Ayakta kalmak, hayatı idame ettirebilmek için farkı muhafaza etmek şarttır. Peki fark nedir? Fark, orijinalliktir, diğerlerinden ayıran özelliklerdir. Bir cemiyeti, cemaati, inancı, hatta devleti bu farklılıklar ayakta tutar. Bunun için çocuklarımıza, Müslüman olduğumuz, diğer milletlerden farkımız anlatılmalı, hafızalarına nakşedilmelidir.
Farkı çocuklarına nakletmeyen, orijinalliğini muhafaza edemeyen toplumlar dağılır; tarihe karışır. Bunun geçmişte sayısız örnekleri vardır. Osmanlıyı altı asır sapa sağlam ayakta tutan, dünya imparatorluğu haline getiren orijinalliği idi; diğer devletlerden farkı idi. Bu orijinallik Batı hayranı enteller tarafından bozulunca, asli unsurlar bir bir yok olup, devlette sarsıntı başladı. Sözde aydınların körü körüne, her şeyi ile Batılaşma gayreti, devletin sonunu hazırladı.
Son yıllarda, Müslümanların başına gelenler de, farkı muhafaza edememekten dolayıdır. Mesala Bosnalılar Müslüman bir toplum olmalarına rağmen, yaşayış olarak Sırplardan farkları kalmamıştı. Çocuklarına Müslüman ismi koymak bile ayaplanır hale gelmişti. Kız alıp veriliyordu. Düğünlerinde ve diğer örf adetlerinde arada hiçbir fark kalmamıştı. Onları kendilerinden farklı görmüyorlardı. Arada fark kalmayınca da bildiğimiz feci olaylar meydana geldi. İkiyüz elli bin kişi, çocuk, yaşlı, kız, erkek demeden katledildi.
Fark muhafaza edilmediğinde, sadece cemiyetler, devletler yok olmaz. İnançlar, dinler için de bu kural geçerli. Mesela bugün Peygamber efendimizden bu yana devam ede gelen “Ehli sünnet vel cemaat” itikadına sahip insan sayısı çok azaldı. Eskiden bütün İslam ülkeleri bu itikada sahipti. Bu itikadın aslına, orijinaline sahip çıkılmadığı ve yaşanmadığı için bu ülkelerin çoğunda kalmadı.
Bırakın ehli sünnet itikadına mensup Müslümanı bulmayı, Ehli sünnet’in ne olduğunu bilen bile yok. İslam ülkelerinin Batı’dan farkı kalmadı. Hadis-i şerifte, “Kendini bir kavme benzeten onlardan olur” buyuruldu. Bu hadis-i şerif, âhlâkını, ibadetlerini, yaşayışlarını islâm düşmanlarına benzeten, onların kötü âdetlerine uyanları, haramlara “güzel sanat” ismini takanları haber vermektedir.
Bir fikrin, bir inancın ayakta kalabilmesi “farkın” devamlı gündemde tutulması ve bu farkın yaşanması ile mümkündür. Bunun için de; aynı inancı taşıyan kimselerin her vesile ile beraber olmaları, birbirlerinden kopmamaları gerekir. Aralarındaki ufak tefek meseleler ayrılığa sebep olmamalıdır. Sürüden ayrılanı kurt kapar. Sevgiyi, muhabbeti gideren, dedi-kodu, gıybet gibi aşağılıklara tenezzül edilmemelidir.
Yine aynı inancı taşıyan kimselerin, zaruri beraberliklerin dışında, farklı, bozuk inançta ve yaşayıştaki kimselerden uzak kalmaları, bunlarla sosyal aktiviteye girmemeleri gerekir. Çünkü, kötülükler, kötü huylar, bozuk inançlar bulaşıcı hastalıklardan daha hızlı yayılır.
Bunlara dikkat etmeyen, belli bir ideali, şuurlu bir inancı olmayan sıradan bir kimse, durumuna düşer. İdeali olmayan; davasını, inancını yaşayamaz ve yaşatamaz. Kendisinden sonraki nesillere intikal ettiremez.
Yaşanmayan davanın, “Orijinalliği” “farkı” zamanla yok olur. Farkı kaybeden farkında olmadan kendini de kaybeder. İnandığı gibi yaşamayan, daha sonra yaşadığı gibi inanmaya başlar. Ondan sonra da, bize ne oldu, biz eskiden şöyleydik, böyledik, demenin faydası olmaz. İnsan kendini değiştirmedikçe, cenab-ı Hak verdiği nimetleri geri almaz. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, “Bir millet, kendini bozmadıkça, Allah onlara verdiğini değiştirmez.” buyurmaktadır.
İnsanın kendini bozulmaktan muhafaza etmesi kolay değildir. Azgın sele kapılmış kimsenin kendini koruyabilmesinden daha zordur. İnsan önce kendisini, sonra çoluk çocuğunu sonra da çevresini kurtarmanın gayreti içinde olmalıdır. Bir Müslümanın imanını kurtarmak yüz kafiri Müslüman yapmaktan daha kıymetlidir.
Bu da ancak, “farkı” “Orijinalliği” çocuklarımıza intikal ettirip bunu muhafaza etmekle mümkündür.
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |