını sanıyor. Oysa
söylenen doğruysa, gıybettir.

Eğer söylenen doğru değilse, o zaman çifte günah imleniyor demektir. Çünkü
birine yapmadığı bir kötülük isnat edilirse, bu işin adı iftiradır.

Benim başıma sıkça gelmektedir. Gıybete başlayan birini ikaz ettiğim zaman,
çoğu defa feveran ediyor ve diyor ki:

-Yemin ederim anlattıklarım tamamen doğrudur. Gözlerimle gördüm!

İşte budur gıybet...

Doğru da olsa, anlattığın yerde bulunmayan kişinin duyunca hoşlanmayacağı
şeylerdir...

Beni bir dernek lokalinde sohbet için davet etmişlerdi. Sohbetin konusunu
gıybet olarak tespit etmiştik. Bir saatlik konuşmanın sonunda,
dinleyicilerimden nüktedan bir zat dedi ki:

-İyi de efendi, biz şimdi burada sabah akşam ne konuşacağız?

Bu arif kişi çok doğru söylüyordu.

Birçok sohbet mekânında, gerçekten gıybet yapılmasa, söz öylesine azalır
ki...

Bakıyorsunuz, kahvede, lokalde, çayhanede, ev toplantılarında hep gıybet
var.

Ya bir siyasînin, ya bir komşunun, ya bir sanatçının, ya bir akrabanın
gıybeti yapılıyor.

Yani Kur'ân'ın deyimiyle, ölmüşünün eti yeniliyor.

Oysa bu türlü konuşmaların hiçbir faydası yoktur.

Üstelik insanın içini karartır, ümitsizleştirir ve toplumdaki güven
duygularını yok eder.

Hem zaman israf edilmiş, hem de durduk yere günaha girilmiş olur...

Gıybet, yapanın içini karartır, kendine olan saygısını kaybettirir.
Hep başkalarıyla uğraşan, kendisinin değersizliğini kabul ediyor demektir.

Bahsedeceği şeyi bilmeyen, kültürsüz, fikirsiz insan hep konuşur. En kolay
sohbet mevzuu olan gıybete kayar.

Çünkü kendi değerleriyle kendini kabul ettiremeyenler, başkalarının
eksikliklerini söyleyerek bir varlık göstermek isterler. Ötekini batırarak
kendini yüceltmeyse şerefli insanlara yakışmayan kötü bir haslettir.

Gıybet, yapısını, fıtratını bozduğu insanların meydana getirdiği toplumları
da zehirler. Kimse kimseden emin olamaz.


Gıybet, içinde taşıdığı sû-i zan, zarar verme, kıskançlık gibi birçok kötü
duygular sebebiyle toplum hayatını çürütüyor.

İnsan kendi nefsiyle kendi hata ve günahlarıyla uğraşacağı yerde hep
başlarınınkiyle meşgul olmayı iş ediniyor. Başkalarının hatalarıyla
uğraşansa, kendine dönüp bakma fırsatını bulamıyor.

Gıybet ağızdan ağza dolanırken şekil ve muhteva değiştiriyor.
İşin içine yalanlar karışıyor. Yani günah adedi artıyor.

Bazı gıybet konuları da ağızdan ağza eğrilerek dolaşıyor ve hakikatinden
ayrılıyor.

Bu türlü gıybetlerin ne dinleyicisi, ne de taşıyıcısı olalım.
Çünkü hem insanlığa, hem de Müslümanlığa ters bir durumdur.

İmam-ı Şafii hâzretleri buyuruyor ki:

"Süt dolu bir tasın etrafında dolaşan ağzı süt bulaşığı bir kedi görseniz,
kedinin o tastan süt içtiğine şahitlik etmeyin."

Çünkü kedinin o tastan süt içtiğini söyleyebilmeniz için, kediyi süt içerken

bizzat görmeniz gerekir.

