Miftahulkulub

10. KISIM

I0. KISIM
    
Konusu : Beş bölümden İbaret olan İKİNCİ BAB..

Bu, İKİNCİ BAB'ın bölümlerinde şunlar anlatılacaktır :
a)    İsimlerin tecellileri..
b)    Fillerin tecellileri..
c)    Sıfatların tecellileri.
d)    Zat tecellisi..
e)    Fenafillah ve bekabillah.. (Allah'ın zatmda ve sıfatında kaybolmak, Allah'm zatmda ve sıfatlarında var olmak..)
f)    Miistagrakiyne fizatillah.. (Allah'ın zatında dalgm yaşa­mak..)



***

I. BÖLÜM : İsimlerin tecellileri ve fiillerin tecellileri açıklanır. Ey Aziz,
Burada anlatılacak olanlar da bilinmesi gereken şeylerdir. . Allah'ın rızasını ve Resullüllah'ın yolunu isteyip izleyen, bunlara gönül veren, özünde sözünde doğru aşık olan bir kimse; bundan önce anla­tılan murakabe halleri ile uğraşmalıdır. O halini sürdürürse, Yüce Allah'­ın yardımına mazhar olur. İsim tecellilerinin de belirtileri,ortaya çıkar. O zaman, Hak yolcusu salik, kendisine bakıp gördüğü zaman anlar ki: Or­taya çıkan zikir, fikir, söz bunlardan başka her ne ortaya, çıkıyorsa., hiç biri kendinden değil.. Bu arada, kendisi de, bir tercüman durumunda-.. Söyleten Hak.. Bunun böyle olduğunu, yakin gözü ile, yakin açıkliğı ile müşahede eder.
Sonra..
Gökte uçan, yerde gezen küçüklü büyüklü canlıların türlü dillerle söyledikleri zikirlerini; cansız görünen ağaçların, bitkilerin tamamen hal­leri ile dile gelip tesbih okuduklarım işitir.
Bu mertebede bulunan bir Hak yolcusu salik, bulunduğu mahalde, gezdiği yerlerde : Vaaz, Kur'an okumak, ulema meclisleri gibi yerlerde, her ne işitir ve her ne dinlerse., hemen hepsi tercümandır; onları da söy­leyen Hak'tır.
Açıkçası : Hak yolcusu salik, anlatılan mertebede, tüm işittiği ses­leri, Hak'tan duyup işitmeye başlar.
Hak yolcusu saliklerin bazısına bu mertebede :
— «İrcii.. (Dön..)»
Emri zuhur eder. Ne var ki, bu mertebede; henüz ikilikten kurtulmak olmamıştır. Dolayısı ile, sevgili derdi ve ahı ile uğraşır durur. Bu yoldan, kendisinden isbat zuhur etmeye başlar.

Bir şiir :
Her ne varsa bu cihanda
söylenür; Söyleyene bakma canım
söyledür.. Söyleyen Hak'tır
cümleden söylenür; Tercüman
dil ve dudak hem söyledür..1
    
    
    
    
(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Bu cihanda, kendi kendine söylenip duran ne varsa-, söyleyene bakmayasın; onları
canım söyletir.
Hepsi Haktır, cümleden dile gelip söyler; dili, dudağı tercüman edip söyletir.

Hak yolcusu salik, şevkle ve sevgi ile ah edip inlerken murakabesi ile de meşgul olursa.. Allah'ın ihsanından fililerin tecellisi ortaya çıkar. Bu durumda Hak yolcusu salik, kendisine bakıp görür ki: Bir ağaç du­rumundadır. Cümle gidiş duruş, oturup kalkmak, kuvvet kudret, bun­lardan başka benzeri olan bütün fiillerden her ne olursa., kendisinden çıkıp işleniyor.. Ama, hapsini yapan Hak'tır. Bu arada, kendisi, ağaç du­rumunda olan bir şeydir. Bu hali; yakin gözü ve yakin açıklığı ile mü­şahede eder.
Kuşlar, vahşî hayvanlar, yerde ve gökte bulunan canlılar ve ağaçlar, ağaçların meyveleri, bitkiler ve verdikleri yemişler tamamen birer âlettir.
Bütününden, yani : İnsanlardan, cinlerden, tüm mevcudattan, sair şeylerden ortaya çıkan işlerin cümlesini yapan Hak'tır. Bunların birer âlet olduklarını müşahede eder. Hem de yakin gözü ile..
Ne var ki, burada da, ikilikten kurtulmak yoktur. Bu yüzden gece gündüz dost cemalini arzular, ona iştiyak duyar. Ah edip inler.
Bu arada, mürşid şeyhinin ruhaniyetinden yardım isteyip murakabe­sini sürdürürse., sıfatların tecellileri, zat ve tecellisi belirtileri ortaya çıkar.


***


II. BÖLÜM : Sıfatların tecellileri ve zat tecellisi açıklanır.
Hak yolcusu salik, sürekli murakabe işi ile uğraşırken, sıfatların te­cellileri zuhur eder. Bu yoldan da Allah'ın ihsanına zuhur yeri olur. Böy­leki oldu; Hak yolcusu salik, kendisini bir ayna gibi görür. O aynada, Al­lah'ın sıfatlarını müşahede eder.
Hak yolcusu salik, bu mertebede bulunurken; gökte, yerde, hava boş­luğunda : Kuşlardan, vahşî hayvanlardan, insanlardan, cinlerden, ağaç­lardan, meyvelerden, bitkilerden ve onların verdikleri yemişlerden, taa, zerreye varıncaya kadar gördüğü her varlığı birer ayna bilir ve görür. O aynalarda dahi, Ailah'ın sıfatlarını müşahede eder.
Her bir aynada salike; yakin gözü ile, yakin ilmi ile müşahede vaki olur.
Burada, şöyle bir soru akla gelebilir :
— Bu kadar yüz bin renkte görünmek nedendir?. Çünkü, aslında görünen birdir. Bunun için şu kısa cevap verilir :
— Her aynadan görünen aynanın rengidir; zuhur eder. Yine de gö­rünen birdir; Hakkın sıfatlarıdır.
Hak yolcusu salik, şevkle sevgi ile ah edip inleyerek yükselir. Halini artırır. Artan güzel hali mürşidinin ruhaniyetinden yardım isteyerek mu­rakabe halini sürdürür. O, bu durumda iken; Yüce Hak, sonsuz keremi, bitip tükenmeyen lütuf ve ihsanından o kuluna acıyarak şekilsiz ve ben­zersiz olarak Yüce Zatından tecelli eder. Ne var ki, Hak yolcusu salik, bu tecelliye dayanamaz. Vücud iklimine büyük bir sarsıntı gelir; her bir azası parça parça olur. Bu yüzden Hak yolcusu salik, yanıp kül olur. Bu külü de, rahmet denizine atarlar, orada yok olur. Artık, Hak yolcusu sa-likin kendisinden zerre kadar bir iz kalmaz.
Bunun daha açık manası şöyledir :
Yerden arşa, arştan yere kadar olan melekler, insanlar, cinler, kuş­lar, vahşî hayvanlar, bitkiler, denizler, karalar, dağlar, taşlar, zerreye varıncaya kadar her şey, tüm varlıklar : Yanar ve Yüce Hakkın zatında silinip yok olur. Bundan sonra, Yüce Zat'tan başka bir şey kalmaz.
Hak yolcusu salik, anlatılan halde iken; bir şekil, bir durum, bir ses, bir harften temiz ve beri olarak sırrına şu mana gelir :

— «Saygılar, kulluklar Allah içindir. Salâtlar, güzellikler, selâm sa­na; keza Allah'ın rahmeti ve bereketleri de..»
Hak yolcusu salikin kulağına üstteki hitab gelir gelmez, elinde olma­dan şöyle okur :

— «Selâm bize ve Allah'ın salih kullarına..»
Hak yolcusu salik, bu halde iken, şekilsiz benzersiz bir halde, sırrına şu hitap gelir :                                                 
—  Kulum, ben senden hoşnutum; sen de benden hoşnut musun?.
Bunun üzerine, takatsiz düşüp secdeye kapanır. O bu halde iken, ke­mal, kerem, sonsuz lütuf ve sonsuz ihsanından şöyle buyurur :
—  Kulum, şu kadar zamandan beri ettiğin ibadetler ve kulluklar, zi­kir, fikir, bunlardan başka tüm ibadetlerin rızaya uygundur. Hoşnut ol­duğum için bundan sonra istirahata çekil.
Bu hitap, Hak yolcusu salikin sırrına geldiği zaman şöyle der :
—  Sana sığınırım ya Rabbi, sana sığınırım.. Bu madde libasında bu­lundukça, kula kulluk gerekir..
Der, öncekinden daha fazla zikre, fikre dalar. Titizlik ve kulluğun ke­maline ayak basar; ihlâsla devam eder.
Yoluna acaip bir şekilde, şaşkın, hayretler içinde koyulup giderken; akıllar kavramaktan yana kusurlu, anlayışlar aciz kaldığı bir şekilde lü­tuf, kerem, ihsan olarak bir başka tecelli zuhur eder. Bunda dahi bir şekil ve belli bir durum yoktur. Her gezdiği, her oturduğu, görüp bulunduğu yerde ve halde :

 

— Hak ben..
Sırrı zuhur eder. Elinde olmadan içi:

 

— Hak ben Hak ben..
Diye çağırır.
İşbu hal, fenafillah (Allah'ın zatında ve sıfatlarında yok olmak) sır­larının zuhuruna işarettir.
    

***

III. BÖLÜM : Fenafillah, (Allah'ın zatında ve sıfatlarında yok ol­mak) açıklanır.
Bu mertebeye ermek için, Hak yolcusu salikin sürekli murakabe gö­revi ile meşgul olması gerekir. Onunla meşgul olursa., şevki ve sevgisi ar­tar. Hak yolcusu salikin doğrulukla kullukta hazır olması, istikamet üze­re bulunması, mürşid şeyhinin ruhaniyetinden de yardım istemesi ile fe­nafillah tecellisi gelir. Ama, Rahman zat tarafından bir lütuf, bir kerem, bir ihsan olarak.. Bu durumda, Hak yolcusu salik, kendisini fena (yok­luk) alanında bulur. Mal mülk, çoluk çocuk, ibadet taat tamamen silinir gider. Böylece, Allah'ın himayesinde bulunan iflâs edenlerden olur.
Bu durumda olan Hak yolcusu salik sanır ki; kendisi, âdem soyun­dan gelmemiş. Ne âlem var, ne de Âdem.. Yerden arşa, arştan da yere kadar olan melekler, insanlar, cinler, dağ, sahra, ırmak, deniz, zerreye varıncaya kadar hiç bir şey meydana gelmemiştir. Ne kendisi var, ne de diğer varlıklar. Bu hal içinde, aklı ermeyen bir sarhoş gibi durur.
Hak yolcusu salik, bu halde iken, Rahman suresinin 26 ve 27. âyet-lerindeki şu manalar zuhura gelir :

 

—    «Yeryüzünde bulunan her şey yok olacak; celâl ve ikram sahi­bi Yüce Zat'ın yüzü kalacak..»
Ve., salik, bu mana içine düşer.
Soracak olan şöyle bir şey sorabilir :
—  Bu varlıklar, nasıl yok olur ki?. Hemen her şey açık açık görül­mektedir.
Üstteki soruya, güneşle yıldızların durumunu göstererek cevap vere­biliriz.
Geceleri görünen yıldızlar, gündüz güneş doğduğu zaman, tamamı yok olma makamında silinmiş görülür.
Bütün varlıklarla bu iş âlemi; Allah'ın yüce zatına nisbetle bir yıldız hükmünde dahi değildir; daha da küçüktür.
İşte, anlatılan misale göre, tüm varlıklar Yüce Zat'ın tecellisi ile silinmiş ve yok olmuştur.
Fenafillah makamına tam geçen, bu manayı anlar..

IV. BÖLÜM : Bakabillah (Allah'ın zatında ve sıfatlarında var ol­mak) açıklanır.
Hak yolcusu salik, bu makamda şevk ve mahabbet işinde ileridir.
Hak yolcusu salik, bu makamda, mürşid şeyhinin ruhaniyetinden yar­dım dileyip murakabesini sürdürürken; kemal, fazl, kerem, lütuf ve bol ihsanından Yüce Zat'ın bekabillah tecellisinin izleri belirmeye başlar. O zaman, Yüce Hak ile beka alâmetleri ortaya çıkar, sahibini lâhut âlemi­ne kadar götürür. Bu durumda, Hak yolcusu salikten hiç bir şey saklı kalmaz; doğudan batıya, bütünüyle tamamen tüm varlıklardan melekler insanlar, cinler, kuşlar, vahşî hayvanlar, diğer canlılar, ağaçlar, bitkiler, meyveler çeşidinden zerreye varıncaya kadar her şey..
Bundan sonra; karanlık gecede, karataş üzerindeki kara karıncanın yürüdüğünü görür ve ayağının sesini işitmek kendisine ihsan olunur..
Bu mertebelerde; tarife hacet bırakmayan bir hal daha ihsan olunup ortaya çıkar. Şöyleki: Yukarıda anlatılan şeylerden zerreye varıncaya kadar hemen her şey emrine boyun eğer.
Sonra da, Yüce Zat'ın hitabına mazhar olur :
— Evvellerin ve âhirlerin ilmini sana ihsan eyledim. Şimdiden son­ra git; kullarımı irşad edip bana getir.
Buyurulur.
Hak yolcusu salike, Hakkanî bir giysi giydirilir. Şeriat-ı Ahemdiye'ye bürünüp mülk âlemine gelir.

— «Her şey, aslına döner.»
Manasının sırrına zuhur yeri olur.
Bir şiir :
Fena sahrasını görmezse salık; Olamaz billah irfana malik..
Ne bilsün bekada seyri o salik; Enelhak sırrında kalur utanık..'

(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Salik, fena alanına görmeyince, vallahi irfan sahibi olamaz.
Enelhak (Ben Hak) sırrında utanıp kalan salik, bekada gitmeyi nasıl bilsin?.

Ey kıymetli, şu da bilinmiş olsun ki..
Yukarıdan beri anlatılan yerleri okuyup gördükte; değişik bir düşün­ceye kapılıp kısır akıl, eksik anlayışla sakın ha çok sakın dil uzatmaya­sın. Buna çok dikkat edilmesini umar ve beklerim. Zira, bu makam, çok tehlikelidir. Allah bizi de, sizi de korusun.
Bu makam, hal kabilinden bir şeydir. Düşenin parçası bulunmaz; ye­ri de cehennemde gayya kuyusudur.
Durum, sözle, ancak bu kadar anlatılır. Bilen irfan sahibidir ki, şu mana onun içindir:

 

— «İrfan sahibine bir işaret yeter.»

V. BÖLÜM : Müstağrakıyne fizatillah (Allah'ın zatında dalgın ya­şamak) açıklanır.
Buraya kadar anlatılan dört mertebede; Hak yolcusu salik yoluna girip giderken Yüce Sübhan Hakkın verdiği başarı ve mürşidinin de him­meti ile kendisine müşahede hali ihsan olunur. Bundan sonra; güçlü, yar­dımına sığınılan mutlak feyiz sahibi Yüce Zat, sonsuz fazlı ve keremi ile bir tecelli daha ihsan eyler. O zaman, müstağrakıyne fizatillah (Allah'ın zatında dalgın yaşamak) sırrı zuhur eder.
Bunun daha açık manası şöyle anlatılır :
Zerreye varmcaya kadar bütünüyle baştan başa tüm eşya Yüce Zatta silinmiş ve yok olmuş görülür. Hak yolcusu salik dahi, şekilsiz, keyfiyet-siz bir şekilde zamandan mekândan beri olur. Yüce Zat'a dalar gider.
Anlatılan durumda, Hak yolcusu salik, damlasını denize vermiş olur. Artık ne can var, ne de cihan.. Ne salik var, ne de zerre.. Hiç bir şey yok.. Bütün varlıklar, silinir; hiç birinden iz kalmaz. Hemen hepsi de, Yüce Zat'da silinir gider, işte anlatılan bu mertebeye :
— Muktağrakıyne fizatillah (Allah'ın zatında dalgın yaşamak)..
Derler.
Bir şiir :
Aradık Yusuf ü Ken'an ilinde; Yusuf bulundu Ken'an bulunmaz..1

— Hal, sözle bilinmez..»
Denildiği gibi, anlatılan, Allah'ın ihsanıdır; sözle anlatılamaz. An­latılacak olsa da, ancak bu kadarına işaret edilir ve anlatılır. İrfan sa­hibine de bu kadarı yeter.

Ancak..
Bu mertebeye gelen Hak yolcusu salikin, baştan buraya kadar an­latılan tecelliyat seyri, Allah iledir. Burası, Hak yolcusu salikin, kendisi­ne başkalarını da irşad etme kabiliyetinin geldiği derecesidir.
(1)
Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Yusuf aleyhisselâmı Ken'an ilinde aradık; Yusuf bulundu, ama Ken'an ili bulunmadı..

    
Yüce Allah'ın zatına dalgın yaşamak, Ailah ile seyrin gizli derecesi­dir; Allah ehli zatların alfabe okudukları makamın başlangıç derecesidir. Zira, Allah'ta seyire son olmaz. Şöyleki:
Hak yolcusu bir salik, Allah'ın ihsanına zuhur yeri olarak bin sene ömür sürecek olsa, her nefes alış verişinde bir tecelliye zuhur yeri olsa; bir kere gelen tecelli bir daha aynen gelmez. Taa, ezelden ebede kadar bu böyledir. Nekadar Allah ehli zat gelip geçmişse., bir velideki tecellinin tekrarı hiç bir velide olmamıştır.
İşbu anlatılan sebepledir ki : Allah'ta seyre bir son yoktur. Son olmaktan yana çok çok uzaktır.

— «Allah'a hamd olsun ki, bunu bize hidayet etti. Eğer Allah bize hidayet etmemiş olsaydı; biz hidayeti bulamazdık.»
Duâ makamında gelen A'raf suresinin 43. âyetindeki bu mana pek güzeldir.

Bu eserin yazarına ait bir şiir :
Seherlerde gör âşıklar gider sahraya ifnaya; Olurlar cümleten ifna giderler andan ifnaya; Varırlar öyle kim güya yoğimiş bir eser anda; Ne kendü var ne âlem tefekkürsüz bu esrada.. Dururken bir nida gelir :
—  Ne istersiz, verem size;
Benim ihsan-ı lütfumdan ne istersiz verem size.. Diyeler :
—  Rabbena..
Bunlar, bu gönlümüz seni özler;
Gerekmez gayrı nesne hiç cemalin gözedir gözler..
Bu hali diyicek anlar tecelli kıla sultanı;
Beka ender beka olup görünür ruy ü Sübhanî..
Görünce dost yüzün bunlar safalar bahşolur cana; Bekada saltanat sürer şükürler lutf-ü Yezdan'a.. Cenab-ü Kibriya Hakki ne ihsandır bu ihsanlar; Akıllardan fikirlerden müberradır bu ihsanlar.. Üçüncüde yine bizzat tecelli eyleye ol zat;
Eser kalmaya bunlarda olalar zat ile bizzat..
Yeter bu sözlerin Nuri alan bir noktadan almış; Bulan dostunun visalini hakikat nuruna dalmış..1

(1) Bu şiirin daha açık Türkçesi şöyledir :
Âşıkları seher vakitleri görmelisin, çöle kaybolmaya giderler; tamamen yok olurlar, ondan sonra yok olmaya giderler.
Varacakları yere öyle varırlar ki, kendilerinde bir iz yokmuş gibi; bu gece yolculu­ğunda ne kendileri, ne de fikre dalmayan başkaları var., Durup dururken, bir ses gelir :
—  Ne isterseniz, size vereyim-.
Benim ihsanımdan, lütfumdan neler istiyorsanız, size onu vereyim. Bunlar şöyle derler :
—  Rabbımız, bu gönlümüz seni özler; başka hiç bir şey gerekmez, gözler cemalini görmeyi bekliyor.
Onlar böyle deyince, sultanî bir tecelli kılar; beka içinde beka olur, Sübhanî yüz görünür.
Bunlar dost yüzünü görünce, cana safalar gelir; beka makamında saltanat sürerler, Allah'ın lütfuna şükürler olsun.
Cenab-ı Kibriya hakkı için söyleyin, bu ihsanlar nekadar büyük ihsanlardır; bu ih­sanların ne olduğunu anlamak, hatta düşünmek, akıldan fikirden uzaktır. Yüce Zat, üçüncü kere bizzat yine tecelli eyler; o zaman bunlarda eser kalmaz, bizzat Yüce Zat ile olurlar.
Nurî, bu kadar söylediğin yeterlidir; zaten alan tek noktadan almış, dostuna ulaş­mayı bulan hakikat nuruna dalmıştır.

Günün Sözü

"“Benim ve benden evvelki peygamberlerin söyledikleri sözlerin en fazîletlisi ‘Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh (tek ve ortağı olmayan Allah’tan başka ilâh yoktur)’ sözüdür.” (Hadîs-i Şerif—Muvatta’)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.