KANİJE DESTANI
VE TİRYAKİ HASAN PAŞA'DAN ALACAĞIMIZ DERS
Estergon gibi, Avrupa içlerindeki serhad kalelerimizden
biri de Kanije Kalesi idi. 1600 yılında ele geçirilen kale,
1601 yılında 100 bin kişilik bir düşman ordusu
tarafından kuşatıldı. İşte bu destan, kalede bulunan 9 bin Türk gazi-
sinin, ihtiyar mücahid Tiryaki Hasan Paşa
komutasında bu 100 bin kişiye karşı verdiği şanlı mücadeleyi anlatır...
Yıllardan beri Osmanlı'nın karşısına hiç bir devlet
yalnız çıkamıyor, en az üç - beş devletin ordusu bir araya gelerek
hareket ediyordu. Yine öyle oldu. Avusturya,
İtalyan, İspanyol, Malta ve Papalık askerleri ile Macar
ve Fransız gönüllüleri geleceğin imparatoru
Arşidük Ferdinand komutasında Kanije Kalesi'ni kuşattılar.
Kanije Kalesi'nin etrafı bataklıkla ve kaleye
ulaşmak için köprüler kurmak gerekiyordu. Daha bir yıl önce Türkler başarmıştı
ama, şimdi onların yaptıklarını taklide kalkışan düşman bunu beceremiyordu.
Kurdukları köprülerin gece vakti kale içine çekildiğini görüp neye uğradıklarını
şaşırıyor, çok sayıda kayıp veriyorlardı.
Bu arada iki düşman askeri esir alınmıştı. Tiryaki
Hasan Paşa onları sorguya çekince, düşman ordusu içinde bulunan
Macarlara pek güvenilmediğini anladı. Peygamber
Efendimizin "Harp hiledir" Hadis-i Şeriflerini hatırladı ve
düşündüklerini Kara Ömer Ağa'ya anlattı.
Kara Ömer Ağa iki esiri alıp götürdüğü ve onlara
"Aslında
kendisinin de onlardan olduğunu, küçükken
devşirilip orduya alındığını" anlattı.
"Her
gece bin kadar Macar fedaisinin kaleye geçip Türklere
yardımcı olduğunu, bu durumda işlerinin çok
zor olduğunu" söyledi. Kalede bulunan asker ve mühimmat
hakkında da oldukça abartılı rakamlar verip onları
salıverdi.
Esirlerin götürdüğü haberler düşman ordusunun
moralini bozmaya yetmişti. Ferdinand bunu önlemek için askerlerine
büyük vaatlerde bulundu. Burçlara ilk çıkacak
olanlara 10 köy, Tiryaki Hasan Paşa'yı yakalayacak olana ise 40 köy
vaad ediyordu. Böyle dolduruşa getirilen düşman
ordusu ertesi sabah toplu bir hücuma giriştiyse de Tiryaki Hasan
Paşa'nın ustaca manevraları karşısında sonuç
alamadılar ve üstelik 18 bin ölü verdiler.
Artık karşılıklı toplar konuşuyor ama Türk ordusunun
stokları gittikçe azalıyordu. Bu savaş bir güç gösterisinden
çok Tiryaki Hasan Paşa'nın kurnazlıkları ve harp
hileleriyle ayrı bir havaya bürünmüştü. Türk ordusundan kaçan
iki devşirmenin, kaledeki gerçek durumu düşmana
bildirmeleri üzerine yeni bir oyun oynadı. Ellerinde bulunan
esirlere, onların kendi adamı olduğunu inandırıp
salıverdi. Böylece düşmanın yeni bir toplu hücuma kalkması
önlenmiş oldu. Sahte mektuplarla Avusturyalılarla
Macarların arası iyice açıldı. Avusturyalıların Macar beylerini
idam etmeyi kararlaştırdıkları bir sırada Macar
askerleri durumu öğrenip kaçtılar.
Böylece zaman kazanılmış ve kış günleri gelip
çatmıştı. Düşman ne yapacağını düşünürken Kara Ömer Ağa yanına
300 kişi alıp dışarı çıktı ve baskın hareketlerinde
bulundu. 900 kişiyi öldürüp 150 esir aldı ve ele geçirdiği 12 topla
geri döndü. Düşman panik halindeydi. Bu durumu
değerlendiren Tiryaki Hasan Paşa kalede yalnızca 600 kişi
bırakarak dışarı çıktı ve hücum emrini verdi.
Artık düşman dağılmış, kaçıyordu. Akşama kadar 30 bin ölü verdiler
ve kalenin çevresi tamamen boşaldı. Geriye düşmandan
47 büyük kuşatma topu, 24 bin tüfek, 60 bin çadır,
14 bin kazma - kürek, binlerce araba dolusu yiyecek
- giyecek, barut ve ilaç erzak ve mühimmat kaldı.
Bu, dünya tarihinde eşi görülmemiş bir gerçek
destandı. 9 bin Türk askeri, kendisinden en az 10 kat fazla bir orduya
karşı arslanlar gibi dövüşmüş ve düşmanı adeta topyekun imha etmişti. İşte,
"Bir
Türk on düşmana bedeldir"
sözünün isbatı ve işte bu destanın gerçek kahramanı
70 yaşındaki bir Türk büyüğünün bizlere verdiği ders...
Bu akıl almaz derecedeki büyük başarı üzerine
Cihan Padişahı Üçüncü Mehmed Tiryaki Hasan Paşa'ya vezirlik
rütbesi veriyor ve alışılmışın aksine bizzat
kendi eliyle hazırladığı "Hatt-ı Hümayun"u gönderip şöyle diyor:
"Yerin ve ğöğün sahibi olan Yüce Allah'a hamdolsun
ki, Osmanlı Devleti'ne senin gibi paşalar ve
askerlerin sayesinde nice zaferler nasib eyledi.
Sevgili Peygamberimize salât ve selâm olsun
ki, seni ve Devlet-i Aliyye askerlerini kendi yolunda cihad
eylerken görürüz.
Ettiğin hizmetler yüce dergâha arzedilip adın
iyi adlılar defterine yazılır olmuştur. Berhudar olasın;
sana Vezirlik verdim. Seninle birlikte bulunan
askerlerim dahi manevi oğullarımdır, yüzleri ak ola...
Bu mektubumu al kahraman askerlerime okuyup,
'Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan devlet
reisine itaat ediniz' mealindeki ayet-i kerimenin
yüce manasını onlara bildiresin. Seninle orada
bulunanlara dilediklerini ver. Hepinizi Cenab-ı
Hakk'a emanet ederim."
Ve işte, iltifat karşısında mahçup olan, gözyaşlarını
tutamayıp ağlayan ve sevinecek yerde üzülen o büyük insanın
yine gözyaşları içinde söylediği sözler:
"Kanije'de ettiğimiz küçük bir hizmet karşılığı
bize vezirlik vermişler ve 'Hatt-ı Hümayun'
göndermişler. Halbuki, Kanuni Sultan Süleyman
Makbul İbrahim Paşa'yı tam bir selahiyetle
kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile
O'nun eline böyle bir yazı vermemişti. Rahmetli
Piyale Paşa Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin
damadı olduğu ve Sakız Adası'nın fethi
gibi nice zaferler kazandığı halde kendisine
vezirlik çok görülmüştü. İslam Halifesi'nin
Hatt-ı Hümayun'u Kanije savunması gibi küçük
bir hizmete mükafaat olmaya başladı.
Devletin vezirliği benim gibi kocamış kimselere
kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim?"
Tiryaki Hasan Paşa'nın, o eli öpülesi pir ü fani'nin
altın harflerle yazılıp günümüzde her evin, her makamın baş
köşesine çerçeveletilip asılması gereken bu sözleri
üzerine söz söyleyip yorum getirmeye bilmem lüzum var mı?
Ne dersiniz? |