Hasan Basrî Hazretleri, gıybetini yapan kişilere değerli hediyeler
gönderirmiş... Sebebini soranlara da dermiş ki:

- Onlar benim gıybetimi yapmak suretiyle, iyiliklerinin ve ibadetlerinin
sevabını bana hediye ediyorlar. Onların bana verdiklerinin yanında, benim
onlara verdiğimin hiçbir kıymeti yoktur...

Gıybet iki kişiyle yapılır:

1) Söyleyen,
2) Dinleyen.

Dolayısıyla gıybet edenle, gıybete kulak veren, suç ortağıdır.

Çünkü dinlemek söyleneni paylaşmaktır.

Hele bu gıybet çirkinliğini basın yoluyla yapanlar, bir anda bir gıybeti
binlerce, milyonlarca kişiyle paylaşmış ve çoğaltmış oluyorlar.

İnsanların özel hallerine, mahrem mekanlarına, şahsi sırlarına ulaşmak ve
bunları söze, sohbete konu yapmak, hangi yolla, kim tarafından ve kim için
yapılırsa yapılsın gıybettir.

Bir toplantıda, hepsi de benden küçük yaşta bulunan insanlar gıybete
başlayınca kalkmış ve demiştim ki:

-Beyler, ben dışarıya çıkıyorum. Gıybetiniz bitince haber verin, hemen
dönerim...

Beni özür dileyerek oturttular. Sonra da toplantıya başkanlık eden genç
işadamı dedi ki:

-Arkadaşlar, hocam doğru düşünüyor... Gıybet etmeyelim, arkadaşlarımızı
çekiştirmeyelim. Çünkü biz de onları çekiştirirsek, onarın durumuna düşmüş
oluruz.

Toplumumuz Öylesine bir gıybet bataklığına dönüşmüş ki, "gıybet etmeyelim"
derken de gıybet ettiriyor. Böyle bozulmuş bir ortamda bile bana güzel
gönüllü insanlar rastlar.

Derler ki:

-Hakkınızı helâl ediniz ve bizi bağışlayınız... Biz sizi böyle bilmiyorduk,
çok gıybetinizi yaptık geçmişte. Acaba bildikleri gibi olsam, gıybet yapmaya

hakları olacak mıydı? Ama hiç olmazsa helallik alıp bir kul hakkından
kurtulmuş oluyorlar.

Bu şekilde helallik isteyenlere yumuşak ve dostça davranalım ki, sayıları
çoğalsın...

Biz de gıybetini ettiklerimize korkusuzca başvurup af isteyelim.

-Sizden biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? diyerek gıybeti,
hem aklen, hem kalben, hem insaniyetten, hem vicdanen, hem fıtraten ve hem
de milliyeten kötüleyen ve yasaklayan Kur'ân-ı Kerîm'dir.

Bu sebeple, Müslümanlar gıybeti de artık büyük günahlar arasına almalı,
uygulamalıdırlar.

Gıybet düşmanlığı iş edinenlerin, kıskançların ve inatçıların en çok
kullandıkları alçakça bir silahtır. "İzzet-i nefis sahibi, bu pis silaha
tenezzül edip kullanmaz. Nasıl meşhur bir zat demiş:

-Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül
etmiyorum. Çünkü gıybet, zayıf, zelil ve aşağıların silahıdır."

Büyüklerden öğrendiğimize göre, gıybet ancak bazı özel hallerde yapılabilir:

1) Hakkını yiyen bir adamın, ilgili makama şikayet suretinde yapılan gıybeti

gıybet değildir.

2) Bir kötülüğü, bir yolsuzluğu, bir günahı önlemek amacıyla, belli yerlere
be makamlara anlatmak.

3) Kendisiyle meşveret eden birine, başka biri hakkında fikir söylemek de
gıybet değildir. Mesela kendisiyle ortaklık yapılacak olan biri soruluyorsa,

gerektiğinde, "Onunla ortaklık etme zarar görürsün!" denilebilir.

4) Tahkir ve teşhir amacı taşımadan, sırf tanıtmak için biri hakkında
konuşulabilir. İcabında tuhaf ve saçma da olsa lâkabı söylenebilir.

5) Günahı açıktan işleyen, fenalıktan sıkılmayan, hatta onunla da yetinmeyip

işlediği günahla iftihar edeni zulmünden lezzetlenen kişiler için de gıybet
söz konusu değildir. Çünkü bunlar zaten kötülüğü açıktan yapan, mütecahir
fasıktırlar. Başka bir art niyet taşımaksızın, sırf Hak rızası ve iyilik
olsun diye, bu konularda konuşulanlar gıybet sayılmamıştır.

Aksi halde, işin içine başka niyetler karışırsa, Efendimiz'in (SAV) diliyle,

"Ateşin odunu yiyip bitirdiği gibi, gıybet de Salih amelleri yer bitirir."

ALINTIDIR...
« Son Düzenleme: 10 Eylül 2008, 22:00:36 Gönderen: mystic »
Bu dünyanın cefasından sefasına sıra gelmez.gafil olmayın ilme çalışın geçen günler geri gelmez...

Vuslat Yolcusu

  • Ziyaretçi
Ynt: Gıybet
« Yanıtla #3 : 13 Ocak 2007, 18:05:05 »
Muhterem Müslümanlar!

İnsan vücudunda; hem iyiliğin hem de kötülüğün vasıtası olabi­lecek âlet vardır. O da dildir. Onu iyilikte kullanmak ve kem söz­den korumak, dinimizin emirlerindendir,
Kalbde birikmiş ve mayalanmış sözler, dil ile ifade edilir. Dil, kalbin tercümanıdır.

İmanın ikrarına ve dinin ihyâsına vasıta olan dil, bu hizmetle­rin aksi olan küfre ve dinin ifnasına da âlet olabilir
Dil, verdiği bir emirle iki orduyu harbe tutuşturur. Bir «dur» ku­
mandası ile de ateşi kestirir.
,
Vücut ikliminaeki kalb sultanının ıslahı ve iyi niyetlerle bezen­mesi, dilin iyileşmesine sebep olur. Aksi halde dili düzeltmek müm­kün olmaz.

İyi sözleri konuşmak, kalbin ıslahı ve fikrin düzelmesiyle müm­kün hale gelir. Resûluiiah Efendimiz şöyle buyurmaktadır:

«Cesette bir et parçası vardır. O, iyileştirmişe cesedin tamamı ıslah erîiimiş olur. O bozuiduğu vakit vücudun tamamı bozulur. Dik­kat edin o, kalbdirîî). Bu hadîs-i şerif, dilin ıslahının, kalbin iyileşme­sine bağlı olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Dinin süzgecinden geçmeyen sözler, fena lâf veya mâlâyânî ko­nuşmalar adını alır. İnsan, aklına ve ağzına geleni değil, faydası olan sözü konuşmalıdır. /Bunun içindir ki

Resûluüah Efendimiz şöyle buyurmuştur:

«Allah'a ve âhiret gününe inanan, hayır söylesin veya sussun» d).

Konuşma gümüş kadar kıymetli olsa bile sükûtla altınlaştınl-malıcar. Zira kemâl ehli kemâlâtım sükût ile bulmuşlardır. Kemâlâ-tı, kem sözlere âlet olan bu1 dil sahibi kazanamaz. İmanın nuru, kö­tü söz ve hareketleri terk etmekle kemâle erebilir.

Bir hadîs-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

«Kal, dilini (bazı) konuşmalardan koruyasıya kadar imanın ha­kikatine (kemâline) ulaşamaz (2).

Dil, konuşmak için yaratılmıştır. Fakat lüzumlu ve faydalı olanı konuşmak ve sözünü yerli yerinde sarfetmek gerekir.
Ya söyle sözü, güiîer nîsâr et; Ya sarnt-ü sükûtu ihtiyar et.

Faydası olmayan konulmalar da insanın sararmadır. Değil mi ki faydasızdır, o halde zararlıdır. Biri Nasreddin Hoca'ya, «Bir tepsi bak­ lava gidiyor» demiş. Hoca, merhum, «Bana ne!» demiş. O kimse, «Fa­ kat sizin eve gidiyor;) deyince Hoca, «Sana ne» cevabını vermiş. Öy­ le ya faydasız sözden bana ve sana ne fayda vardır? Resûluiiah Efen­
dimiz buyuruyor ki:
.
«(Kim çok konuşursa hatası çok olur. Hatası çok olanın günâhı çoğalır. Günâhı çok olana ateş daha elverişlidir» (3).

Allahü Teâlâ okumuş olduğum âyet-i kerimede şöyle buyurmak­tadır:

«Dillerinizin yalan yere vasıflandıra geldiği şeyler için "Şu ha-lâldir, bu haramdır" demeyin. Çünkü (bu suretle)

Allah'a karşı ya-ana düşmüş olursunuz. Allah'a yalan düzenler ise, şüphe yoktur ki asla felah bulamazlar» (4).

Din kardeşlerim!

Kalb, sözlerin hazinesi; ağız, kilidi ve dil anahtarıdır. Dil, kilidi açmazsa kalbdeki kötülükler meydana dökülmez. Âlemlerin Fahr-i Ebedîsi buyuruyor ki:

«Kim öfkesini kovarsa Allah ondan azabını kaldırır. Kim dilini (kötü sözden) korursa, Allah da onun ayıbını örter» (5).

Dilin öyle cürümleri olur ki, cirmi ile kıyas edilemez. Mızrakların açtığı yara, iyileşebilir. Fakat dilin yarasına çare bulunamaz. «Âdem oğlunun hatasının çoğu, dilinden (gelmekte) dir» (6).

İmam söndüren küfür lafızları, dilin en büyük zararı değil mi­dir?

insanın kalbine nifak tohumunu saçan yalancılık ve verdiği söz­de durmamak, dilin hatası değil midir?
Mahkeme huzurunda, haklıyı haksız çıkaran yalan şahitliği, di­lin suçu değil midir?

Ocakları söndüren ve dostları küstüren iftira, dilin cürmü değil midir?

Zehirli bir hançer gibi, kulaktan kalbe kadar saplanan sövme, halkın içine çıkamaz hale getiren istihza, dilin günahı değil midir?

Ölmüş kardeşinin kokmuş etini, didiklemeye eş tutulan gıybet; insanların arasını açmak için, birinden söz alıp diğerine götürmek di-,1in belâsı değil midir?

Üç kuruşluk dünya malına, rayiç kazandırmak için Cenab-ı Hak­kın adını şahit gösterip yemin etmek, dilin irtikâp ettiği rezalet de­ğil midir?

İnsan, ağzından içeri giden lokmayı nasıl kontrol ederse, konu­şacağı sözleri de süzgeçten geçirmelidir. Allahü Teâlâ; gözü iki, ku­lağı çift yaratmış fakat dili tek olarak halk etmiştir. Bunun hikme­ti, iki defa bakıp, iki defa dinleyip sonra bir söz konuşmamız için­dir.

Konuşmaktan doğan zarara, karşı «Sükût eden kurtuldu» buy-rulrnuştur. Dünya ve âhirette felah arıyorsak bunu kendimize düs­tur etmeliyiz.

Din kardeşlerim!

Allahü Teâlâ'nın ihsan buyurduğu bu dil ile pek çok hayırlı iş­ler yapabiliriz. Meselâ:

Her harfine on sevap verilen Kur'ân okumak, Resûlullah Efendi-mize salât okuyup selâm göndermek, Allah'ın adını zikrederek feyz almak ve hatalarımıza tevbe etmek gibi!..

Çocuklarımıza iman ve İslâmı, din kardeşlerimize ahlâk ve fazi­leti öğretmek gibi!

Memleketin kalkınmasına temel teşkil eden iktisadî ve sınaî ça­lışmaya teşvik etmek gibi!
Hazret-i İsa demiştir ki:

«Allah'ın adı anılmadan yapılan her konuşma boştur. Tefekkür-süz her sükût gaflettir. İbreti olmayan bir bakış da faydasızdır» (7).

Akıllı insanın dili, kalbinin ardındadır. Konuşmak dilediği vakit, kalbine müracaat eder. Eğer söz, onun lehine ise söyler. Şayet lehine değilse kalb dili tutarak konuşturmaz.

Cahilin dili ise kalbinin yanındadır. Ağzına geleni, kalbine danış­madan konuşur.

Hazret-i Lokman demiştir ki: «Sükût hikmettir. Fakat onu yapa­bilen azdır».
Süfyân-ı Sevrî Hazretleri diyor ki:

«Bir adama ok atmaklığım, dilimle (söz) atmamdan hayırlıdır» '(8).

Vuslat Yolcusu

  • Ziyaretçi
Ynt: Gıybet
« Yanıtla #4 : 13 Ocak 2007, 18:09:47 »
Muhterem Müslümanlar!
Allah i  Teâîâ, kullarına dünya ve âhirette zarar verecek kötülük­leri haranı kılmıştır.        
Gıybet, bir Müslümam, duyduğu zaman hoşuna gitmeyecek bu­seyle anmaktadır.
Gıybet, dinî bakımdan hiçbir zaruret yok iken, bir insanı kusu­ru ile anmaktadır.
Gıybet, ölmüş bulunan kardeşinin kokmuş etini didiklemektir.
Gıybet; kıskandığı bir insanı halkın gözünden düşürmek için onun vücudundaki, soyundaki, giyinişindeki veya ahlâkındaki kusur­ları çekiştirmektir.
Gıybet, nefse esaret örneğinin en çirkinidir.
İnsan, kendi aybını görürse, başkasının aybını aramaya vakit bu­lamaz. Bir insan için, kendi aybı varken, başkasının kusurunu arama­sından daha ayıp bir şey olur mu?
Bir gün Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:
«Gıybet nedir, biliyor musunuz?» Ashâb:
«Allah ve Resulü daha iyi bilendir» dediler. Resûl-i Ekrem:
«Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şeyle anmaktır» buyurdu. Ashab-tan biri taraf ınddan:
«Eğer söylediğim, kardeşimde (mevcud) olursa (bir mahzur) gö­rür müsünüz?» denildi. Resûlullah:
«Şayet söylediğin onda bulunursa gıybet etmiş olursun. Eğer söy­lediğin onda yoksa iftira etmiş olursun» buyurdular (1).
Bir kimse bir din kardeşini, başının kelliği, gözünün şaşılığı ve­ya körlüğü, boynunun uzunluğu veya kısalığı, renginin siyahlığı veya kırmızılığı ile anacak olursa onu sıfatı ile gıybet yapmış olur.
Bir şahıs, din kardeşini, babasının cimriliği ile anacak veya «Fâ-sık adamın oğlu» diyecek olsa, soyu itibariyle gıybet yapmış olur.
Bir ferd, din kardeşini; pinti, kibirli, mürâî, korkak ve âciz diye anacak olursa onu huyu itibariyle gıybet yapmış olur. Ashabtan Ebû Hüreyre (r.a.) naklediyor: «Biz Peygamber (s.a.v.) in huzurunda bulunuyorduk. Bir adam kalktı (ve dışarı çıktı). Bazı kimseler:
«Falan ne kadar âciz kimsedir» dediler. Resûl-i   Ekrem:
«Arkadaşınıza gıybet ettiniz ve etini yediniz!» buyurdu.
Okumuş olduğum âyet-i kerimede buyruluyor ki:
«Ey iman edenler, zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü bâ'zı zan (vardır) ki günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Kiminiz de kiminizi arkasından çekiştirmesin. Sizden herhangi biriniz ölü kar­deşinin etini jemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah'­tan korkun. Çünkü Allah tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyicidir)) (2).
Bir insan, din kardeşinin arkasından konuşmanın onun kokmuş etini yemekle müsavi olduğunu, gerek âyet-i kerime gerekse hadîs-i şeriflerden öğrendikten sonra acaba bu kötülüğe dili döner mi?
İbrahim ibni Edhem, bazı kimseleri evine davet etmişti. Müsaîir-ler sofraya oturunca bir şahsı çekiştirmeye başladılar. O büyük zat, «Bizden evvelkiler, evvelâ ekmeği sonra eti yerlerdi. Siz eti ek­mekten önce yemeye başladınız» diyerek gıybetlerine engel olmuştur.
(3)-   ;
Muhterem Müslümanlar!
Müslümanm Müslümana kanı (nı dökmek), ırzı (na saldırmak), malı (m gasbetmek) haramdır
Gıybet yapmak, faizcilik ve tefecilik yapmaktan daha büyük bir haramdır
Gıybet yapan, bu hareketine tevbe ederse, cennete en son gire­cektir. Tevbe etmez ve dedikodu devam edecek olursa cehenneme ilk girenlerden olacaktır.
Gıybet yapan, iyilik ve sevaplarını sağa sola atan kimse gibidir. Hasan Basrî Hazretlerine, «Falan senin aleyhinde konuşuyor» denildi. Bu büyük zât, bir tabak helva doldurup komşusuna götürdü ve:
«Sevaplarını bana hediye ettiğini haber verdiler. Ona mükâfat olmak üzere bunu getirdim. Çok bir şey değil amma kusura bakma» dedi (6).
Haksız yere gıybet olunan kimsenin, günahının yansını Allah Te-âlâ bağışlar. Gıybet yapanın sevabından bir kısmı, aleyhinde konuş­tuğu kimseye verilir. Kıyamette bu kimsenin amel defteri, sahifeleri açık olarak, kendisine takdim olunduğunda, kul:
«Yâ Rabbi, şu yaptığım (ibadetlerimin) şu (oruçlarımın) ve na­mazlarımın sevapları nerede? Onlar sahifelerimin arasında yok?» di­yecek. Cenâb-ı Hak:
«Halkı gıybet etmen sebebiyle (onlar) mahvoldu» buyuracak (7).
ibrahim b. Edhem Hazretleri diyor ki:
«(Ey Müslüman!) dünya malında dostlarına karşı cimrilik ya­parsın; fakat âhiret sermayesiyle düşmanlarına karşı sahavette bulu­nursun. Pintiliğinde mazur değilsin, cömertliğinde övgüye lâyık ola­madın»
Gıybet yapan kimse, ağzından çıkan sözlerin ne kadar nefreti mucip olduğunu bilse, bu işe asla tenezzül edemez. Ashâb-ı kiram Resûlullah Efendimiz'in huzurunda otururlarken çirkin bir koku ya­yıldı. Peygamber Efendimiz:
«Bu koku nedir, biliyor musunuz? Bu mü'minleri gıybet edenle­rin (ağzından çıkan) kokudur» buyurdu (9). Bazı kimselerin aklına şöyle bir şüphe gelebilir: «O zaman duyulan koku, bu gün neden lıis
sedilmiyor?». Günümüzde gıybet o kadar çoğaldı ki, bunlar o pis ko­kuya alıştı, onun çirkinliğini hissedemez oldu (10).
Gıybet o kadar büyük bir suçtur ki aleyhinde konuşulan kimse gıybet yapanı 'bağışlamazsa o kimseyi Allah da affetmez.
Bu kadar büyük günah olan gıybet, bazı zaruretler sebebiyle mu­bah olur:   . .
Zulme uğrayan kimsenin hakkını aramak için âmirlere ve adlî mercilere giderek zalimin halini anlatması; dinî bir mes'elede müftü­ye giderek, «Falan bana karşı şöyle davranıyor. Ben ona karşı nasıl hareket etmem gerekir?» demesi; bir kötülüğün önünü almak için, fe­nalığı yapan kimsenin hareketinin anlatılması; bid'at ehliyle düşüp kalkana nasihat ederek onun yaptıklarının dile getirilmesi; fışkını or­taya koyan ve alenî olarak fenalık yapan kimsenin hâlinin anlatılma­sı gibi şeyler, gıybetten sayılmamıştır (11