Kur’an-ı kerimi tercüme etmek

 

Kur'an-ı kerimin tefsiri ve tevili ancak ehli olan âlimler tarafından yapılır. Fakat kelime kelime tercümesi mümkün olmaz. Tercüme ile murad-ı ilahi anlaşılamaz. Hadis-i şeriflerin de kelime kelime tercümesi çok zaman yanlış manalara gelir. Hatta bir dildeki deyim, terim ve atasözlerinin kelime kelime tercümesi çok yanlış olur. Mesela Fransızca, De bonne guerre, kelime olarak, iyi savaştan demektir. Deyim olarak, kanunlara uygun demektir. İngilizce, Rain cats and dogs = kedi köpek yağıyor demektir. Deyim olarak sağanak halinde yağmur yağıyor demektir. Bir Gazetenin İngilizce bilen muhabiri, bu ifadeyi okuyunca, Amerika’ya kedi köpek yağdı diye haber vermişti. İngilizce’de bu hatayı yapan, Kur’an-ı kerimdeki ifadelerde ne çamlar devirmez ki.

 

Selefilerin Allah gökte demesi bu yüzdendir. Allah’ı eli gözü kulağı olan bir insan gibi düşünmeleri bu sebepledir. Arapça’daki deyimlere geçmeden önce Türkçe’deki deyimlere bakarsak konunun önemi iyi anlaşılır.

 

Mesela Göz boyamak tabirini kelime kelime yabancı bir dile çevirirsek, gözün üstüne boya sürmek gibi bir mana çıkar. Halbuki, Türkçe’de göz boyamak, aldatmak demektir. Göze girmek gözün içine girmek değil, takdir toplamak, itibar kazanmak demektir. Gözden düşmek de itibarını kaybetmek demektir. Eli açık deyiminde de, el ve açık kelimelerini kullanmadan, cömert anlamına gelen kelimelerle tercüme etmek gerekir. Türkçe’de hırsızlık yapana eli uzun derler. Arapça’da ise cömert demektir. Hz. Zeyneb binti Cahş, cömert ve marifetli idi. Peygamber efendimiz onun hakkında, (Bana en önce kavuşacak olanı, eli uzun [cömert] olanıdır) buyurmuştur.

 

Dünya kelimesi, Türkçe’de, yeryüzü manasından başka, fikir ve inanç bütünlüğü manasına İslam dünyası denir. Görüş manasına da gelir. Dünyaları ayrı iki insan gibi. Çok kalabalık manasına da, Dünyanın insanı gelmiş denir. Başka manaları da vardır. Bunlar dünya olarak başka dile nasıl tercüme edilir ki. Elbette açıklayarak çevrilir. Kur’an-ı kerimin böyle kelime kelime yapılan mealleri çok yanlıştır.

 

Dünya, Arapça’da alçak, mal gibi başka manalara da gelir. Üç örnek:

(Dünya [deni, alçak şeyler, haram ve mekruhlar] melundur.) [İbni Mace]

 

(Dünya [dünya malı] bana yaklaşmak istedi. "Benden uzaklaş" dedim. Giderken, "Sen benden kurtuldun ama, senden sonrakiler benden kurtulamaz" dedi.) [Bezzar]

 

(Cennet anaların ayakları altındadır) hadis-i şerifini, (Cennet, ananın rızası altındadır) şeklinde açıklamak gerekir. Ancak bu kadar bir açıklama da kâfi gelmez. Çünkü ana babanın gayrı meşru emirlerine de riayet edilmesi gerekeceği anlaşılır. Ayrıca bir çocuk, Müslüman olmasa; ama ana babasının rızasını alsa, Cennete gideceği de zannedilebilir. O halde hadis-i şerifi İslam âlimlerinin açıkladığı şekilde bildirmelidir. Yani, (Müslüman bir evlat, Müslüman ana babanın dine uygun emirlerine riayet edip rızalarını kazanırsa, Cenneti kazanır) demek gerekir. (Eş-şeru tahtesseyf) ve (El Cennetü tahte zılalissüyuf) hadis-i şeriflerini kelime kelime tercüme edersek (İslam kılıç altındadır) ve (Cennet kılıçların gölgesi altındadır) demektir. İslam kılıcın altında ne demektir? Kılıç ile atom bombası, roket, radar, füze gibi her çeşit savaş araçları kastedilmektedir. Müslümanlar, ekonomide, teknolojide ileri seviyede olursa, dinlerini korumuş olurlar. Yani, İslamiyet, kılıç ve diğer araçların koruması altındadır. Amerika’nın, Rusya’nın tekniğini almak gerekir. O halde yukarıdaki hadis-i şeriflerin açıklaması şöyle olur:

(İslamiyet, kâfirlerdeki silahların hepsini yapmakla ve bunları iyi kullanmakla sağlam kalır.)

 

Kur’anı yanlış tercüme etmek

Birçok kelimenin bir hakiki manası, bir de, kinaye mecaz manası olur. Kinaye, bir şeyi, açık anlamı başka olan kelimelerle anlatmaktır. Kur’an-ı kerimde mecazi ifadelerden başka, Müteşabih âyetler vardır. Bunlara görünen manayı vermek çok yanlış olur. Bilhassa Allahü teâlâ ile ilgili mecazlar, müteşabih olanlar daha önemlidir. Allahü teâlâ hiçbir yaratığa benzemez. Çünkü, Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Leyse ke mislihi şeyün = Onun benzeri hiçbir şey yoktur.) [Şura 11]

(Sübhanekellahümme = Allah’ım, Seni noksan sıfatlardan tenzih, kemal sıfatlarla tavsif ederim.) [Yunus 10]

 

Allahü teâlâ hiçbir şeye benzemezken benzediği sanılan âyetler de vardır. Birkaçı şöyledir:

(Kıyamet günü yeryüzü Allah’ın kabzasında olur, gökler de sağ eliyle dürülür.) [Zümer 67]

(Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır, dediler. Hayır, Allah’ın iki eli de açıktır.) [Maide 64]

(Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.) [Fetih 10]  

(Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.) [Bekara115]

(Allah Arşa istiva edendir. Nerede olsanız, O sizinle beraberdir.) [Hadid 4]

 

Bu âyetlerde bildirilen el, yüz ifadeleri, bir mahlukun eli veya yüzü gibi sanılabilir. Halbuki Allah hiçbir mahluka benzemez. Benzemediğini de birinci âyette bildirdik. İstiva kelimesi oturmak sanılırsa Allah mahluklara benzetilmiş olur ve yukarıdaki âyetlere aykırı olur. Nerede olursanız sizinle beraberdir ifadesi de mecazidir. Çünkü O mekandan münezzehtir. Selefiler bu âyeti tevil ettikleri halde, ötekileri tevil etmiyorlar. Selefilere değil, Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarına itibar etmeli.

 

Açıklamasız tercümeler yanlış olur. Kur’an-ı kerimde buyuruluyor ki:

(Kadınlara dokununca gusledin.) [Maide 6] (Cima için lems = dokunmak kelimesi kullanılmıştır. Bu haliyle yazılırsa kadına dokunanın gusletmesi gerektiği anlaşılır.)

 

(Kanadını müminler için indir.) [Hicr 88] (Şefkat et, tevazu göster demektir. Sadece kanadını indir dememeli.)

 

(Ellerini boynuna bağlama, büsbütün de açma.) [İsra 29] (Cimrilik etme, israfa da kaçma demektir. Açıklamasız yazmamalı.)

 

(İbil’in nasıl yaratıldığına bakmazlar mı?) [Gasiye 17] (İbil deve demektir. İbil’in başka manalarını da düşünen bir Yahudi dönmesi, İbil’i yağmur yüklü bulut diye tercüme ederek Kur'anın manasını değiştirmeye çalışmıştır.)

 

Rahman suresinin baş taraflarında vezn, mizan kelimeleri geçiyor. Piyasadaki bazı meallerde vezn = tartı, terazi diye tercüme edilmiştir. vezn kelimesinin tartı, terazi olarak tercüme edilmesi hatalı olur. Âyette güneş ve ayın bir hesap, bir muvazene, bir denge, bir sistem, bir nizam üzere hareket ettikleri bildirilmektedir.

 

Mümin, kâfir, fasık, salih, münafık gibi kelimeler aynen alınmalı, bundan sonra gerekli açıklamalar yapılabilir. Bunların yerine tercümesi diye uydurma bir kelime konursa manası bozulur. Mesela bir mezhepsiz, kâfirun suresindeki kâfir kelimesini nankör diye tercüme etmiştir. Bir başka mezhepsiz de salih kelimesini barışsever olarak tercüme etmiştir. Bir başka mezhepsiz de, Salat kelimesini dua diye tercüme etmiştir. Salat kelimesi dua anlamına da gelirse de, birçok yerde namaz yerine kullanılmaktadır. Salat = dua diye yazan mezhepsizin mealini esas alan ve kendilerine mealciler denen bir grup türemiştir. Bunlara göre namaz diye bir şey yoktur. Biraz dua etmekle namaz kılınmış olur.

Bu acı örnekler gösteriyor ki, Kur’anı kelime kelime tercüme etmek yanlış olduğu gibi, böyle yanlış tercümelerle amel etmeye kalkmak da çok yanlış olur.

 

Kur’anı kendi görüşüne göre açıklayan kâfir olur

Âyetleri ve hadisleri kendi görüşüne göre yorumlamak, mesela Kur’an-ı kerimde bildirilen dabbetülarz denilen hayvan, aids hastalığıdır demek caiz midir? Güneş batıdan doğacak demek, Avrupa müslüman olacak demektir demek caiz midir?

CEVAP

Hadis-i şerifte, (Kur’anı kendi görüşüne göre açıklayan kâfir olur) buyuruluyor. Hadis-i şerifleri de kendi görüşüne göre açıklamak sapıklıktır. Hâşâ peygamber efendimiz bilmece gibi hadis-i şerif mi söylüyor. Her dilde deyimler vardır. Bunlar kelimelerin ifade ettiği anlam değil, cümlenin ifade ettiği anlam esas alınır. Bunu caiz olmayan tevil ve yorumla karıştırmamalıdır.

 

Mesela kaş yapayım derken göz çıkarmak deyimin de ne kaş ne de göz ile ilgisi vardır. Bir iş yapılırken daha büyük zarara uğramak kastediliyor.

 

Milel-nihâl kitabında diyor ki:

(Şiiler yirmi fırkadır. Onsekizinci fırkası, İsmaili fırkasıdır. Bu fırkaya, Batıniyye de denir. Bunlar, Kur'an-ı kerimin zahiri, yani anlaşılan manası olduğu gibi, batıni, yani gizli, iç manası da vardır. Batıni manası lazımdır, zahiri manası lazım değildir diyorlar. Bu ise küfürdür.)

 

Müslümanlar batıniliğe sapmamalıdır. İslam âlimleri âyetlere ne anlam vermişse, onu bildirmeli, kendiliğinden bir şey ilave etmemelidir.

 

Dabbetülarz denilen hayvan, aids hastalığı değildir. Veya bir sapığın dediği, falan ingiliz, yani insan değildir. Dabbetülarz hayvandır. Özellikleri ve yapacakları da bildirilmiştir. Güneş batıdan doğacak demek, Avrupa müslüman olacak demek değildir. Dünya kendi yörüngesinden çıkacak başka yörüngeye girecek, şimdikine göre ters dönecek, yani güneş batıdan doğacaktır. O zaman tevbe kapıları da kapanmış olacaktır.

 

Meallerde hatalar olur 

Yunus suresinin 88. âyetinde piyasadaki bütün mealler şöyle diyor: 

Musa Allah’a dedi ki: Ya rabbi, Firavuna bu kadar malı insanları senin yolundan saptırması için mi verdin? Onları ve mallarını yok et.

Musa aleyhisselam Allahü teâlâya böyle der mi, onu böyle suçlar mı? Bu mealler yanlış değil mi?

CEVAP

Evet yanlıştır. Biz de piyasadaki çok meale baktık, hepsi de aşağı yukarı aynı şekilde yazıyor. Bu bakımdan açıklamasız olan meallere itimat edilmez. Tefsirlere bakmak gerekir. Biz de tefsirlere baktık.

O şekildeki meal uygun değil. Kurtubi tefsirinde diyor ki:

Liyudıllu kelimesinde ki lam harfinin çeşitli manaları vardır. Buradaki lam, sonucu, bildirir. Nitekim haberde geldi ki:

(Bir melek her gün şöyle seslenir: Sonunda ölmek üzere doğuyorsunuz, işlerinizi de sonunda harap olmak üzere bina ediyorsunuz.)

 

Âyette, Firavun ve adamlarının işlerinin sonu sapıklığa varacağı için, sanki verilen mallar, sapıtmaları için verilmiş gibi oluyor. (Senden yüz çevirdikleri halde onlara bu kadar mal mülk verdin, senin onlardan yüz çevirmenden de korkmadılar. Senin onlardan razı olmadığını anlayamadılar. Sapıklıklarına devam ettiler. Malı sapıtmamaları için verdin ama onlar sapıttılar, öyle ise sapıtmalarına sebep olan malları onların ellerinden al. Verdiğin mallarla onları bu yolda imtihan eyle) denmek isteniyor. Netice olarak âyetin meali şöyle oluyor:

(Musa aleyhisselam dedi ki: Ya rabbi, Sen Firavun ve kavmine dünya hayatında göz kamaştıran zenginlik ve bol servet verdin. Bu kadar malı sanki sen, insanları senin yolundan saptırmaları için vermişsin gibi kötü yollarda kullanıyorlar. Onları ve mallarını yok et, kalblerini de şiddetle sık, elemli azabı görmedikçe [vahyle bana bildirdiğin gibi] onlar iman etmezler.)

 

Bu mu benim rabbim?

Birçok mealde İbrahim aleyhisselamın ay ve güneş için (Bu benim rabbim) dediği bildiriliyor. Bir peygamber nasıl böyle söyler? Bu mealler yanlış değil mi?

CEVAP

Evet yanlıştır. Tefsirlerde, (Bu mu benim rabbim, bunlardan rab olamaz) anlamında söylediği bildiriliyor.

 

Hz. Ömer’in de buna benzer sözleri vardır. İbni Sebe bu sözleri istismar ediyor. (Ömer Hudeybiye’de, Resulullahın peygamberliğinden şüphe etmişti) diyor. Hz. İbrahim, (Bu mu benim rabbim) dediği gibi, Hz. Ömer de, Allah ve Resulüne olan teslimiyetini bildirmek için, (Ya Resulullah sen Allah’ın peygamberi değil misin? Biz hak, kâfirler bâtıl yolda değil mi?) mealindeki sözlerinden dolayı İbni Sebe, Hz. Ömer’e saldırıyor. Hz. Ömer, (Ya resulallah, sen elbette Allah’ın resulüsün, bizim yolumuz elbette hak, kâfirler elbette bâtıl yoldadır. Zahiren aleyhimize görünen bu anlaşmada asla dinden taviz verilmedi) demek istediğini bütün Ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. (Kurret-ül-ayneyn)

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri