AHLAK, ADALET,
SAADET = TÜRK MİLLETİ
Ünlü Arap seyyahı El Cahiz'in kısaca "O,
tek başına bütün bir cemiyyyet demektir" diye özetlediği
Türk insanı; bir ahlak, namus ve dürüstlük abidesi
olarak dosta da düşmana da kendisini kabul ettirmiştir.
Bu konuda ciltler tutacak sayısız örnekler var
ama birkaç misal vermekle yetinelim.
İstanbul'a gelip bir süre inceleme yaptıktan sonra
1855 yılında Paris'te "La Turguie actuelle" isimli eserini
yayınlayn A. Ubicini, eserinin bir yerinde şunları
yazıyor:
"Bu muazzam başkentte bulunan dükkan sahipleri,
hekesçe bilinen namaz saatlerinde dükkanlarını
açık bırakıp giderler, Yine aynı şekilde evlerin
kapıları rasgele bir mandalla kapatılır ama senede üç
dört hırsızlık olayı bile olmaz. Halkı gennelikle
hristiyanlardan oluşan Galata ve Beyoğlu'nda ise
hırsızlık ve cinayet olaylarının duyulmadığı
gün yoktur.
İstanbul dışında da durum aynıdır. Son günlerde
Daily News Gazetesi'nde yayınlanan mektubunda
bir İngiliz seyyahının anlattığı şu hatırayı
lütfen okuyun:
'Bugün kendi eşyamla yol arkadaşım olan eski
bir Macar zabitinin eşyasını nakletmek üzere bir
köylünün yük arabasını kiraladım. Sandıklar,
por-mantolar, denkler, paltolar, kürkler, atkılar...
hep açıkta duruyordu. Buralarda yatak olmadığı
için gece üstüne uzanmak üzere biraz kuru ot
satınalmak isteyince; son derece nazik bir
Türk bana yardımcı olmak istedi. Köylü de öküzlerini
koşumdan çıkarıp bütün eşyamızla birlikte
sokağın ortasında bıraktı. Onun uzaklaştığını görünce,
"Burada birisi kalmalı", dedim. Yanımdaki
Türk hayretle sordu:
- Niçin?
- Eşyalarımızı beklemek için!
- Aa! Ne lüzumu var? Eşyalarımızı bir hafta
gece - gündüz burada kalsa bile dokunan olmaz!
Bu söze güvendim ve gittik... Dönüşümüzde her
şey yerli yerinde duruyordu... İşte bu olay,
bütün Londra kiliselerinin kürsülerinden hristiyanlara
ilan edilmelidir. İnanıyorum ki o zaman
bazıları rüya gördüklerini zannedeceklerdir..
Artık uykularından uyansınlar!.."
Bu konuda değişik milletlere mensup çok sayıda
yazar, tarihçi ve diplomat cilt cilt kitap yazmış, yüzlerce
binlerce örnek vermiş. Onlar arasında bir seçim
yapmak ve tercihte bulunmak oldukça zor. Çünkü hepsi
birbirinden güzel ve ibretlerle dolu. İşte, rasgele
vereceğimiz bir örnek daha...
A. L. Castellan, 1811 yılında yayınladığı
Letters sur la Grece I'Hellespont et Constantinople isimli
eserinde şöyle bir olay anlatıyor:
"Dostlarınızdan biri, içinde 1000 kuruş bulunan
bir torba ile İstanbul'da Beyoğlu'na doğru yola
çıkar. (Daha önceki verilen fiyat listesine
bir daha göz atılacak olursa, o zaman için 1000 kuruşun
ne kadar önemli bir para olduğu anlaşılır)
Tophane iskelesine çıkarken torba yırtılır; Paralar
dökülüp rıhtımın üstüne dağılır ve hatta bazıları
denize yuvarlanır. Halk hemen oraya üşüşür;
herkes bulabildiği kadar toplar. Para torbasının
sahibi onların bu hareketlerini büyük bir endişe
içinde takip eder; toplanan paraların getirilip
deniz kenarında kalan torbaya konduğunu görünce
içi biraz ferahlar, Derken, kayıkçılar suya
dalıp denizin dibine gitmiş olan kuruşları çıkarmaya
başlarlar. Avrupalı dostumuz bütün bunlara
karşı cömertlik yapmak ister isterse de onlar
'vazifelerini yaptıklarını' söyleyerek verdiği
parayı almazlar her biri bir tarafa çekilir giderler.
Zaten o kadar çok insana bahşiş yetiştirmek
de mümkün değildir. Dostumuzun şaşkınlığı süreken
orada bulunan hamallardan biri torbayı alır
ve dostumuzun evine götürür. Adam orada hemen
parasını sayar ve görür ki, 1000 kuruşu tamı
tamına durmaktadır! Gözlerine inanamaz; bir daha
sayar... Hayret!.. Bir kuruş bile eksik değildir."
A L. Castellan bunları yazıyor ve soruyor:
"Halkın en fakir tabakasındaki incelik ve zarâfetin
bu derecesi acaba yalnız Türklere mi münhasırdır?"
Siz ne dersiniz? |