Çeşitli sual ve cevaplar

 

Münafık kime denir?

CEVAP

Münafık, Müslüman görünen kâfir demektir. Kâfir namaz kılmaz, ama namaz kılar görünür. Münafıklarla ilgili hadis-i şerifler:

(Münafıklar Kur'anı öğrenirler, ilim ehliyle mücadele ederler.) [Taberani]

(Münafıklar ikindi namazını akşama doğru kılarlar.) [Hakim]

(Münafıklarla bizim aramızdaki eman namazdır.) [Hakim]

(Namaz aşikâre oldu, kabul ettiler [öyle göründüler] Zekat gizli oldu vermediler.) [Bezzar]

(Yatsı ve sabah namazına münafık devam edemez.) [Hakim]

(Bizimle münafıklar arasındaki alamet, yatsı ve sabah namazlarına gelmektir. Münafıklar her zaman bunu yapamazlar.) [Said bin Mansur]

 

İctihad ve mezhep nedir?

CEVAP

İctihad etmek, mezhep kurmak, dinimizin emridir. Resulullah efendimiz, Hz.Muazı Yemene hakim olarak gönderirken, (Orada nasıl hükmedeceksin?) buyurunca, (Allah’ın kitabı) ile dedi. (Allah’ın kitabında bulamazsan?) buyurdu. (Resulullahın sünneti) ile dedi. (Onda da bulamazsan?) buyurunca, (ictihad ederek) dedi. Resulullah efendimiz, (Elhamdülillah! Allahü teâlâ, Resulünün elçisini, Resulullahın rızasına uygun eyledi) buyurdu. (Tirmizi)

 

Allah ve Resulü, müminlere merhamet ettikleri için, bazı işlerin nasıl yapılacağı, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde açık bildirilmedi. Açıkça bildirilse idi, öylece yapmak gerekirdi. Farzı yapmayanlar günaha girer, kıymet vermeyenler de kâfir olurdu. Müminlerin hâli güç olurdu. Böylece mezhepler meydana geldi.

 

Eshab-ı kiramın tamamı müctehid ve mezhep sahibi idi. Bunun için Peygamber efendimiz, (Eshabım gökteki yıldızlar gibidir, hangisine uyarsanız hidayete kavuşursunuz) buyurdu. Mezheplerinin tamamı kitaplara geçmediği için, bugün hiç kimse, mesela (Ben Hz. Ömer’in mezhebindeyim) diyemez.

 

Mezheplere bağlı hiçbir âlim, ictihad derecesine yükselse bile, mezhebinin imamının üsul ve kaidelerine, hiçbir zaman muhalefet etmez. Mezhepsiz olan hiçbir İslam âlimi yoktur.

 

Müctehid kime denir?

Kur'an-ı kerim ve hadis-i şeriflerde açıkça bildirilmeyen hususları, açıkça bildirilenlere benzeterek, hüküm çıkaran derin âlimlere (Müctehid) denir. Eshab-ı kiramın hepsi müctehid idi. Sünnette kapalı kalan yerleri, müctehid âlimler açıklamış, mezhepler meydana çıkmıştır. Bu mezheplerden yalnız dördü kitaplara geçmiş, diğerleri unutulmuştur.

Bu mezheplerin imanları, Eshab-ı kiramın ortak imanıdır. İmanda ayrılık caiz olmaz. Bu dört hak mezhebe, (Ehl-i sünnet) denir. Bu dört mezhepten hiçbirine uymayana mezhepsiz denir.

 

Piyasada birçok sapık var, birçok kitap var, birçok grup var. Bunlar için ne diyebiliriz?

CEVAP

Bizim iyi veya kötü dememizin bir kıymeti yok. Yani bir insan biz iyi deyince iyi olmaz, biz kötü deyince kötü olmaz. Şahıs ismi kitap ismi önemli değil. Binlerce âlim ve kitap var. Elimizde ölçü olursa rahat ederiz, kendimiz anlarız. Ölçüyü İmam-ı Rabbani hazretleri veriyor:

(Bir hükmün doğru veya yanlış olduğu Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uygun olup olmamakla anlaşılır. Çünkü Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymayan her manâ, her buluş kıymetsizdir, yanlıştır. Çünkü her sapık, Kur'an ve sünnete uyduğunu sanır, sapıklığının doğru olduğunu iddia eder. Yarım aklı, kısa görüşü ile, bu kaynaklardan yanlış manâlar çıkarır. Doğru yoldan kayar, felakete gider. Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdikleri manâlar doğrudur, bunlara uymayan yanlıştır.) [1/ 286]

Demek ki doğru olmanın ölçüsü, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uyup uymamakla anlaşılır.

 

Fatiha ve âmin

Kur'anda Fatiha suresinden sonra âmin diye bir kelime yok. Âmin diyenler Kur'ana kelime ilave etmiş olmuyorlar mı? Bu yanlışlığın sebebi nedir?

CEVAP

Ortada bir yanlışlık var. Bu yanlışlık yalnız Kur'an diyerek hadis-i şerifleri inkâr edenlerdedir. Kur'an-ı kerimden hangi şeyi anlayabiliriz ki? Mesela namazı bozan şeyler Kur'anda yazıyor mu? Namazın farzları ve nasıl kılınacağı var mı? Namazın sünnetleri, mekruhları ve vacibleri Kur'anda yazar mı? Namazın kaç rekat kılınması gerektiği yazılı mı? Bunları ve her şeyi Allahü teâlâ Peygamber efendimize bildirmiştir, O da bize bildiriyor. Peygamber efendimiz, Fatiha'dan sonra âmin demek gerekir buyuruyor. Âmin demek sünnettir. Esas yanlışlık, Kur'an meali okuyup da Kur'anda âmin kelimesi yok demektir. Her Müslümanın fıkıh kitabı okuması lazımdır. En güzel, en faydalı fıkıh kitabı ise Tam İlmihal Seadet-i Ebediyyedir.

 

Çirkin olan doğrular

Bir kimse kendini övse, söyledikleri doğru da olsa, hoş olmaz. Çünkü, (Çirkin olan doğru, kişinin kendini övmesidir) demişlerdir. Başkalarını kötülemek için söylenen doğru sözler de çirkindir.

Öteden beri mezhepsizlerin söylediği çirkin doğrular vardır. Sözleri doğru ise de, hep böyle söylemek yanlıştır. Bu çirkin doğrulardan bazıları şöyledir:

1- (Peygamber Allah’ın helal ettiğini haram edemez) diyorlar. Sanki Peygamber efendimiz böyle bir şey yapıyormuş intibaını vermek için böyle söylüyorlar.

 

2- (Peygamber de Allah’ın sözlerini değiştiremez) diyorlar. Sanki böyle bir şey yapılıyormuş intibaını vermeye çalışıyorlar.

 

3- (Peygamber de insandır, ona tapılmaz) diyorlar. Sanki tapan var.

 

4- (Peygamber de insandır; Allah değil ki, o da yanılabilir) diyorlar. Peygamberimiz de insandır. Fakat insanların ve peygamberlerin en üstünüdür; beşerin efendisidir. Dini hükümlerde yanılması söz konusu değildir. Dünya işlerinde yanılması caizdir. (Yanılabilir) diyerek, dini hükümlere gölge düşürmeye çalışıyorlar.

 

5- (Peygamber de gaybı bilmez) diyorlar. Evet peygamber de gaybı bilmez. Ancak bu devamlı değildir. Bir gün Resulullahın devesi kayboldu. Münafıklar bunu fırsat bilip, (Hani göklerden, Cennetten, Cehennemden bahsediyordu. Kaybolan devesinin yerini bile bilmiyor) dediler. Münafıkların bu sözü Resulullaha ulaşınca, (Vallahi ben ancak Rabbimin bana bildirdiklerini bilirim. Başkasını bilmem. Şu anda Rabbim, bana devemin nerede olduğunu bildirdi. Devem, şu anda falanca yerdedir) buyurdu. Tarif edilen yere gidip, deveyi bir ağaca bağlı olarak buldular. Kur’an-ı kerimde de gaybı ancak Allahü teâlânın bildiği, fakat dilediği peygamberlere de bildirdiği beyan edilmektedir.

 

6- (Hadisler mucize değil; ama veciz sözlerdir) diyorlar. Hadis-i şerifler, âyet-i kerimeler gibi lafızları mucize değildir. Fakat Peygamber efendimizin dine ait sözleri vahiy mahsulüdür. Gelecekte olacak şeyleri bildirmiş, birçok mucize söz söylemiştir. Mesela kıyametin büyük ve küçük alametlerini bildirmiş, küçük alametlerin çoğu meydana çıkmıştır. Bunlar mucizedir. Mezhepsizler daha ileri giderek, (Kur’an varken sünnete ihtiyaç yok!) diyorlar. Böylece hadis-i şerifleri inkâra kalkışıyorlar. Halbuki Kur’an-ı kerimin birçok yerinde, (Allah’a ve Resûlüne tâbi olun!) buyuruluyor. Niçin Allah’tan başka “Peygambere de tâbi olun!” buyuruluyor?

 

Peygamber efendimiz, Allahü teâlânın bildirdiklerini bize anlatıyor, açıklıyor. (Onun söylediği vahiyden başka bir şey değildir) ve (Peygamberin emrettiklerine uyun, yasakladıklarından sakının!) buyuruluyor. Bir hadis-i şerifte, (Resulün haram kılması, Allah’ın haram kılması gibidir) buyurulmuştur. Peygamber efendimize uymak, Allah’tan gayriye uymak değildir.

 

Kur’an-ı kerimde, yalnız Allahü teâlâya değil, Resulüne de itaat edilmesi emrediliyor (Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur) buyuruluyor. Demek ki, Resulullahın hadis-i şeriflerine uymak, Allah’a uymaktan başka değildir. Kur’an-ı kerimde, (Bilmiyorsanız âlimlere sorun!) buyuruluyor. Âlimlere sorup onlara tâbi olmak da, Allah’tan gayriye tâbi olmak değildir. Allahü teâlânın emrine uymak olur

 

7- (Kusursuz kul olmaz. Âlimler peygamber değil ki onların da hatası olur) diyorlar. Kusursuz kul olmaz sözü doğrudur. Fakat âlimlerin sözlerinde hata vardır intibaını vermek yanlıştır. Çünkü hadis-i şerifte buyuruluyor ki:

(Âlim, ictihadında hata ederse bir, isabet ederse iki sevap alır.)

O halde, âlimin hatası da dinde senet olduğu için, hata demek yanlıştır. Onun hata ettiği de bilinemeyeceği için, âlimlerin hata ettiğini söylemek çok yanlıştır. Çünkü Peygamber efendimiz, (Âlimler, peygamberlerin vârisleridir) buyuruyor. Peygamberlerin vârislerine dil uzatmak, vârisin sahipleri olan peygamberlere dil uzatmak olur.

 

Kimler mezhepsizdir?

CEVAP

Şu üç sınıf, bid'at ehli mezhepsizdir:

1- Dört mezhepten hiçbirine uymayan.

2- Dört mezhebi karıştırıp, kolayına gelen mezhebe göre hareket eden [telfik eden].

3- Dört mezhepten birinde olduğu halde, bir inanışı, Ehl-i sünnet itikadına uymayan.

 

Annemle beyim Şafii mezhebindedir. Babam ise Hanefi mezhebindedir. Benim, beyimin mezhebine mi, yoksa babamın mezhebine mi girmem gerekir?

CEVAP

Bir kimse, hangi mezhebin hükümlerini iyi biliyorsa, o mezhebe göre amel eder. Babasının veya beyinin mezhebine göre amel etmesi gerekmez.

Türkiye’de Hanefi mezhebi daha yaygın olduğu ve Hanefi mezhebine ait Türkçe kitaplar daha çok olduğu için, Hanefi mezhebine göre amel etmeniz daha uygun olur.

Bazen Hanefi, bazen Şafii mezhebine göre hareket edilmez. Sadece, yapılması emredilen bir işi kendi mezhebine göre yapmak imkanı yoksa, o zaman diğer üç mezhepten birini taklid ederek o işi yapmak caiz ve gerekir. Sıkışık durum ortadan kalkınca taklit işine son verilir. (Hadika)

 

"İslamda zekat", "İslamda namaz", "İslam fıkhında tasavvuf", "İslamda şu", "İslamda bu" diyorlar. "İslamda zekat" denince, dört mezhepten birine göre zekat anlatılmış olmadığına göre, "İslamda" diye kitap yazmak uygun mudur?

CEVAP

Bildirdiğiniz gibi, "İslamda zekat" denince, hangi mezhebe göre söylenildiği bilinmiyor. "Hanefide zekat", "Malikide zekat" denilmelidir. "İslam fıkhı" tabiri de böyledir. Hanefilerin fıkıh usulleri, Şafiilerin fıkıh usullerinden farklıdır. Tasavvuf ve fıkıh iki ayrı ilim dalıdır. "İslam tasavvufunda fıkıh" veya "İslam fıkhında tasavvuf" demek, ilimleri, mefhumları birbirine karıştırmak olur.

"İslam da şu", "İslamda bu" demek, mezhebi bilmemek veya kabul etmemektir. Bir kimse, İslama göre namaz kılamaz. Dört mezhepten birine göre kılması gerekir. Mesela imam arkasında Fatiha okuyan kimse, Hanefide vacibi terk etmiş olur. İmam arkasında Fatiha okumazsa, Şafiide farzı terk etmiş olur. Onun için İslama göre namaz kılmak mümkün değildir. Diğer İslama görelerin de çoğu böyledir. Bunlar ince bilgidir, elbette mezhepsizler bunları bilmez. Farklı ictihad rahmettir, müslümanların işini kolaylaştırmaktadır.

 

Mısırlı bir yazar, "Gecekondularda oturanların bulunduğu ülkede apartmanda oturmak, dolmuşa binenlerin bulunduğu yerde taksiye binmek veya özel araba sahibi olmak israf ve haramdır" diyor. Bu sözleri özel mülk düşmanlığı değil midir?

CEVAP

İnsanların akılları, kabiliyetleri farklıdır. On kişiye onar milyar verilse, bu on kişiden kimi bu parayı uygun bir şekilde işleterek daha çok para kazanır.

 

Kimi altın, döviz alır, sadece değerini koruyabilir. Kimi de elinde bulunan paranın hepsini yer. Kimi de belki daha çok borca girer. Herkesi varlıkta eşit seviyede tutamayız.

 

Türedi yazarlar, kitaplarında zenginin elindeki malının alınıp, fakirlere verilmesini savunurlar. Hem de bunun dinimizin emri olduğunu söylerler.

 

Dinimizde zekatı verilmiş mal, biriktirilmiş, gayrı meşru mal değildir. Bu malı, kimsenin zorla almaya hakkı yoktur.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:

(Zekatı verilmiş mal, biriktirilmiş, istif edilmiş mal değildir.) [Ebu Davud]

(Zekatını vererek mallarınızı zarardan koruyunuz!) [Hakim]

(Ortak koşmadan Allah’a ibadet edersen, farz namazları kılar, farz zekatı verirsen ve Ramazan orucunu tutarsan Cennete gidersin) [Buhari]

 

Görüldüğü gibi, zekatı verilen mal, kenz, [yani istif edilmiş, stok edilmiş mal] değildir. Zekatını veren, malın hakkını ödemiş olur. Kimse bu malı alamaz. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: 

(Bir müminin malını, onun rızası olmadan almak helal değildir.) [Ebu Davud]

Bir kimsenin mülkü, ondan izinsiz kullanılamaz. (D.Muhtar)

 

Zekat veren zenginin malını elinden alıp fakirlere vermek zulüm olur.

Zekatını veren zenginin apartman, köşk yaptırması haram değildir. Tembel oturup, çalışmayıp fakir kalmak ve kazandıklarını haram şeylere vermek haramdır. Zekatını veren kimsenin sarayda oturması, lüks vasıtalara binmesi, şık giyinmesi helaldir. Çünkü Allahü teâlâ, (Verdiğim nimetleri kullanmalarını severim, çalışana veririm) buyuruyor. Çalışıp kazanmak, mal mülk sahibi olmak yani zengin olmak günah değil, ibadettir. Zengin olduğu için kendini başkalarından üstün görmek haramdır. (F.Bilgiler)

 

Davudoğlu hoca ile sohbet

Din tahripçileri hakkında kitap yazan Ahmed Davudoğlu hoca nasıl bir kimsedir?

CEVAP

Rahmetli, (Din Tahripçileri) kitabını neşredince, kendisini ziyarete gittim. Kendimi tanıttım. Uzun uzun sohbet ettik. Bir ara kendisine sordum:

- Hocam, Ezherin durumu nasıldır?

- Maalesef iyi değildir. İbni Teymiyenin, Abduhun fikirleri hakimdir.

 

- Peki siz orada nasıl Ehl-i sünnet olarak kalabildiniz?

- Şeyhül-islam Mustafa Sabri efendi ile tanıştım. O bana, Mezhepsizliğin tehlikesini anlattı. Efganinin ve Abduhun mason olduğunu, bunların İslamiyet’i içeriden yıkmak için çalıştıklarını belirtti.

 

- Ezherin mezhepsizlik çamuru olduğunu bildirdiniz. Siz burada senelerce kaldığınıza göre, üzerinize hiç çamur bulaşmadı mı?

- Benim ölçüm vardı. Mezhepsizliği kabul etmezdim. Üzerime çamur bulaştırmadım.

 

Hocanın bazı tercümeleri, mezhepsiz yazarların kitaplarına önsöz yazması bizi rahatsız etmişti. Doğrudan doğruya bunu söylemeyip dedim ki:

- Hocam, bilirsiniz (Kıratın yanında duran ya huyundan ya suyundan) ve (Üzüm üzüme baka baka kararır) gibi ata sözlerimiz vardır. Hani az da olsa, Ezher çamuru bulaşmamış mıdır?

- Kesinlikle bulaşmamıştır.

 

- Hocam, Selamet Yolları isimli tercümenize bakabilir miyiz?

Hoca, kitabı getirdi. Önsözden birkaç parça okumaya başladım:

- İsmail Sanani, Zeydiyye mezhebine salik, kimseyi taklit etmez, serbest müctehid gibi birisidir. Sübülüs-selamın bazı mahrem yerlerinde fikrini sızdırmış, Ehl-i sünnet olmayan kimseleri Ehl-i sünnet imamları ile zikretmiştir. Sübülüs-selam Ezherde ders kitabı olarak okutuluyor. Ehl-i sünnet harici kavillerle dolu olduğu için, sırf Sübülüs-selamı tercüme edemezdim. Fethül-allam eserinde ise, Ehl-i sünnet harici sözler bir dereceye kadar kaldırılmış idi. Bu iki eserden bilhassa Sübülüs-selamdan azami derecede istifade ettim. Onun için onun bir tercümesi kabul edilen eserime Selamet Yolları adını verdim.

- Evet ne var bunda?

 

- Hocam, daha ne olacak, binlerce Ehl-i sünnet âlimlerinin kitapları var iken, gidiyor bir mezhepsizin Ezherde okunan kitabını tercüme ediyorsunuz. İkinci olarak hadis kitabı tercüme ediyorsunuz. Üçüncü olarak Kur'an meali de neşrettiniz. Dört hak mezhepten birine mensup olan kimse, dinini mealden ve hadis kitabından öğrenebilir mi?

- Öğrenemez.

 

- Dine hizmet için, bir fıkıh kitabını, mesela İbni Abidini tercüme edebilirdiniz!

Hoca, hakkı kabul eden bir zattı. Bu teklifimi gayet normal buldu. Başını sallayarak dedi ki:

- İnşaallah o da nasip olur.

 

Hoca sözünde samimi idi. Allah razı olsun nihayet İbni Abidini tercüme etmeye başladı. Fakat ne yazık ki ömrü kâfi gelmedi.

 

Bir insanın hocaları mezhepsiz olsun da, ona az da olsa mezhepsizlik zehri, telfik çamuru bulaşmamış olsun, imkanı var mı? Bunun en bariz örneği rahmetli Davudoğlu hocadır. Bilha(s.a.v.)on senelerdeki gayretlerinden dolayı, Ahmed Davudoğlu hocamıza Allahü teâlânın bol bol rahmet etmesini niyaz ediyoruz.

 

Ekteki yazıda, (eskiden kadın yalnız başına yolculuk yapamazdı. Fakat şimdi yollar emin olduğu için, tek başına uzun yola gitmesinde mahzur yoktur) diyor. Dinin hükmü zamanla değişir mi?

CEVAP

Ezmanın tegayyürü ile ahkâmın tegayyürü inkâr olunamaz. (Mecelle madde 39)

Dürer-ül-hükkam şerhinde bu maddenin açıklaması şöyle:

(Zamanın değişmesi ile, örf ve âdete ait ahkâm değişebilir. Nassa, delile dayanan ahkâm, zamanla değişmez.)

 

Mubah olan âdetlerde ve fen bilgilerinde zamana uyulur. Teknikte ilerleyenlere ayak uydurulur. Din bilgilerinde, ibadetlerde zamana uyulmaz. Din bilgileri zamanla değişmez. Bunları değiştirmek, zamana uydurmak isteyen Ehl-i sünnetten ayrılır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Allah’a ve ahiret gününe inanan kadının, üç günlük yola, ancak kocası veya mahrem akrabalarından biri ile gitmesi helal olur.) [Hadika]

 

Berikada diyor ki: (Hür kadının kocası veya ebedi mahrem olan akrabasından biri yanında bulunmadan, yalnız veya başka kadınlarla yahut akıl balig ve salih olmayan mahremi ile üç günlük yola gitmesi haramdır.)

 

İbni Abidin hazretleri üç günlük yolun 18 fersah olduğunu bildiriyor. 18 fersah ise yaklaşık 104 km.dir. Demek ki bir kadın, zaruret olmadan mahremsiz uzun yola gidemez. Bir günlük [35 km.lik] yola gitmesi ise mekruhtur. Daha az mesafeye ise mahremsiz, fakat salih erkeklerle birlikte gidebileceği Fetava-i Hindiyyede yazılıdır.

 

Bazıları, "Zaman sana uymazsa, sen zamana uy" sözünün yanlış olduğunu söylüyor. Zamana uymak gerekir mi?

CEVAP

Zamana uymak gerekir. Zamana uymak demek, zamanın icap ettirdiği hususlara uymak demektir. Zamanın değişmesiyle, örf ve adete ait hükümler değişebilir. Nassa [Kur'an-ı kerime, hadis-i şeriflere], delile dayanan hükümlerin zamanla değişmeyeceğini yukarıda bildirmiştik.

 

Şu halde, dine aykırı olmayan örf ve âdete ait hükümler değişirse, bunlara uymakta mahzur yoktur. Herkes traktörle, kamyonla, uçakla giderken, kağnı ile gidilmesi gerekir diye ısrar edilmez. Fakat günah olan bir şey, herkes tarafından yapılsa, buna uyulmaz. Zamana ait işlerin değişmesine kısaca zamanın değişmesi denmiştir. Böyle misaller Kur'an-ı kerimde de vardır. Mesela, (köy halkına sor) yerine, kısaca (köye sor) ifadesi kullanılmıştır. (Yusüf 82)

Zalim köylüler manâsına (zalim köy) ifadesi kullanılmıştır. (Nisa 75)

 

Buna benzer ifadeler Türkçede de vardır. Mesela, (Şu sınıf tembel, şu sınıf çalışkandır) gibi. Elbette burada anlatılanlar, sınıfın kendisi değil, orada okuyan talebelerdir. İşte, zamana uymakla da, zamanın icabı olan faydalı işlere uymak gerektiği bildirilmektedir. Zararlı, günah olan şeylere uyulmaz.

 

Allah’ın emirlerini yapmamak için mezheplerin kolaylıklarını araştırmak veya hile-i şeriyye yapmak caiz midir? Böyle hareket etmek ruhsatla amel etmek değil midir?

CEVAP

Kur'an-ı kerimde mealen buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ kullarına kolaylık gösterilmesini istiyor. Güçlük çekmelerini istemiyor.) [Bekara 185]

Hadis-i şerifte buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ azimetlerin yapılmasını sevdiği gibi, ruhsatların yapılmasını da sever.) [Beyheki]

Yani, izin verdiği kolaylıkları yapmayı da sever. Bunu yanlış anlamamalıdır. Mezheplerin kolaylıklarını toplayıp, bir kolaylıklar mezhebi yapmak caiz değildir. Böyle yapmak, İslamiyetten ayrılmak olur. (Elcamius sagir şerhi)

 

İmam-ı Sübki hazretleri de buyurdu ki:

İhtiyaç ve zaruret olduğu zaman, kolayına gelen mezhebe geçmek caizdir. Fakat, zaruret olmadan geçmek caiz olmaz. Çünkü, dinini kayırmak için değil, kendini kayırmak için olur. Sık sık mezhep değiştirmek de caiz değildir.

 

Allahü teâlânın sevdiği ruhsat, kendi emirlerini yaparken zaruret haline düşenler için, bildirmiş olduğu kolaylıkları yapmaktır. Yoksa, emirleri yapmaktan kurtulmak ve aklına, görüşüne göre kolaylık aramak caiz değildir.

Necmüddin-i Gazzi hazretleri Hüsn-üt-tenebbüh kitabında, (Şeytan, insana, Allahü teâlânın bildirdiği kolaylıkları yaptırmaz. Mesela mest üzerine mesh ettirmez. Ayaklarını yıkattırır.

Ruhsat ile amel etmeli, fakat hiçbir zaman mezheplerin kolaylıklarını aramamalıdır. Çünkü, mezheplerin kolaylıklarını toplamak haramdır. Şeytan yoludur) buyurmaktadır.

 

Küfründe icma bulunan zünnar, haç ve benzeri küfür alametleri için Abduh kullandı diye, mezhepsiz yazar nasıl olur da "isteyen kullanır" şeklinde fetva verebiliyor?

CEVAP

Böyle söze işkembeden atılmış denir. Dr. M. Reşad bey ise, (bağırsaktan çıkmış) diyor. Efgani veya çömezi Abduhu temize çıkarabilmek için, dini değiştirmekten çekinmeyip küfür alametine cevaz veriyorlar.

 

Dünyadaki bütün müslümanlar farklı görüşlere sahip. Nasıl itikadları olursa olsun birleşmek mümkün olmaz mı?

CEVAP

Dünyada kendilerine müslüman denilen kimselerin bir kısmının müslümanlıkla hiçbir alâkası yoktur. Müslümanlıkla alâkaları müslüman bilinmeleridir. Bir kısmı ise, fırka-i dalle denilen sapık gruplara mensuptur. Kendilerine müslüman denilen bu kimselerin Cehenneme gideceği hadis-i şerifle bildirilmiştir. Müslümanlar içinde tek kurtuluş fırkası, (Ehl-i sünnet ve cemaat) fırkasıdır.

 

Müslümanlarla, müslüman denilen sapık fırkaları birleştirmeye çalışmak çok abes olur. Mesela süt ile sirke ve idrar birleşirse meydana gelen karışım ne süttür, ne sirkedir, ne de idrardır. Hiçbir işe yaramaz. Fakat koyun sütü ile inek sütü, keçi sütü ve eti yenen hayvanların sütü karışabilir. İhtiyaç olduğu zaman karıştırılabilir.

 

Domuz sütü de süttür. Fakat diğer sütlerle karışırsa hepsi necis olur.

Bazı kimseler, kendilerine müslüman deseler de, domuz sütü gibi, karıştığı şeyi necis ederler. Kemiyet yani sayı itibariyle çok olmak mühim değildir. Mühim olan, keyfiyet yani kalite itibarıyla üstün olmaktır.

Ehl-i sünnet itikadında olmayanlarla, yani bid'at ehli ile birleşmekten söz edilemez. Sünnet ehli ile bid'at ehli, hak ile bâtıl birleşemez. Birleşme yalnız hakta olur. Hak ise tektir.

 

Allah’ın sevdiği bir veliyi çok sevmek, onu rehber edinmek caiz midir?

CEVAP

Her veli rehber olamaz. Ona bağlanılamaz. Rehberin, ilimde ictihad derecesine yükselmiş olması ve marifette vilayet-i hassa-i Muhammediyye mertebesinde bulunması gerekir. Rehberin her hareketi, her duruşu, her sözü, islamiyete uygundur. Yani, her şeyde Resulullaha uymaktadır. Bunlar için, Allahü teâlâ onu çok sever. Müslümanlar, Allahü teâlâyı çok sevdikleri için, Allahü teâlânın çok sevdiğini de çok severler. Rehberi sevmek, Allahü teâlâyı ve Resulullahı "sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem" sevmekten ileri gelmektedir. Bu sevgiye Hubb-i fillah denir. İbadetlerin en kıymetlisinin hubb-i fillah olduğu hadis-i şerifle bildirilmiştir. Rehberin emirlerini yapmak, İslamiyet’e uymak demektir. Çünkü, rehberin her sözü ve her işi islamiyeti bildirmektedir. Hayatta, yani dünyada hakiki ilim sunucusu Mürşid-i kâmildir. Din düşmanlarının, müslümanlar için (Allah’ı bırakıp kulu seviyorlar. İslamiyet’i bırakıp insana tapınıyorlar) sözlerinin, cahilce iftira olduğu, buradan anlaşılmaktadır.

Mezhep imamlarımız ve silsile-i aliyye büyükleri en kıymetli rehberlerdir.

 

Her harika gösteren evliya mıdır?

CEVAP

İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Harikalar, kerametler ikiye ayrılır:

Birincisi Allahü teâlânın zatına ve sıfatlarına ve işlerine ait olan bilgiler ve marifetlerdir. Bunlar, akıl ile, düşünmekle elde edilemez. Allahü teâlâ, seçtiği kullarına ihsan eder.

İkincisi, madde âlemindeki gaybleri bilmektir. Bu harika seçilmiş kullara verildiği gibi, kâfirlere de verilir. Bunların birincisi kıymetlidir. Bunlar, doğru yolda bulunanlara, Allahü teâlânın sevdiklerine verilir. Cahiller ise, ikincisini kıymetli sanır. Keramet denince, yalnız bunları anlarlar. Açlıkla ve uzletle, nefslerini temizleyen her insan, mahlukların gayblerini haber verir. İnsanların çoğu, dünyayı düşündükleri için, böyle haber verenleri evliya sanır. Hakikatten haber verenlere kıymet vermezler. Bunlar Evliya olsalardı, bizim hallerimizden haber verirdi, derler. Bu bozuk ölçüleri ile, Allahü teâlânın sevdiği kullarını inkâr ederler. [c.1, m.293]

 

Mezhepsizlik konusuna niye fazla önem veriyorsunuz?

CEVAP

Mezhepsizlik konusuna fazla yer vermemiz itikad meselesi olduğundandır. İtikadı bozuk olanın ibadetleri boşa gider. Onun için önce doğru bir imana sahip olmak gerekir.

 

Dinimi yeni öğrenen biriyim. Aynı konuda mezhepler arasında nasıl bu kadar zıt hükümler olabiliyor?

CEVAP

Peygamber efendimiz çok konuda, insanların durumuna göre, ümmetine rahmet olsun diye farklı hükümler bildirmişlerdir. Mesela bazılarına bunu yapman haram demiş, bazılarına caiz demiş. Mesela avret yerine dokununca abdestin bozulur buyurmuş. Şafiiler bozulur kavlini almış, başkasına da bozulmaz buyurmuş, hanefiler de bozulmaz kavlini almışlar.Yetki Peygamber efendimizin. Mezheplerin farklı oluşu, yine Peygamber efendimizin bildirmesine dayanır. Farklı söylediği için farklı hükümler meydana çıkmıştır. Peygamber efendimiz namazda ellerini yana salarak da kılmış, bizim gibi göbek altına bağlayarak da kılmış. Bu da ümmetine rahmet olsun diye böyle yapmış. Bir mezhepte helal ötekinde haram olan çok şey vardır. Bu ümmeti için rahmettir. Bir mezhepte yapamadığımızı öteki mezhebe uyarak yapabiliyoruz. Bu iyi değil mi?

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri