Çocuklarının hallerinden şikayetçi olan bazı kimseler Hz. Ali’ye gelip sorarlar:” Çocuklarımızı babalarımızdan gördüğümüz şekilde yetiştirmeye çalışıyoruz. Fakat istediğimiz neticeyi alamıyoruz. Ne yapalım?” Hz. Ali bunlara şöyle cevap verir: “Eskide ısrarlı olmayın! Zamanın şartlarına göre eğitin çocuklarınızı. Dünya işlerinde zaman size uymazsa, siz zamana uyun!...”
Kısa ve öz olan bu sözde eğitimle ilgili çok güzel mesajlar var bizlere... Bunun için bizim zamanımızda şöyleydi böyleydi diyerek çocuklarımızı kendimizden, dolayısıyla değerlerimizden uzaklaştırmamalıyız.
Anne-baba olmanın kolay olmadığını hiçbir zaman unutmayalım. Saksıdaki bir çiçek bile ilgi ister, bakım ister; kendiliğinden yetişmez.
Saygı görmeyen bir çocuktan saygı beklemeyin. Sevgi görmeyen bir çocuktan sevgi de beklemeyin. Çocuğunuza içten bir sarılma, sevgiyi tüm kelimelerden daha iyi anlatır. Sevgi yoluyla çözüm aramamak, yeni çatışmaların kaynağıdır.
Çocuklardaki merakı engellemeyin. Merak, bilginin kaynağıdır. Girişimciliği engellemeyin. Girişimcilik, canlılığın kaynağıdır. Bireyselciliği engellemeyin. Bireysellik, bilgeliğin kaynağıdır.
Çocuklara karşı verilen olumsuz tepki, olumsuz etkiyi oluşturur. Olaylara kayıtsız kalmak, hakettiği övgüyü bulamayan çocukların çevrelerine verdikleri bir tepkidir.
Çocuklarınızı yakından izleyin. Her gün yeni şeyler keşfettiğinizi göreceksiniz. "Hayır" kelimesini kullanmanız gerekiyorsa, bunu çocuğunuzu küçük düşürmeyecek şekilde yapın.
Çocuklarınıza söylediğiniz her söz, sizi üzecek ya da sevindirecek bir biçimde, onlar tarafından tekrar size geri dönecektir.
Kurallarınız varsa, nedenleriniz de olmalıdır. Bu nedenleri bilmek hem sizin hem de çocuğunuzun hakkıdır. Çocuğunuza soru sorarsanız, cevabı beklemeyi unutmayın.
Çocuğunuzun arkadaşlarını, kendi arkadaşlarınız gibi sıcak karşılamalısınız.
Çocuğunuzun yanında, eşinizle münakaşa kavga etmeyin.
Çocuğunuzun sorularına karşı göstereceğiniz ilgisizlik, onun başka sorular sorma isteğini kıracaktır ve bilgi dağarcığı yetersiz olacaktır. Eğer sinirli ve iyi değilseniz, "kötü bir gününüzde" olduğunuzu çocuğunuza söylemelisiniz.
Sizin gibi, çocukların da hayal kurmaya ihtiyacı vardır. Çocuğunuz, hayallerinden birini sizinle paylaşmak istiyorsa, size ne kadar değer verdiğini anlayın ve onu tüm kalbinizle dinleyin.
Hata yaptığınızı çocuğunuza itiraf edemiyorsanız, güvenilirliğinizi zamanla kaybedersiniz. Çocuğunuzdan, hissetmediği şeyleri söylemesini beklemeyin.
Anne-babanın yerine getirmesi gereken en önemli ve en güç sorumluluk, çocuklarına, duygularına nasıl yön verebileceklerini öğretmektir.
Çocuklar, karar vermeyi karar vererek öğrenirler. Onları bu konuda özendirin.
Çocuğunuza yapamayacağınız sözü vermeyin; verdiğiniz sözleri de mutlaka tutun.
Konuşan bir çocuğun sözlerini tamamlamaya çalışmayın.
Bir çocuğun hayatındaki tüm riskleri kaldırırsanız, o çocuğun hayatındaki tüm canlılığı da kaldırmış olursunuz.
Yetişkin çocuklara, dini yönden baskıcı olmayın, onlardan çok fazla şey istemeyin; sadece namaz kılmasında ısrarcı olun. Namazını muntazam kılarsa, diğerleri kendiliğinden hallolur.
Herkes aynı şeyden şikayetçi, deniyor ki: Çocuklarımız bize niçin benzemiyor, niçin bizim gibi yaşamıyor. Aile itibarımızı, şerefimizi on paralık ediyorlar; namaz yok niyaz yok; manevi değerlerimize ilgisizlik, ilgisi olsa da bizim gibi değil; pejmurde bir hayat sürüyorlar.
Hatta hali vakti yerinde olanlar, bu şikayetlerini daha ileri safhaya götürüyor; sebebini öğrenmek için psikiyatri doktorlarına gidiyor. Şikayetlerini anlatıp: “Psikolojisi mi bozuk? Tedavi mi gerekir” diye soruyorlar.
Kendilerine, “Çocuğunun senin gibi olması için ne yaptın?” diye sorulduğunda, yıllardır Batı’dan aldığı telkinlerle hemen şunu söylüyorlar:“ Ben o konuda çocuklarımı serbest bıraktım. Nasıl olsa bize uyar, bize benzer diye düşündüm. Baskı ters tepebilir inancı ile yönlendirmeye girmedim. Sadece, yazın bir ara Kur’an-ı kerim kursuna göndermiştim. Onun dışında kendi haline bıraktım.”
Okul durumunu sorduğunuzda ise, görevini fazlasıyla yerine getirmiş bir kimse rahatlığı ile hemen cevap veriyor: “Yıllardır yığınla para verip düzenli olarak hazırlık kurslarına gönderdim. İlkokuldan itibaren okula gitmesinde, eve döndüğünde derslerine çalışmasında ısrarlı takipçi oldum. Ayrıca yazları yabancı dil kursuna gitti. İngilizcesini geliştirmesi için yurt dışına gönderdim. Geçmişte ben çok sıkıntı çektim, çocuğum sıkıntı çekmesin diye her istediğini, en pahalısından aldım; istediği hiçbir şeye olmaz, demedim. Fakat, okumasından da memnun değilim...”
Ailenin şikayetçi olduğu çocuklara sorduğunuzda onların cevabı da şöyle oluyor genelde:
“Okuyup, toplumda belli bir yerim olması için, çok çalışmam gerektiğine inanıyorum. Ama ancak bu kadar oluyor. İnanç meselesine gelince, elbet kendime göre inancım var ama çevreye uyumlu olmak benim hedefim. İnşaallah yaşlanınca, hatta emekli olunca ibadete başlarım. Şu an buna vaktim yok. Ayrıca, okulda gerici damgası yemek istemiyorum.”
Aslında, sıkıntının sebebi ve çaresi bu baba ile çocuğun itiraflarında var. Bütün mesele babanın şu iki cümlesinde düğümleniyor: Birincisi, “Çocuğumu manevi değerlerimize yönlendirmedim” ikincisi, “Her türlü ihtiyacını karşıladım” cümlesi.
Her gencin okuması, çağın şartlarına göre kendini yetiştirmesi önemlidir. Fakat, bundan daha önemlisi ise, öz değerlerimize, kültürümüze uygun yetiştirilmesidir. Aslında bu, daha çok emek, daha çok para gerektirir. Her nedense buna emek verilmiyor, gereken yatırım yapılmıyor.
En zor olan şey için hiç yatırım yapmıyoruz ancak, her insanın kendi gayreti ile elde edebileceği bilgiler için, varımızı yoğumuzu seferber ediyoruz. Bir meyve ağacı bile kendiliğinden yetişmez, bakım ister. Biz, bir meyve ağacına gösterdiğimiz itinayı kendi çocuklarımıza göstermiyoruz. Sonra da kalkıp, çocuğumuzdan şikayetçi oluyoruz. Adama, ne verdin ki ne istiyorsun, ektin mi ki biçesin demezler mi?
Her ihtiyacı temin edilen çocuğun, hem okulunda, hem ailesinde eğitim ve öğretim güçleşir. Çocuk şımarık yetişir ; bu da, inancında, yaşayışında gevşeklik meydana getirir.
İnsan ihtiyaçsız olursa azar. Sıkıntı çekmeyen varlığın, rahatın kıymetini bilmez. Yine sıkıntı çekmeyen, çaresiz kalmayan, Yaratanını hatırlayamaz. Ona sığınmada, bildirdiği emir ve yasakları yerine getirmede, isteksiz ve şuursuz olur. Hedefi sadece, yemek içmek, gezmek olur. Bu düşünce de bir gencin hem dünyasını hem de ahıretini perişan eder.
Anne- baba daha küçük yaşlarda çocuklarının yemelerinde, içmelerinde, yatmalarında, soğuk havalarda ne giymeleri gerektiği konusunda onları adım adım takip eder. Üstelik, bu konularda ısrarcıdır. Çocuğunu “ilerde öğrenir yaparsın” diye bu davranışında serbest bırakmaz. Her gün ısrarla okula gönderir, derslerine çalışması için baskı yaparlar. Peki, her konuda ısrarla takip edip de küçük bir çocuğun ahlaki ve dini eğitimini kendi haline bırakan veya “Büyüyünce kendi seçimini kendi yapar.” mantığıyla hareket eden anne ve babanın, sonra da dönüp, “Çocuğum bizim gibi niçin değil?” demeğe hakkı var mı?
İnsanın alışkanlıklarından vazgeçmesi kolay değildir. Hele bu alışkanlık, asırlardır devam ede gelen, bir alışkanlık, bir davranış şekli ise, durum daha da zorlaşır.
Aile içi eğitimden, çocuklarımıza karşı davranış şeklimizden bahsediyorum. Asırlardır süre gelen bu davranış şeklimiz; otoriter, mesafeli bir metot idi. Bu zamana kadar iyi neticeler de alındı bu metoddan.
Ancak, zamanımızda herşey çok hızlı değiştiğinden istenilen netice tam olarak alınamıyor artık. Zorlamalar, katı prensipler geri tepiyor. Baskı altında belli bir kalıba sokulan gençler, delikanlılık çağına girince, tam tersine bir kalıpla çıkıyor karşımıza.
O zamana kadar zorlamalar ile namazını kılan, kılık kıyafetine dikkat eden gençler bir çırpıda bu değerlerden sıyrılıyorlar çoğu zaman. Bu da gösteriyor ki, artık metodumuzu değiştirmemiz, kendimizi yenilememiz gerekiyor.
Eskiden çocukları cemiyet; okul, sokak terbiye ediyordu. Bunun için aileye, babaya fazla bir iş kalmıyordu. Babanın çocuğuna faydalı olması daha zor olduğu için, baba çocuğu ile arasına mesafe koyarak, daha etkili olan cemiyet eğitimine havale ediyordu.
Şimdi cemiyetin, sokağın, okulun bu faydalı eğitim özelliği kalmadı. Aksine çevresi çocuğa zararlı oluyor. Televizyon ve internetin faydaları yanında verdiği zararları kelimelerle ifade etmek mümkün değil. Böyle bir ortamda, çocukla ilgilenmeyip, araya mesafe koymak, onu her türlü vahşi hayvanın bulunduğu ormanda yalnız bırakmak gibidir.
Bunun için çocuğumuzun dünyasını ve ahiretini düşünüyorsak, küçük yaştan itibaren ilgilenmek, sevgi ve şefkatle yaklaşıp manevi değerlerimizi ürkütmeden vermek zorundayız. Bunu yaparken ölçüyü iyi muhafaza etmek zorundayız. Aşırı denetim, çocuğu pasifleştirir, aşırı hoşgörü çocuğu şımartır ve olgunlaşmasını engeller. Peygamber Efendimizin buyurduğu gibi, “Çocuklarınızla çocuklaşınız” metodu içerisinde onlara yaklaşmalıyız.
Eğitim zor iştir. Zaman ister, sabır ister, emek ister. Altı ay ömrü olan çiçek bile bakım ister, kendiliğinden yetişmez. Mesela, dinimiz, namaz kılmadan önce, namazı sevdirmemiz, alıştırmamız için çocuğa üç senelik bir zaman dilimi belirliyor. Yedi yaşından başlayarak, 10 yaşına kadar namazı alıştırmamızı emrediyor. Bunun gibi, bütün manevi değerlerimizi verebilmemiz için çocuğa zaman ayırmamız şart. Bunu da, yavaş yavaş alıştıra alıştıra zorlamadan, nefret ettirmeden yapmamız gerekiyor.
Çocukların dinimize uygun giyim tarzına alışmaları da küçük yaşlarda başlar. Kız çocuklarımıza daha küçüktür diye dekolte kıyafet giydirirsek, buna alışır büyüyünce normal kıyafete geçmesi zor olur. Çocuk gördüklerine imrense bile, ona uygun şekilde anlatarak ileride yapamayacağı işlerden şimdiden uzak tutmak gerekir.
“Hoş gör, boş ver, ileride düzelir” anlayışıyla çocuğun olumsuz davranışları düzeltilmezse, ileride hoş görülmeyecek şeyleri hoşgörü ile karşılar. Aşırı gevşek tutumla yetişen çocuk; bencil, sabırsız ve anlayışsız olur.
Hoş görü gösterilecek; fakat bu zamanında, yerinde olacak. Ana babanın yanlışı: neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bildiği halde, kimi zaman yanlış yapılmasına hoşgörü göstermesidir.
Sevgi, yanlışları görmemezlikten gelmeye sebep olmamalıdır. Aşırı sevgi, çocuğu sevgiye boğar, çocukta bağımlılık ve güvensizlik oluşturur. Karşılaştığı her meselede çözüm kapısı olarak ana babaya dayanır, onlara güvenir; fakat kendine güvenmez.
Çok çalışmasını, çok ibadet etmesini değil; düzenli, istikrarlı olmasını istemeli ve bu yolda telkinlerde bulunmalıdır. Programlı olması ve zamanı iyi kullanması hususunda ona yardım etmelidir. Bunları yaparken aksama olduğu zaman da onu sevgisizlikle cezalandırmamalıdır.
Aile içinde kutuplaşmalara; anne ile kızın bir yanda, baba ile oğulun bir yanda; bazen anne ile baba bir yanda, çocuklar bir yanda biçiminde ortaya çıkan gruplaşmalara fırsat vermemelidir..
Çocuk hakkında bütün kararları “çocuğumu en iyi ben tanırım” anlayışıyla almak, ondan sadece bu kararlara uymasını beklemek, mutsuz, kendi yetenek ve ilgisine uygun bir meslekte çalışmayan, bu nedenle de kendisiyle barışık olmayan bir insan oluşturur.
“Sen benim dediklerimi yap, yaptıklarımı yapma” anlayışı yanlıştır. Çünkü, çocuklar, söylediklerimize değil, yaptıklarımıza bakarlar. Söylediklerimizle yaptıklarımız birbiriyle uyumlu olmalı. Çocuğumuzu dinlediğimizi, onu adam yerine koyduğumuzu hissettirmeliyiz.
Çocuğunuza “Sana güveniyorum, elinden geleni yapacağına inanıyorum” mesajı vermelidir. Asla, “Bu kafayla gidersen....”, “Ben demedim mi....” diye başlayan sözler söylememelidir. Böyle sözler, bizden uzaklaşmaya, nefrete sebep olur.
Anasayfaya dön | Kapak Sayfası |
Sadakat.Net © İslami web hizmetleri |