Osmanlı ordusu Mısır seferine giderken haliyle
bağlık - bahçelik yerlerden geçiliyordu. Salkım üzümler,
olgunlaşmış elmalar, armutlar ve daha türlü türlü
meyvalar vardı.
Ordu Gebze yakınlarında konakladığı zaman, Yavuz
Sultan Selim,'in içine bir şüphe düştü: "Acaba askerim
sahibinden izinsiz üzüm ve elma koparmış olabilir
mi?" diye düşünüyordu. Hemen Yeniçeri Ağası'nı
çağırdı ve durumun araştırılmasını emretti.
Heybeler - torbalar araştırıldı, iyice soruldu
ama, asker üzerinde hiç bir iz bulunamadı. Yeniçeri Ağası gelip
durumu söylediğinde Padişah rahatlamıştı. El
açıp dua etti:
"Ey Allah'ım!.. Bana haram yemeyen bir ordu ihsan ettiğin için Sana şükürler olsun."
Sonra Yeniçeri Ağası'na dönüp şunları söyledi:
"Eğer askerlerim içinde bir tek kimse sahibinden izinsiz bir meyve koparıp yese idi, Mısır seferinden vazgeçerdim. Çünkü hay ağa, haram yiten bir ordu ile beldelerin fethi mümkün olamaz!.."
Herkes yanındaki suyu idareli kullanıyor, namazlar
teyemmüm yapılarak kılınıyordu. Yolculuk böyle sürüp giderken
Yavuz Sultan Selim'in bir ara atından indiği
ve saygılı bir halde yaya olarak yürüdüğü görüldü. Herkes şaşırmıştı
ama, kimse sebebini soramıyordu. Padişahın hiç
yanından ayırmadığı Hasan Can durumu öğrenmekte gecikmedi.
Padişah O'na şunları söylemişti:
"İki cihan sultanı Peygamber Efendimiz önümüzde
yaya olarak yürürlerken biz nasıl
at üstünde olabiliriz Hasan Can?"
"- Söyle bakalım Kayıtbay, cesaret ve kahramanlığın ne işe yaradı?"
"- Cesaret ve kahramanlığım hâlâ var ey Sultan! Yalnız, bize ne yaptıysa ordunuzdaki toplar yaptı!"
"- Anlamadım!.."
"- Berberilerden biri, Venedik'ten top getirerek
bize satmak istemişti de, Peygamberimizin,
"ok ve kılıç kullanın" şeklindeki emrine aykırıdır
diye satın almamıştık. O satıcı bize, "Yaşayan görecektir ki, memleketiniz
top yüzünden elinizden çıkacaktır" demişti. Meğer doğruyu söylemişmiş!"
"- Din kaidelerine böylesine bağlı idiniz de,
Allah'ın, "Düşmanın silahına aynı silahla karşılık veriniz"
emrine neden uymadınız? Bilmez misiniz ki,
"Ok ve kılıç kullanın" demek "Başka silah kullanmayın"
demek değildir. O zaman o silahlar varmış,
şimdi de bu silahlar var!"
Kayıtbay başını önüne eğdi ve sustu.
Yolculuk sırasında, İbn-i Kemal adıyla
tanınan Anadolu Kazaskeri ve ünlü bilgin Kemal Paşazade'nin atının
ayağından sıçrayan çamurlar Padişah'ın kaftanını
kirletti.
Kemal Paşazade mahçup oldu, korktu ve ne diyeceğini şaşırdı.
O'nun bu halini gören Padişah tebessümlü bakışlarla süzdükten sonra şöyle teselli etti:
"Senin gibi bir bilginin atının ayağından sıçrayan
çamur benim için şereftir. Vasiyetimdir ki,
öldüğüm zaman bu kaftan bu haliyle sandukamın
üzerine konsun!"
Padişahın sırtından çıkardığı kaftanın çamurları
temizlenmedi, öylece saklandı ve vasiyetine uygun olarak
ölümünden sonra sandukasının üzerine örtüldü.
Şimdi, bütün bu işleri başaran kahraman İstanbul'a
dönüyordu. Üstelik O, artık yalnızca bir Padişah değil,
bütün müslümanların halifesi idi. İstanbul halkı
yediden yetmişe yollara dökülmüş düğün - bayram ediyor,
Padişahlarını en güzel biçimde karşılamanın hazırlıklarını
yapıyordu.
O büyük kahraman durumun farkındaydı ama alkışlardan,
tezahürattan sıkılıp utanacağını düşünüyor,
İstanbul'a sessiz sedasız girebilmenin yollarını
arıyordu.
Nihayet, yanına aldığı birkaç kişi ile birlikte
tebdili kıyafet ederek Anadolu yakasından kayığa bindi ve gece
vakti Topkapı Sarayı'na giriverdi.
Ertesi gün şaşaalı bir tören için yollara dökülenler,
Padişah'ın sarayda olduğunu öğrenince hayretler içinde
kaldılar ve ne yapacaklarını şaşırdılar.
"- Verdiğim altmış bin altını istemem; hazineye
kalsın. Yalnız, bunun yerine oğluma günde iki akçe
ile orduda cebecilik verilsin!"
Defterdar bezirganın bu isteğini Padişaha iletince Yavuz Sultan Selim öfkelendi ve şöyle haykırdı:
"- Böyle kanunsuz bir teklif getirdiğin için
seni ve o bezirganı katlederdim ama, el - alem,
'mekke ve Medine fatihi olan Sultan Selim
bir bezirganın malına tamah ettiği için bezirganı ve
defterdarını öldürttü' derler. Bundan kaçınırım.
Tek elden bezieganın parasını verin ve bana
bir daha böyle kanuna uymaz işler getirmeyin!"
Bütün bunlaardan sonra, "Hey gidi koca Yavuz
bey!" demekten kendimizi alamıyor; bir vesileyle yazdığımız
sözü tekrar ediyoruz: "Anlayana sivrisinek
saz, anlamayana kıssalar da hisseler de az!.."
Kemak Paşazade çok sevdiği Padişahı için bir mersiye
yazmıştı. Bu alim kişi, O'nu ve kısa saltanat dönemine
sığdırdığı büyük işleri şöyle tasvir ediyordu:
Şems-i asr idi, asrda şemsin
Zıllı memdüd olur, zamanı kasir
Tâc ü tahtıyle fahreder beyler
Fahrederdi ânınla tâc ü serir
Yani, Kemal Paşazade Tavuz'u hem asrın (yüzyılın)
güneşi olarak görüyor, hem de ikindi vaktinde gölgesi
uzun ama ömrü kısa olan ikindi güneşine benzetiyor.
Bütün beyler tac ve tahtlarıyla övünürlerken tac ve tahtın
Yavuz Sultan Selim'le övündüğünü dile getiriyor.
Ve, Yavuz Sultan Selim'in naaşı, Mısır seferinden
dönüşte Kemal Paşazade'nin atının ayağından sıçrayan
çamurla leke olan kaftana sarılıp defnedildi.
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |