Kadınların hayalarının, utanma duygularının yok edilmesinde, aileden uzaklaştırılmasında “Feminizm” in önemli bir rolü vardır. Bunun için feminizmin ne olduğunu, hedefini bilmemiz gerekiyor:
Feminizm, felsefî bir fikir hareketi olarak ilk defa Batı’da, kadınlara hiçbir değer verilmemesi, insan olarak sayılmaması sonucu Fransız devriminden sonra ortaya çıktı. Fransız devriminin etkisiyle, feminist düşünce İngiltere’ye de sıçradı. Daha sonra ABD ve bütün Avrupa ülkelerine yayılarak kadın, siyâsî çalkantının içine sokuldu.
Günümüzde ılımlı feminizm, radikal feminizm gibi sıfatları kullanan bu akım; iyice çığırından çıkartılarak erkeklere düşmanlık, sokakları-barları-geceleri erkeklerle paylaşmak, analıktan, ev kadınlığından nefret etmek, aileyi, nikahı red etmek gibi insan tabiatına tamamen aykırı bir akım haline geldi. Bu kadar zararlı bir akım haline gelmesine de Feminizmi ticari, siyasi, idelojik maksatlarına alet eden sosyalist ve siyonist kuruluşlar sebep oldu..
Araştırmacı-yazar Aytunç Altındal feminist harekete kimlerin destek verdiğini şöyle ifade eder: “Feminist hareketler Masonluğun etkisi altındadır. Son 50 yıldaki feminist hareketlere baktığımızda bunların arasında ilaç ve kozmetik üreticileri olduğunu görüyoruz. ‘Kadına bir şey satabilmemiz için onu sokağa ve inançsız bir alana çekmemiz lazım, diyorlar' Onun için birçok paneller düzenliyorlar. Önde kadın var, arkada ise görünmeyen bir sponsor. Ya da çok agresif bir kadını köşe yazarı yapıyorlar. Bu yeni değerleri savunması için.”
Başlangıçta haklı sebepler öne sürmüşlerdi. Çünkü, eski Hind, Yunan ve Roma hukukunda kadın hiçbir hakka sâhip değildi. Meşhur Yunan filozofu Eflâtun’a göre: “Kadın elden ele, orta malı olarak gezmeli.”; Aristo’ya göre de: “Kadın, yaradılışta yarı kalmış bir erkek”ti. Eski Çin’de kadın, insan bile değildi; ona isim bile verilmezdi. Islâm'dan önceki Cahiliyyet Toplumunda kadının durumu ise herkesin malûmudur.
İngiltere’de 18. asırda bile kocalar kadınlarını pazara götürüp satardı ve onlara şeytan nazarıyla bakılırdı. Hattâ 1830’lara kadar Avrupa’da beyaz kadın ticâreti yapılırdı. Avrupa’da kendilerine göre bazı haklı sebeplerle ortaya çıkan feminizmde ölçü kaçırılınca, ahlaki ve sosyal bakımdan çok olumsuz sonuçlar doğdu. Feminizm hareketine kapılan kadın, genel olarak kayıtsız şartsız özgürlük anlayışı ile hayatta hiçbir insan için geçerli olmayan "Hayatımı istediğim şekilde yaşamak hakkımdır!" düşüncesine kapıldı.
Bu düşünce, toplumun temel taşı olan aile yuvasının iğreti bir hal almasına, kadın ve erkeğin, aile sorumluluklarını çekilmez bir yük ve bir tür esirlik gibi algılamalarına yol açtı. Bu da, nikahsız beraberlikleri getirdi. Böylece sözde kadın özgürlüğünü savunan feminizm sebebiyle aile yıkılmış oldu, bunda da en büyük zararı “orta malı” haline gelen kadın çekmiştir.
Feminizm, Batıda bir felsefî hareket olarak doğarken, İslâm memleketlerinde kadın, asırlardır huzur dolu bir hayat yaşadı. Müslüman erkek, hanımını mesud etmek için elinden gelen her türlü gayreti gösterdi. Hanımına karşı dâimâ güleryüzlü oldu. İslam ahlakı ile ahlaklanmış bir Müslüman onu değil dövmek, üzmekten bile çekindi. Bu yüzden İslâm ülkelerinde feminizm îtibâr görmemişti. Fakat son yıllarda, İslamiyetten habersiz sosyete arasında ilgi görmeye başladı; arkasından din cahili, aile mefhumundan uzak entel “İslamcı” entel kadınlar arasında da yayılmaya başladı.
Dinimizde, dinsizliği esas alan feminizmin yeri yoktur. Dinimiz, kadına layık olduğu değeri vermiştir. Peygamber efendimiz; “Müslümanların en faydalısı, hanımına karşı iyi ve faydalı olandır.” ve “Cennet, anaların ayakları altındadır.” buyurmuştur. Ayrıca Vedâ Hutbesi’nde kadınların haklarının gözetilmesini, bu hususta Allah’tan korkmayı, kadınların erkekler üzerinde, erkeklerin kadınlar üzerinde haklarının bulunduğunu belirtmiştir. Avrupa’nın kadın haklarını savunmayı yeni yeni düşündüğü bir zamanda İslâmiyet, daha 14 asır önce âilenin temelini meydana getiren kadına şeref ve îtibârını kazandırmıştı.
Batı’da kadını kurtarma amacı ile ortaya atılan “feminizm”, kadını kurtarmayı bırakın, onu daha kötü duruma düşürdüğü gibi, toplum dengelerini de alt üst ederek sosyal barışı yıktı. Dinsiz bir temele dayandığı için önce din hedef seçildi. Kadınlar sokağa dökülerek aileye savaş ilan edildiği için aile de yıkıldı. Çocuklar ailenin sıcak kucağından her türlü kötülüğün kol gezdiği sokağa bırakıldı. Alkolik, uyuşturucu bağımlısı dinsiz bir gençlik yetişti.
Aile yok edilince, cinsel sapıklıklar tarihin hiçbir döneminde görülmeyen boyutlara vardı; eşcinsellik yer yer kanunlaştı, kadınlarda erkeklerden nefret duyguları gelişince lezbiyencilik yaygınlaştı.
Kadına fıtratına, yaratılışına aykırı yük yüklendiği için ailenin temel direği olan kadın dengesini kaybetti. Perişan bir hale düştü. Eski günlerini mumla arar hale geldi; fakat geri dönüşü olmayan bir yola girildiği için dönüş yapamadı.
Kadının bu perişan halini ve istismarını bir araştırmacı şöyle dile getirmektedir: “Kadının istikrarsız duygusallığı, güzel bir kazanç aracı olmaya çok elverişli idi. Yani Batı’da kadın, yine kazanç aracı, yine zevk aracı olarak kullanılacaktı. Yine ezilecekti ve horlanacaktı ama, bunun yöntemi değişecekti. Yani kadın yine erkeğin arabasına koşulan at durumunda kalacak, ama ne var ki, arabayı arkadan kırbaçlanarak çekmesi yerine, önüne yeşil bir gözlük takılarak yeşil ota kavuşmak ümidiyle koşturacak ve yine aynı arabayı çekecekti. Değişen sadece buydu.”
Kadın, istismar edilip sıcak aile ortamından sokağa çekilerek ucuz işçilik temin edildi. Kapitalistler ceplerini doldurdu. Yeni yeni endüstri kolları geliştirildi. Kozmetikler ve moda gündeme geldi. Bunlar aracılığıyla kadın süslenip-püslenip erkeğin bulunduğu her yere girebiliyor, ayrıca defilelere ve yarışmalara çıkarılıyor, bunlar diğer kadınların bu yoldaki tutkularını artırıyordu. Böylece erkekler, hem cebini dolduruyor, hem de erkekler gibi her alanda görev alma hakkını (!) elde eden kadını her aradığında elinin altında bulundurup zevklerini tatmin edebiliyorlardı.
Yani yine erkelerin arabası tıkırında gidiyordu. Şirketler, ürünlerinin tanıtımında kadını ön plana itip akıl almaz bir şekilde onu istismar ediyorlardı. Kadın derneklerini kadından çok, onu sömüren erkek örgütlemişti ve sömürünün yöntemi bilimselleşmişti. Zavallı kadın ise, yeşil gösterilen kuru otun peşinde koşabilmeyi hak olarak görüyor ve bu hakkı koruyabilmek ve daha ilerilere götürebilmek için dernek üzerine dernek kuruyordu.
Batı’da Uzakdoğu'nun zenginliklerinin Avrupa'ya taşınmasıyla kurulan fabrikalar, tek geçim kaynağı hâline gelmiş ve işçi olarak erkeğin yerine, köle gibi çalıştırdıkları, buna rağmen çok az ücret verdikleri kadınları tercih eder olmuşlardı.
Fakat, George Gilder gibi iktisatçıların hesaba vurarak ortaya koyduğu ve herkesin de fiilen tecrübe ettiği üzere, istismar edilen kadın, aile bütçesine katkıdan ziyade, kapitalizmin menfaat çarkına katkıda bulunuyordu. Bu vesileyle, elbiseden deodoranta, ayakkabıdan kreş ve yuvalara bir dizi harcama kalemi ortaya çıkıyordu.
Feminizm en büyük hatası fıtrata, yaratılışa karş çıkmalarıydı. Dolayısı ile, fıtrata uygun değil, “fıtrata karşı” bir faaliyet içine girdiler. Hal böyle olunca beraberinde pek çok problemler ortaya çıktı. Bu problemler çözülmeye çalışılırken yeni sıkıntılarla karşılaşıldı. Ailenin önemi kavranıp, kadın layık olduğu konuma getirilmedikçe toplumda huzur olmaz. Problemler bitmez.
Bütün bunlardan feministliğe özenen Müslüman kadınların mutlaka ders çıkartmaları gerekir. “Allah, evlerinizi, sizin için bir huzur ve sükûn yeri yaptı.” (Nahl-80) ayeti kerimesi ve Peygamber efendimizin, kadının evinde kıldığı namazın, mescidde kıldığı namazdan kat kat daha sevab olduğunu, kadının huzuru ancak evinde bulabileceği yönündeki tavsiyeleri, kadını sokağa dökmek istiyenlere önemli bir mesajdır.
Dinimize göre ilk âile ilkel değil, medenî ve yüksek değerlerle donatılmış bir kurumdur. Âileler, dolayısıyla toplum hazret-i Âdem’den îtibâren doğru yolu gösteren Peygamberlerin nasîhatlarına uydukları müddetçe mesut ve huzurlu bir hayat yaşadı. Eskisi gibi huzurlu bir toplum isteniyorsa, huzurun adresi belli!..
İnsanın haddini bilmesi üstün bir meziyettir. Haddini bilmek gibi üstün irfan olamaz. Hadis-i şerifte, "Haddini bilene ne mutlu!” buyurulmuştur. Hatta bazıları bunun önemini bildirmek için, "İslâmın şartı beş, altıncısı ise haddini bilmektir" diye de bir latife ederler. İnsanın haddini bilmemesi büyük bir noksanlıktır. Böylesine üstün bir meziyetten mahrum olanlar kendine de topluma da büyük zarar verirler. Kimin başına ne gelmiş ise haddini bilmediğinden dolayıdır.
Bunun için, kişi, sınırını iyi
bilmeli, çapına göre hareket etmeli, boyundan büyük işlere girişmemelidir.
Burnunu her yere sokmamalıdır. Bilmediği konuda ahkam kesmemeli; "Ne oldum
delisi" olmamalıdır. Güç ve kapasitesinin üzerindeki işlere talip olan
herkes sonunda hem rezil hem de perişan olmuştur.
Son yıllarda, manken, şarkıcı, artist, müzisyen... pek çok entel
bayanın,”Hidayete kavuşma” gerekçesiyle tesettüre girip İslamı
savunduklarını(!) görüyoruz. Ayrıca bu entel bayanların, her birinin dini
gazetelerde bir köşe kaptıklarını; sunucu, programcı, bilirkişi sıfatıyla da,
TV’lerde İslami programlarda ön planda yerlerini aldıklarını görüyoruz. Bu hızlı
entellerimiz bunlarla da yetinmeyip, İslam hakkında kitap üzerine kitap yazıp
ahkam kesiyorlar...
Diyeceksiniz ki, bunda ne var, sevinilecek gelişmeler değil mi? Evet, sadece görünüşe, görüntüye bakarsak öyle. Fakat, faaliyetlere, konuşmalara, yazılan kitaplara baktığımızda hadlerini fersah fersah aştıklarını görüyoruz. Bu sanatçı; müzisyen, manken, artist bayanlarımızın, kafalarının içinin değişmediği, değişikliğin sadece başlarını örtmekten ibaret kaldığı şüphesini akla getiriyor.
Gerçekten iyi bir performans gösteriyorlar. Fakat, bu gayret, maalesef, geldikleri çevredeki insanları, içine düştükleri bataklıktan kurtarmaya yönelik değil. Aksine, yeni çevrelerindeki insanların, kafalarını karıştırıp, bunlara geldikleri çevrenin zihniyetini aşılamaya yönelik. Muhafazakâr, mütedeyyin kadınlarımızı sokağa dökmeğe endekslemişler kendilerini.
İstismar ettikleri de, Hz. Hadice, Hz. Aişe ve Hz.Fatıma gibi mübarek insanlar. Bu mübarek validelerimizi kendileri gibi sokağa dökülmüş “Entellektüel” “Siyasi lider” olarak takdim ediyorlar. Müslüman hanımları en hassas noktalarından vurup onları meydanlara çekmek istiyorlar.
Geçenlerde meşhur “Liberal” bir yazarın köşesinde, hararetle böyle bir kitabı tavsiye ettiğini gördüm. (Entelektüel ve siyasi kişilik olarak Hz.Aişe - M. Canan Ceylan)
Beni en çok da, yazının sonunda yaptığı yorum etkiledi. Çünkü önemli ipucu veriyordu. Yorum mealen şöyleydi: ” Görüldüğü gibi Müslüman entel kadınlar istediğimiz konuma kendiliklerinden hızla geliyorlar. Başörtüsü ve irtica suçlaması ile üzerlerine gidilmesi bu süreci uzatıyor. Kendi hallerine bırakırsak neticeye ulaşmamız daha çabuk olacak!”
Bu yorum üzerine kitabı alıp, baştan sona dikkatlice okudum. Tahmin ettiğimden daha bozuk ve zararlı gördüm. Aslında hepsini okumaya lüzüm yok. Önsözü okuyunca işin vahameti hemen anlaşılıyor. Çünkü, kitabın yazılmasına destek veren, alkış tutanlar, İslamda nakli değil mezhepsizliği, reformculuğu esas alan kimseler.(Prof. Mehmet S. Hatipoğlu, Prof. Mehmet Aydın, Prof. Hayrettin Karaman, Ekrem Sağıroğlu, Ali Bulaç, Yaşar Kaplan)
Sözde hazret-i Aişe validemiz methediliyor, fakat sinsice, bu mübarek annemizin, ulviliği, yüceliği, âlimliği, müctehidliği yok ediliyor. Hafızalara, feminist, müzik, eğlence, süs düşkünü sıradan “entel” bir kadın imajı yerleştiriliyor. Kendisinden, sanki rol arkadaşı gibi, Aişe, geldi, Aişe gitti gibi saygısızca bahsediliyor. Peygamber efendimizden, dört büyük halifeden ve Eshab-ı kiramdan bahsederken de aynı saygısızlık sürdürülüyor. “Hazreti”, “aleyhisselam”, “Radıyallahü anh” gibi ifadelerle saygı olmayacağı iddia ediliyor.
“Kılavuzu karga olanın.... “ diye bir atasözü vardır. Bu entel bayanımız da, Seyyid Kutub gibi, Eshab-ı kiram ve Türk düşmanı, fitneci, isyancı, sosyalist fikirli birini kendine kılavuz edinmiş. Hal böyle olunca başka ne beklenir?
“Hidayete kavuşmuş(!)” Müslüman entel bayanların ortak özelliklerinden biri, 1400 yıllık geçmişi, birikimi bir kenara itip akıllarınca, doğrudan Kur’an-ı kerime ve hadis-i şeriflere ulaşıp buradan neticeye varmak. Çünkü bunlara göre, asırlardır, âlimler genellikle erkek oldukları için dini yanlış anlattılar; kadınların aleyhine hüküm verdiler. Bunun için de, dini baştan alıp kadınların lehine yeniden yorumlamak lazım, diyorlar.
Bu düşünceleri ya bilgi eksikliğinden veya birilerinin kasıtlı olarak onları yönlendirmesinden ileri geliyor. İnanıyorum ki çoğunun bundan haberleri bile yok. Bunun için de hem kendilerine hem de topluma zarar veriyorlar.
Mesela, “Entelektüel ve siyasi kişilik olarak Hz. Aişe” (M. Canan Ceylan) kitabında, Hz. Aişe validemizin “Siyasi kişiliği” nin anlatıldığı kitapta işlenen konular, İslam büyüklerinin bildirdiklerine tamamen ters şeyler: Aişe validemiz, ataerkil aileye karşıymış, bunun mücadelesini vermiş, müminlerin annesi kadın filozof’ tanımına uyarmış, Kur’an ile yetinmemiş... erkek despotizmini yıkmış, dogmatizmi eleştirirmiş, müziğe karşı değilmiş, müziği severmiş...Ensardan bir kadının kızı olan, Esma şarkıcıymış. Peygamber efendimiz, şarkı söyleyen kadına, devam etmesini, şarkısını icra etmesini söylemiş! Müzikten etkilenmeyen kimseler, kaba yaratılışlıymış, hayvanlardan daha az ince ruhluymuş. Çünkü bütün hayvanlar müzikten hoşlanırlarmış...vs.
Peygamberimizin döneminde, Müslüman kadınlar makyaj yaparlarmış, Peygamberimizin huzuruna makyajlı gelirlermiş... Hz. Aişe validemizin entelektüel, siyasi bir lider olarak takdim edildiği bu kitabın bazı konu başlıklarına baktığımızda muhafazakar Müslüman kadınların hangi yöne çekilmek istendiği daha iyi anlaşılıyor: "Kadın Lider, Eğlence ve Sanat Anlayışı, Hz. Peygamberimiz’in Müzik Esprisi, Peygamber Devrinde Kadın Evde mi Oturuyordu?, Kadın Hakları, Kadının Toplumda Yerini Alması...vs"
Bu konuları işlerken de istifade ettiği kimselerin çoğu dinle ilgisi olmayan, meyhaneden çıkmayan mason Ömer Rıza Doğrul ve Ali Şeriati gibi şii inançlı kimseler. Ama, İmam-ı azam, İmam-ı Gazali gibi asırlardır sözleri, kitapları dinde senet kabul edilmiş Ehli sünnet âlimlerden istifade edilmemiş.
Bırakın böyle büyük âlimlerin sözlerini, işine gelmeyen feministliğe aykırı gördüğü hadis-i şerifleri bile kabul etmiyor. Mesela, Peygamber efendimizin “Dul kadınla evlenmeyin... “ sözünü anlamak mümkün değil, diyor. Halbuki bu bir emir değildir, tavsiyedir, tercih meselesidir.
Yine Peygamber efendimizin, Hz. Aişe’ye olan sevgisini, sokaktaki bir insanın aşkı gibi ele alıyor, Aişe validemizi görünce herşeyi unuttuğunu, yanından ayrılmak istemediğini söylüyor.
Entel bayana göre, dört büyük halife ve diğer Eshabı kiram mal, makam için birbirleri ile kıyasıya mücadele edip, birbirlerini itham ediyorlar. Dönüp dolaşıp, Hz.Osman’a ve Hz. Muaviye’ye çatıyor. Hz. Osman’ın Kur’an-ı kerimi değiştirmeye teşebbüs ettiği bile iddia ediliyor. Hz. Osman için bu nasıl söylenebilir?.
Peygamberlerden sonra insanların en üstünleri olan, Eshab-ı kiram öyle tanıtılıyor ki, kitabı okuyanlar, Eshab-ı kiram bunları nasıl yapar, bunu ben bile yapmam, noktasına getiriliyor. Yazara göre, Hz. Muaviye ve taraftarları, Kisra, Herakliyus yolunda zorba, zalim birer melik; Hz. Ali çevresindekiler ise cahiliyye devri çekişmeleri içinde. Halbuki, başta Hz. Aişe validemiz olmak üzere bunların her biri müctehid olduğu için, ictihad farklılıkları suç, günah değil. Bundan dolayı suçlamak İslami ölçülere uymaz.
Kitapta birçok çelişkiler de mevcut. Bir taraftan, okuyucusuna, Hz.Aişe gibi meydana çıkın siyasete karışın telkinini verirken, diğer taraftan Aişe validemizin, zamanındaki savaşları yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiğini, her zaman, “ Peygamber eşleri, evlerinizde oturun!” ayetini okuyarak başörtüsü ıslanacak kadar ağladığını söylüyor.
Müslüman “entel” bayanlarımızın, bilhassa genç kızlarımız üzerinde büyük etkileri var. Sözde bataklıktan dine dönüş yaptıkları için onlara “Sempati” duyuyorlar. Bunun için de dinlerini bunların yazdığı kitaplardan öğrenmek istiyorlar. Halbuki dinin emir ve yasakları bellidir. Bu, bir bayanın, bir erkeğin anlatması ile değişmez. Değişiyorsa o zaten din olmaz.Yorumcunun kendi sapık görüşü olur.
Bu entel bayanlarımızın en büyük yanlışı, feminist inançlarından dolayı, âlimlerimize, İslam büyüklerine karşı peşin hükümlü olarak karşı çıkmalarıdır. Alimler erkek oldukları için dini, erkeklerin lehine anlattıkları iftirasıdır. Halbuki, beğenmedikleri kadınlarla ilgili hükümlerin tamamını başta Hz. Aişe validemiz olmak üzere Peygamber efendimizin mübarek hanımları rivayet etmişlerdir. Bakın bu entellerden biri işi hangi boyuta vardırıyor:
“Şüphesiz kadınlar geçmiş asırlarda bugünkü haklarını bilseler ve bilinçli olarak bu hakların gerçekleşmesini talep etselerdi; bilimsel olarak Kur'an ve Sünnet'e başvurma gücüne sahip olsalardı, bugünkü İslami fıkıh, özellikle boşanma ve evlilik gibi konularda çok daha farklı olurdu.” (Cihan Aktaş- KadınınTarihi Dönüşümü)
Allahım, bu ne büyük iftira! Bu ne büyük cür’et! Yani alimlerimiz, mesela, ehli sünnetin göz bebeği, Müslümanların önderi büyük imam İmam-ı azam hazretleri diğer mezhep imamları ve onların talebeleri ve de bugüne kadar gelmiş geçmiş milyonlarca âlim, dini yanlış anlatmışlar. Erkek oldukları için taraf tutmuşlar, evlenme, boşanma, miras gibi fıkhi hükümleri hep kadınların aleyhine bildirmişler.
Silsileyi uzatacak olursak, bu âlimler dinimizi Eshab-ı kiramdan öğrendiler. O zaman o mübarek insanlar da zan altında. İşi daha da ileri götürmek mümkün, haşa sümme haşa, Eshab-ı kiram da dini peygamberimizden öğrendiğine göre ve bu çarpık mantık neticesinde Peygamberimiz de buna dahil. Zaten bazı entel bayanlar bunu ima ediyorlar, hatta bazıları da açıkca söylüyorlar. Aklı başında bir Müslüman bunu nasıl söyleyebilir?
Ekol haline gelmiş onlarca kitabı olan başka bir İslamcı bayan yazar da bakınız neler söylüyor: “Kur'an ve sünnete iman ediyoruz, yetmiyor. Mezheplere iman etmemiz isteniyor. Mezheplere inandığımızı, ama mezhepleri din ile aynı görmediğimizi, dinin hatasız olduğunu, ama mezheplerin hata yapabileceğini, biz bu bilinçle mezheplerin İslam'a uygun olan yönlerini aldığımızı söylüyoruz, yetmiyor...” (emineşenlikoğlu.com)
Yani hadis-i şerifle geleceği bildirilen, medhedilen imam-ı azam Ebu Hanife hazretlerinin yanlışı ve doğrusu varmış da, bu ilkokulu dışarıdan bitirmiş eski artist yazarımız, doğrularını alıp yanlışlarını almayacakmış! Pes doğrusu! Mezhebin, müctehidin, ictihadın ne olduğunu bilmeyen bir kimseden başka ne beklenir. Buna değil de, bundan istifade etmek istiyenlere acımak lazım!
İnsan cahilliğin, haddini bilmezliğin kurbanı olup uçuruma yuvarlanınca nerede duracağı belli olmuyor. Başka feminist islamcı bir kadın da, işi daha ileri götürüp, Kur’an-ı kerimi sorgulamaya kalkışıyor:
“Bir sene yoğun bir şekilde sırf Kur’an üzerinde, onun kadına yönelik bakış açısını yakalayabilmek için çalıştım. Kur’an’da gerçekten ataerkil bir fonun varlığını farkettim. Kur’an-ı kerim, o gün orada yaşayan Arapların zihinlerine hitap ediyor. Bu durumda da sorun çıkıyor. Örneğin miras konusunda, erkeğin kavvamlığı noktasında, eşitlik konusunda, özetle pek çok konuda sorun çıkıyor. Örneğin bu araştırmaya başlamadan önce, Nisa suresinin 34. ayetini hiç düşünmek istemezdim. Bu ayet yokmuş gibi davranmak isterdim. Çünkü, bizim modern bilincimizle böyle bir şeyi kabul etmemiz mümkün değil, ama bu ayet var!” (Hidayet Tuksal- Kadın ve İslam, Ruşen Şakır’ın röpörtajı, Milliyet 2000)
Feminist islamcı aydın kadınlarımızın en önemli eksikliği alt yapılarının olmaması. Dinin esasını, kaynaklarını bilmemeleridir. Bunun için de bir bataklıktan kurtulup daha tehlikeli başka bir bataklığa saplanıyorlar.
Denebilir ki, birinci bataklık ikinciden daha az zararlı. Hiçbir kadın yaşadığı gayri meşru hayattan memnun olmaz. Yaptığının farkındadır bunun için de devamlı üzüntü içinde olur. Bu pişmanlık, üzüntü de onu o hayattan kurtarabilir. Fakat, insan bid’atten, dini sapıklıktan pişmanlık duymaz. Çünkü yaptığını doğru bilmektedir. Bunun için de tevbe etmek aklına gelmez. Zamanla küfür bataklığında boğulur gider de haberi bile olmaz.
İslamcı feminist aydın bayanlarımız, kafalarında kendilerine göre, bir İslam şablonu çizmişler veya birileri çizdirmiş, bunun dışına çıkamıyorlar. Kim derse desin eğer bir husus bu feminist şablona uymuyorsa tanımıyorlar. Bunu dinde söz sahibi alim de söylese, Peygamber efendimiz de söylese hatta Kur’an-ı kerimde bile geçse fark etmiyor.
Bu feminist islamcılara göre, âlim söylemişse, erkek olduğu için erkekler tarafında yer alır gerekçesiyle red ediliyor. Hadis-i şerifte geçiyorsa, mevdudur yani uydurmadır. Kur’an-ı kerimde geçiyorsa, erkekler yanlış yorumlamışlardır. Hatta daha da ileri gidilerek, bilinen meşhur bir hadis-i şerifse, Peygamber de olsa Kur’ana aykırı söz söylemeye yetkisi yok diyerek red ediliyor, istedikleri gibi çarpıtamayacakları kadar açık ayet varsa, ya görmemezlikten geliniyor ya da bu ayet o devirdeki Araplar içindir, tarihsel sürecini doldurmuş diye yok farzediliyor.
Bütün maksatları,kadını dinden imandan çıkartıp sokağa dökmek. Bütün yollar buraya çıkıyor. Bu konuda epey de yol aldıkları anlaşılıyor: Kadınlarla ilgili meselelerin tartışıldığı Kanal’7 deki programında, bir feminist islamcı, "Biz Gazali'nin anlattığı kadınlar değiliz! Müslüman kadın artık evin dışına çıkmak istiyor!" diye bağırınca, kapalı seyirci kadınlardan büyük alkış aldı.
Bu konuda âyet olmasına rağmen programda sorulan "Kadın evde otursun mu?" sorusuna kadınlarımızın yüzde 33'ü "evet", 66'sı "hayır" dedi. Eskiden, Müslüman kadınlar imam-ı Gazali, imam-ı Azam gibi ehli sünnet büyüklerimizin isimlerini ağızlarına abdestle alırlardı. Nereden nereye!
Bir entel bayan da, feministliğe aykırı gördüğü için, kadınların dikiş nakış, örgü işleri ile ilgili hadis-i şerifleri mesela “Dikiş öğretin ve Nur Suresini de iyi öğretin.” hadisini inkar ediyor. Yine Kur'an-ı kerimin ruhuyla uyuşmadığı gerekçesiyle 'Bana dünyada üç şey sevdirildi: Kadın, güzel koku ve namaz' hadisini inkar ediyor, güvenilir kaynaklarda yok diyor, (Cihan Aktaş- Kadının Tarihi Dönüşümü) halbuki bu hadis-i şerif, Kütübü Sittede mevcuttur.
Nisa suresinin birinci ayetini de kendine göre yorumlayarak, “Kadının erkekten bir farklılığı, erkeğin kadından bir üstünlüğü yoktur. Kadın da erkekle aynı fıtrata sahiptir” derken, aynı surenin, “Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır.” mealindeki 34. ayeti kerimesini görmemezlikten geliyor. Halbuki dinimiz, kadına hiçbir düşüncenin vermediği kıymeti, değeri vermiştir. Verilen görevlerin farklı olması bu kıymete zarar vermez.
O kadar çelişki içindeler ki, aynı pragrafta bile farklı farklı şeyler ifade ediliyor. Bir taraftan, İslam kadının haklarını elde etmesine engel değil, derken aynı paragrafta, “Zamanın değişen koşullarında sadece şeri hükümler yeterli olamazdı” diyebiliyorlar.(Elif Toros-Kadının Tarihi Dönüşümü)
Dönüp dolaşıp âlimlere ve ilmihal kitaplarına çatıyorlar. Neymiş efendim, erkeklerin kadınlar üzerindeki zulmünü alimler meşrulaştırmışlar. Kaynak olarak da, reformcu, sinsi din düşmanı, Carullah, Abduh, İkbal, Fazlurrahman gibi kimselerden istifade ediyorlar. Yaptıkları bir alıntıda, Fazlurrahman diyor ki, “ Müslüman alimler hiçbir zaman Kur’ana dayalı bir ahlak sistemi oluşturmamışlardı. Kur’an ahlakı ile ahlaklanmaktan söz ettiler ama, bu ahlak edinme çabası ne yazık ki ilmihal ahlakının ötesine geçmedi. Kadın-erkek ilişkileri ve gündelik hayat ilmihal bilgileri düzeyinde kaldı. Herşey kitabına uyduruldu” (Elif Toros-Kadının Tarihi Dönüşümü)
Burada akıllarınca bir taş ile iki kuş vuruyorlar. Hem alimler kötüleniyor hem de asırlarca Müslümanlara doğru olarak dinlerini öğreten ilmihal kitaplarını Müslümanların gözünden düşürmeye çalışıyorlar.
Biliyorsunuz, bir kıssa var. Şeytanının boş oturduğunu görenler şaşırıp, Müslümanları kandırmakla niçin uğraşmıyorsun diye sorduklarında, bu zamanın kötü din adamları benim vazifemi fazlasıyla yapıyorlar bana iş bırakmıyorlar, cevabını verir. Bugün, şeytanla iş birliği yapıp asırlardır âlimleri, mezhepleri yok ederek islamiyeti içeriden yıkmaya çalışan, siyonistlere, İngiliz casuslarına aynı soruyu sorsak, herhalde şöyle cevap verirler: Sizin feminist entel islamcı aydın kadınlarınız, Müslüman kadınları kandırıyor; reformcu, diyalogcu, mezhepsiz din adamları da Müslüman erkekleri kandırıyor, bize iş bırakmıyorlar!..
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |