56) Açlık Ve Sade Yaşamanın Üstünlüğü

 

Bu bölümdeki dört ayet ve otuzbir hadis-i şeriften sonradan gelecek toplumların nefislerinin arzu ve heveslerine uyup ceza çekeceklerini, Karun isimli zenginin dünyayı tercih edip akıbetinin ne olduğunu, bu dünyadaki verilen nimetlerden mutlaka hesaba çekileceğimizi, kim ki dünyayı istedi ona hemen verileceğini ahirette ise kınanma olarak cehenneme gireceğini, Rasulullah ve aile efradının üç gün arka arkaya buğday ve arpa ekmeğiyle karınlarını doyurmadıklarını, yine birkaç ay evde ocak yanmayıp sadece su ve hurma ile günlerini geçirdiklerini, Rasulullah’ın masa ve yükseltilmiş sofralarda yemek yemediğini, çoğu zaman karnını doyuracak adi bir hurma bile bulamadığını, Rasulullah (s.a.v.)’in bir ömür boyu elenmiş un görmediğini, açlıktan Rasulullah, Ebubekir ve Ömer’in geceleyin dışarıya çıkıp bir sahabiye misafir olduklarını, ashabın ne büyük kıtlıklar çekip sonradan birer şehre vali olduklarını, Rasulullah’ın içerisinde vefat ettiği elbisesinin şeklini, harblerde ağaç yaprağı yiyip başka yiyecekleri olmadığını, Rasulullah (s.a.v.)’in ailelerine yetecek kadar rızık ve azık için dua ettiğini, Ebu Hüreyre’nin açlıktan bayılıp ne durumlara girdiğini, Rasulullah’ın otuz ölçek arpa karşılığında zırhını bir yahudiye rehin verdiğini, dokuz hane olan Rasulullah’ın evlerinin bir ölçek yiyecek bulamadan sabahlayıp akşamladıklarını, yine yokluktan giyecek elbise ayakkabı bulamayan ashabın durumlarını, Rasulullah’ın yatağının durumunu, asrı saadetten sonraki dönemlerde insanların ne hale geleceklerini, ihtiyaç fazlasının infak edilmesi gerektiğini harcamaya bakmakla yükümlü olunanlardan başlanacağını, çok büyük nimetler içinde  yüzdüğümüzü, kanaatkar müslümanın kurtuluşa ereceğini ve bu dünyada da mutlu olduğunu, Rasulullah (s.a.v.)in birkaç gün üstüste aç gecelediğini, namaz kılarken açlık ve takatsızlıktan bayılıp düşenlere ne gibi müjdeler verildiğini, mideden daha tehlikeli bir kap olmadığını ve yemek yeme şeklinin nasıl olması gerektiğini, sade hayat sürdürmenin imandan olduğunu, Allah’ın savaşa giden ashaba anber balığı ikram edişini, hendek savasındaki erzak çoğalması mucizesini, yine bir başka yemek çoğalma mucizesini öğreneceğiz. [1]

 

“Onların ardından öyle nesiller geldi ki, namazı bıraktılar, şehvetlerine uydular. Bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır. Ancak pişman olup Allah’a yönelen, iman edip doğru ve dürüst işler işleyenler cennete girerler ve hiçbir haksızlığa uğramazlar.” (Meryem: 19/59-60)

“Kârûn, görkem ve debdebesi içinde milletinin karşısına çıktı. Dünya hayatına gözünü dikenler: “Ne olurdu bize de, Kârûn’a verilenin bir benzeri verilseydi, şüphe yok ki, o ne zengin, ne büyük devlet sahibiymiş!” dediler. Kendilerine vahiyden bilgi verilen ise: Yazıklar olsun size, iman edip doğru dürüst işler yapanlar için Allah’ın mükafatı daha hayırlıdır. Bu mükafata da, ancak her türlü güçlüklere göğüs gerebilenler kavuşabilir.” (Kasas: 28/79-80)

“Sonra o gün size verilen tüm nimetlerden iğneden ipliğe mutlaka sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür: 102/8)

“Her kim bu çarçabuk geçen dünya hayatını ve içindekileri tercih ederse, ona dilediğimiz kadarını verir sonrada onu kınanmış ve mahrum bırakılmış olarak gireceği cehenneme sokarız.” (İsra: 17/18)

 

492. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ailesi, onun vefât ettiği ana kadar, iki gün arka arkaya arpa ekmeğiyle karnını doyurmadı.[2]

 

Müslim’in bir rivayeti şöyledir:

Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in aile efradı, Medine’ye geldiği günden vefat ettiği ana kadar, üç gün arka arkaya buğday ekmeğiyle karnını doyurmadı.[3]

 

* Rasulullah sabrı ve şükrü yerine getirecek derecede bir hayat yaşamış olup lüks ve konfor içinde yaşamamıştır. İsraflı bir hayatı hiç olmamıştır. Çünkü israfçılar ve savurganlık yapanlar şeytanın kardeşleridir. İsra: 17/27 ayetinde olduğu gibi. [4]

 

493. Urve’nin Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet ettiğine göre o:

Ey kız kardeşimin oğlu! Allah’a yemin ederim ki, biz bir hilâli, sonra diğerini, sonra bir başkasını, yani iki ayda üç hilâli görürdük de, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in evlerinde hiç ateş yakılmazdı, demişti. Ben:

– Teyzeciğim! O halde geçiminiz ne idi? dedim. Teyzem:

– İki siyah, yani hurma ve su. Ancak şu var ki, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ensardan sağmal hayvanları bulunan komşuları vardı. Onlar Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e bu hayvanların sütlerinden gönderirlerdi; o da bize içirirdi, dedi.[5]

 

* Peygamber evi ve mutfağı ile evlerimiz ve mutfaklarımızı kıyas yapıp düşünelim. [6]

 

494. Ebu Saîd el–Makbürî’nin Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet ettiğine göre, Ebû Hüreyre, önlerinde kızartılmış koyun bulunan bir topluluğa rastladı. Topluluk kendisini davet etti; fakat o yemek istemedi ve:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, arpa ekmeğine bile doymadan dünyadan çıkıp gitti, dedi.[7]

 

* Peygamberimizin az yeme ve açlık hatırasına hürmeten Ebu Hureyre (r.a.) o hatırayı yâdetmiş ve yememiştir. [8]

 

495. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem vefâtına kadar kibir sofrası üzerinde yemek yemedi. Yine o, vefât edinceye kadar katıksız undan yapılmış ekmek de yemedi.

Buhârî’nin bir rivayeti şöyledir:

Hz. Peygamberimiz, kızartılmış bir koyunu gözüyle hiç görmedi.[9]

 

* Lüks israf ve kibirli kimselerin gösteriş merakı olan insanların arasında yaygın olan masa veya yüksek ayaklı sini üzerinde yemek yememiştir. Çünkü o müstekbirleri ve kafirleri taklitten sakınır ve ümmetinin de sakınmasını isterdi. Mütevazi bir hayatı tercihlerinden ve o gün Mekke ve Medine’de lüks sayılan elenmiş undan yapılmış ekmek de yememiştir. Kendisi ve aile efradı için özel kızartılmış koyun da yememiştir. Başka kimseler yanında yediği rivayetleri de vardır. [10]

 

496. Nu’mân İbni Beşîr radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Ben, Peygamberiniz sallallahu aleyhi ve sellem’in karnını doyuracak âdi hurma bile bulamadığını gördüm.[11]

 

* Dünya ve dünyanın nimetlerine aşırı bağlanıp kalmayan peygamberimiz, hanımlarında bir kısmına yiyecek ne var diye sorar hiçbir şey yok dediklerinde de oruca niyet ederdi. Bu sebeple pek çok günler gıda maddesi ve hurma bile bulamadığı çok olurdu. Hadisimiz bu gerçeği bize duyurmaktadır. [12]

 

497. Sehl İbni Sa’d radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah’ın kendisini peygamber olarak gönderdiği andan vefat ettirdiği zamana kadar elekten elenmiş has un görmedi. Sehl’e:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem zamanında siz elek kullanır mıydınız? diye soruldu. Sehl:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Allah Teâlâ’nın kendisini peygamber gönderdiği andan vefât ettirdiği ana kadar elek de görmedi, dedi. Sehl İbni Sa’d’a:

– Elenmemiş arpa ununu nasıl yiyordunuz? denildi. O:

– Biz arpayı öğütür ve savururduk. Kepeğin uçanı uçardı; kalanını da ıslatıp hamur yapardık, dedi.[13]

 

* İslam toplumunda eleğin icadı veya kullanımı asrı saadete kadar uzanıyor. Dolayısıyla peygamberimizin o gün lüks özlemi içinde olmayan mütevazi hayatı tercih ettiği sergilenmiş oluyor. [14]

 

498. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bir gün –veya bir gece– evinden dışarı çıkmıştı. Baktı ki, Ebu Bekir ve Ömer radıyallahu anhümâ oradalar. Onlara:

– “Bu saatte sizi evinizden dışarı çıkaran sebep nedir?” diye sordu. Onlar:

– Açlık, yâ Resûlallah, dediler!. Peygamberimiz:

“Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, sizi evinizden çıkaran sebep beni de evimden çıkardı; haydi kalkınız” buyurdu. İkisi de kalkıp, Resûl–i Ekrem’le birlikte ensârdan birinin evine geldiler. Fakat o zât da evinde değildi. Ama hanımı Resûlullah’ı görünce:

– Hoş geldiniz, buyurunuz, dedi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Falan nerede?” diye sordu. Kadın:

– Bize tatlı su getirmek için gitti, dedi. Tam o sırada evin sahibi olan Medine’li sahâbî geldi, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ve iki arkadaşına baktıktan sonra:

– Allah’a hamdolsun, bugün, hiç kimse misafir yönünden benden daha bahtiyar değildir, dedi. Hemen gidip onlara içinde koruğu, olgunu ve yaşı bulunan bir hurma salkımı getirdi:

– Buyurun, yiyiniz, dedi ve eline bıçak aldı. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ona:

– “Sağılan hayvanlara sakın dokunma”, dedi. Ev sahibi onlar için bir koyun kesti. Onlar da koyunun etinden ve hurmadan yediler; tatlı sudan içtiler. Hepsi yemeğe doyup suya kanınca, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Bekir ve Ömer radıyallahu anhümâ’ya şöyle dedi:

– “Gücü ve kudretiyle canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, kıyamet gününde bu nimetlerden sorguya çekileceksiniz. Sizi evinizden açlık çıkardı, sonra evinize dönmeden şu nimetlere kavuştunuz” buyurdu.[15]

 

* 494 numaralı hadiste belirtildiği gibi kendisi aile efradı içinde özel olarak kızartılmış kuzu görmediği fakat çok nadir olarak başka dostları ve ashabı yanında yediği gerçektir. Açlıklarını kimseye söylemeyen ve gezinti için çıktıklarında birbirinden haberdar olan üç arkadaş üç sevgili ahlakları birbirine benzeyen bu kişiler şahsi ihtiyaç ve hallerini başkalarından gizlemeyi tercih ediyorlar. Misafire ikrama büyük değer veren dinimizin bu hususiyetini ev sahibi olan Ebul Heysem Malik ibn-i Tayyihan’da görmekteyiz. Fakat sonunda verilen tüm nimetlerden sorumluyuz ve sorguya çekileceğiz. (Bkz. Tekasür: 102/1-8) [16]

 

499. Hâlid İbni Ömer el–Adevî şöyle dedi:

Basra Emîri olan Utbe İbni Gazvân bize bir konuşma yaptı. Önce Allah’a hamd ve senâda bulundu. Sonra sözlerine şöyle devam etti:

Şüphesiz dünya geçici olduğunu bildirdi ve durmaksızın arkasını dönüp gitmektedir. Ondan kalan, sahibinin içip de kabın dibinde bıraktığı kalıntı su kadar bir miktardır. Siz bu dünyadan, gelip geçici olmayan bir diyara taşınacaksınız. Oraya hayırlı, iyi ve güzel işlerinizle taşınmaya çalışınız. Çünkü bize anlatıldığına göre, cehennemin kenarından atılan bir taş, yetmiş sene yol alıp yine de onun dibine ulaşmayacaktır. Allah’a yemin ederim ki, cehennem mutlaka doldurulacaktır. Siz buna şaşırdınız mı? Yine bize anlatıldığına göre, cennetin kapılarının iki kanadı arasında kırk senelik mesafe vardır. Cennette öyle bir gün gelecek ki, yoğunluktan kapısına kadar dolacaktır. Ben Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem’le birlikte olan yedi kişinin yedincisi olduğumu görmüşümdür. Bizim ağaç yaprağından başka yiyeceğimiz yoktu. Bu yüzden dudaklarımız yara olmuştu. Ben giyecek bir örtü bulmuştum da ikiye bölüp Sa’d İbni Mâlik’le paylaşmıştık. Yarısını ben, diğer yarısını da Sa’d beline dolamıştı. Bugün her birimiz bir şehre vâli olmuş bulunmaktayız. Ben, kendimi büyük görüp de Allah katında küçük olmaktan Cenâb–ı Hakk’a sığınırım.[17]

 

* Yöneticiler geçmiş günlerini de hatırlatarak başkalarına nasihat edebilirler. [18]

 

500. Ebû Mûsâ el–Eş’arî radıyallahu anh şöyle dedi:

Âişe radıyallahu anhâ bize bir omuz örtüsü ile kalın bir peştemal çıkardı ve:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu ikisi arasında vefât etti, dedi.[19]

 

* Yiyeceklerde olduğu gibi giyeceklerde de israftan uzak durup azla yetinen bir peygamber örnek alınmaya değer. [20]

 

501. Sa’d İbni Ebû Vakkâs radıyallahu anh şöyle dedi:

Allah yolunda ok atan arapların ilki benim. Biz Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’le birlikte harbederdik de, şu bildiğiniz Huble ve Semür ağacı yapraklarından başka yiyeceğimiz olmazdı. Hatta bu ağaç yapraklarını yediğimiz için, tıpkı koyununki gibi birbirine karışmayacak şekilde abdest bozardık.[21]

 

* Peygamberimiz ve ashabı çok büyük sıkıntılara göğüs gererek zafere ulaşmışlar ve yeryüzü hakimiyetinin müslümanlara geçmesini sağlamışlardır. [22]

 

502. Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Allah’ım! Muhammed ailesinin rızkını kendilerine yetecek kadar ihsân eyle.”[23]

 

* Başkasına muhtaç olmayacak derecede rızk istemek bu hadisdekine uygun bir istektir. Her Müslüman aile efradına yetecek rızk istemek üzere dua edebilir ve edecektir. Bu demektir ki Ya Rabbi beni ve aile efradımı zenginliğin sebep olduğu felaketlerden ve fakirliğin doğuracağı musibetlerden koru. Bizi yolundan ayırma kulluğumuza engel olacak şeylerden bizi muhafaza et demiş oluyoruz. [24]

 

503. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Kendisinden başka ilâh bulunmayan Allah’a yemin ederim ki, ben bazan açlıktan karnımı yere dayar, bazan da mideme taş bağlardım. Bir gün sahâbîlerin geçtikleri yol üzerine oturmuştum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem benim yanımdan geçti ve beni görünce gülümsedi. Kalbimden geçeni yüzümden anladı ve:

– “Ebû Hüreyre!” dedi. Ben:

– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim. Resûl–i Ekrem:

– “Beni takip et” buyurdu ve yoluna devam etti. Ben de peşinden yürüdüm. Hz. Peygamberimiz evine girdi; ben de girmek için izin istedim; izin verdi; içeri girdim. Bir kap içinde süt buldu ve:

– “Bu süt nereden geldi?” diye sordu.

–Falan erkek veya falan kadın onu size hediye etti, dediler. Bunun üzerine Resûl–i Ekrem:

– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:

– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.

– “Suffe ehline git, onları bana çağır” buyurdu. Ebû Hüreyre der ki:

Suffe ehli İslâm konuklarıydı. Onların ne sığınacak aileleri, ne malları, ne de bir kimseleri vardı. Peygamber’e bir sadaka geldiğinde onlara gönderir, kendisi ondan hiçbir şey almazdı. Şayet gelen bir hediye ise, onlara da gönderir, kendisi de ondan bir parça alır ve böylece gelen hediyeyi onlarla paylaşırdı. Hz. Peygamberimiz’in Suffe ehlini davet etmesi hoşuma gitmedi. Kendi kendime: Bu süt, Suffe ehli arasında kime yetecek ki! O sütü içmek suretiyle kuvvetlenmeye ben daha çok hak sahibiyim. Oysa onlar geldiğinde Resûlullah bana emreder, ben de onlara veririm; belki de o sütten bana kalmaz. Fakat Allah’ın ve Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in emrine itaat etmemek de olmaz, dedim. Neticede onlara gittim ve kendilerini davet ettim. Onlar bu daveti kabul ettiler ve içeri girmek için izin istediler, kendilerine izin verildi ve onlar da evde yerlerini aldılar. Hz. Peygamberimiz:

– “Ebû Hüreyre!” diye seslendi. Ben:

– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.

– “Al, onlara ver!” buyurdu. Ben de süt kabını aldım, herkese vermeye başladım. Verdiğim kişi kanıncaya kadar içiyor, sonra kabı geri veriyor, ben bir başkasına veriyordum, o da kanıncaya kadar içiyor sonra geri veriyordu. En sonunda kabı Nebî sallallâhu aleyhi ve sellem’e verdim. Topluluğun hepsi süte kanmışlardı. Resulullah kabı alıp elinde tuttu ve bana bakıp gülümsedi. Sonra:

– “Ebû Hüreyre!” dedi.

– Buyurunuz, yâ Resûlallah! dedim.

– “Bir ben kaldım, bir de sen” buyurdu. Ben:

– Doğru söylediniz, yâ Resûlallah, dedim.

– “Otur da iç” buyurdular. Ben de oturdum ve içtim. Sonra yine:

– “Otur, iç” buyurdu. Yine oturdum ve içtim. Resûl–i Ekrem durmadan:

– “İç, iç” buyuruyordu. Sonunda ben:

– Hayır. Seni hak peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, artık içecek yerim kalmadı, dedim.

– “Bana ver” buyurdu. Kabı Resûl–i Ekrem’e verdim, Allah Teâlâ’ya hamdetti, besmele çekti ve kalan sütü kendisi içti.[25]

 

* Peygamberimiz ashabının fakirlerine karşı son derece merhametli idi ve onlara özel ilgi gösterirdi. [26]

 

504. Muhammed İbni Sîrîn’den nakledildiğine göre Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in minberi ile Âişe’nin odası arasında bayılıp düştüğümü biliyorum. Biri gelir, beni deli zannederek ayağını boynumun üzerine koyardı. Oysa ben deli değildim ve açlıktan başka da bir derdim yoktu.[27]

 

* Şahsiyetli müslümana düşen, tüm sıkıntı ve güçlükler karşısında iffetli davranması ve insanlardan bir şey isteme zilletine düşmemesi ve sabretmesidir. [28]

 

505. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, zırhı otuz ölçek arpa karşılığı bir yahudinin yanında rehin bulunmakta iken vefât etmiştir.[29]

 

* Peygamberimiz sadece o günün temel gıda maddesi olarak ekmek yaptıkları arpa için borçlanmış ve borcu karşılığında da o yahudiye zırhını rehin bırakmıştı. [30]

 

506. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem, arpa karşılığında zırhını rehin bırakmıştı. Ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e bir arpa ekmeği ve erimiş bayat içyağı götürmüştüm. Onun şöyle buyurduğunu işittim:

“Muhammed ailesi dokuz ev oldukları halde, yanlarında bir ölçek yiyecek bulunmadan sabahlayıp akşamladıkları olur.”[31]

 

* Mütevazi ve stokçu olmayan bir hayatı yaşayan Peygamber ve hanımları... [32]

 

507. Ebû Hüreyre radıyallahu anh şöyle dedi:

Ben Suffe ehlinden yetmiş kişiyi gördüm. Hiçbirinin üzerinde bütün vücudunu örten bir elbise yoktu. Ya bir izârları ya da boyunlarına bağladıkları bir kisâları vardı. Bunların bir kısmı baldırlarının yarısına, bir kısmı da topuklarına erişirdi de, avret yerleri görülmesin diye elbiselerini elleriyle toplarlardı.[33]

 

* Mescide bitişik yerde günlerini geçiren ehli Suffe’nin yaşantıları böyle idi. [34]

 

508. Âişe radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yatağının yüzü tabaklanmış deriden, içi de yumuşak hurma lifindendi.[35]

 

* Dünyalıkların en azıyla yetinen peygamberimizin yatağı da işte böyleydi. [36]

 

509. İbni Ömer radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Biz, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ile oturuyorduk. O sırada ensardan bir kişi gelip kendisine selam verdi, sonra da geri döndü. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Ey ensardan olan kardeş! Kardeşim Sa’d İbni Ubâde nasıl?” diye sordu. O da:

– İyiye gidiyor, cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem:

“Sizden kim onu ziyaret edecek?” buyurarak ayağa kalktı. Biz de, on onbeş kişi onunla birlikte kalktık. Ne ayağımızda ayakkabı ve mest, ne başımızda bir giyecek, ne de üstümüzde gömlek vardı. Biz bu çorak arazide yürüyorduk. Nihayet Sa’d’ın yanına geldik. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve beraberindeki arkadaşlarının yaklaşması için kavmi onun etrafından geri çekildiler.[37]

 

* Ashabın fakirlik ve ihtiyaç içinde olmaları üzerlerine düşen vazifeleri yapmaktan onları alıkoymamıştır. [38]

 

510. İmrân İbni Husayn radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizin hayırlılarınız, benim zamanımda yaşayanlarınızdır. Sonra zamanımda yaşayanlara yakın olanlar, sonra da onlara yakın olanlardır.” İmrân der ki:

Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’in “Sonra onlara yakın olanlardır” sözünü iki defa mı veya üç defa mı söylediğini bilemiyorum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem sözüne şöyle devam etti:

“Onlardan sonra öyle bir topluluk gelir ki, kendilerinden şâhitlik istenmediği halde şâhitlik yaparlar; hiyânet ederler de kendilerine güvenilmez; bir adakta bulunurlar fakat yerine getirmezler; onlarda şişmanlık başgösterir.”[39]

 

* Yeme içmeden başka bir şey düşünülmediği için şişmanlık hastalığı yaygınlaşır bu günlerde olduğu gibi... Ve şişmanlık için zayıflama çayları, ilaçları, aletleri, elbiseleri de bir sektör oluşturur. [40]

 

511. Ebû Ümâme radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey âdemoğlu! İhtiyacından fazla olan malını sadaka vermen senin için hayırlıdır. Eğer vermeyip elinde tutarsan, senin için kötüdür. Yeterli miktarda mala sahip olmaktan dolayı Allah katında sorumlu tutulmazsın. Harcamaya, bakmakla yükümlü olduklarından başla.”[41]

 

* Mal ve servetin ihtiyaçtan fazla olanını dağıtmak büyük hayırlı işlerdendir. Malın hakkını vermemek cimrilik göstermek haramdır. Çünkü malı elde biriktirirsen sen onun için bir bekçi durumundasın infak edip dağıttığın zaman mal senin olur. [42]

 

512. Ubeydullah İbni Mihsan el–Ensârî el–Hatmî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Sizden hanginiz canı ve malı emniyet içinde, vücudu sıhhat ve afiyette, günlük azığı da yanında olduğu halde sabahlarsa, sanki bütün dünya kendisine verilmiş gibidir.”[43]

 

* Ne kadar özlü ve kanaati tarif eden bir hadis. [44]

 

513. Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Müslüman olan, kendisine yeteri kadar rızık verilen, Allah’ın kendisine verdiği nimete kanâat eden kimse şüphesiz kurtuluşa ermiştir.”[45] 514. Ebû Muhammed Fedâle İbni Ubeyd el–Ensârî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“İslâm’ın dosdoğru yoluna ulaştırılan ve geçimi yeterli olup da buna kanaat eden kimse, ne kadar mutludur!”[46]

 

* Önce müslüman olmak sonra rızkın yeter miktarda olması ve buna kanaat gerçek kurtuluşa ermiş olmanın delilidir. Kafası, gönlü ve midesi selamette olan insandır. Kanaatsizlik sömürgeciliğin temelini oluşturur. [47]

 

515. İbni Abbâs radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, yemek yemeksizin peşpeşe bir kaç gün aç olarak gecelerdi. Ailesi de yiyecek akşam yemeği bulamazdı. Çoğu zaman ekmekleri arpa ekmeği idi.[48]

 

516. Fedâle İbni Ubeyd şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ashâba namaz kıldırırken, onlardan bazıları açlığın verdiği takatsızlıktan dolayı ayakta duramayarak düşüp bayılırlardı. Bunlar Suffe ashâbı idi. Çölden gelen Bedevîler: Bunlar deli, derlerdi. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem namazı bitirince açlıktan bayılanların yanına gider ve onlara:

“Allah Teâlâ’nın yanında sizin için neler hazırlandığını bilseydiniz, daha fazla yoksul ve muhtaç olmayı isterdiniz” buyururdu.[49]

 

* Tüm zorluklara sabredenler neticede Allah katında büyük mükafatları elde ederler. [50]

 

517. Ebû Kerîme Mikdâd İbni Ma’dîkerib radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Hiçbir kişi, midesinden daha tehlikeli bir kap doldurmamıştır. Oysa insana kendini ayakta tutacak bir kaç lokma yeter. Şayet mutlaka çok yiyecekse, midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içeceğe, üçte birini de nefesine ayırmalıdır.”[51]

 

* Yemek yeme modeline islamın gerektirdiği usul budur bu gün tüm otoriteler ve doktorlar buna riayet edilse hiç hastalık olmayacağından bahsederler. [52]

 

518. Ebû Ümâme İyâs İbni Sa’lebe el–Ensârî el–Hârisî radıyallahu anh şöyle dedi:

Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbı onun yanında dünyadan bahsettiler. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Siz işitmiyor musunuz? İşitmiyor musunuz? Sade yaşamak imandandır; sâde hayat sürmek imandandır.”[53]

 

* Yeme içme giyim kuşam ve tüm ev eşyaları konumunda azıyla iktifa edip sade yaşamak islamın prensiplerinden biridir. Peygamberimiz ve ashabının ve ondan sonraki insanların yaşantılarını okuduğumuzda varlık içinde olmalarına rağmen sade yaşamışlar lükse ve israfa hayatlarında yer vermemişlerdir. [54]

 

519. Ebû Abdullah Câbir İbni Abdullah radıyallahu anhümâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Ebû Ubeyde radıyallahu anh’ı başımıza kumandan tayin ederek, Kureyş kervanının karşısına çıkmak üzere bizi gönderdi. Bize azık olarak bir dağarcık hurma verdi. Verecek başka bir şey bulamamıştı. Ebû Ubeyde hurmayı bize tane tane veriyordu. Dinleyenlerden biri:

– O hurmalarla nasıl geçinebiliyordunuz? diye sordu. Câbir:

– Onları çocuğun meme emmesi gibi emer, sonra üzerine su içerdik, o gün geceye kadar bize yeterdi. Sopalarımızla ağaç yapraklarını silker, sonra onları su ile ıslatıp yerdik, dedi. Sonra da sözüne şöyle devam etti: Biz deniz sahili boyunca yürüdük. Sahil boyunda önümüze büyük kum tepesi gibi bir şey çıktı. Onun yanına kadar geldik, bir de baktık ki, Anber denilen bir balık. Ebû Ubeyde:

– Bu, ölü bir hayvandır, (yenilmez) dedi. Sonra da: Hayır, bizler Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in elçileriyiz ve Allah yolundayız. Siz son derece zorda kalmış bulunuyorsunuz, o halde yiyiniz, dedi. Biz üç yüz kişi idik ve bir ay süreyle onun etinden yiyerek orada kaldık, hatta kilo da aldık. Balığın göz çukurundan testilerle yağ aldığımızı biliyorum. Biz ondan öküz büyüklüğünde parçalar kesiyorduk. Ebû Ubeyde bizden onüç kişiyi alıp onun göz çukuruna oturttu, onun kaburga kemiklerinden birini de alıp dikti. Sonra yanımızdaki en büyük deveyi semerledi ve deve ile kaburga kemiğinin altından geçti. Balığın etinden pastırma da yaptık. Medine’ye gelince, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gidip olup bitenleri anlattık. Resûl–i Ekrem:

“O, Allah’ın sizin için çıkardığı bir rızıktır. Onun etinden yanınızda bir miktar var mı, bize de yedirseniz?” buyurdu. Biz de Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e ondan bir parça gönderdik, o da yedi.[55]

 

* Peygamberimizin ashabı her türlü sıkıntıya karşı çok tahammüllü idiler. [56]

 

520. Esmâ Binti Yezîd radıyallahu anhâ şöyle dedi:

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in gömleğinin kolu bileğine kadardı.[57]

 

521. Câbir radıyallahu anh şöyle dedi:

Biz Hendek Savaşı gününde siper kazıyorduk. Önümüze son derece sert bir kaya çıktı. Sahâbîler, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e gelip:

– Siperde önümüze bu kaya çıktı, dediler. Resûl–i Ekrem:

“Ben hendeğe ineceğim” buyurdu, sonra ayağa kalktı, açlıktan karnına taş bağlamıştı. Biz üç gün müddetle yiyecek hiçbir şey tatmaksızın orada kalmıştık. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem kazmayı eline aldı ve sert kayaya vurdu, o kaya un ufak olup kum yığınına döndü. Ben:

– Yâ Resûlallah! Eve gitmeme izin veriniz, dedim. Evde eşime:

– Ben, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’i dayanılmayacak bir halde gördüm, yanında yiyecek bir şey var mı? diye sordum. Eşim:

– Biraz arpa ile bir de oğlak var, dedi. Ben oğlağı kestim, arpayı da öğüttüm. Eti tencereye koyduk. Sonra ben, ekmek pişmekte, tencere de taşlar üzerinde kaynamakta iken, Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’e geldim.

– Ey Allah’ın Resûlü! Birazcık yemeğim var, bir iki kişiyle birlikte bize gidelim, dedim. Resûl–i Ekrem:

– “O yemek ne kadar?” diye sordu. Ben de olanı söyledim. Bunun üzerine:

– “Ooo! Hem çok, hem güzel. Hanımına söyle de, ben gelinceye kadar tencereyi ateşten indirmesin, ekmeği de fırından çıkarmasın!” buyurdu. Sonra ashâba:

– “Kalkınız” dedi, muhacirler ve ensar hep birlikte kalktılar. Ben telaşla eşimin yanına varıp:

– Vay başımıza gelenler! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yanında muhacirler, ensâr ve beraberlerinde olanlarla birlikte geldi, dedim. Karım:

– Sana ne kadar yemeğimiz olduğunu sordu mu? dedi, ben:

– Evet, dedim.

Resûl–i Ekrem sahâbîlere:

– “Giriniz, birbirinizi sıkıştırmayınız” buyurdu. Resûl–i Ekrem ekmeği koparıyor, üzerine et koyuyor ve her defasında tencereyi ve fırını kapıyor, ondan aldığını ashâbına veriyordu. Sonra yine aynını yapıyordu. Onların hepsi doyuncaya kadar, ekmeği koparıp üzerine et koymaya devam etti. Neticede bir miktar yiyecek arttı. Resûl–i Ekrem karıma:

– “Bunu ye, konu komşuya da hediye et, çünkü insanları açlık perişan etti” buyurdu.[58]

 

Bir başka rivayette Câbir şöyle demiştir:

Hendek kazıldığı zaman ben Nebî sallallahu aleyhi ve sellem’de açlık gördüm. Hemen eşimin yanına dönüp:

– Yanında bir şey var mı? Çünkü ben Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in çok acıktığını gördüm, dedim. Eşim bana içinde bir ölçek arpa olan bir dağarcık çıkardı. Bizim bir de besili kuzucuğumuz vardı. Hemen ben onu kestim, arpayı da eşim öğüttü. Ben işimi bitirinceye kadar, o da işini bitirmişti. Eti parçalayıp tencereye koydum. Sonra Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına dönerken eşim bana:

– Sakın beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve yanındakilere rezil etme, dedi! Bu sebeple Resûl–i Ekrem’e durumu gizlice söyleyerek:

– Yâ Resûlallah! Küçük bir kuzumuz vardı onu kestik, bir ölçek de arpa öğüttüm. Bir kaç kişi birlikte buyurunuz, dedim. Bunun üzerine Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

“Ey Hendek ehli! Câbir bir ziyafet hazırlamış, haydi buyurun!” diye yüksek sesle bağırdı. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem bana dönerek:

“Ben gelinceye kadar sakın tencerenizi ateşten indirmeyin, hamurunuzu da ekmek yapmayın” buyurdu. Ben eve geldim, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem de halkın önünden geldi. Ben eşimin yanına varınca bana:

– Ah seni seni, dedi. Ben de:

– Senin bana söylediğini aynen yaptım, dedim. Eşim hamuru çıkardı. Resûl–i Ekrem ona püfledi ve bereketli olması için dua etti; sonra tenceremize yönelip ona da püfledi ve bereketlenmesi için dua etti. Sonra da karıma:

“Bir ekmekçi hanım çağır da seninle beraber ekmek yapsın. Tencerenizden yemeği kepçe ile al, onu ateşten de indirmeyiniz” buyurdu. Gelenler bin kişi idiler. Allah’a yemin ederim böyle. Güzelce yediler, hatta kalanı bırakıp gittiler. Tenceremiz eksilmeden kaynıyor, azalmayan hamurumuzdan da iki hanım tarafından sürekli ekmek yapılıyordu.[59]

 

* Ashabına yaptırdığı her işte Rasulullah (s.a.v.)de ortak olurdu yokluk ve kıtlık zamanlarında yapılan davet ve ikram daha faziletli olup Ashabın şahid olduğu bir mucize de burada yemeğin artması ve o kadar kişiye yetmesidir. [60]

 

522. Enes radıyallahu anh şöyle dedi:

(Üvey babam) Ebû Talha, (annem) Ümmü Süleym’e:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sesi kulağıma pek zayıf geldi; kendisinin aç olduğunu da biliyorum. Yanında yiyecek bir şey var mı? dedi. Ümmü Süleym:

– Evet, var dedi ve arpa ekmeğinden yapılmış bir kaç çörek çıkardı. Sonra kendisine ait bir başörtüsü aldı; onun bir tarafına çörekleri sarıp dürdü ve elbisemin altına yerleştirdi. Örtünün bir kısmını da belime sardı, sonra beni Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gönderdi. Ben ekmeği götürdüm. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i mescidde, cemaatle birlikte otururken buldum. Ben de yanlarında ayakta durdum. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Seni Ebû Talha mı gönderdi?” buyurdu. Ben:

– Evet, dedim.

– “Yemek için mi?” buyurdu.

– Evet, diye cevap verdim. Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem yanında bulunanlara:

– “Kalkınız” buyurdu, onlar da kalkıp yürüdüler, ben önlerinden yürüdüm. Ebû Talha’ya gelerek durumu bildirdim. Bunun üzerine Ebû Talha:

– Ey Ümmü Süleym! Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem cemaatle birlikte geldi, oysa bizim yanımızda onları doyuracak bir şey yok? dedi. Ümmü Süleym:

– Allah ve Resûlü daha iyi bilir, dedi. Ebû Talha da hemen gidip Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i karşıladı. Resûl–i Ekrem, Ebû Talha ile birlikte geldi ve eve girdiler. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:

– “Ey Ümmü Süleym! Yanında olanları getir” buyurdu. O da bu ekmeği getirdi. Resûlullah sallalahu aleyhi ve sellem emredip ekmekleri parçalattı. Ümmü Süleym, yağ tulumunu sıkarak o ekmek parçaları üzerine yağ sürdü. Sonra, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem de onun içine Allah’ın söylemesini dilediği duayı okudu. Bundan sonra:

– “On kişiye izin ver!” buyurdu. Ebû Talha on kişiye izin verdi, onlar doyuncaya kadar yediler, sonra çıktılar. Resûl–i Ekrem:

– “On kişiye daha izin ver!” buyurdu. Ebû Talha onlara da izin verdi, onlar da yiyip çıktılar. Hz. Peygamberimiz:

– “Bir on kişiye daha izin ver!” buyurdu. Neticede cemaatin hepsi yiyip doydular. Bu cemaat yetmiş veya seksen kişi idi.[61]

 

Bir rivayet de şöyledir:

On kişi durmadan giriyor, on kişi de çıkıyordu. Neticede onlardan içeri girip karnını doyurmayan hiç kimse kalmadı. Sonra Ebû Talha sofrayı yeniden düzenledi. Bir de ne görsün, yemekler sanki cemaatin yemeğe başladığı andaki gibi duruyordu.[62]

 

Bir başka rivayet de şöyledir:

Onar onar yediler. Seksen kişiye böyle yaptılar. Sonra Nebî sallallahu aleyhi ve sellem ile ev sahipleri yediler. Yine de artanını bıraktılar.[63]

 

Başka bir rivayet şöyledir:

Sonra komşularına yetecek kadarını artırdılar.[64]

 

Enes bir rivayetinde şöyle demiştir:

Bir gün, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e gelmiştim. Kendisini ashâbı ile otururken buldum. Karnına bir sargı sarmıştı. Ashâbından bazılarına:

– Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem karnını niçin sardı? diye sordum. Onlar:

– Açlıktan, diye cevap verdiler. Bunun üzerine, annem Ümmü Süleym Binti Milhân’ın eşi Ebû Talha’ya gittim ve:

– Ey babacığım! Ben, Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i karnını bir sargı ile bağlamış vaziyette gördüm. Ashâbından bazılarına bunun sebebini sordum, açlıktan olduğunu söylediler, dedim. Ebû Talha annemin yanına girdi ve:

– Yiyecek bir şey var mı? diye sordu. Annem de:

– Evet, evde bir parça ekmek ve bir kaç hurma var. Eğer Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bize tek başına gelirse, kendisini doyururuz. Eğer onunla birlikte başkası da gelirse, onlara az gelir, dedi. Enes hadisin tamamını zikretti.[65]

 

* Ashabın şahid olduğu pek çok mucizelerden biri de işte budur. Peygamberler ve etrafındaki ümmeti pek çok değişik sıkıntılarla imtihan olmuşlar ve bu imtihanlardan başarıyla çıkmışlardır. Sahabe ellerinde bulunanları bulunmayanlarla paylaşırlardı. [66]


 

[1] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 173.

[2] Buhârî, Eymân 22; Müslim, Zühd 22. Ayrıca bk. Buhârî, Et’ıme 23, 27; Nesâî, Dahâyâ 37; İbni Mâce, Et’ıme 48, 49.

[3] Müslim, Zühd 20. Ayrıca bk. Buhârî, Rikak 17.

[4] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.

[5] Buhârî, Hibe 1; Rikak 17; Müslim, Zühd 28.

[6] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.

[7] Buhârî, Et’ıme 23.

[8] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.

[9] Buhârî, Et’ıme 8, Rikak 16. Ayrıca bk. Tirmizî, Et’ıme 1, Zühd 38; İbni Mâce, Et’ıme 20.

[10] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.

[11] Müslim, Zühd 34, 36. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 10.

[12] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 174.

[13] Buhârî, Et’ıme 23.

[14] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 175.

[15] Müslim, Eşribe 140.

[16] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 175.

[17] Müslim, Zühd 14.

[18] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.

[19] Buhârî, Humus 5; Libas 19; Müslim, Libâs 35. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 5; Tirmizî, Libâs 10; İbni Mace, Libâs 1.

[20] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.

[21] Buhârî, Et’ıme 23, Rikak 17; Müslim, Zühd 12–13. Ayrıca bk. , Tirmizî, Zühd 39; İbni Mâce, Zühd 12.

[22] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.

[23] Buhârî, Rikak 17; Müslim, Zühd 18, l9. Ayrıca bk. , Tirmizî, Zühd 38.

[24] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 176.

[25] Buhârî, Rikak 17.

[26] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.

[27] Buhârî, İ’tisâm 16. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 39.

[28] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.

[29] Buhârî, Cihâd 89, Megâzî 86; Müslim, Müsâkât 124–126. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû 7; Nesâî, Büyû 58, 83; İbni Mâce, Rühûn 1.

[30] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.

[31] Buhârî, Büyû 14, Rehin 1, Meğâzî 29. Ayrıca bk. Tirmizî, Büyû 7.

[32] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 177.

[33] Buhârî, Salât 58.

[34] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.

[35] Buhârî, Rikak 17. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 42; Tirmizî, Libâs 27; İbni Mâce, Zühd 11.

[36] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.

[37] Müslim, Cenâiz 13.

[38] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.

[39] Buhârî, Şehâdât 9, Fezâilu ashâbi’n–Nebî 1, Rikak 7, Eymân 10, 27; Müslim, Fezâilu’s–sahâbe 214. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 45, Şehâdât 4, Menâkıb 56; İbni Mâce, Ahkâm 27.

[40] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.

[41] Tirmizî, Zekât 32. Ayrıca bk. Müslim, Zekât 97.

[42] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 178.

[43] Tirmizî, Zühd 34. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 9.

[44] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.

[45] Müslim, Zekât 125. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 35; İbni Mâce, Zühd 9.

[46] Tirmizî, Zühd 35.

[47] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.

[48] Tirmizî, Zühd 38. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 49.

[49] Tirmizî, Zühd 39.

[50] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.

[51] Tirmizî, Zühd 47. Ayrıca bk. İbni Mâce, Et’ıme 50.

[52] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.

[53] Ebû Dâvûd, Tereccül 2. Ayrıca bk. İbni Mâce, Zühd 4.

[54] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 179.

[55] Müslim, Sayd 17.

[56] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 180.

[57] Ebû Dâvûd, Libâs 3; Tirmizî, Libâs 27.

[58] Buhârî, Megâzî 29.

[59] Müslim, Eşribe 141.

[60] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 181.

[61] Buhârî, Menâkıb 25; Müslim, Eşribe 142.

[62] Müslim, Eşribe 143.

[63] Müslim, Eşribe 143.

[64] Müslim, Eşribe 143.

[65] Müslim, Eşribe 143.

[66] Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi: 182.
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri