Gönderen Konu: İnanan insanın gerçekten psikoloğa ihtiyacı olmaz mı?  (Okunma sayısı 6305 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482

"İnançlı bir insanın psikoloğa ihtiyacı yoktur" gibi bir kanaat var. Psikoloğa gitmek de "deli doktoru"na gitmek gibi algılanıyor hâlâ. Gerçekte inanan insanın psikolojik dengesi de bozulabilir ve bunalımlar yaşayabilir. Bu durumu inanca bağlamak doğru olmaz. İnanan insan için kabz ve bast hallerinden bahsedilir.

Halk arasından "İnançlı bir insanın psikoloğa ihtiyacı yoktur." diye çok yaygın bir düşünce bulunmakta ve bu nedenle psikoloğa gidiyor olmak, psikolojik danışma hizmeti almak istemek "deli doktoruna" gitmek olarak alaycı ve aşağılayıcılıkla karşılanmaktadır. Peki gerçekten durum böyle mi? İnanan bir insanın psikolojik dengesi bozulmaz mı?

Maalesef, İslam topluluklarında genel yaygın bir kanaat ile psikoloji bilimi aşağılanmış, hafife alınmış, psikolojik sorunlar yaşıyor olmayı inançsızlıkla eşit tutulmak gibi büyük bir gaflet içine düşülmüştür. Halbuki inanan insan da insandır ve inanan insanın da bazen ruhunun kaldıramayacağı derecede bunalımlar yaşadığı olur. Ve hatta daha da ötesi, inanan insanın problemleri inançsız bir insanın problemlerinden daha çok olabilir.

İnanan insan belli kurallar içinde yaşamaya and içmiştir. Ve bir ömür boyu o kurallarla yaşamak, çizgi dışına çıkmamak için ciddi gayret sarf eder. Hiç beklemediği bir anda çok güvendiği bir arkadaşından ihanete uğrar ama kin tutmamak için kendini, nefsini, egosunu yenmek için çabalar...

Etrafındakiler yalan ile iş görmeyi bir yetenek haline getirmiştir ama o yalana bulaşmamaya yeminlidir. Oturup kalktıkları kişiler gece alemde, gündüz stres atmak için denizdedir, inanan insan yanılıp da bir kahkaha atsa, ardından "estağfirullah" diyerek hep hüzün halini korumaya çalışır... Ve inanan insan koca bir ömrünü dünyadan gam almak için değil bir bilinmeyeni ve bir "gayb"ı beklemekle geçirir...

İşte bu nedenledir ki, inançlı insanın tarifinde "kabz" ve "bast" halinden bahsedilir. Yani bazen öyle neşeli ve öyle coşkuludur ki, sanki cennetin kapıları açılmış ve cennet kokularını solukluyor gibi coşkuludur... Ve bazen de sanki ruhunda cehennem zebanileri canını daha dünyada iken alıyor gibi bunalımlıdır...

Bütün bunların yanı sıra birtakım psikolojik rahatsızlıklar vardır ki (şizofreni gibi) genetik olarak nesilden nesle aktarılır. Yaşanmış bir travmanın insan beyninde oluşturduğu kimyasal tahribatın da inanç ya da inançsızlıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur.

Daha da ötesinde, yaşanmış birtakım acı olaylar, sadece yaşandığı ile kalmaz, beyinde birtakım tahribatlara yol açabilir. Örneğin bir anne yolda yürürken, elinden tuttuğu çocuğuna birden bir araba çarptığını görse ve kanlar içinde ölümünün şahitliğini yaşamış olsa, böylesi bir annenin sırf inanıyor olmasından dolayı ertesi gün her şeyin yolunda gitmesini beklemek insan tabiatına aykırıdır.

Eskiden manevi önderler vardı

İşte bu gerçeğin çok ciddiye alınması ile İslam toplumları kendi dönemlerinde psikolojiyi hiç de hafife almamış, bir inanan insanın ruhunda yaşadığı bunca gel-gitlere tarikat önderleri, şeyhler, dedeler gibi toplum önderleri sahip çıkmış ve bugünkü psikolojinin temel uğraş sahası ile bizzat kendileri meşgul olmuşlardır. Böylece hem insanların dertlerine derman olmak için ciddi fedakarlıklarda bulunmuşlar ve hem de derman arayan insanlara iman telkin etmişlerdi.

Bu açıdan değerlendirildiğinde, gerek Osmanlı'da ve gerek diğer Müslüman ülkelerde ciddi psikolojik sorunların yaşanmamasının nedeni insanların o dönemde daha inançlı olmasından değil, aksine bizzat o dönemde insan ruhu ile ilgilenen, insanı ciddiye alan doğal psikologların, manevi önderlerin görev yapıyor olmasından kaynaklanıyor.

Günümüzde "psikolog misikolog nedir, eskiden böyle bir şey mi vardı?" diye psikoloji bilimi ve onunla birlikte insan ruhunun hafife alınması ciddi bir bilgisizlik ve talihsizliktir. Maalesef, yirmi birinci yüzyılda Müslüman ülkeler psikoloji biliminde ilerleme kaydedememiş, teoriler geliştirememiş, insan ruhunun yaşayacağı sorunları görmezden gelerek ve hatta psikolojik sorun yaşamayı ciddi bir imani zafiyet olarak görerek hata yapmıştır.

Uzman Pedagog
Adem Güneş

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Ynt: İnanan insanın gerçekten psikoloğa ihtiyacı olmaz mı?
« Yanıtla #1 : 03 Ocak 2010, 12:11:42 »
Alıntı
dönemde daha inançlı olmasından değil, aksine bizzat o dönemde insan ruhu ile ilgilenen, insanı ciddiye alan doğal psikologların, manevi önderlerin görev yapıyor olmasından kaynaklanıyor.

Burada bir tezatlık var sanki. Manevi önderler insanın daha inançlı, daha çok ibadetli ve Biiznillah daha huzurlu olamalarına vesiledir. Tabi ki ciddi ve kalıtsal hastalıklar bunların dışında, günümüzde sudan sebepler ile 3 gün ağlayan 4. gün doktora koşuyor, önemsiz sorunlarda maddi manevi hatayı kişi kendinde aramalı.
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı racül

  • Moderatör
  • aktif yazar
  • *****
  • İleti: 1267
Ynt: İnanan insanın gerçekten psikoloğa ihtiyacı olmaz mı?
« Yanıtla #2 : 04 Ocak 2010, 01:14:05 »
Alıntı
İşte bu nedenledir ki, inançlı insanın tarifinde "kabz" ve "bast" halinden bahsedilir. Yani bazen öyle neşeli ve öyle coşkuludur ki, sanki cennetin kapıları açılmış ve cennet kokularını solukluyor gibi coşkuludur... Ve bazen de sanki ruhunda cehennem zebanileri canını daha dünyada iken alıyor gibi bunalımlıdır...

kabz ve bast hali bu degildir.

Kabz tarikatta kisinin feyzinde kesikligin olmasi, bast hali de manen rahat feyz alabildigi, manen terakki kayd edebildigi ve bunun coskusunu yasadigi halidir...

....

Bir de müslümna kendini kastigi icin hastaliga daha yatkin gibi bir imada bulunulmus. Kendisi tasavvuftan, tarikatttan bîhaber, nisbati sihhatsiz erbabi teseyyuhun eline düsenlerle ilgili tasavvufun ve dinin kabahatli olmamasi lazim.

....

yazi genel olarak önemli bir soruna parmak basma iddiasinda. Önemli bir konu bu.

Müslüman psikologlar yetismeli. Uyusturucu ilaclarla abuk subuk telkinlerle hastalarin canina okuyan psikologlara mahkum olmamali müslüman hasta.

Eskiden yazilmis eserleri günümüzün psikolojideki kazanimlariyla harmanlayabilecek yetismis elemanlara ihtiyacimiz var.

...
Es ist keine Schande hinzufallen, aber es ist eine Schande einfach liegen zu bleiben.
                                                Theodor Heuss
                             ehemaliger Bundespräsident

Çevrimdışı İsra

  • Moderatör
  • popüler yazar
  • *****
  • İleti: 7482
Ynt: İnanan insanın gerçekten psikoloğa ihtiyacı olmaz mı?
« Yanıtla #3 : 04 Ocak 2010, 06:16:13 »
Yorumlarınız için teşekkürler Tuğra ve racül


Alıntı
Müslüman psikologlar yetismeli. Uyusturucu ilaclarla abuk subuk telkinlerle hastalarin canina okuyan psikologlara mahkum olmamali müslüman hasta.

Eskiden yazilmis eserleri günümüzün psikolojideki kazanimlariyla harmanlayabilecek yetismis elemanlara ihtiyacimiz var.

doğru

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şizofreni Nedir? Ne Değildir?
« Yanıtla #4 : 14 Eylül 2011, 20:25:41 »

Şizofreni Nedir ?

- Şizofreni epilepsi, Multipl Skleroz gibi bir beyin hastalığıdır.
- Bütün kronik hastalıklar (Şeker hastalığı, astım, romatizma..) gibi alevlenme ve yatışma dönemleri gösterir.
- Tedavi edilebilir bir hastalık olmakla beraber zaman zaman alevlenme dönemleri olabilir, hastaların önemli bir kısmında hastalık tamamen ortadan kalkmayabilir. Bu durum da kişinin çalışmasını, çevresindekilerle iletişim kurmasını, bağımsız bir yaşam sürmesini çok güçleştirir.
- Bu ciddi hastalık yeryüzündeki her yüz kişiden birini etkilemektedir. Dünyada 60 milyon, Türkiye'de de 600.000 şizofreni hastası yaşamaktadır.
- Hastalık genellikle 15-25 yaş aralarında başlamakla beraber orta yaşlarda başlaması da mümkündür. Hastalık ne kadar erken başlarsa kişilik üzerindeki harabiyet o kadar fazla olmakta, normal bir yaşam sürme şansı azalmaktadır.

Şizofreni Ne Değildir ?

- Şizofreni kişilik bölünmesi demek değildir. Maalesef pek çok kişi şizofreni hastalarını bazı zamanlar normal yaşam sürdüren bazen de birden tehlikeli bir caniye dönüşen kişiler olarak hayal etmektedir. Bunun gerçekle alakası yoktur!
- Şizofreni hastaları nadiren çevreye zarar verebilir.
- Şizofreni kelimesi sıklıkla iki şekilde hatalı kullanılmaktadır: Ya bir konuda farklı ya da zıt duygular taşımak kastedilir (bir şeyi hem sevmek hem de nefret etmek gibi) ki bu insan doğasında bulunan bir özelliktir. Ya da değişik zamanlarda değişik davranmak anlamında kullanılır ki bu durum da hemen hepimizin doğasında bulunan bir özelliktir.
- Şizofreni erken bunama değildir.
- Aşı vb. yollarla korunması mümkün olan bir hastalık değildir.

Şizofreni Hakkındaki Yanlış İnanışlar

- Şizofrenler tehlikeli ve saldırgandır.
- Şizofreninin tedavisi yoktur.
- Şizofrenler çalışamazlar.
- Şizofreni anne babanın hatalı tutumu nedeniyle ortaya çıkar.
- Şizofrenler tembeldir.
- Şizofrenlerin ne zaman ne yapacakları belli olmaz.
- Şizofreni karakter zayıflığından ve iradesizlikten dolayı ortaya çıkar. ( Hastalar yeterince çaba gösterseydi bu durumun üstesinden gelebilirdi.)
- Şizofrenlerin her söylediği şey saçma olacaktır.
- Mahalledeki şizofrenler çocuklarımıza zarar verebilir.
- Şizofrenler sanıldığından daha da tehlikelidir.
- Şizofreninin sebebi fazla mastürbasyon yapmaktır.
- Şizofrenlerin çocukları da şizofren olur.
- Şizofreni ömür boyunca giderek ağırlaşır.

Prof.Dr.Alp Uçok
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şizofreni Nedenleri
« Yanıtla #5 : 14 Eylül 2011, 20:28:59 »

Şizofreni Nedenleri

Son yirmi yılda yapılan araştırmalarda şizofreninin nedenleri hakkında önemli bulgular elde edilmiştir. Tüm hastalar için geçerli olan tek bir neden bulunmamakla beraber şizofrenin ortaya çıkmasında rol oynayan başlıca etkenleri üç başlık altında toplayabiliriz:

1. Kalıtımsal nedenler
2. Beyindeki yapısal değişikliklerin rolü
3. Beyindeki kimyasal maddelerin rolü

Şizofrenide kalıtımın rolü

Şizofrenisi olan her 10 kişiden birinin yakın akrabaları arasında bu hastalık görülür.

Şizofreni hastalarının ailelerinde bu hastalığın toplum ortalamasına göre daha sık görülmesi şizofrenide ailesel geçişin rolüne işaret eder. Örneğin, anne ya da babasından biri şizofreni hastası olan çocukta hastalığın görülme olasılığı % 12’dir. Kardeşlerden biri şizofreni hastası ise diğer kardeşlerde hastalık görülme olasılığı %8 dir. Toplumda her 100 kişiden birinde şizofreni görülme riski bulunduğu düşünülürse bu oranların yüksekliği hakkında bir fikir edinilebilir.

Ailesel yatkınlığın nedeni anne babanın yetiştirme tarzı değildir.

Hastalığın geni tam olarak bilinmiyor. Bir başka deyişle, elde edilen veriler şizofreniden tek bir geni sorumlu tutmak yerine birden fazla genin rolü olduğuna işaret ediyor.

Beyin yapısındaki değişikliklerin rolü

Tomografi gibi görüntüleme yöntemlerinde şizofreni hastalarının beyinlerinde normalde görülmeyen bazı değişiklikler olduğu saptanmaktadır.
Örneğin beyinde normalde de bulunun boşlukların hasta kişilerde daha geniş olduğu ve bazı beyin bölümlerinin normalden daha küçük olduğu görülüyor. Özellikle, beynin plan yapmak ,sorun çözmek gibi işlevleri de yüklenen ön bölümü ve önceki deneyimleri hatırlayarak o anki duruma uygun bir davranış geliştirmekte rol oynayan hipokampus bölümünün normalden küçük olduğu saptanmıştır.

Bu bölgelerin işlevlerindeki aksama sonucunda hastalar günlük hayatta her an karşılaştığımız basit ya da karmaşık sorunları çözmekte zorlanabiliyor. Bu « sorun »lar örneğin yeni tanıştığımız bir kişiyle neleri konuşabileceğimiz, şehir içinde bir yerden bir yere giderken karşılaştığımız aksaklıkların üstesinden nasıl geleceğimiz gibi bize basit gelen şeyler de olabilir.

Beyin yapısındaki değişiklikler hasta kişilerin beyinlerinin normal gelişimden farklı bir yol izlediği şeklinde yorumlanır.
Bu değişiklikler doğumdan önce ya da doğum sırasında etkili olan nedenlere bağlanır.

Örneğin gebeliğin erken dönemlerinde virüs enfeksiyonları ya da doğum sırasındaki bazı sorunlar gibi.

Beyindeki kimyasal maddelerin rolü

Beyinde milyarlarca sinir hücresi bulunur.Bu hücreler bir telefon şebekesi gibi birbiriyle bağlantılıdırHer hücrenin ucundan salınan bazı kimyasal maddeler komşu hücreye ulaşarak hücreler arası haberleşmeyi sağlar. Haberleşmeyi sağlayan kimyasal maddelere nörotransmitter denir.Adrenalin, dopamin, serotonin gibi…

Şizofrenisi olan kişilerde dopaminin aracılık ettiği haberleşmede bir bozukluk olduğu bilinmektedir

Dopamin hastaların beyninde bazı bölgelerde fazla miktarda bulunmaktadır. Dopamin aracılığıyla haberleşmedeki bozukluk ;hezeyan ve halüsinasyonlar, dağınık davranış ve konuşma gibi hastalık bozukluklarından sorumlu tutulmaktadır.

Prof.Dr.Alp Uçok
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı gülgiller

  • okur
  • *
  • İleti: 50
Ynt: Şizofreni Nedir? Ne Değildir?
« Yanıtla #6 : 14 Eylül 2011, 20:32:03 »
Allah razi olsun tugra kimse bu hastaligi dogru durust bilmiyor... atak (psikoz) denilen seyde surekli bi sekilde yasamiyosun dolaysiyla atak disinda gayet saglikli dusunebilirsin....ve kesinlikle beyin hastaligi bunu herkes bilmeli ... biraz eksik bilgi var ornegin %80 kalitsal faktorler (genetik) ,yuzde 20 de ceveresel faktorler oldugu soylenmekte kisilerin hastaligi....ya ceveresel nedenlerden dolayi yada kalitsal fatorlerden dolayi hasta bu kisiler
« Son Düzenleme: 14 Eylül 2011, 20:48:40 Gönderen: gülgiller »

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Şizofrenide Tedavi Amaçları
« Yanıtla #7 : 14 Eylül 2011, 20:37:06 »
Amin Cümlemizden

------------------------------------------------------

Şizofrenide Tedavi Amaçları :

Alevlenme dönemlerini önlemek
Alevlenme dönemlerini erken farkedip ayaktan tedavi etmek
Alevlenme dönemi yatıştıktan sonra hastalığa bağlı yetiyitimini en aza indirmek
Hastanın sorunlarla başa çıkma kapasitesini artırmak

Şizofrenide ilaç tedavileri

1- ANTİPSİKOTİK (NÖROLEPTİK) İLAÇLAR
2- ANTİDEPRESAN SINIFI İLAÇLAR
3- ANKSİYOLİTİK SINIFI İLAÇLAR
4- ANTİKOLİNERJİK İLAÇLAR
5- DUYGUDURUM DÜZENLEYİCİLER

Şizofrenide diğer tedavi yöntemleri:

1- ELEKTRO KONVULZİF TEDAVİ (EKT,ŞOK)
2- BİREYSEL PSİKOTERAPİLER, GRUP TEDAVİLERİ
   
Prof.Dr.Alp Uçok
〰〰〰〰🐠

Çevrimdışı Tuğra

  • popüler yazar
  • ******
  • İleti: 6599
Hastalığın Tekrarlamasını Önleme
« Yanıtla #8 : 14 Eylül 2011, 20:42:07 »
Hastalığın Tekrarlamasını Önleme Konusunda Yakınlarına Öneriler

1-Yakınınızın en yakın ve en devamlı destekçisi olduğunuzu unutmayın 

2-Yakınınızın hastalığı, teşhisi ve hastalık belirtileri konusunda bilgi   edinin.

3-Yakınınızı hasta olarak kabullenin, gösterdiği davranışları size karşı yapılmış kişisel hareketler olarak değil, hastalığın belirtisi olarak görün.

4-Yakınınıza karşı saygılı olun, bir çocukla konuşuyormuş gibi değil iki erişkin gibi konuşun.

5-Sakin ve net olun

6-Tutarlı olun, benzer durumlarda aynı şekilde davranmaya çalışın

7-Kurallarınız, neye izin verip neye vermediğiniz ve  yakınınızdan bekledikleriniz net olsun.

8-Sevecen bir mesafeliliği koruyun, fazla yakınlık da yakınınızı huzursuz edebilir.

9-Yaşamınızın kargaşaya sürüklenmesine izin vermeyin, aktif olun.

10-Ailenizde hasta yakınınızdan başka insanlar da olduğunu unutmayın, onları ihmal etmeyin.

11-Hastanızın durumu kötüleşse bile olumlu yaklaşımınızı sürdürün.

12-Eleştirileriniz genellemelerle olmasın (sen zaten hep böyle..), net bir davranış ya da sözü eleştirin.

13-Yakınınızın şu anki işlev düzeyine odaklanın

14- Bütün olumlu adımları ve davranışları takdir ettiğinizi gösterin

15-Uzun vadeli amaçları küçük adımlara bölün.

16-Yakınınızın çok hasta olduğu dönemlerde onunla teması azaltmayı düşünün.

17-Yakınınızın tedavisi ve hastalığın gidişi ile ilgili kayıtlar tutun, belgeleri saklayın.

18-Kendinizi kurban gibi görmeyin, biraz dinlenip güç topladıktan sonra mücadeleye devam edin

20-Yakınınızı karar vermeye teşvik edin.

21-Neşenizi kaybetmeyin

 Prof.Dr.Alp Uçok
〰〰〰〰🐠