ANNELER GÜNÜ

Anneler Günü... Yılda bir gün de olsa, huzur evlerinin loş köşelerindeki  annelerini hatırlamaları Batı için önemli bir gelişme... Gerçi her işlerinde olduğu gibi bunda da samimi olup olmadıkları tartışma götürür. Çünkü tarih boyunca kadını insan yerine koymamışlar bunlar hiç. Hep sıradan bir eşya muamelesi görmüş kadın. Kırk yıllık Kâni olur mu Yani, derler ya. Birden değişip kadına değer vereceklerine inanmak zor geliyor insana...

Önce geçmişte, milletlerin kadına bakış açısını verip sonra da “Anneler Günü”nün mahiyetine dönmek istiyorum. 

Yunanlılarda kadın; çok hakaret görür hatta “Pislik” diye anılırdı. Bütün hürriyetlerden mahrum olarak herhangi birşey gibi alınıp satılırdı. Miras hakkı yoktu. Kendi malını kullanma hakkına bile sahip değildi kadın. Evlilikte hiçbir söz hakkına sahip değildi.

Romalılarda kadın; mülkiyet hakkına malik değildi. Kazandığı herşey, aile reisinin sayılırdı. Roma kanununda köle olarak kabul edilirdi. Vatandaşlık hakkından mahrumdu, ona, herhangi bir ev eşyası gibi bakılırdı. Ev eşyası gibi alınıp satılırdı kadın.

Yahudilere göre kadın, hizmetçi sayılırdı. Babası tarafından satılırdı. Ayrıca bunlara göre kadın “la’netli” idi.

Hıristiyanlardaki durumu da diğerlerinden farksızdı. Kadının statüsünü belirlemek için 15. asırda yapılan bir toplantıda alınan karar aynen şöyleydi: “Kadın sadece bir cisimdir. Ateşten kurtulabilecek bir rûha sahip değildir. Kadınlardan sadece hazret-i İsâ’nın annesi hazret-i Meryem ateşten kurtulacaktır.”

İslâmiyetten önce Arapların kadına bakışı da şöyle idi: Kadının fikir beyan etme hakkı yoktu. Mirastan mahrumdu. Zorla evlendirilirdi. Bir adam ölüp, geriye birkaç kadın bıraktığı zaman onun en büyük oğlu, öz annesi hariç, babasının öbür hanımlarıyla evlenebilirdi. Kızlarını diri diri gömerlerdi.

İşte dünya bu haldeyken, Sevgili Peygamberimiz gelip, ondört asır önce, “Cennet annelerin ayakları altındadır” buyurarak kadının gerçek yerini ortaya koydu. İslamiyetten sonra, dünyanın en rahat anneleri İslam toplumundaki anneler oldu. Çünkü, anneye hürmet dinimizin, Peygamberimizin emirleridir.

Peygamber efendimiz, kadını aşağılayıcı durumdan kurtarıp, kadına yumuşak davranıp, ona iyilik etme esasını getirdi. Peygamberimizin hicretin onuncu yılı, veda haccındaki sözlerinden, son nasîhatlerinden biri, “Kadınlarınıza eziyet etmeyiniz! Onlar, Allahü teâlânın sizlere emânetidir. Onlara yumuşak olunuz, iyilik ediniz” olmuştur.

Peygamberimiz en iyi insan olmak için de, hanıma karşı faydalı olmayı şart koşmuştur. Hadîs-i şerîfte “Müslümanların en iyisi, en faydalısı, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır” buyurulmuştur. Başka bir hadis-i şerifte de “Bir erkek, hanımını döverse, Kıyâmette ben onun davacısı olurum” buyurmuştur.

Dinimiz, dünya işlerindeki kusuru için, dövmek şöyle dursun, acı, sert bile söylemeyi yasaklamıştır.

Bütün bunlar insaflı bir şekilde göz önüne alınırsa, kadına kimin değer verdiği, kimin vermediği açık bir şekilde görülür. 

Anneler gününün tarihçesi

Anneler gününün esası Antik Yunan’a dayanır. İngiltere’de ise, şu olay Anneler Gününün ilk nüvesi kabul edilir: 17. asırda, İngilizler hizmetçilerine, lütfedip yılda bir gün annelerini ziyaret izni verdiler. Bu, zamanla adet haline geldi. Daha sonra buna kilise de izin verdi.

İlk defa, merasim şeklinde, Anna Jarvis’in önayak olmasıyla, 1908’de ABD’de bazı eyaletlerde kutlandı Anneler Günü... ABD senatosu, 1914’te Anneler Gününü bütün ülkede resmen kabul etti. Daha sonra, diğer ülkeler bunu izledi. Türkiye’de Anneler Günü kutlaması 1955’te başladı.

“Anneler Günü” artık sosyal bir vak’a haline gelmiş bir adettir. Her ne olursa olsun yılda bir defa da olsa aziz varlık anne hatırlanıyor. Batı bunu dini bir vazife olarak yapmadığı için Müslümanların anneler gününü kutlamaları haram olmaz.

Çünkü “Anneler Günü” adettir. Yani “Adette bid’at”tır. Adette bid’at olduğu ve zararlı olmadığı, çirkin ve dine aykırı yönü bulunmadığı için, Anneler Günü tertip etmekte ve hediye vermekte mahzur yoktur.

Fakat gayrı müslimlerin ibadet olarak yaptıkları şeyleri, mesela dini bayramlarını kutlamak caiz olmaz. Doğum günü, evlilik yıldönümü, Anneler Günü gibi günleri kutlamak caiz olur. Ancak faydası olmayan adetleri almak, Batı’yı körü körüne taklid etmek, onlara özenmek uygun olmaz. 

Anneye sahip çıkmada samimi değiller

“Anneler Günü”nün mahiyetini belirttikten sonra biraz da, buna dayalı olarak, annenin ve ailenin toplumdaki yerini ve önemini izah etmeye çalışayım.

Bir taraftan anneye, kadına önem verdiğini göstermek için Anneler Gününü tertip eden Batı dünyası, diğer taraftan da aileyi yok etmek için elinden geleni yapmakta... Bu insanın bindiği dalı kesmesinden başka bir şey değil... Çünkü, anne ailenin temel taşıdır. Aileye düşmanlık anneye düşmanlıktır.

Bugün, aileye ve aile hayatına karşı, açık veya gizli bir savaş sürdürüldüğü bilinen bir gerçek. Filmlerin, romanların, hikâyelerin, müstehcen yayınların, TV’lerin esas konusu hep aile... Ailenin lüzumsuzluğu, kadın ve erkeklerin aile kurmadan da birlikte yaşayabilecekleri ve çocuk sahibi olabilecekleri hususu, devamlı gündemde tutulmakta.

Ayrıca cinsel özgürlük adı altında, fuhuş teşvik edilmekte ve bunlar, her türlü vasıtadan faydalanılarak genç dimağlara işlenmekte... Bütün bu faaliyetlerin asıl gayesinin, aileyi çözmek ve çökertmek olduğunda kimsenin şüphesi olmasın.

Fikir adamları da bu tehlikenin farkında artık. Fransız fikir adamı Paul Janet, endişelerini şöyle dile getirmekte: “Günümüzde, genel ve özel teşebbüslerle meydana gelen yoksul evleri, iş evleri, ana okulları ve kreşler, kadının, ailenin rahatı için faaliyet göstermektedirler. Fakat, ailenin yerine, cemiyetin geçtiğini ifade eden bu kurumlar, bir felâketi karşılamak için alınmış tedbirlerden ibarettir. Ancak, bu tedbirler, eninde sonunda, ailenin ihmal edilmesini, ananın, ev ile ilgilenmemesini teşvik edecek; tahminlerin üstünde  fenalıklara sebep olacaktır...”

Eskiden olduğu gibi, aslında Batı, kadına şimdi de değer vermemektedir. Yaptıkları sadece görüntüdür, değer verdiği intibaını vermektir. Kadınları aldatma manevrasıdır. Eskiden kendi rahatlıkları için kadını, köle olarak, eşya olarak görenler şimdi de süs eşyası, reklam aracı ve  ticari bir emtia olarak  görmektedirler.

Esas maksat, zenginliklerini kullanıp, lüks ve israf içinde günlerini gün etmektir. Bunlar için, birer taş bebekler gibi süslenen kadın, içki âlemlerinde, kumarhanelerde, çılgın bir müzik eşliğinde yarı çıplak halde hoş vakit geçirme aracıdır.

