Dini tabirler ve dili korumak -4

 

Mekr-i ilahi ne demektir?

Al-i İmran ve Enfal suresinde, (ve mekeru ve mekerallah, vallahü hayrül makirin) = (Allah mekr [hile] yapanların hayırlısıdır) buyuruluyor. Allah’ın hile yapması ne demektir?

CEVAP

Mekr, hile yapmak, tuzak kurmak suretiyle zarar vermek demektir.

Mekr-i ilahi, Allahü teâlânın mekr [hile] yapanların mekrini kendilerine çevirmesi, kötülüklerini, kurdukları tuzaklarını bozması, mekrlerine karşılık onları cezalandırması gibi anlamlara gelir. Cenab-ı hak, insanların yaptığı mekrden [hileden] münezzehtir, her istediğini yapmaya kadirdir, hâşâ hileye muhtaç değildir. Mekr-i ilahi, mekr yapanların mekrini bozmak suretiyle onlara mekrin kötülüğünü bildirmek ve bazılarının tövbelerine sebep olmak yönünden iyidir. Mekr-i ilahi için birkaç örnek:

 

1- Allahü teâlâ, Müslümanları, müşriklerin gözlerine az gösterdi. Onları Bedir’e getirdi Onlar da, müslümanlara hücum ettiler. Ama hezimete uğrayıp, öldürüldüler. Bu bir mekr-i ilahi idi.

 

2- Yahudiler, Hz.İsa’yı öldürmek için hile yaptılar. Allahü teâlâ da Hz.İsa’yı kurtarıp Yahudileri de felaketlere maruz bıraktı. Kralları Yahuda, Hz.İsa’yı öldürmek için evine bir münafık gönderdi. Hz. Cebrail ise daha önce gelip Hz.İsa’yı semaya kaldırdı. Münafık, Hz.İsa’yı bulamayınca dışarı çıktı. Cenab-ı hak o münafığı, Hz.İsa gibi gösterdi. Onlar da Hz.İsa sanıp o münafığı çarmıha gerip öldürdüler. Münafığı böylece cezalandırması da bir mekr-i ilahidir.

 

3- Müşrikler, fesat ocağı olan Dar-ün nedve’de toplanarak, her gün yayılan İslamiyet’i durdurmak için çareler arıyorlardı. Kimi, Peygamber efendimizi ölünceye kadar bir zindanda hapsetmek, kimi bir deveye bindirilip Mekke’deki yurdundan çıkarıp sürgün için planlar düşünüyorlardı. Ebu Cehil ise, her kabileden seçilecek gençler tarafından kılıçlarla bir anda öldürülmesini teklif etmişti. Böylece kim öldürdüye gideceği, belli birine düşmanlık beslenemeyeceği fikri beğenilmişti. O gece bu plan uygulanacaktı. Ama Cebrail aleyhisselam, durumu Resulullaha haber vermişti. O da yatağına Allah’ın aslanı Hz.Ali’yi yatırarak şerefli evinden ayrılıp, en güvendiği arkadaşı Hz. Ebu Bekir ile birlikte hicret etmişti. Bunları takip eden kişinin atının ayaklarının kumlara batması ve mağaranın kapısına örümceğin ağ yapması gibi mucizeler görülmüştü. Bir âyet meali şöyledir:

(Habibim, hani kâfirler seni bağlayıp hapsetmek, öldürmek veya sürgün etmek için sana mekr ederken [tuzak kurarken] Allah da onlara mekr etti. [tuzaklarını boşa çıkardı.]) [Enfal30]

 

4- Mekrin, azap anlamı da vardır. Bir âyet meali şöyledir:

(Hüsrana uğrayanlardan başkası mekr-i ilahiden [azab-ı ilahiden] emin olamaz.) [Araf 99]

 

5- Haram işlemeye sebep olan harika işlere de mekr veya istidrac denir. Mesela Firavunun ömründe hiç başı ağrımamıştır. Dişlerinin arasına et ve yemek artıkları girip rahatsız olmaması için dişleri çok sık idi. Atı ile yokuştan inerken atının ön ayakları uzardı. Kendinde böyle haller görünce, ben tanrıyım demişti. 19 cu bir kâfir de buna benzer haller olduğu için, o da ben peygamberim demişti.

 

6- Mekrin istidrac manası da vardır. Yani Allahü teâlâ, bir kimseye bir müddete kadar hakkında hayırlı olmayan nimetler verir. Bunlar nimet gibi görünen musibetlerdir. Bir âyet meali şöyledir::

(Kâfirler, kendilerine çok mal ve evlat vermekle, iyilik ettiğimizi mi sanıyorlar? Hayır; işin farkında değiller. Bunların nimet değil, musibet olduğunu anlayamıyorlar.) [Müminun 55-56]

Demek ki, kâfirlere verilen dünyalıklar, hep felakettir. Şeker hastasına verilen tatlılar, helvalar gibidir. Onu bir an önce helake sürükler.

 

Takıyye nedir

Takıyye nedir?

CEVAP

Takıyyeye müdara da denir. İtikadını, mezhebini, görüşünü saklamak demektir.

Muhtelif şekilleri vardır:

1- Kâfirler arasında olup, malından, canından korkanın, kalbi razı olmadığı halde sevgi göstermesidir. Bu, caizdir.

2- Kalbinde olanı açıkça söylemesidir. Bu, efdaldir. Müseylemenin şehid ettiği Sahabi böyledir.

3- Takıyye, kâfirlerin hakim olduğu yerde caiz. Şafii’de, zalim müslümanlar arasında da caizdir.

4- Malını muhafaza için de, takıyye caiz olur. (Müminin malı, canı gibi kıymetlidir) hadis-i şerifi buna şahittir. (Malını muhafaza ederken öldürülen, şehid olur) Hadis-i şerifi de böyledir. Çünkü, insanın mala ihtiyacı çoktur. Mesela, su gaben-i fahiş ile, pahalı satıldığı zaman, abdest almak, farz olmaz, teyemmüm etmek caiz olur

5- Öldürmek, zina, gasp, yalancı şahitlik, namuslu kadına fahişe demek gibi zararlı şeyleri yapmak için takıyye yapmak asla caiz değildir.

 

Sıhhat ve afiyet ne demektir

Sıhhat ve afiyetler dileriz deniyor, ikisi aynı değil midir?

CEVAP

Birbirine benziyor ise de farklıdır, sıhhat sağlık demektir. Afiyet ise farklıdır:

Afiyet, dinin ve itikadın bid'atlerden, amelin ve ibadetin afetlerden, nefsin şehvetlerden, kalbin heva ve vesveseden ve bedenin hastalıklardan selamet bulması, kurtulması demektir. Resulullahtan duaların efdali hangisi diye sorulduğunda (Allah’tan afiyet isteyin. İmandan sonra, afiyetten büyük nimet yoktur) buyurdu.

 

Fasık, kâfir demek midir?

Meal okuyarak dinimi öğrenmeye çalışıyorum. Fasık kâfir demek midir?

CEVAP

Fasık, kâfir demek değildir. Açıktan günah işleyen kimseye denir. Mesela evinde gizli gizli içki içeni kimse bilmiyorsa buna fasık denmez. Okuduğunuz Kur'an tercümeleri ile dini doğru öğrenmeniz mümkün olmaz. Mealden tefsirden din öğrenilmez. Birçok kelime, her ilimde, ayrı manada kullanılır. Mesela, zâlim kelimesi tefsir ilminde, kâfir demektir. Fıkıh ilminde, başkasının hakkına saldıran kimse denir. O halde, bir ilme ait bir kitabı okuyup anlayabilmek için, önce kelimelerin bu ilimdeki özel manalarını bilmek gerekir. İşte, birkaç sene Arabi öğrenenlerin ve eline bir cep lügati alıp da, Kur'an-ı kerimi ve hadis-i şerifleri tercümeye kalkışan türedilerin, para kazanmak için yaptıkları tercüme ve tefsirler, bozuk ve zararlı olmaktadır.

 

Adalet ve eşitlik ne demektir

Her işte eşitlik, her zaman tarafsızlık ve sınırsız hürriyet düşüncesi uygun mudur?

CEVAP

Bazı kimseler tarafından sık sık istismar edilen kelimelerden biri de eşitliktir. Her zaman, her işte eşitlik, bazen zulüm olur. Çünkü iyi ile kötü, âlim ile cahil, sağlam ile sakat ve bunlar gibi farklı şeylerin eşit olmasını istemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

 

Adalet, çok zaman eşitlikten farklıdır. Mesela bir patron, 1.5 metre boyundaki işçisine, elbise yaptırmak için 3 metre kumaş alsa, aynı kumaştan 2 metre boyundaki işçisine 4 metre kumaş alması gerekir. Her iki işçi de aynı kumaştan giyeceği için adaletli iş yapılmış olur. Fakat her birine 500 bin lira verilse, kısa olan işçi, uzun olandan daha kıymetli kumaş alır. Patron, eşit para verdiği için uzun olan, daha kalitesiz kumaşı almak zorunda kalmıştır. Patronun, her bir işçiye yetecek kadar aynı kumaştan alması adalet, ikinci misalde olduğu gibi her birine aynı miktar para vermesi eşitlik olur.

 

Görüldüğü gibi, her ikisine de aynı parayı vermek eşitlik ise de, bu para ile uzun işçinin diğerinden daha kalitesiz kumaş alması, bir nevi haksızlık olmuştur. Aynı kumaştan birine az, diğerine çok verilip eşitsizlik yapılmasına rağmen, ikisi de aynı kumaştan elbiseye sahip oldukları için adaletle hareket edilmiş olunuyor.

 

Adalete bir misal

Boyu, yaşı ve tahsili aynı olan ve aynı zamanda işe giren işçiden birisine 7.5 milyon, diğerine ise, 10 milyon lira aylık veren patron, bunun sebebini şöyle açıklar:

(10 milyon lira alan işçi, günde 500 parça, 7.5 milyon alan ise, 300 parça imal ediyor. Eğer, 10 milyon lira verdiğimiz işçi hakkını alıyorsa, 7.5 milyon verdiğimiz işçinin, yaptığı işe göre, 5 milyon alması gerekir. Şayet yaptığı işe göre, 7.5 milyon verdiğimiz işçi, hakkını alıyorsa, 10 milyon alana, 12. 5 milyon vermemiz gerekir.)

 

Misalde görüldüğü gibi, çok iş yapanla az iş yapana, testiyi dolduranla, kırana eşit muamele edeceğiz diye, eşit maaş vermek adaletsizlik olur.

Israrla tarafsızlıktan bahsedenler, kendileri tarafsız davranmayı asla istemezler. Başkalarının tarafsız olmasını isterler. Bunlara göre, iyiye iyi, kötüye kötü derseniz tarafsız olamazsınız. İyiyi övmemek, kötüyü tenkit etmemek tarafsızlık değildir. Ülkenin, milletin menfaati nerede ise, o tarafta olmak gerekir? Hakkın, doğrunun, iyinin yanında olmayı taraf tutmakla suçlamak doğru olmaz.

 

Yapıcıya göre doğru ve iyi olan bir şey, yıkıcıya göre, yanlış ve kötüdür; bunun için de doğrunun, iyinin yanında bulunanı tarafsız olmamakla suçlar. Yıkıcının fikrinde olmadığınız müddetçe bütün işleriniz tarafsızlığa aykırıdır.

 

Hürriyet nedir

Hürriyet, başıboşluk, her istediğini yapabilmek değildir. Suç işleyeni mahkum etmek, hapse atmak hürriyete zıt değildir. Umumun hürriyetine mani olan birkaç caninin esir olması, hürriyetsizlik değildir.

Sadece başkalarına değil, kendine bile zararlı olmak hürriyet değildir.

 

Uyuşturucu madde gibi, vücuda zararlı olan şeyleri yasaklamak, hürriyetsizlik olarak vasıflandırılamaz. Trafiğin düzgün olması için, çeşitli kaide koyarak, soldan gitmeyi yasaklamak hürriyetsizlik değildir.

Suç işleyene ceza vermek, onu affetmeyip cezasını çekmesini istemek hürriyetsizlik değildir.

Kafesteki yılanı, halkın içine salmak, yılan için bir hürriyet ise de, insanlık için bir felakettir.

Bir caninin serbest bırakılması, onun için özgürlük ise de, millet için hürriyet düşmanlığıdır. Netice olarak, her işte eşitlik, her yerde tarafsızlık ve sınırsız hürriyet diyerek milletin hakkı zedelenmemelidir!

 

İstanbul evliyaları demek  

Tasavvuf düşmanı iki Abduhcu yazar, “İstanbul evliyaları demek yanlıştır. Evliya, velinin çoğuludur. Çoğulun çoğulu olmaz” diyorlar. Türkçe’ye yerleşmiş olan böyle kelimeleri Türklerin kullandığı gibi kullanmakta mahzur var mıdır?

CEVAP

Abduhcu yazarların, Ehl-i sünnet kitaplarına çamur atabilmek için başka bir hata bulamayıp, “Çoğulun çoğulu olmaz” demeleri iki yönden yanlıştır:

1- Arapça’daki birçok çoğul kelime, Türkçe’ye tekil olarak geçmiştir. Arapça’da galat olsa da Türkçe’de olmaz. Aşağıdaki siyah harfli kelimeler, Arapça’da çoğul olduğu halde, Türkçe’de tekil olarak kullanılır.

Şaki = Eşkıya, şekil = eşkal, veled = evlad, tacir = tüccar, fakir= fukara, rızk = erzak, ihraç = ihracat, ithal= ithalat, sınıf = esnaf, misil = emsal, buud=ebad, ced = ecdad, edat = edevat, heram = ehram, lif = elyaf, şerif = eşraf, sevb = esvab, taraf = etraf, vasıf = evsaf, hayr = hayrat, hulk = ahlak, nefs = nüfus, akıllı = ukala, abdal = budala, varak = evrak.

 

Bu kelimelerin çoğulları, asırlardır tekil gibi kullanılmaktadır. Mesela, (Ukala bir eşkıya, bir evladımın ahlakını bozdu) denir; fakat (Akıllı bir şaki, veledimin hulkunu bozdu) denmez. Çoğullarının çoğulları da şöyle kullanılmaktadır:

(Eşkıyalar evlatlarımın ahlaklarını bozdu.)

(Anarşistlerin eşkalleri belirlendi.)

(Evlatlarınızı iyi yetiştirin.)

(Budalalar çok saf insanlardır.)

 

(Evrakları hazırla.)

(Tüccarların ihracatları çoğaldı.)

(Esnaflar da ithalata başladı.)

(Fukaraların erzakları yetmedi.)

 

(Emsalleri içinde en üstünü o.)

(Masanın ebatları büyüktü.)

(Ecdatlarımızı hayırla anarız.)

(Aletleri ve edevatları iyi saklayın.)

 

(Mısır ehramları meşhurdur.)

(Pamuk elyaflarının en iyisi idi.)

(Ali ağa köyün eşraflarındandır.)

(Yeni esvaplarımızı giyinmiştik.)

 

(Binaların etraflarına iyi bakın.)

(Malların evsaflarını bildirin.)

(Ne hayratlar yaptırmışlar.)

(Gençlerin ahlakları bozuluyor.)

 

(Almanların nüfusları azalıyor.)

(Her gün ukalalar türüyor.)

(Evliyalara dil uzatanlar çoğaldı.)

 

Bu kelimelerin Türkçe olarak böyle çoğul şeklinde söylenmesi yanlış değildir. Böyle yazmakla dini bir hata da işlenmiyor, Mason Abduh gibi, düşük faize helal denmiyor. Abduhcular niye alınıyor ki?

 

Evladın tekili velettir. Türkçe’de evlat yerine velet dense, hakaret kabul edilir. Tüccarlar yerine tacirler, erzaklar yerine rızklar, nüfus sayımı yerine nefislerin sayımı dense, anlaşılmaz veya tuhaf karşılanır. Galat-ı meşhur olanları da kullanmanın mahzuru olmaz. Mesela akıl, iyiyi kötüden ayıran bir kuvvet olduğu halde, halkımız arasında, hafıza, hatır anlamında da kullanılıyor. Mesela hatırıma geldi, hatırımdan çıktı yerine, aklıma geldi, aklımdan çıktı deniyor. Ama galat-ı meşhur olduğu için kullanmakta mahzur olmaz.

 

2- Arabide çoğulun da çoğulu olur. Birkaç örnek:

Kavm, çoğulu ekvâm, bunun ki de ekavimdir.

Recül [adam], çoğulu rical ve ricalattır.

Fadıl [faziletli], çoğulu efadıl ve efadilindir.

Kelb [köpek], çoğulu kilab ve ekalibdir.

Atalarımız der ki:

Kilab ürür, kervan yürür.

 

Kıyamet ile ahiret

Kıyamet ile ahiret aynı anlama mı gelir?

CEVAP

Ölümden önceki hayata Dünya hayatı, ölümden sonraki hayata Ahiret hayatı denir. Ahiret hayatı üçe ayrılır:

Mezardan kalkıncaya kadar Kabir hayatı, tekrar dirildikten, Cennete veya Cehenneme gidinceye kadar Kıyamet hayatı, üçüncüsü Cennet ve Cehennem hayatıdır.

 

Tesadüf yerine tevafuk denir mi?

CEVAP

Gerekmez. İnsan, tesadüfen iyi-kötü iş yapabilir. Tevafuk, birbirine uyma, uygun gelme demektir. İnsan sevmediği biriyle karşılaşınca, tevafuk etti demek tuhaf olur. Hiçbir dini kitapta rastlantı anlamındaki tesadüf yerine tevafuk kullanmak gerekir diye yazmaz. Tesadüf yerine tevafuk, nakli değil de, aklı esas alanların uydurduğu bir bid'attir. "Tesadüfen Ali Beyle karşılaştım" demek ve tesadüf kelimesini böyle yerlerde kullanmak caizdir. "Bu âlem tesadüfen yaratılmış, dağlar, denizler tesadüfen olmuştur" demek caiz olmaz. Çünkü her şeyi yaratan Allahü teâlâdır. Bu ikisini karıştırmamak gerekir. (Hadika)

 

Tefekkür, dimağı yorulur, itidal ne demek?

CEVAP 

Tefekkür: Allah’ın varlığını birliğini ve yarattıklarındaki hikmetleri düşünmek demektir.

Dimağı yorulur: Beyni yorulur demektir.

İtidal: Orta yol, aşırılıklardan uzak olmak demektir.

 

Feth suresinin başındaki "zenb" kelimesini ehl-i sünnet âlimleri nasıl tevil ediyorlar?

CEVAP

Tefsir ilmini bilmem. Fakat oradaki zenb yani günah kelimesi, (Habibim seni geçmişte ve gelecekte günah işlemekten mahfuz buyurduk) anlamındadır.

 

Salik ne demek?

CEVAP

Salik, tasavvuf yoluna girmiş talebe, mürid demektir. Salik, Allahü teâlânın sevgisi ile ve Onun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanar. Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın haldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allah’tan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabır ve af eder. Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allah’ını düşünür. Gaflet ile yaşamaz. Kimseyle münakaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir.

 

Kurbet ne demektir?

CEVAP

Allah rızası için yapılan iş demektir.

Kâbe’ye niçin mescid-i haram denilmiştir?

CEVAP

Orada, idamlığı da, öldürmek haram olduğu için.

 

(Anam-babam sana feda olsun ya Resulallah) ne demektir?

CEVAP

(Senin emrin onlarınkine tercih edilir) demektir.

 

Ahmaklık ne demektir?

CEVAP

Zararlı iş görmektir.

 

Peder ne demektir? Baba yerine kullanmak caiz midir?

CEVAP

Peder, Farsça baba demektir. Kullanmakta mahzur yoktur.

 

Cuma günü ruhun tanıdıkların evine gelmesi ne demektir?

CEVAP

Ruh madde değil, gelmesi, bilmek, tanımak demektir.

 

Hadis-i şerifte başı ağrımayan birinin, Cehennemlik olduğu bildirilmiştir. Burada baş ağrısı ne demektir?

CEVAP

Dert demektir. Yani her müslümana dert, keder gelir demektir. Mefhumu muhalifi muteber olmaktadır.

 

Dini kelimeler ve imla 

Yazılarınızda, vacip, secde-i sehv, riya gibi kelimeler kullanılıyor. Yazıyı anlamakta güçlük çekiyoruz. Bunların Türkçesini yazsanız ne olacak sanki? Bir de gereksiz olarak, hemen her sözcüğe, inceltme ve kesme işaretleri konuyor. Bunlar gereksiz değil midir?

CEVAP

Bir milleti meydana getiren başlıca unsurları tarif ederken, ikisinin Dil ve Din olduğunu belirtmişlerdir.

Eskiden beri kullandığımız kelimeleri atmanın bir faydası olmadığı gibi birçok zararları da vardır. Mesela insan hakları ile ilgili tapu kayıtlarının önemi büyüktür. Bunları okuyacak insan sayısı, gittikçe azalmaktadır. Çok zengin olan arşivimizi, kitaplarımızı okuyup anlayacak kimse kalmayınca ne yapılacak?

 

İrfan hazinemizden faydalanmak için, uydurmacılığa milletçe engel olmak milli bir görevdir. Dili korumak, vatanını korumakla birdir. Dil, vatan gibi, örf ve âdetlerimiz gibi büyük bir önem arzeder. Milli kültürün esası dildir. Başka dilden gelen kelimeler, değişikliğe uğrayarak yeni bir özellik kazanmışsa, o kelime artık yabancı olmaktan çıkmış, o milletin malı olmuştur.

 

Dilde anarşi çıkarmak

Asırlardır kullandığımız bu kelimeleri atmak, (Bu topraklar, mesela İstanbul daha önce yabancıların olduğu için istemeyiz) demeye benzer. İstanbul, bizim vatanımız olmuştur. Hak, adalet, ilim gibi kelimeler de bizim malımızdır. Sebepsiz yere malımızın atılmasına razı olamayız.

 

Din ve dilin önemini bilen düşmanlar, dini ve dilimizi bozmak, milli kültürümüzü çökertmek için dinde ve dilde anarşi meydana getirmeye çalışmışlardır.

 

Her işte, her meslekte, her ilimde özel deyimler vardır. Mesela sporla ilgilenen, ofsayt, aut, korner gibi futbol deyimlerini bilir. Bilmezse, seyrettiği maçtan zevk almaz. Hakemler, spikerler bunların Türkçesini söylemez.

 

Sporda olduğu gibi, hukukta, tıpta, ekonomide ve her ilim dalında o ilimle ilgili deyimler bulunur. Mesela bir doktor, (Hastaya anestezi yaptık) derse, tıpla ilgilenen, bunun narkoz, eter gibi bir madde ile hastanın bayıltıldığı veya uyuşturulduğunu anlar.

 

Ekonomide kullanılan deyimleri de ancak ekonomistler ve bu işle ilgilenenler bilir. Mesela açığı kapatmak için hükümetçe yapılan para yardımına Sübvansiyon, para arzına Emisyon, yabancı paralara göre, paranın değerini düşürmeye Devalüasyon deniyor. Böyle kelimelerin Türkçesi olmaz.

Namaz kılanın da, farz, vacip, secde-i sehv, ihlas, riya gibi deyimleri bilmesi gerekir. Bilmezse dinini öğrenmesi mümkün olmaz. Bunların Türkçesi olmaz. Sporcunun, sporla ilgili deyimleri bildiği gibi, namaz kılanın da, namazla ilgili deyimleri bilmesi gerekir. Bununla beraber, biz, zaman zaman bu kelimeleri açıklıyoruz. Fakat her yazıda açıklanması uygun olmuyor. Birkaç ay devamlı okunursa, bu kelimelere alışılır, yabancılık çekilmez. Biz yine de, açıklama yapmaya çalışacağız.

 

Kelimelerin imlasına gelince, kar ile kâr, hala ile hâlâ, yar ile yâr, hal ile hâl kelimeleri, inceltme işareti kullanmadan yazılırsa, birbirine karışır, anlaşılması güç olur. Bir de ince okunan kâfir, Kâzım gibi kelimeler vardır. Bunlar inceltmesiz olarak okununca çok tuhaf oluyor.

 

Bir de kesme işareti vardır. Mesela Kur'an ile kuran farklı iki kelimedir. Kesme işareti olmadan yazılınca yanlışlığa yol açar. Arapça asıllı kelimelerdeki elif ve ayın harfini göstermek için kesme işareti kullanmak zorunda kalıyoruz. Yanlışlığa sebep olmayanları kullanmamaya dikkat ediyoruz.

 

Sağ ve Sol kavramı

İslam sağ ve sol kavramı hakkında bilgi verir misiniz? Örn. sağ ile yemenin, içmenin vs. hikmeti nedir? İnsanın sağ ve sol uzuvlarını Allah yarattığına göre, dinimizde sağ-sol ayrımı var mıdır?

CEVAP  

Evet insanın sağ-sol uzuvlarını da Allahü teâlâ yaratmıştır. İnsanın soldaki uzuvları Cehenneme giderse, sağdakiler de gider. Bu bakımdan sağ-sol diye bir ayrım yapılmaz. Her makinenin bir kullanma talimatı olduğu gibi, insanın da nasıl hareket edeceğini dinimiz bildirmiştir. İmam-ı Nevevi hazretleri buyuruyor ki:

(Mübarek, şerefli ve temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehaptır. Bunlara Sünen-i zevaid denir. Tekili Sünnet-i zaidedir. Ayakkabı, gömlek giyerken, saç tararken, misvak kullanırken, tırnak keserken, el, ayak yıkarken, mescide girerken, heladan çıkarken, sadaka verirken, yemek yerken, su içerken sağdan başlanır.

 

Bunların zıddı olanları yaparken, mesela ayakkabı çıkarırken, taharetlenirken, sümkürürken soldan başlamak müstehaptır. Bunların tersini yapmak tenzihi mekruhtur.) [Hadika]

 

Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle:

(Sağ elle yiyip için, sağ elle alıp verin; çünkü şeytan, sol eliyle yiyip içer, sol eliyle alıp verir.) [İbni Mace]

(Ayakkabınızı giyerken sağdan, çıkarırken soldan başlayın!) [Buhari]

 

Sağın, sola göre üstünlüğü vardır. Bir yere giderken, yol ikiye ayrılırsa, soracak kimse de yoksa ne yapmak gerekir? Hadis-i şerifte, (Karşınıza iki yol çıkarsa, sağdan yürüyün) buyuruldu. Mubah işlerde sağdan başlamalıdır! Peygamber efendimiz, elindeki suyu, sağında bulunan bedeviye uzattı. Bedevi, (Ya Resulallah, solunuzda bulunan Ebu Bekre niçin vermiyorsunuz, o benden daha faziletlidir) dedi. Resulullah (Suyu sağdan dağıtın!) buyurdu. (B. Arifin)

 

Sağın şerefi, Kur'an-ı kerimde de bildirilmektedir. (Vakıa) suresinin 8. âyet-i kerimesinde (Eshab-ül-meymene), 9. âyet-i kerimesinde (Eshab-ül-meşeme) ve 91. âyet-i kerimede ise (Eshab-ı yemin) için selam, [Cennet] ehli olduğu müjdesi verilmektedir.

 

Meymene, sağ, sağ kol, sağ taraf, bereket gibi manalara gelir. Eshab-ı meymene, sağcı demektir. [Cennete gidecek mesudlara verilen ad]

 

Meşeme, sol, sol kol, sol taraf, uğursuzluk gibi manalara gelir. Eshab-ı meşeme, solcu demektir.

[Cehenneme gidecek bedbahtlara verilen isim]

 

Eshab-ı meymeneye, "Eshab-ı yemin" de denir. Eshab-ı meşemeye (Eshab-ı şimal) de denir. Şerefli,

temiz işleri yaparken sağdan başlamak müstehap olduğu gibi, sayılı işleri yaparken de, 1, 3, 5, 7 gibi tek sayıda yapmak müstehaptır. Her işte tek sayıya riayet etmeye çalışmalıdır! Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Allah tektir, teke riayet edeni sever.) [Buhari]

 

İmam-ı Rabbani hazretleri, Mevlana Salihe bahçeden birkaç karanfil getirmesini söylediler. Onun, altı tane karanfil getirdiğini görünce buyurdular ki:

(Bizim en aşağı talebemiz, en azından (Allahü teâlâ tektir, teke riayet edeni sever) hadis-i şerifini bilir. Teke riayet müstehaptır. İnsanlar müstehabı ne zannediyorlar? Müstehap, Allahü teâlânın sevdiği şeydir. Eğer dünya ve ahireti Allahü teâlânın sevdiği bir şey için verseler, hiçbir şey vermemiş olurlar.) [Berekat]

 

İyiler ve kötüler

Her insanın omuzunda iki melek bulunur. Sağdaki sevabı, soldaki günahları yazar. Sağdaki, soldakinin amiridir. İyilerin hesap defteri sağdan verilir, kötülerinki ise soldan verilir.

 

İnsanların kahir ekseriyeti, sağ elini daha iyi kullanır. Toplumda, tek tük sol elini kullanan, sol eli ile yazan kimselere solak denir, sağak denmez.

 

Yaşayan, ölmemiş olana sağ denir, sol denmez. Bir yere kazasız belasız gidene sağ salim gitti, denir. Sol salim gitti, denmez. İleri görüşlü, aydın, basiretli, firasetli kimseye, sağduyulu denir, sol duyulu denmez. Gerçekleri yanılmadan görebilme kabiliyetine, basirete sağ görüş denir. İşi rast gidene, sağ tarafından kalkmış denir. Ters gidene ise, solundan kalkmış denir. Bir kimsenin sadık yardımcısına, sağ kolu denir. Sol kolu denmez. Kuvvetli şeylere sağlam denir, sollam denmez.

 

Minnettarlığını bildirmek, sıhhat, afiyet dilemek ve teşekkür için sağ ol denir, sol ol denmez. Süt veren hayvanlara, mallara sağmal denir, solmal denmez. Süt almak için yapılan işe de sağmak denir, solmak denmez. Solmak; rengi, parlaklığı, tazeliği kaybolmak demektir. Üzülmemeyi tavsiye için sağlık olsun denir. Elde etmek, temin etmek gibi kelimeler yerine, sağlamak tabiri kullanılır. Geçimini sağlamak, işini sağlamak gibi. Bir işlemin kontrolüne de, sağlamasını yapmak denir.

 

İngiltere hariç diğer ülkelerde, vasıtalar yolun sağından gider. İstisnalar hariç, bütün vidalar, sıkıştırılıp sağlamlaştırılmak için sağa döndürülür; gevşetmek, yerinden çıkarmak için sola döndürülür. Bir cemiyeti sağa döndürmek, sağlamlaştırmak; sola döndürmek yuvasından, vidasından çıkarmak demektir.

 

Müsafeha [tokalaşmak] sağ el ile yapılır. Görünüşü güven vermeyene, sağ [sağlam] ayakkabıya benzemiyor denir. Aldatma işine, sağ gösterip sol vurmak denir. İyi ve güzel ol anlamına, sağdan gel denir. Değeri olmayana solda sıfır denir.

 

Bu misalleri çoğaltmak mümkündür. Kısacası sağ ruhtur, sol maddedir. Hak olan sağdır, batıl olan

soldur. Komünizm gibi, faşizm, kapitalizm ve diktatörlük de soldur. Birkaç da atasözü:

Allah sağ gözü sol göze muhtaç etmesin.

Kelle sağ olsun da külâh bulunur.

Sağ elin verdiğini sol elin görmesin.

Sağ olana her gün düğün bayram.

Sağ olsun da dağ ardında olsun.

Ahlakı bozma gayretleri dilimizde nasıl anlaşılır?

Ahlakımızı bozma gayretleri dilimizde nasıl anlaşılır? Birkaç örnek verir misiniz?

CEVAP 

Ahlakımızı çökertmek için, aile mefhumunu kaldırma, rezaletleri meşru gibi, meşru olanları da kötü gibi gösterme gayretleri devam etmektedir. Hırsızlık, fuhuş, kumar, esrarkeş ve sarhoş olmak gibi dinimizde kötülükleri, iyi bir şey gibi göstermeye, hafife almaya çalışıyorlar. Birkaç örnek verelim:

Hırsızlık yapana çok uyanık veya uyanığın biri diyorlar. Halbuki uyanık açıkgöz, zeki demektir.

Şoför, kör kütük sarhoş yakalanıyor, alkollü idi, sarhoşken başkasını öldüren birine de, alkol almıştı deniyor. Sanki yanında bir kapta alkol taşıyormuş gibi basit gösteriliyor.

 

Ahlaksız bayanlara sosyetik diyerek rezaletlerini hafife almaya çalışıyorlar.

Yurtdışından gelen denetimsiz, frengili, aidsli kötü bayanlara, fahişe denmiyor da, nataşa deniyor.

Bir erkekle nikahsız gezen fahişeye, o erkeğin dostu diyorlar. Dost ne güzel bir kelimedir, fahişeye dost denir mi hiç? Bunlara metres de diyorlar. Metres, efendi, öğretmen demektir.

 

Zina yapılan resmi yerlere, genel ev, özel yerlere randevu evi deniyor. Randevu buluşma demektir. Zina evi denmiyor, buluşma evi deniyor. Fahişe için hayat kadını, tele-kız ve daha başka cazip kelimeler kullanıyorlar. Hayat kadını, hayat veren kadın anlamında, Tele kızdaki kız ise, el değmemiş, bâkire anlamındadır. Zinayı hafifletmek için, cinsel taciz ifadesi kullanılıyor. Mesela, (Clinton cinsel tacizde bulunmuş) denmişti. Zina yerine kaçamak da deniyor, “Ara sıra kaçamak yapmalı” diyorlar.

Puşta, ibneye, daha yumuşak bir kelime, mesela eşcinsel, travesti diyorlar. Birbiri ile kötü ilişki kurmaya çalışan bayanlara da lezbiyen, sevici diyorlar. Kötü iş yapmıyor da, sadece seviyor gibi gösteriliyor. Aksırınca (hapşırınca) elhamdülillah diyene, yerhamükellah yerine, çok yaşa diyorlar.

Kötü şeyler iyi gibi gösterilirken, iyi şeyler de kötü gibi gösteriliyor. Birkaç da buna örnek verelim:

Efendi kelimesi, asırlardır çok kıymetli zatlara verilmişti. Başta Peygamberimize, efendimiz diyoruz. Ama bugün, resmi dairelerdeki odacıya, kapıcıya, çaycıya basit işlerde çalışana efendi denerek, efendi kelimesi aşağılanmak isteniyor.

 

Başörtüsü, çaycılık ve benzeri hizmetlerde çalışan bayana uygun görülüyor da, memurluk yapan bayana uygun görülmüyor. Allah’ın emri olan başörtüsüne, gayri meşru bir kıyafet gibi sıkma baş diyorlar. Başörtüsü dememek için türban da diyorlar. Dindar Müslümana, dinci, gerici, yobaz diyorlar. Sakallı olanlarına, çember sakallı diyorlar. Kastro tipi sakallılara da özgür sakallı diyorlar.

Milli oyunlara, halk dansları deniliyor. Böylece dansı meşru göstermeye çalışıyorlar.

 

Bakire kızlara, bayan diyorlar. Böylece bakireliğin önemi olmadığı havası verilmeye çalışılıyor.

Allaha ısmarladık yerine, emir verir gibi, ukalaca kendine iyi bak deniyor. İnşaallah yerine, umarım ki kelimesini kullanıyorlar. Hadis-i şerifte, (İnşaallah demekten daha faziletli iş yoktur) buyuruldu. Kesin işlerde de inşaallah denir. Allahü teâlâ, (Mescid-i harama inşaallah gireceksiniz) buyurdu. Yine Allahü teâlâ, (İnşaallah demeden hiçbir şeyi yarın yapacağım deme) buyurdu.

 

İnşallahla maşallahla olmaz diyerek bu güzel kelimelerle de alay ediyorlar. Böylece bizim güzel mefhumlarımız kayboluyor, iyiyi, kötüyü tefrik edemez, anlaşamaz bir toplum haline geliyoruz. Bunların oyununa gelmemelidir.

 

Devamı var...

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri