Yaratıcıya kafa tutan cahil

 

Bir gazetenin Avrupa baskısında, bir yazar, âyetleri de yanlış yazarak, Kur'an-ı kerimde çelişki bulduğunu sanıp, (Tanrı, insanı şu âyette topraktan, şu âyette sudan, şu âyette çamurdan yarattığını söylüyor. Diğer milletler Tanrının kulu değil mi de, Kur'anı Arapça indirdi) diyor. Daha başka hezeyanları da vardır. Bir cevap verir misiniz?

CEVAP

Allah’ın kelamında tenakuz [çelişki] olmaz. Cenab-ı Allah buyuruyor ki:

(Eğer o [Kur'an-ı kerim] Allah’tan başkası tarafından [gelmiş] olsaydı, elbette onda tutarsız [uyumsuz] çok şey bulunurdu.) [Nisa 82]

 

Eshab-ı kiramdan birkaç zat, bir âyet-i kerime üzerinde farklı yorumlar yaparken, Resulullah Efendimiz çıkageldi ve buyurdu ki:

(Sizden önceki ümmetler, Allah’ın gönderdiği kitabı yanlış yorumladıkları için helak olmuştur. Bu Kur'anın bir kısmı, diğer bir kısmına zıt değildir. Anlayamadığınız yerleri bilenlerden sorun!) [İ.Ahmed]

 

Mucizelerin en büyüğü

Peygamber efendimiz, kimseden bir şey öğrenmemiş, hiç yazı yazmamış iken ve geçmişlerden ve etraftakilerden haberi olmayan insanlar arasında hasıl olmuş iken, Tevratta ve İncilde ve bütün başka kitaplarda yazılı şeyleri bildirdi. Geçmişlerin hallerinden haber verdi. Her dinden, her meslekten ileri gelenlerin hepsini huccet ve burhanlar söyleyerek susturdu. En büyük mucize olarak Kur'an-ı kerimi ortaya koydu. Allahü teâlâ, Resulüne buyuruyor ki:

(Sen bundan [Kur'an-ı kerim gelmeden] önce bir kitap okumuş ve onu yazmış değildin. Eğer öyle olsaydı bâtıl yoldakiler, [Kur'anı başkasından öğrenmiş veya önceki semavi kitaplardan almış] derler ve [Yahudiler de, Onun vasfı Tevratta ümmidir, bu ise ümmi değil diye] şüpheye düşerlerdi.) [Ankebut 48]

 

Kur'an-ı kerimde kimsenin yapamayacağı, söyleyemeyeceği şeyler sayılamayacak kadar çoktur. Birkaçı şöyle:

1- İcaz ve belagattır. Yani az söz ile pürüzsüz ve kusursuz olarak, çok şey anlatmaktır. Bütün şairler, edebiyatçılar, Kur'an-ı kerimin nazmında ve manasında aciz ve hayran kalmışlar, bir âyetin benzerini söyleyememişlerdir. İcazı ve belagati insan sözüne benzemez. Yani, bir kelimesi çıkarılsa veya bir kelime eklense, lafzındaki ve manasındaki güzellik bozulur. Bir kelimesinin yerine koymak için, başka kelime arayan bulamamıştır.

 

2- Harfleri ve kelimeleri, Arab harflerine ve kelimelerine benzediği halde, âyetler, yani sözler ve cümleler, onların sözlerine ve şiirlerine hiç benzemiyor. Kur'an-ı kerimin yanında onların sözleri, cam parçalarının elmasa benzemesi gibidir. Dil mütehassısları bunu pek iyi görmektedir.

 

Allahü teâlâ, her asırda en az bir kişiyi Peygamber olarak göndermiş, ona çeşitli mucizeler vermiştir. Mesela, Hz.Musa zamanında sihir, büyücülük çok ilerlemişti. Hz.Musa asasını yere koyup büyük bir ejderha olmuş, sihirbazların ellerindeki aletleri, ipleri yutmuştur.

 

Hz.İsa zamanında tıp çok ileri idi. Hz.İsa mucize olarak, körleri iyi etmiş, ölüleri diriltmiştir.

Bizim Peygamberimizin zamanında ise edebi söz ve yazı sanatı çok ileri idi. Yarışmada birinci olan şiir, yazı ve konuşmalar Kâbe duvarına asılırdı. Kur'an-ı kerim gelince, bunlar indirilip, yerine, gelen âyetler kondu. İnatçı kâfirler hariç herkes Kur'an-ı kerimin Allah’ın kelamı olduğuna inandı.

Kur'an-ı kerimde, (Bu Kur'an, Allah kelamıdır. İnanmıyorsanız, bir âyeti kadar siz de söyleyin! Söyleyemezsiniz) buyuruluyor. Bütün düşmanlar el ele verip, yıllarca uğraştıkları halde onun benzerini bugüne kadar söyleyemediler. Söylemek de mümkün değildir.

 

3- Bir insan, Kur'an-ı kerimi ne kadar çok okursa okusun bıkmıyor, usanmıyor. Arzusu, hevesi, sevgisi ve zevki artıyor.

Halbuki, Kur'an-ı kerimin tercümelerinin ve başka şekillerde yazmalarının ve diğer bütün kitapların okunmasında, böyle arzu ve lezzet artması olmuyor. Usanç hasıl oluyor. Yorulmak başkadır, usanmak başkadır.

 

4- Geçmiş insanların hallerinden birçok şey Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir.

 

5- İleride olacak şeyleri bildirmektedir. Bunlardan çoğu meydana çıkmış ve çıkmaktadır.

Mesela, Rum suresinin 3. âyetinde mealen, (Rumlar, en yakın bir yerde mağlup oldu. Halbuki onlar, bu mağlubiyetten sonra birkaç yıl içinde [on yıla varmadan] galip gelecektir) buyuruldu.

Bu âyet, Rum Kayseri Herakliusun on yıldan az zamanda, İran şahı Husrev Perviz ordusuna galip geleceğini önceden haber vermektedir. Aynen vaki oldu. 

 

İnsanın yaratılışı

Ateist yazar, (Kur'anda, insanın yaratılışı ile ilgili olarak bir yerde çamur, bir yerde toprak, bir yerde su, bir yerde nutfe deniyor. Görüldüğü gibi Kur'anda çelişki vardır) diyor.

 

Kur'an-ı kerimde çelişki [tenakuz] yoktur ve olamaz. Kur'an-ı kerim, her cahilin kolayca anlayacağı basit bir kitap değildir. Kur'an-ı kerimin tercümesini okuyup da, hüküm çıkarmaya çalışmak çok yanlış olur.

 

Hz.Âdemin, Al-i İmran suresinde topraktan, Hicr suresinde balçıktan, Saffat suresinde cıvık çamurdan, Rahman suresinde kuru balçıktan olduğu belirtilmektedir. Mesele ilmi bir şekilde incelenince, hepsinin de menşeinin toprak olduğu görülür. Demek ki, Hz.Âdem çeşitli topraklardan yaratılmıştır. Hadis-i şerifte de buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de halis ve temiz oldu.) [Ebu Davud]

 

Hazret-i Âdem, yeryüzünde yaratılan ilk insan ve ilk Peygamberdir. Bütün insanların babasıdır.

Çeşitli ülkelerden getirilen toprakları melekler su ile çamur yapıp, insan şekline koydu. Mekke ile Taif arasında kırk yıl yatıp, pişmiş gibi kurudu. Önce Muhammed aleyhisselamın nuru alnına kondu. Sonra Muharremin onuncu Cuma günü ruh verildi. Kendisine her şeyin ismi ve faydası bildirildi.

 

İnsanlar bir kişiden, Hz.Âdemden yaratılmıştır. (Nisa 1, Zümer 6, Enam 98)

İlk insan, çamurdan, balçıktan, yani topraktan yaratılmıştır. (Al-i İmran 59, Enam 2, Rum 19, 21, Saffat 11, Rahman 14, Araf 12, Hicr 26, 28, 33 İsra 61, Sad 71)

İlk insanın çamurdan, nesli, nutfeden yaratılıp; nutfe, çeşitli devrelerden sonra et, kemik, sonra insan haline geldi. (Müminun 12-14, Secde 7-9, Hac 5, Mümin 67)

Her canlı şey [hayvan ve bitki] sudan yaratılmıştır. (Enbiya 30, Nur 45, Furkan 54)

İnsan nutfeden yaratılmıştır. (Nahl 4, İnsan 2, Abese 19)

İlk insan topraktan, nesli nutfeden yaratıldı. (Fatır 11, Hac 5, Kehf 37, Mümin 67)

Bu âyetlerde, insanın nutfeden yaratıldığı açıkça bildirilirken, aşağıdaki âyetlerde, nutfe için, su, hakir su, atılan su gibi ifadeler, teşbihler kullanılmıştır.

 

Bir damla sudan, bir damla nutfeden yaratılan insan, kibirlenir, kendini bir şey zanneder. Böyle bir insan için buyuruluyor ki:

(Bakarsın ki Rabbine apaçık bir hasım oluverir.) [Nahl 4]

 

Hakir su ifadesinden de kolayca anlaşılacağı gibi, insan basit bir sudan yaratılmıştır.

Allahü teâlâ, (Aslın bu, niye kibirleniyorsun) buyuruyor. İblis de, ateşi üstün, toprağı da hakir gördüğü için, kibirlenerek topraktan yaratılan Hz. Âdem'e doğru secde etmedi. (Araf 12, Hicr 33, Sad 74, 75)

İnsan sudan [nutfeden] yaratıldı. (Furkan 54)

İnsan hakir sudan [nutfeden] yaratılmıştır. (Secde 8, Mürselat 20)

İnsan, atılan bir sudan [nutfeden] yaratılmıştır. (Tarık 6)

 

Görüldüğü gibi, âyetin birisinde nutfe, diğerinde su denmesi farklı bir şey değildir. Ateist yazarın anladığı gibi Kur'an-ı kerimde asla çelişki yoktur.

 

Kur'an-ı kerimi kim anlar

Kur'an-ı kerimi, lisanı Arapça olanlar bile anlayamaz. Hatta evliyanın ve ulemanın en büyükleri olan Eshab-ı kiram bile, âyetlerin manalarını Resulullah efendimize sorarlardı. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Kur'an, Allah’ın metin ipidir. Manalarının hepsi anlaşılmaz. Çok okumak ve dinlemekle eskimez.) [İbni Mace]

 

Kur'an-ı kerim çok veciz olup, bitmez tükenmez manalarının bulunduğu, bütün manaları bildirilse bile, yazmak için kâğıt ve mürekkep bulunamayacağı bizzat Kur'an-ı kerimde bildirilmektedir. Mealen buyuruluyor ki:

(De ki, Rabbimin [İlmini, hikmetini bildiren] sözleri için, denizler mürekkep olsa, bir o kadar daha deniz ilave edilse, denizler tükenir, Rabbimin sözleri tükenmez.) [Kehf 109, Beydavi]

 

Anayasayı, bir kanunu anlamak için hukukçulara gidiliyor. Halbuki bunları da insan yazmıştır. Bir kanundan bile herkes aynı şeyi anlamazken, Allah’ın kelamını herkes nasıl hemen kolayca anlayabilir?

Doğrusunu anlayabilmek için, bir Kur'an tercümesine [meallere] değil, İslâm âlimlerinin tefsirlerine bakmak gerekir. 

 

Kur'an-ı kerim niçin Arapça?

Ateist yazar, (Diğer milletler kendi kulu değil mi de, Tanrı Kur'anı Arapça indirdi) diyor. Eğer Kur'an İngilizce olarak inseydi, aynı bozuk mantıkla, (Diğer milletler kendi kulu değil mi de, Tanrı Kur'anı İngilizce indirdi) diyecekti. Maksadı yanlış bulmak olduktan sonra her şeyi tenkit eder.

 

Yusuf suresinin, (Biz Kur'anı Arapça olarak indirdik, umulur ki, siz onu anlarsınız) mealindeki 2. âyet-i kerimesi, tefsirlerde özet olarak şöyle açıklanıyor:

 

Biz Kur'an-ı kerimi herhangi bir lisan ile değil, en geniş, en açık, en ahenktâr olan Arap lügatı üzere indirdik. Eğer akıllıca düşünürseniz, bu Kitabın ulviyetini, kendisinin bir şaheser, hükümlerinin, tesirli sözlerinin, bütün insanlığa hitap ettiğini, müslüman olmayı en büyük bir vazife, en yüksek bir saadet telakki edersiniz.

 

Ey Araplar, Kur'an-ı kerim, sizin lisanınızla indi. Bugüne kadar birçok edebiyatçının, şairin sözünü dinlediniz. Hiçbirisine benzemiyor. Bunun insan sözü olmadığını, İlahi bir kelam olduğunu düşünürseniz, anlarsınız.

 

Demek ki âyetteki anlamak, bunun ilahi kelam olduğunu anlamaktır. Yoksa ahkamını anlamak değildir. Eğer öyle olsaydı, (Ey Resulüm, Kur'an-ı kerimi insanlara açıklaman için indirdik) mealindeki âyet-i kerimeye zıt olurdu (Nahl 44)

 

Eğer Yunanca olsaydı

Fussilet suresinin, (Eğer biz Kur'an-ı kerimi yabancı bir dilde okunan bir kitap kılsaydık. Diyeceklerdi ki, âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalıydı. Muhatapları Arap olduğu halde, Arapça olmayan bir kitap mı geldi) mealindeki kırkdördüncü âyet-i kerimesinin tefsirlerdeki açıklaması da şöyledir:

 

Kur'an-ı kerim [İbranice, Yunanca falan değil] sizin lisanınızda, yani arapçadır. Siz Arap olduğunuza göre, ifadelerinin vecizliğinden, şaheserliğinden bu Kur'an-ı kerimin İlahi bir kelam olduğunu anlarsınız. Yoksa, (Siz Arap olduğunuza göre, Kur'anın ahkamını da anlarsınız) denmiyor.

[Tokatlı Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri efendi, (Biz Arabiyi az biliriz. Fakat Kur'an-ı kerimi Araplardan daha iyi anlarız) buyuruyor.]

 

Lisanı Arabi olan herkes Kur'anı anlayamaz. Lisan ayrı, ilim ayrıdır. Türkçe bilen insan, tıp, hukuk, fen gibi bilgileri bilir mi?

 

Kur'an-ı kerim baştan başa bir ilim deryasıdır. Her Arabi bilen Kur'an-ı kerimi nasıl anlar?

Ateist yazar gibi, tercümesini okuyup da, (Bakın Kur'anda çelişki var) demek ne kadar abes ve saçmadır.

 

Ateist yazar, Kur'an-ı kerimde suçlulara verilecek cezaları da eleştiriyor.

Bir cani, çoluk çocuk demeden on kişiyi öldürüyor. Ceza olarak bu da öldürülmeli denince, (İnsanlığa yakışır mı) deniyor.

Caninin on kişiyi öldürmesi insanlığa yakışır mı?

Katliamlara son vermenin çaresi, öldürenin cezasız kalmamasıdır. Cezaların hafif olması, hapse girince bütün ihtiyaçların karşılanması suçları teşvik olmaz mı?

Allahü teâlâ, (inanmayanları ateşte yakacağım) diyor. Ateşte yakmaktan daha büyük ceza olur mu?

Her şeyi yoktan yaratan Rabbimizin, emrini dinlemeyenlere ceza verme yetkisi yok mudur? Cezayı suçluların kendisi mi tayin eder? Suçlu kalkıyor, (Ya Rabbi, verdiğin bu ceza bana ağır gelir) diyor. Hâşâ Allahü teâlâ ağır gelip gelmeyeceğini hiç bilmez mi?

Dünyada suçluya ceza verilmeyen bir ülke var mıdır?

 

Kâinatta tesadüf yoktur

Ateist yazar, (Her şey kendiliğinden, tesadüfen en mükemmel şekilde oluverdi. Bir yaratıcısı yok) demek istiyor.

 

Her varlığın kendi kendine var olması, fenne o kadar uzak bir şeydir ki, tabiatçılar bile (tabiat şöyle yapmıştır, tabiat kuvvetleri yapmıştır) diyorlar.

 

Böylece varlıkların kendiliklerinden olmayıp, bir yapıcısı bulunduğunu, farkında olmadan açıklamış oluyorlar. Fakat, o yapıcıya layık olan isimleri ve sıfatları vermekten çekiniyorlar. Bilgisiz ve iradesiz bir tabiata bağlanıyorlar.

 

Fizik, kimya olaylarından hiçbirinin kendiliğinden olduğunu görmüyoruz. Harekete geçen veya hareketini değiştiren, yahut harekette iken duran bir cisme (elbette bir kuvvet etki etmiştir) diyoruz.

Bütün bu varlıkların bu nizam, bu düzen ile kendiliğinden oluverdiğini sanmak, fizik ve kimya kanunlarını inkâr etmek olur.

 

Atomdan Arşa kadar bütün varlıkları yoktan var eden, ilim, irade ve kuvvet sahibi bir yaratana, yani Allahü teâlâya inanmayıp da, bu varlıkları, fizik ve kimya kanunlarına uymayan bir tesadüf sanmak kadar cahillik olamaz.