Böyle kimselerden kadının ailenin korunması beklenebilir mi? Bunlar tabii ki, fuhuş özgürlüğünü, nikahsız yaşamayı, filmlerinde ve romanlarında görüp okudukları, randevu evlerinde buluşmayı teşvik edecekler; mukaddes aile yuvasına düşman olacaklar.

İşin üzücü tarafı, sözde kadın haklarını savunan, feministlerin, yayınevi, dergi ve gazetelerin, TV’lerin bu rezil hayata, kadını, oltanın ucundaki yem olarak  gören kimselere alet olmalarıdır...

Kadının istismar edilerek sokağa dökülmesinin ilk defa nasıl başladığı malumdur: 19. asrın ortalarına doğru, kapitalist dünyada, köle gibi kullanılan erkek işçiler, sömürüye isyan edince, kitleler halinde işten kovuldular. Bunların yerine, işe alacakları kadınların, daha uysal olacakları ve daha ucuza çalışacakları kanaatiyle kapitalistler, birdenbire “feminist” kesildiler.

Sinsi bir propaganda ile de, “Kadınları, erkeklerin tahakkümünden kurtarmak gerektiğini, onların, çocuk doğurmak ve yetiştirmek gibi bir göreve mahkûm esirler olmadıklarını, onların da erkekler gibi yaşamaya hakları bulunduğunu...” savunur gözüktüler.

Böylece gerçek niyetlerini sakladılar. Zaruret, ihtiyaç olduğunda tabii ki kadın da çalışır. İstisnaları dışında, insanlık tarihi boyunca, ailede zaten bir “iş bölümü” yapılmıştır. Genellikle anne, evinde, yuvasında, çoluk-çocuğunun eğitimi, beslenmesi, korunması, gelişmesi, yuvanın huzur ve düzenini sağlaması ile meşgulken, baba, evinin dışında mücadele vermiştir. Bütün sosyal değişmelere ve olumsuz gelişmelere rağmen, aile, günümüzde de bu karakterini korumak için direnmiştir.

Tarih boyunca, yapısı değişmekle birlikte aile, fonksiyonlarını, zaman ve mekânın şartlarına uydurarak devam edegelmiştir. Ailenin zayıfladığı, zedelendiği ve fonksiyonlarını yapamadığı zamanlarda, cemiyetin ahlakı bozulmuş, gayrimeşrû ilişkiler artmış, beden ve ruh sağlığı bozuk nesiller cemiyeti işgâl etmiştir...

Gerçek mutluluktan uzak kalan aile fertleri, mutluluğu serserilikte, anarşide, terörde, maceralarda, antisosyal davranışlarda, alkolizmde, uyuşturucu maddelerde, suç ve cinayetlerde aramış, bunun neticesi olarak da ruhi dengesi bozuk nesiller, cemiyeti bir kanser gibi sarmıştır. Bazı yer altı ve yer üstü teşkilâtlar da bu durumu, şu veya bu biçimde kullanmıştır.

Bugün, aklı başında kimseler, ısrarla ailenin yeniden güçlendirilmesini, ananın ve çocukların korunmasını; hiçbir sebep ve bahane ile çocukların ailenin şefkat ve himayesinden mahrum bırakılmamasını savunmaktadırlar.

Fakat kaybolan değerlerin geri gelmesi çok zordur. Bunun için Batı’nın bu durumundan ibret alıp kadına ve aileye sahip çıkmak zorundayız. Anneler günü ile geçiştirilemeyecek kadar önemlidir bu konu. Çünkü, aile, gerçekten cemiyetin temelidir. Ancak aileyi kurtaran toplumlar  ayakta kalabilirler!.. 

 “Dünya Kadınlar Günü” kutlaması 

 “Dünya Kadınlar Günü” kutlandı. Birkaç dernekte konuşmalar yapılarak “gün”  geçiştirildi. Birşeyin temeli yoksa, sağlam bir gerekçeye dayanmıyorsa, yapılmış olmak için yapılıyorsa, en önemlisi de işin içinde  istismar varsa  o işten netice almak mümkün değildir. Tabii ki hiç netice alınmıyor değil. Netice alınıyor fakat, uğrunda “gün” düzenlenen kadınlar değil, bunu istismar malzemesi yapan çevreler parsayı topluyor.

Kadınlarımız yıllardır bunun farkında değillerdi. Çok şükür, artık onlar da istismar edildiklerinin farkına varmaya başladılar. Özellikle bunların, entelektüel çevreden olması daha da sevindirici. Çünkü esas istismar edilen çevre bunlar. Yoksa evinde çocukları, yemeği  ile ev işleri ile ilgilenen muhafazakar kadınlarımız zaten böyle istismarlardan uzaktırlar. Onlar hayatlarından memnunlar, arayış içinde de değiller... Onun için bunların istismarları söz konusu olmaz zaten.

Konumuzla ilgili olduğu için Sabah Gazetesi bayan yazarlarından Ruhat Mengi’nin kadın hakları ile ilgili sitem yüklü yazısından kısa bir özet vermek istiyorum sizlere:

“Sizi bilmem ama "gün" kutlamaktan bana fenalık geldi. İki haftada bir özel bir günü kutluyoruz, yıllardır her fırsatta konuşmalar yapıyor, siyasetçilerle, kuruluşlarla yapılan toplantılara katılıyoruz, kadınlarla ilgili en ufak bir gelişme yok... Bu yıl da 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için Lions Kulüpler gibi bazı kuruluşlardan, bazı siyasi partilerden konuşmacı olarak davet aldım  ama ben artık konuşmak istemiyorum. Daha da doğrusu bu yıl Dünya Kadınlar Günü'nü kutlamak istemiyorum...!”

Bayan Mengi haklı değil mi? Yıllardır, kadınlarımız kurtarılmak istenirken daha da perişan hale getirilmedi mi? Bu yüzden “Gölge etme başka ihsan istemem” deme noktasına geldi kadınlarımız. Önce kurtarıcılardan kurtulmak istiyorlar...

Halbuki kadının cemiyette çok önemli bir yeri vardır. Çünkü kadın, cemiyetin çekirdeğini teşkil eden ailenin temel taşıdır. Temel taşı yerinden oynatılan binanın ayakta kalması mümkün değildir. Kadın üzerinde çok duran Batı ülkeleri, binmekte olduğu dalı kestiğinin farkına vardı. Fakat çok geç...

Zamanımızda, bu konuda pek çok yayın yapılmakta, açık oturumlar düzenlenmekte ve hatta uluslararası organizasyonlar tertip edilmektedir. Gerçekten de konu önemlidir, özellikle aileyi, anayı ve kadını korumak hususunda gösterilen samimi ve ciddi çalışmaları takdir etmemek mümkün değildir.

Bununla beraber konuyu rayından çıkararak yanlış yönlere sürüklemek isteyen Batı destekli, kapitalist zihniyetli pek çok sahte feminist ortaya çıkmıştır. Bu çıkış yeni değil; XIX. yüzyılın ortalarına doğru, kapitalist dünyada, erkek işçilerin, sömürüye isyan etmesi ile erkek işçiler, kitleler halinde işten çıkartılınca, daha uysal olacakları ve daha ucuza çalışacakları düşüncesiyle kapitalistler, birden bire “feminist” kesildiler.

Erkek işçilere karşı kin ve düşmanlık dolu kapitalist propagandalarla, “kadınları, erkeklerin esaretinden kurtarmak gerektiğini, onların, çocuk doğurmak ve yetiştirmek gibi bir göreve esir olmadıklarını, onların da erkekler gibi yaşamaya hakkı bulunduğunu...”, savunur gözüktüler. Bu şekilde kandırdıkları kadınları fabrikalara doldurarak  zenginliklerine zenginlik kattılar.

Komünistler de 1917’den sonra aynı oyunu, ezen ve ezilen aldatmacılığı ile ele alarak, kadın-erkek çatışmasını körükleyerek, adeta iki ayrı sınıfın çatışması biçiminde istismar ettiler. Neticede, aileyi meydana getiren iki temel taş arasına huzursuzluk sokarak, aile bağlarını zayıflatarak komünizmi sağlamlaştırmak istediler.

Görüldüğü gibi hep istismar... istismar... Herkes sütçü beygiri gibi istediği tarafa çekmek istiyor kadını. Kadınların gerçek huzura kavuşması, bunları anlayıp istismarcılara fırsat vermemelerine bağlı...

Anasayfaya dön Kapak Sayfası
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri