Çocuğunun yaşı ne olursa olsun, babanın gözünde, o hâlâ çocuktur ve her zaman himayeye, nasihate ihtiyacı vardır.
Bir tatil dönüşü komşumuz Ahmet amca anlattı, epeyce güldük.
Ahmet amcanın yaşı ellinin üzerinde, babasının ise seksen... Babası, her zaman olduğu gibi, bu dönüşünde de, “Havanın sıcak olduğuna bakma, kazağını yanına al! Terli iken rüzgâra tutulursan üşütürsün. Sakın çok soğuk ve buzlu şeyler içme, hasta olursun...” gibi nasihatlerini ihmal etmemiş.
Ahmet amca, tebessüm ederek, hafif sesle cevap vermiş:
- Babacığım, biliyorsun torun sahibi oldum, on beş yaşındaki çocuğa nasihat eder gibi konuşuyorsun!
Babası birden ciddileşir:
- Yaşın ne olursa olsun, sen hâlâ benim gözümde on beş yaşındasın. Şunu unutma! Yaşlıların bulanık suda gördüğünü, gençler aynada bile göremezler. Bizlerin sizlere anlatabilecekleri bir şeyler her zaman vardır. Bizim anlattıklarımız daima sizin faydanızadır.
Belki bu kadarı biraz fazla, ama yaşlıların tecrübelerine her zaman ihtiyacımızın olduğunu unutmamalıyız. Zamanımızda genç yaşlı çatışması had safhada... Eskiden kuşaklar arası değişim bu kadar hızlı olmadığı için, çatışma da fazla olmuyordu. Şimdi öyle mi? Bilhassa teknolojik gelişmeler arayı çok açtı. Fakat teknoloji her şey demek değildir. Hayat tecrübesi çok farklı. Okuyarak elde edilemiyor, ancak yaşamakla elde edilebiliyor.
Yaşlılarımızı, “Bunlar çağ dışı kimseler, hiçbir işe yaramazlar!” deyip bir kenara itmemiz çok yanlıştır. Teknolojinin dışında, onlardan öğrenebileceğimiz çok şey vardır. Yaşlılarımız da yerli yersiz her şeye müdahale etmeseler, işin orta yolu bulunmuş olacak. Şu kıssa, anlayana çok şey anlatmaktadır:
Ülkenin başına yeni geçen genç hükümdar, birgün yokluktan, fakirlikten, perişan olmuş isyankâr gençleri karşısında bulur. Onlara der ki:
- Bağırıp çağırmakla bir yere varamazsınız. Sıkıntılarınızın nasıl çözüleceğini de anlatmalısınız.
Gençler hep bir ağızdan seslenirler:
- Sıkıntıların sebebi, bugüne kadar ülkeyi yöneten yaşlılardır. Eğer onları ortadan kaldırırsak, ülke huzura kavuşur...
Genç hükümdar, çaresiz, isteklerini kabul etmiş. Gençler hemen işe koyulmuşlar... Köşe bucak her yerde, hükümdardan daha yaşlı kimsenin kalmaması için önlerine geleni öldürmüşler.
Fakat gençlerden biri babasına kıyamamış. Onu alıp uzak bir yere götürerek saklamış. Ülkede yaşlı kalmadığına kanaat getiren gençler, hükümdarın huzuruna çıkmışlar. Genç hükümdar sormuş:
- Benden yaşlı olan herkesi yok ettiniz mi?
- Evet hükümdarımız.
Hükümdar gerçekten yaşlı kalıp kalmadığını öğrenmek istemiş:
- Şimdi sahile gideceksiniz, kumdan yüz metre ip büküp getireceksiniz!
Heyecanlı gençler sahile koşmuşlar. Fakat kumu bir türlü büküp ip hâline getirememişler. İçlerinden, babasını saklayan, bir fırsatını bulup, gizlice babasına sormuş ipin nasıl yapılacağını. Yaşlı adam çıkış yolunu göstermiş:
- Hükümdarınıza, “Sen, içimizde en yaşlı olanısın, en tecrübeli insansın. Bu ipin nasıl yapılacağını önce sen bize göster!” deyin.
Sonra gelip, babasının bu fikrini kendi fikri gibi arkadaşlarına bildirmiş. Onlar da hemen hükümdarın huzuruna çıkmışlar:
- Hükümdarımız, emriniz başımızın üstüne... Ancak; içimizde en yaşlı olan sensin. Sen bu ipin bir metresinin nasıl yapılacağını bize göster, gerisini biz bükeriz.
Hükümdar sinsi sinsi gülmüş:
- İçinizde bir yaşlı var. Nerede sakladınız onu, hemen getirin!
Durum anlaşılır... Gençler, bir felâket neticesinde de olsa, tecrübenin önemini öğrenirler. Bu yaşlıyı da hükümdara danışman yapıp, memleket meselelerini hep beraber kısa zamanda hâl yoluna sokarlar.
Böylece gençler, başarısızlığı yaşlılarda aramanın yanlışlığını; tecrübenin, meseleleri çözmedeki ve başarıyı elde etmedeki önemini; ani, keskin karar vermenin zararını ve köprüleri tamamen atmanın ne gibi felâketlere sebep olacağını öğrenmiş olurlar...
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |