Darwin ve Evrim Teorisi

 

Evrim efsanesi ve gerçek 

Darwin, materyalistlerin iddia ettiği gibi, insanların maymundan türediğini veya bir hayvandan başka bir hayvan geleceğini söylememiştir. Darwin böyle bir şey söylese bile bu sözün ilmi bir kıymeti olmaz.

İnsan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark, insanın ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Hz. Âdem’e verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddecilerin, felsefecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sananları çıkıyor. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de, insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır, insana mahsus olan ruhtan ve bu ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur. İnsan ile hayvan, tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir zaman bir geçit olamaz.

 

Darwin’i kullandılar

Materyalistler, fen adamı rolüne girip, (İnsanların maymundan türediğini Darwin söyledi) diyorlar. Halbuki Darwin böyle bir şey söylemedi. Canlılar arasında hayat mücadelesini anlattı. (Türlerin Kökeni) ismindeki kitabında, canlıların çevreye uyduklarını, bunun için, ufak değişikliklere uğradıklarını yazdı. (Bir tür, başka türe döner) demedi. İngiliz İlim Birliğinin 1980’de Salford’daki toplantısında konuşan Prof. John Durant diyor ki:

(Darwin’in insanın kökeni ile ilgili görüşleri, modern bir efsane olup çıktı. Bu efsane, ilmi ve sosyal gelişmemize zarardan başka bir şey vermedi. Evrim masalları, ilmi araştırmaları tahrip etti. Şimdi Darwin’in teorisi dikiş yerlerinden patlamış, geriye perişan ve bozuk bir düşünce yığını bırakmıştır.)

 

Evrimcilere göre, Neandertalar, ilk insandır, önce dört ayak üzerinde yürümüş, daha sonra da bugünkü hâle gelmiştir. Bu kadar ilkel olan bir mahlukun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkün değildir. Bütün din kitapları, ilk insanın homo sapien [iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahluk] olduğunu bildirmektedir. Dört ayakla yürüyen hayvanın bugünkü insana dönüşebileceğini hiç kimse iddia etmemiştir. Paleontoloji mütehassısları, bir canlının başka türe dönmediğini, canlılardaki değişmelerin, kendi türleri arasında olduğunu bildirirler.

 

Bütün din kitapları, ilk insan olan Hz. Âdem’in, buğday ektiğini, ev yaptığını ve kendisine on forma kitap verildiğini bildirmektedir. Görüldüğü gibi ilk insanın, dünyanın oldukça tekamül ettiği bir zamanda yaratılmış olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, mağaralarda yaşayan mahluklarla hiçbir ilgisinin olmadığı apaçıktır.

 

Üçüncü zaman sonunda yaşayan “Antropoit” dedikleri maymun iskeleti bulununca, evrimciler tarafından, (İnsanın ceddi olan maymunun kemiği bulundu. İnsanın maymundan geldiği kesinleşti) gibi yalanlar yazılıp, hayali resimler yapıldı.

 

1912’de İngiltere’de C. Dawson bir fosil bulduğunu söyledi. Sonradan (Piltdown adamı) denilen bu fosil, maymunla insan arasında bulunan fosiller içinde en güvenilir olarak meşhur oldu. Bu fosilin kafatası ve dişleri insanınkine, çene kemikleri ise maymunun çene kemiğine benziyordu. Böylece ilk insanın maymun insan arası bir mahluk olduğu yazılıp çizildi. Din ile alay edildi. Bu fosilin şüpheli taraflarının bulunduğunu, bu bakımdan yeniden tetkikten geçmesini isteyen bilim adamlarına izin verilmedi. Ama son yıllarda bir Alman heyeti, bu fosili inceler, şüpheli yerler bulur. Neticede Dawson’un, hile yaparak, insan kafatasına maymunun çene kemiğini yerleştirdiği, çeneye de insan dişlerini koyduğu açığa çıktı.

 

1922’de Pliosen devrine ait bir azı dişi bulundu. Hemen evrimciler, bunun ilkel bir insan olduğunu söylediler. Bir azı dişinden ilhamla, (Nebraska adamı eşiyle beraber) diye hayali resimler çizdiler. Amerika ve İngiliz basınında günlerce makaleler yazıldı. Neticede bu dişin, bir domuza ait olduğu tespit edildi.

Maymun kafatası, insan uyluk kemiği ile üç azı dişi ayrı ayrı yerlerde bulunmuş, bunların hepsi birleştirilip adına Java adamı denilmiştir. Bu kemikleri bulan ve Java adamı adını veren Mr. Dubois, ölmeden önce, gerçeği itiraf edip, (Bu kemikler, bir gibbon maymunudur) demesine rağmen iş işten geçer ve Java adamı evrimciler arasında eşsiz yerini alır.

 

Evrim ve tesadüfler

Prof. Dr. Cevat Babuna konuşmasına şöyle devam etti:

İnançsız evrimcilere göre, bir organizma veya bunun temsilcisi olan hücreler, bir işi yapa yapa öğrenirler ve sonunda ona göre uyum sağlarlar. Mesela zürafanın boynu yüksek dallardan gıda temin etmeye çalışa çalışa uzamıştır. Parmaklarımız sert cisimlere vura vura koruyucu olan tırnağı geliştirmiştir. Türler ve hücreler arasında bir hayat savaşı vardır. Bu savaşta kuvvetli olan zayıfı tasfiye eder.

 

Sadece hayatın başlama noktası, bütün bu iddiaların ne kadar geçersiz ve saçma olduğunu ortaya koymaktadır.

 

Dünya kurulalı beri hiçbir sperma hücresi, dölleme görevini yaptıktan sonra tekrar geri dönmek ve ana hücrelerine yaptığı işler hakkında bilgi vermek imkanını bulamamıştır.

 

Madem ki, sperma ana hücresinin ve spermanın, kendisini ne gibi görevler beklediğini önceden bilmesine imkan yoktur.

 

O zaman kendisine özel yapıyı veren ve bir sürü tedbirler aldıran nedir?

Spermanın başına koruyucu zırhı yerleştiren, birtakım hücreleri yok edecek eritici silahları taşıtan hangi kuvvettir?

 

Bilim dünyasının bile ancak 20. yüzyılın ikinci yarısında öğrenebildiği insan hücresinin kromozom sayısının 46 olduğunu sperma nereden biliyor?

 

46’dan daha fazla kromozomlu bir insanın sakat olacağını, hatta öleceğini ve bu sebepten kromozom sayısını yarıya indirmesi gerektiğini nasıl öğrenmiştir?

 

Yola çıkmadan önce görevinin başka bir hücreyle birleşmek olduğunu da bilmeden, üstelik bu işlemi 20. asırda değil, onbinlerce yıldan beri kusursuz olarak yerine getirmektedir.

 

Bu bilgileri ne kendisini yapan ana hücreden, ne de dünyadaki antropologlardan veya jinekolog doktorlardan alması mümkün değildir.

 

O halde bu tedbirler ve ince mühendislik hesapları hangi kuvvetin eseridir?

Kromozomlarını indirgeyen sperma hücresi, taşıdığı yüzbinlerce genin kontrolünü hangi bilgisayarlarla yapmakta ve bunların yeterli olmadığını görerek yarıştan niçin çekilmektedir?

 

Çocuğun cinsiyetini verecek kromozomlar X ve Y harfleriyle adlandırılır. Yumurtacıkta daima X kromozomu vardır. Sperma ise yarısı X, yarısı Y kromozomlarından oluşan bir kombinasyona sahiptir. Yumurtacık, X kromozomu taşıyan bir sperma tarafından döllenirse, döllenmiş hücrede XX kromozomları olur ve çocuk dişi olur. Y kromozomu taşıyan bir sperma döllerse, çocuk XY kromozomlu olur, yani erkek olur. Buradan da anlaşılabileceği gibi, cinsiyeti tayin edecek spermadır, yani babadır.

 

Bu bilgilere göre, doğacak çocukların % 50’sinin erkek ve % 50’sinin kız olması gerekir. Halbuki gerçekte bu böyle olmamaktadır.

 

Normal hayatta dış şartlara kadınlar erkeklere göre daha dayanıklıdır. Mesela düşük kilolu bebeklerin kuvözlerde erkek çocukların yaşama şansı, kız çocuklara oranla daha azdır.

 

Aynı şekilde büyüklerde de, çeşitli sebeplerle erkekler kadınlardan daha çok ölmektedir.

Harpler, trafik kazaları vs. ele alındığında, dünya üzerindeki erkek sayısının gittikçe azalan bir çizgi izlemesi gerekirdi.

 

Bu şekilde, sonunda sadece kadınlardan ibaret bir dünya ortaya çıkardı. Halbuki herkes biliyor ki, dünyada kadın erkek sayısında belirli bir denge vardır ve bu denge değişmemektedir.

 

Bütün bunlara rağmen, aklı başında olmak kaydıyla, her şeyin tesadüfen meydana geldiğini söyleyebilecek bir kişi çıkabilir mi?

 

Evrim ideolojisi 

Bilim Araştırma Vakfı’nın davetlisi olarak ülkemize gelen Paleontolog Prof. Dr. Duane Gish, konferansta özetle dedi ki:

Canlıların kökenini araştırmak için başvurulabilecek en somut deliller, fosil kayıtlarıdır. Yani yaratılış veya evrimden, hangisinin doğru olduğunu saptayabilmek için, fosil kayıtlarının, hangisini desteklediğini incelemek gereklidir. Evrimciler, “Tesadüflerle, ilkelden gelişmişe doğru bir ilerleme kaydederek bugüne gelindi” diyorlar. Evrim gerçek olsaydı, evrimcilerin iddia ettikleri yüz milyonlarca yıl boyunca gerçekleşen evrim sürecinde, yüz milyonlarca canlı, kendinden önceki bir türden bir sonraki türe doğru gelişecekti. Bu ise, kaçınılmaz olarak yüz milyonlarca “ara-geçiş formu”nun varlığını gerektirirdi. Oysa böyle bir durum söz konusu değildir.

 

Fosil kayıtlarının evrimi desteklemediği ortadadır. Kediler hep kedi, maymunlar hep maymun ve insanlar hep insan kalmışlardır. Evrimciler çarpık değerlendirmeler yapıyor. Kendi teorilerine uydurmaya çalıştıkları zamanlama metotlarını sık sık değiştirerek, yeni ortaya çıkan bilgilerin ışığında evrimi geçerli kılmaya çalışıyorlarsa da, bu çabaların faydasız olduğunu da biliyorlar.

 

Başlangıçta umduğu fosillerin bir türlü bulunamadığı görülünce, fosil kayıtları ve teorisinin birbirleriyle tutarsızlığını açıklamak için, Darwin’in bulduğu çözüm, yani fosil kayıtlarının çok eksik olduğu iddiası ileri sürüldü. Oysa şu anda Darwin’in döneminden beri 120 yıl geçti ve fosil kayıtları çok miktarda arttı. Bugün 250 bin farklı türün fosili mevcut. Ancak durum başlangıçtan farklı değil. Hâlâ Darwin’in bulunmasını umduğu fosillerden iz yoktur.

 

Karmaşık canlıların gelişmeleri için gereken milyonlarca yılda bırakmaları gereken fosillerin hiçbirinin mevcut olmayışı, bu teoriyi herhangi bir dayanaktan yoksun bırakır. Bu karmaşık canlıların birdenbire ve evrim açısından “dramatik” biçimde ortaya çıkışlarını açıklamak amacıyla girişilen jeolojik, iklimsel, atmosferik ve kimyasal çabaların hepsi çökmüştür. Bu kadar şüphe götürmez delillere rağmen, eğer bir kimse bu karmaşık canlıların hiçbir iz bırakmadan evrimleştiğine inandığını söylerse, elbette bu modern bilime zıttır. Bu kişi, evrime, bilimsel gerçekler ışığında değil, bilimsel gerçeklere rağmen inandığını kabul ediyor demektir. Nitekim evrimi savunan çevrelerin, içinde bulunduğu durum da budur. Bu ise, evrimi bilimsellikten uzaklaştırarak bir ideoloji haline sokmuştur.

 

Evrimciler insanın maymundan evrimleştiği düşüncesinde idiler. Ancak bu evrim süreci ve fosil kayıtları da yine en çok evrimciler tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Evrimcilerin, “Maymunla insan arası” olarak açıkladıkları Australapithecus aferensis, insan gibi iki ayağı üzerinde yürümüyordu. Bazı hareketler [mesela bir daldan meyve koparmak] için kısa süreli olarak dikilmesi, onun insan olduğu anlamına gelmiyordu. Günümüz paleontoloji araştırmaları ise, bunun artık soyu tükenmiş bir maymun cinsi olduğunu söylüyorlar.

 

Eugene Dubois, insanın maymundan evrimleşerek geldiğini söylemişti. 1891’de önce bir kafatası ve bundan 15 m. uzakta bir uyluk kemiği buldu. Ardından buluntulara 3 adet diş eklendi. Dubois bunların tek bir canlıya ait olduğunu iddia etmekle kalmadı, 900 cc olarak hesapladığı kafatasından hareketle ilkel bir maymun ve uyluk kemiğinden hareketle de dik yürüyen bir insan türü olduğunu ortaya attı. Buna Homo erectus [Dik yürüyen maymun] adını verdi. Bu yanlış iddia, evrimcilerce sevinçle karşılandı.

 

Ne var ki, Dubois bile, bir süre sonra kendisinin de ikna olmadığını ve bunun bir maymuna ait olduğunu düşündüğünü itiraf etti. Birçok bilim adamı da bunun Pithecantropus türü bir maymuna ait bir kafatası olduğu konusunda birleştiler.

 

İkinci örnek Pekin Adamı da bundan farklı değildir. Evrimciler hiçbir tutarlı iddia ortaya koyamadılar, iddialarını destekleyen hiçbir fosil kaydı bulunamadı ve evrimin, bilimsellikten uzak “İdeolojik bir çalışma” olduğu anlaşılmış oldu.

 

Evrim efsaneye dayanır 

Bilim Araştırma Vakfı’nın düzenlediği, yerli yabancı ilim adamlarının katıldığı konferansta konuşan Amerikalı biyolog Prof. Dr. Kenneth Cumming dedi ki:

Evrim efsaneye dayanır. Şöyle ki, Enuma Elish destanı Yunan filozoflarını çok etkiledi. Thales, Aristo ve Platon felsefi teorilerini Sümerler’in destanından esinlenerek oluşturmuşlardı. Yunan filozoflarının doktrinleri ise Lamarck’a kadar uzandı. Lamarck ilk defa, canlıların basitten mükemmele doğru değiştiğini söyleyerek konuyu güncelleştirdi. Lamarck, bugünkü zürafaların geçmişte boynunun kısa olduğunu, ancak ağaçların yüksek dallarına uzandıkça boyunlarının da uzadığını iddia etmişti. Genetik biliminden habersizdi. Bugün böyle bir gelişimin, biyolojik olarak imkansızlığı ispat edilmiştir. Lamarck’tan sonra, bu safsatayı Darwin tekrar gündeme getirdi.

 

Darwin’in fikirleri, temel olarak gözlemlere ve doğal seleksiyon, ayıklama adını verdiği bir mekanizmaya dayanır. Buna göre bütün canlılar, ortak bir ataya sahiptir ve türler bu ortak atadan zamanla, yavaş yavaş çeşitlenerek ortaya çıkmıştır.

 

Darwin’in zamanında genetik ve mikrobiyoloji gibi hücre ve üreme konularına bilimsel açıklamalar getiren bilimler mevcut değildi. Bunun için iddialarına karşı, kesin bir şey söylenemiyordu. Bu bilimlerin ortaya çıkması, Darwin’in teorisini temellerinden sarstı. Bu durumda evrimciler de yeni yollar aramak durumunda kaldılar ve teoriye mutasyon mekanizması eklendi.

 

Bu iddiaya göre, mutasyonlar, yani canlının genetik şifresi DNA’da meydana gelen hasar, bozulma ve kopmalar neticesinde yeni canlılar oluşuyordu ve doğal seleksiyon bunları ayıklayarak güçlülerin hayatta kalmalarını sağlıyordu.

 

Oysa bu durum teoriyi kendi içinde bile çelişkili hale getirmişti. Çünkü mutasyonlar canlıya zarar verip yaşama şansını azaltıyordu. Zaten çok nadiren meydana gelen bir mutasyon, üstelik de kazanılan özelliğin bir sonraki nesle aktarılabilmesi için ancak üreme hücrelerinde olması gerekirken, canlıya büyük zarar veriyordu. Tek bir faydalı mutasyonu tanımlamak bile çok zorken, türü değiştirebilecek bir mutasyonlar zincirini düşünmek imkansızdı.

 

1953’de Miller bir deney gerçekleştirdi. Evrimcilerin iddialarındaki doğal seleksiyon mekanizmasının tek bir örneğinin bile mevcut olmadığını, çeşitli sebeplerden dolayı hayvan toplulukları sayılarında değişme yaşandığını, ancak hiçbir zaman bir kedinin köpeğe, bir çamın meşeye dönüşmediğini ispat etti. Moleküler düzeyindeki incelemelerinde, aminoasitlerin yapılarının evrimle açıklanamayacağı görüldü.

Bütün canlılarda, rastgele değil, çok muntazam bir dizayn vardır. Buna göre canlı organizmalar, bir makinenin parçaları gibi yüzlerce, binlerce parçanın, daha doğrusu sistemin birlikte çalışmasıyla hayatlarını devam ettirmektedirler.

 

Bu çok sayıdaki parçanın herbiri birbiri ile mükemmel bir uyum içinde çalışmaktadır. Mesela vücudun savunma sistemleri, organizmanın korunması için antikor oluşumu, hücre temizliği ve iltihabi reaksiyon gibi karmaşık metotlar kullanırlar. Yara tamiri, kan pıhtılaşması gibi birçok döngü reaksiyonları meydana getirirler. Olayların kendine has oluşları ve kontrolün oluşumu üst düzey bir dizayna işaret etmektedir. Böyle üstün bir dizayn tesadüfler sonucu ve rastgele oluşmuş olamaz. Bu, bir sisteme ait olan ve birbiriyle uyumlu bütün parçaların, ancak o sistemi bütünüyle tanıyan bir Yaratıcı tarafından ortaya çıkarılmış olduğunu açık bir şekilde göstermektedir. Bu parçaların her birinin yapısı, iç mekanizması ve işleyişindeki harikalık da o yaratıcının varlığına birer delildir.

[Kur’an-ı kerimde ilk insanın topraktan, neslinin ise nutfeden yaratıldığı bildiriliyor. İlim ilerledikçe Kur’an-ı kerimin bildirdiği bu gerçek daha iyi anlaşılıyor.]

 

Evrim ve yaratılış 

Bilim Araştırma Vakfı yöneticileri, bir dergideki solcu bir yazara verdikleri cevabı, basına da dağıtmışlar. Bu uzun mesajda özetle [ve kısa ilavelerle] deniyor ki:

Dergideki yazıda, “Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmaktadır” denmiştir. Halbuki bahsedilen konferanslarda, Evrim teorisi çürütülmeye çalışılmamış, çürütülmüştür. Evrim teorisi ele alınmış, ateist ideolojilerin ürünü olan bu dogmanın mesnetsizliği, bizzat bilim yoluyla ortaya konarak, teorinin çöpe atılması sağlanmıştır. Ayrıca Marksist felsefeyi savunanların yaratılış gerçeği karşısında ileri sürdükleri teori, her açıdan geçersiz kalmış ve savunucuları büyük bir hezimete uğramıştır.

 

Yazıda, “Evrim teorisi dinin en zayıf noktasıdır” deniyor. Evrim teorisi dinin değil, materyalist felsefenin en zayıf noktasıdır. Çünkü başta K. Marx ve F. Engels olmak üzere materyalist felsefenin ileri gelen fikir babalarınca defalarca ifade edildiği gibi, Evrim teorisi, materyalist felsefenin temel dayanağını teşkil etmektedir. Nitekim K. Marx, Evrim teorisini ortaya atan Darwin’in kitabı için, “Bizim görüşlerimizin doğal tarihi temelini içeren kitap budur” demiştir.

 

Evrim teorisi, materyalist felsefenin temeli olduğu için, bu teorinin mesnetsizliğini ortaya koyan her bulgu, materyalist felsefenin ve onunla bağlantılı bütün ideolojilerin de mesnetsizliğini ortaya çıkarmaktır. İşte yazarın saldırgan bir tutum sergilemesinin ardında yatan asıl sebep budur.

 

Dergi, “İnsanlar, yaratılış için tanrısal bir masal uydurmuşlar. Kutsal kitaplar, bütün canlıların Hz. Âdem’den yaratıldığını söyler” derken, dergi, bütün canlıların değil, insanların türemesini kastetmiş olmalıdır. Çünkü bilindiği gibi, Kur’an-ı kerimde Hz. Âdem’in ilk canlı olduğu ve mikroorganizmalardan memelilere kadar bütün canlıların Hz. Âdem’den türediği gibi bir açıklama mevcut değildir. Kur’an-ı kerimde, Hz. Âdem’in ilk insan olduğu ve insan neslinin Hz. Âdem’den türediği belirtilmektedir.

 

Yazar, “Doğal Seçme Yasası ile din asla bağdaşmaz” diyor. Yazar dini bilmediği gibi, Evrim teorisini ve bilimi de bilmiyor. Çünkü Doğal Seçme Yasası diye bir şey yoktur. Doğal seçme [seleksiyon] ise, hiçbir bilimsel dayanağı olmayan bir kelime oyunundan ibarettir.

 

Yazar, “İnsanlar tercihlerini ya inançtan, ya bilimden yana yapacaklardır” diyor. Eğer, “İnanç”tan kastettiği “Yaratılış inancı” ise, iddiası gerçek dışıdır. Yaratılış ile bilim arasında hiçbir aykırılık mevcut değildir. Bilimsel gerçekler, yaratılışın doğruluğunu ortaya koymaktadır. Eğer “İnanç”tan kastettiği, Evrim teorisine olan körü körüne bağlılık ise, yalnız bu tespiti doğrudur. Bilim başka şey, Evrim teorisi başka şeydir. İnsanlar tercihlerini ya bilimden, ya Evrim teorisinden yana yapacaklardır. Hem bilim, hem Evrim teorisi savunulamaz.

 

Yazar, “Yaratılışa inananlar Evrim teorisini çürütseler bile, yine de bu, insanları yaratılış masalına inandırmaya yetmez” diyor.

 

Birincisi, yaratılış masal değil gerçektir. Esas masal olan, çeşitli türlerde atomların uzun bir zaman içerisinde, tesadüfler sonucu bir araya gelerek, elektron mikroskobu yapıp, kendi vücudunun hücre yapısını inceleyen bilim adamlarına dönüştüğünü iddia eden Evrim teorisidir.

 

İkincisi, Evrim teorisinin yanlışlığı, elbette ki, yaratılışı ispatlayan delillerden biridir. Canlıların tesadüfle oluşmasının imkansızlığı, şuurun varlığı, bu da yaratıcının varlığını ispatlamaktadır. Başka bir deyişle, yaratılış, hem bilimsel verilerin yaratılışı doğrulamasıyla, hem de yaratılış dışındaki alternatiflerin imkansızlığıyla kesinlik kazanmaktadır. Yazar, “Din ile bilim hiçbir zaman birbirleriyle uyuşmaz” diyor. Demek ki yazar, Evrim teorisini ilim ile karıştırıyor.

 

Maymun bir hayvandır

Darwin’in "Evrim Teorisi"ni ilim olarak ders kitaplarında okutmak doğru mudur?

CEVAP

Darwin, materyalistlerin iddia ettiği gibi, hiçbir kitabında insanların maymundan türediğini veya başka bir hayvandan başka bir hayvan geleceğini söylememiştir. Darwin istismar edilmektedir. Diyelim ki Darwin böyle bir söylemiş olsa bile bu sözün ilmi kıymeti olur mu? Bu ilim veya nazariye diye okutulur mu?
Materyalistlerin anlattığı şekilde bir evrim yoktur. Hiçbir hayvan, evrim neticesi başka bir hayvan olmamıştır. İnsandan hayvan, hayvandan insan olmamıştır. Bunun teorisi bile yanlıştır.

 

Cenab-ı Hak, bitkileri, hayvanları ve insanları, yaşadıkları bölgelere uyabilmelerini sağlayacak vasıfta yaratmıştır. Mesela çölde yaşayan deveyi, susuzluğa tahammül edecek şekilde, kuşların kolay uçabilmesi için kemiklerini iliksiz yaratmıştır.

 

İlkçağdaki insanın 44 dişli olduğu, daha sonra 40'a ve nihayet 32'ye indiği, bugün ise 28 olduğu, zamanla dişlerin hiç kalmayacağı gibi sözler, gerçek dışıdır. Bazı kimselerde 20'lik dişler çıkmaz. Yirmilik diş dört tanedir. Bunlar çıkmayınca 28 diş olur. Zamanla insanın dişsiz kalması mümkün değildir.

Biyologlar, insan ile hayvan arasındaki farkı, yalnız madde bakımından inceliyor. Halbuki, insan ile hayvanlar arasındaki en büyük fark insanın ruhudur. İnsanlarda ruh vardır. İnsanlık şerefi hep bu ruhtan gelmektedir. Bu ruh, ilk olarak Âdem aleyhisselama verildi. İnsanlara mahsus olan bu ruh hayvanlarda yoktur. Maddecilerin, felsefecilerin bu ruhtan haberleri olmadığı için, insanı maymuna yakın sanabilirler. İlk insanların şekli, yapısı, maymuna benzese de, insan insandır. Çünkü ruhu vardır. Maymun ise hayvandır. Çünkü bu ruhtan ve ruhun hasıl ettiği üstünlüklerden mahrumdur.

 

Görülüyor ki, insan ile hayvan, tamamen ayrıdır. Aralarında, hiçbir zaman bir geçit olamaz, birbirine dönemez. (Seadet-i Ebediyye)

 

İlk insan ve evrim

İlk insanların dört ayaklı olduğunu da iddia edenler çıktı. İlk insan Âdem aleyhisselam olduğuna göre bu yanlış değil midir?

CEVAP

İlk insan ve ilk Peygamber Âdem aleyhisselamın ne zaman yaratıldığı bilinmemektedir. İnsanın, dünya kurulduğu ilk günden itibaren dünyada bulunduğu da iddia edilemez.

 

Darwin’in evrim nazariyesine göre, ilk insan olarak kabul edilen Neandertaların, yavaş yavaş bugünkü insan haline geldiğini kabul etmek mümkün değildir. Hele bazı dinsizlerin iddia ettiği gibi, insanın önce dört ayağı üzerinde yürüdüğünü ve birçok asır sonra ayağa kalktığını ileri sürmek, hiçbir zaman ilme ve mantığa uymaz. Çünkü, bu kadar ilkel olan bir mahlukun bugünkü mükemmelliğe ulaşması mümkün değildir. O halde, dört ayak üzerinde yürüyen türün, insan olmadığını, başka bir mahluk olması gerektiğini ve diğer birçok eski mahluklarla birlikte yok olduğunu kabul etmek icap eder. Bütün din kitapları, ilk insanın homo sapien, yani iki ayak üzerinde yürüyen ve düşünebilen bir mahluk olduğunu bildirmektedir. Hiçbir evrimci, dört ayak üzerinde yürüyen ve bir hayvandan farkı olmayan bir varlığın bugünkü insana dönüşebileceğini iddiada bulunamamıştır.

 

Bütün din kitapları, ilk insan olan Âdem aleyhisselamın, öküzü sabana koştuğunu, buğday ektiğini, ev yaptığını ve kendisine on forma kitap verildiğini bildirmektedir. Sığırı ehlileştirmek, mağarada yaşamak yerine kendine ev yapmak, buğday ekmek ve onu hasat etmek ve (vahy almak) meziyeti olan ilk insanın, dünyanın oldukça tekamül ettiği bir zamanda yaratılmış olduğu, dört ayağı üzerinde yürüyen, mağaralarda yaşayan mahluklarla hiç bir alâkasının olmadığı apaçık meydandandır.

 

Java adamı ve evrim

Materyalist felsefeye ilim zanneden bir okuyucu, (Java adamı ile diğer adamların ve yamyamların Hz. Âdem’den geldiğine dair bir kayıt var mıdır? diyor.

CEVAP

Darwin tarafından ileri sürülen bu faraziyeye "Evrim Teorisi" diyorlar. Denizden çıkan bir hücre zamanla evrimleşerek insan olmuş. Bu ilim dışı görüşe nasıl inanılır ki? İlk hücre nereden gelmiş? Deniz ve kâinat nereden gelmiş? Bir eser varsa, bunu yapan da vardır.

 

Bir fen adamı, jeolojik tabakalar arasında bir kemik parçası buluyor. Bunu duyan materyalist bâtılı gazeteciler, (İnsanın aslı olan maymun kemikleri bulundu. İnsanın maymundan geldiği kesinleşti) gibi balonlar uçuruyorlar.

 

Paleontoloji mütehassısları, bir canlının başka türe dönmediğini, canlılardaki değişmelerin, kendi türleri arasında olduğunu bildiriyorlar.

 

Üçüncü zaman sonunda yaşayan "Antrapoid" dedikleri bir maymun iskeleti bulunmuş, materyalist bâtılı

gazeteciler, İnsanın ceddi olan maymunun kemikleri bulundu) diye yaygara koparmışlardır.

Bir hayvan kafatası bulununca, (İlk insanın kemikleri bulundu) diyerek hayal mahsulü resimler yapmışlardır. Hiçbirinin ilimle, hatta teori ile alâkası yoktur.

 

Piltdown adamı

Materyalist evrimcilerin sahtekârlıklarından biri de şöyle:

1910 yılında İngiltere’de C.Dawson bir fosil bulduğunu söyledi. Buna (Piltdown adamı) adı verildi. Bu fosil, maymunla insan arasında bir fosil idi. Pek meşhur oldu. Bu fosilin kafatası ve dişleri insan dişiydi, çene kemikleri ise maymunun çene kemiğiydi. Böylece ilk insanın maymun-insan arası bir mahluk olduğu yazılıp çizildi. Mukaddes kitaplarla alay edildi. Fakat son senelerde bir Alman heyeti, bu fosili dikkatlice inceleyerek bu fosilde şüpheli yerler buldu. Neticede Dawson’un, insan kafatasına maymunun çene kemiğini yerleştirdiği, çeneye de insan dişlerini koyduğu açığa çıktı. Bu sahtekârlığı belli olmasın diye de, potasombikromat ile lekeler meydana getirmiş. Daha sonra bunu bir yere gömüyor. Sonra merasimle bunu çıkarıyor. İlim adına yapılan bir skandal. Dawson’un filmine, ilim diyen zavallılara ne demelidir?
1922de bir azı dişi bulundu. Bu pliosen devrine aitmiş. Hemen evrimciler, bunun ilkel bir insan olduğunu söylediler. Bir azı dişinden ilham alarak (Nebras adamı eşiyle) diyerek hayali resimler çizdiler. Amerika ve İngiliz basınında günlerce makaleler yazıldı. Neticede bu dişin, bir domuza ait olduğu tespit edildi.

 

Java adamı

Yarım kafatası, uyluk kemiği ile üç azı dişi ayrı ayrı yerlerde bulunmuş, bunların hepsi bir kafa kabul edilmiş ve adına Java adamı denilmiştir. Prof. Gish bu hususta diyor ki:

(Java adamı denilen varlık bir maymundur. Maymun kafatası ile insan uyluğu birleştirilmiş, adına Java adamı denilmiştir.)

 

Bu kemikleri bulan ve Java adamı adını veren Mr. Dubois, ölmeden önce, gerçeği itiraf etmiştir. (Java adamı dediğim kemikler, gerçekte bir gibbon maymunudur) demiştir. Fakat iş işten geçmiş, Java adamı evrimciler arasında müstesna yerini almıştır. [Bu hususta geniş bilgi Milli Eğitim Bakanlığı yayınlarından Evrim Teorisi Hakkında Rapor Özeti isimli kitapta ve Hakikat Kitabevi yayınlarından Rehber Ansiklopedisinde vardır.]

 

Madem böyle şu adam, bu adam yaşamış da, niye bir tane de, binlerce değildir? Bu husus da bunların uydurma olduğunun başka bir delilidir.

 

Hıristiyan film adamları da, bir dağda bir tahta parçası bulsa, (Nuh’un gemisini bulduk) diyerek, sözde Kur'an-ı kerimi yalanlamaya çalışıyorlar. Evrimciler ne kadar uğraşırsa uğraşsın güneş balçıkla sıvanmaz.

Maymundan geldiğini söyleyenler olduğu gibi, ayıdan geldiklerini söyleyenleri de vardır. Bir İtalyan profesörü, insanın maymundan değil, ayıdan geldiğine dair üç delil ortaya atmıştır:

1- Ayı, yavrusunu döverken insan gibi tokatlar, maymun ise ısırır.

2- Ayı, dişisi ile, yavrularının görmediği bir yerde çiftleşir. Halbuki maymunda böyle bir şey yoktur. Yavrularının yanında da çiftleşir.

3- Oyuncak dükkanına giden bebekler, ayı oyuncaklarını tercih ederler. Bu deliller insanların ayıdan geldiğini gösterir.

Maymun teorisi gibi ayı teorisi de, ilim adına uydurulmuş bir rezalettir.

 

Dillerin meydana çıkışı 

Dinsizler, hiçbir vesikaya dayanmadan, sırf dinleri inkâr için, ilk insanın konuşma bilmediğini, işaretle anlaştığını söylüyorlar. Darwin’in nazariyesini anlatanları da var. Bunlara cevap verir misiniz?

CEVAP

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Âdem aleyhisselam, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir.) [Hakim]

(Âdem aleyhisselam Cennetten dünyaya inince, Allahü teâlâ, ona her şeyin sanatını, ilmini öğretti.) [Taberani]

 

Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselama, şu anda dünyada mevcut bütün dilleri öğretti. Âdem aleyhisselam da, Arapça, Süryanice, İbranice ve diğer bütün dillerde kitaplar yazıp her dil ile konuşmuştur. Bu husustaki delillerden biri Bekara suresinin, (Allahü teâlâ, Âdem'e bütün isimleri öğretti) mealindeki 31. âyet-i kerimesidir.

 

Hz. Âdem, Hak teâlâdan öğrendiği için, varlıkların adlarını, bütün dil ve lügatları biliyordu. Çocukları bütün dilleri konuşuyordu. Hz. Âdem vefat edince, çocukları kafileler halinde başka başka ülkelere gittiler. Her kafile, ayrı bir dil ile konuşuyordu. Böylece çocukları babalarının konuştuğu diğer dilleri unutmuşlardı. O anda konuştukları dil ile kaldılar. (Mirat-ı Kâinat)

 

Taş-tunç devrinin aslı yoktur

İlk insanlar işaretle mi anlaşıyorlardı? Taş-tunç devrinin aslı var mıdır?

CEVAP

Taş devri, tunç devrinin aslı yoktur. İnsanların maymundan gelmesi, uzay insanları, Ufo yalanları gibi bu da hayal mahsulüdür. Bir karıncayı, bir hücreyi bile yaratmaktan aciz olan dinsizler, bütün kâinatı yoktan yaratan Allah’ı inkâr maksadıyla böyle şeyler uyduruyorlar. Her şeye gücü yeten cenab-ı Hak, ilk insan ve ilk peygamber olan Hz. Âdem'e her ilmi öğretti. Kur'an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Âdem'e bütün isimleri öğretti.) [Bekara 31]

 

Bu husustaki hadis-i şeriflerden ikisi de şöyle:

(Âdem, Cennetten dünyaya inince, Hak teâlâ, ona her sanatı, her ilmi öğretti.) [Taberani]

(Hak teâlâ, Âdem'e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlatların, torunların, bu sanatlardan biri ile rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın! Din ile dünyayı talep edene yazıklar olsun!) [Hakim]

 

İlk insanların işaretle anlaştıkları da yalandır. Hıristiyan ve yahudiler de, Hz. Âdem’in Cennette meleklerle konuştuğunu kabul ederler. Hadis-i şerifte, (Âdem, Allahü teâlâ ile konuşan bir peygamberdir) buyuruldu. (Beyheki)

 

Hz. Âdemin çocukları, kafilelerle başka başka ülkelere gittiler. Ayrı dil ile konuştular. Böylece babalarının bildiği dilleri unuttular. (Mirat-i Kâinat)

 

Hz. Âdemin çocukları

Hz. Âdem’in çocukları da, ilimsiz, fensiz, görgüsüz değildi. Hz. Âdem ve ona iman eden torunları şehirlerde yaşarlardı. Okumak, yazmak bilirlerdi. Demircilik, iplik yapmak, kumaş dokumak, çiftçilik gibi sanatları vardı. Yazı, ilk insan Hz. Âdem ile birlikte dünyaya yayılmıştır. Bugün, Asya, Afrika çöllerinde ve Amerika ormanlarında vahşiler yaşadığı gibi, Hz. Âdem’den sonra da bilgisiz, basit yaşayanlar vardı. Fakat, bundan dolayı ne bugünkü, ne de ilk çağdakilerin hepsi için, vahşi denilemez. Allahü teâlânın, Hz. Âdem'e gönderdiği kitaplarda, iman edilecek hususlar, çeşitli dillerde lügatler, namaz, oruç, gusül, birçok sanatlar, tıb, ilaçlar, aritmetik, geometri gibi şeyler bildirilmişti. Altın para basılmıştı.

 

Hz. Âdem’den sonra medeniyette gerileyen kavimler olmuştur. Buna rağmen Hz.Nuh zamanında da maden ocakları işletilip, çeşitli aletler, makineler yapılmıştı. Hz.Nuh’un gemisinin, kazanı kaynayarak hareket ettiği, yani buharlı gemi olduğu Kur'an-ı kerimde bildiriliyor. (Hud 40)

 

Kazılarda medeniyetlere rastlanması, eski insanların vahşi olmadıklarını göstermektedir. Kazılarda ilkel toplumlara da rastlanması, medeniyetlerin, zirveye çıktığını, sonra çeşitli sebeplerle yıkıldığını göstermektedir. Medeniyetler zirvede iken, tıp çok ilerlemişti, her hastalığın çaresi bulunuyordu. Bugünkü radarlar eskilerin yanında çok ilkel kalır. Bir aletle dünyanın her tarafını görmek mümkündü. Her medeniyet yok olunca, yenisini kurmak için sıfırdan başlamak gerekir.

 

Medeniyet grafiği inip çıkmıştır. Medeniyetlerin zirvedeki durumlarını görüp, eski insanların hepsine medeni demek nasıl mümkün değilse, medeniyetlerin yıkılıp yeni kurulan medeniyet seviyesi çok düşük olanlara bakıp hepsi vahşi idi de denilemez. Putlara tapınılan bir toplum bulununca, ilk insanların çok tanrıya taptığı da söylenemez. Yani ilk insanlar çok tanrıya tapardı, sonra tek tanrıya taptılar görüşü çok yanlıştır. İlk insan Hz. Âdem tek ilaha ibadet ederdi. Asırlar sonra puta tapanlar çıkmıştır. Şimdi bile yeryüzünde çeşitli dinler mevcuttur. Ateşe, ineğe tapanlar vardır. Herhangi bir sebeple bugünkü medeniyet yıkılsa, Hindistan’da bir kazı yapılsa, bütün dünya ineğe tapıyordu mu denir?

 

İlk insan, ilk Peygamber idi 

Bir hoca, (Âdem ve Havva ilk insan değildir. Biz, başka mahluklardan türedik) diyor. Bu sözün ilmi bir değeri var mıdır?

CEVAP

Bu söz; akılla, mantıkla, ilimle bağdaşmaz. Herkes Hz. Âdem’in neslinden gelmiştir. Kur’an-ı kerimde, Allahü teâlâ, insanlara hitap ederken, (Ya beni Âdem’e = Ey Âdemoğulları) buyuruyor. [Araf 26, 27, 31, 35, Yasin 60]

Bu husustaki âyet-i kerime mealleri şöyledir:

(Rabbin, "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım" dediği zaman, melekler, “Yeryüzünde fesat çıkaracak, kan dökecek kimseler yaratacaksın?" dediler. “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu. Âdem’e bütün eşyaların isimlerini [neye yaradıklarını, ilmini, sanatını] öğretti, sonra meleklere, “Siz de biliyorsanız söyleyin” buyurdu. Melekler, “Senin bize öğrettiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur”dediler. Âdem’e, “Her şeyin ismini [ne işe yaradığını] söyle buyurdu. Âdem de, hepsini söyleyince, Rabbin, “Ben göklerde ve yerde, görülmeyen, gizli açık her şeyi bilirim demedim mi” buyurdu.) [Bekara 30-33]

 

(Allah, birbirinden gelme bir nesil olarak Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ve İmran ailesini âlemlere üstün kıldı.) [Âl-i İmran 33]

 

(Ey Âdemoğulları, şeytan, ana-babanızı [Hz. Havva ile Hz. Âdem’i], Cennetten çıkardığı gibi, sizi de aldatmasın.) [Araf 27]

 

(Rabbin, Âdemoğullarının [Âdem’in] sulbünden neslini devam ettirmiştir.) [Araf 172]

(Sizi bir tek nefisten, candan [Âdem aleyhisselamdan], ondan da eşini [Havva validemizi] yaratan Allah’tır.) [Araf 189, Zümer 6]

 

İnsanlar bir kişiden, Hz. Âdem’den yaratılmıştır. (Nisa 1, Enam 98)

İlk insan topraktan, nesli nutfeden yaratıldı. (Fatır 11, Hac 5, Kehf 37, Mümin 67)

 

Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de temiz oldu.) [Ebu Davud]

 

(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yarattıktan sonra, “Git şu meleklere selam ver. İşte senin ve neslinin selamlaşması böyle olacaktır” buyurdu.) [Buhari]

 

(Allah Cehennemdeki azabı en hafif olana "Dünyadaki her şey senin olsaydı, Cehennemden kurtulmak için onları feda eder miydin?" buyurur. O da "Evet" der. "Sen Âdem’in sulbünde iken, çok az şey istedim, şirk etme dedim. Ama sen şirk ettin” buyurur.) [Hakim]

 

(Hz. Âdem’e kadar olan soyumda, zina eden hiç kimse yoktur. Hepsi temizdir.) [İbni Sa’d]

(Hz. Âdem’den babama kadar hep nikahlı ana-babadan geldim.) [Deylemi]

(Yecüc ve Mecüc de, Âdem aleyhisselamın sulbündendir.) [Beyheki]

(Allahü teâlâ, Hz. Âdem’e bin çeşit sanat öğretip buyurdu ki: Evlat ve zürriyetin, bir sanatla rızkını talep etsin! Dini geçim vasıtası yapmasın!) [Hakim]

(Hepiniz Âdem aleyhisselamın çocuklarısınız.) [Bezzar]

 

Bu delillerden sonra, (Biz Âdem’den değil, maymundan, başka mahluktan geldik) diyerek insanlığı hazmedemeyene, gözü hayvanlıkta olana, kim, ne anlatabilir ki?

 

Sonsöz

Evrim teorisi birçok kimsenin dinsiz olmasına sebep olmuştur. Bugün evrim teorisinin asılsızlığı meydana çıkmıştır. Eğer bu teoriyi çürütecek bir ilim adamı çıkmasaydı, Hz. Âdem’den geldiğimize şüphe mi edecektik? “Acaba maymundan mı geldik?” diyecektik. Bugün melek, cin, şeytan, Cennet ve Cehennem gibi birçok şeyin varlığını bilimsel olarak, deneyle izah ve ispat etmek imkansızdır. Bu yolla imanını kuvvetlendirmeye çalışanlar, şüpheden kurtulamazlar.

 

Bir kimse, Allah’a, insan ve hayvanların anatomisini inceleyerek, kâinattaki harikalara bakarak inanabilir. Nitekim böyle inanan birçok Hıristiyan ve başka kâfir vardır. Muhammed aleyhisselamın bildirdiklerine inanmadıkları için imanları muteber olmaz.

 

Senaullah Panipüti hazretleri buyuruyor ki:

Allah’ın varlığı, sıfatları, razı olduğu ve beğendiği şeyler, ancak peygamberlerin bildirmesi ile anlaşılır. Akıl ile anlaşılamaz. (Hukuk-ul-İslam)

 

Dinin hükümlerini [Efal-i mükellefini, yani farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram, mekruh ve müfsidi] ilmihalden öğrenip amel eden kimselerin imanına, iman-ı istidlali, yani delil ile anlayarak bilmek denir. Böyle kimselerin imanı kuvvetlidir.

 

İman nedir?

Abdülgani Nablusi hazretleri buyuruyor ki:

(İman, Muhammed aleyhisselamın Allahü teâlâ tarafından getirdiği bilgilere inanmak ve inandığını dil ile söylemek demektir. Bu bilgilerin her birini araştırmak ve anlamak gerekmez. Mutezile, her birini anlayıp inanmak gerekir dedi.) [Hadika]

 

İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:

(Tasavvuf sayesinde iman sağlamlaşır. Akıl ile, delil ve ispat ile kuvvetlenen iman böyle sağlam olmaz.) [c.1, m.266]

 

(Bildiğimiz, hatırımıza, hayalimize gelen, duyu organlarımıza etki eden her şey mahluktur. “Allahü teâlâ bir şeye benzemez” demek de, benzetmek olur. Akıl ve hayal Ona yaklaşamaz. Böyle hiçbir şeye benzemeyen ve akıl ile anlaşılamayan yüce yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur. Çünkü, görerek, düşünerek anlamaya kalkışarak inanmak, Ona inanmak olmaz. Kendi yaptığımız şeye iman etmek olur. Bu da, Onun mahlukudur. Bunu, Ona ortak yapmış, Ondan başkasına iman etmiş oluruz. ) [c.2, m.9]

 

(Allah’ın dostu olan evliyaya kâfirlerden daha çok bela gelmesinin sebebi şudur: Bu dünya, imtihan yeridir. Burada hak, bâtıl ile karışıktır. Burada, dostlarına bela vermeyip, yalnız düşmanlarına verseydi, dost, düşmandan ayrılır, belli olurdu. İmtihanın faydası kalmazdı. Halbuki, gayba iman etmek gerekir.) [c.2, m.99]