"Rüya'yı sadıka, biss-i kablelvukuun
fazla inkişafıdır.
Hiss-i kablelvuku ise, herkeste
cüz-i külli vardır.
Hatta hayvanlarda dahi vardır.
Ehl-i dalalet ve ehl-i felsefe,
o gayr-ı meşhur hislere;
-hata ederek ahmakçasına
'sevk-i tabii' diyorlar.
Haşa, sevk-i tabii değil,
belki bir nevi ilham-ı fıtri olarak
insan ile hayvanı kader-i
ilahi sevkediyor." Bediüzzaman
Kannallarında kuğuların,
martıların ve ördeklerin gezindiği, güvercinlerin bu gezintiye kıyılardan
eşlik ettiği,
yemyeşil meralarında mübarek hayvanların tesbih
ederek dolaştıkları bir köy kadar şirin küçük bir ülke olan
Hollanda'da Müslüman olmuş bir Hollandalı ile
tanıştık.
Yeşil gözleri, beyaz
teni ve kumral saçlarıyla tipik bir Hollandalıyı, pırıl pırıl bir çehreyle
görmek pek alışılmış
bir şey değildir. Bir arkadaşın evindeki sohbette
karşılaştığımız bu "milyonda bir" talihliyle konuşmaya başladık:
- İsminiz?
- Yusuf.
- Maşaallah... Peki,
niçin bu ismi tercih ettiniz?
- Yusuf Aleyhisselam-ı
kuyuya atmışlar. Annem babam da beni 15 yaşımda sokağa attı.
Bir anne ve babanın hayatlarını
daha iyi yaşamak için evlatlarına tekmeyi yapıştırmalarını biz istesek
de
anlayamayız. Ama o böyle şeylerde çok karşılaştığını
ima edercesine, dudağında acı bir tebessüm,
bir tekme işareti yaparak anlatıyordu nasıl evden
atıldığını.
- Peki ya sonra?
- Sonra ben çok kötü
işlere girdim, hapishaneye düştüm. Allah'a dua ediyordum, "Allah'ım ne
olur kurtar
beni, hangi din güzelse onu seçtir bana" diye.
Havasının soğuk, binaların soğuk, insanların soğuk olduğu bu
ülkede böyle bir manzarayla karşılaşmak, sarp
yamaçlarda tek tük biten çiçeklerle karşılaşmak kadar hayret
vericiydi. Hapisten çıktıktan sonra dinleri araştırmaya
başladım.
Bir gün Müslümanlar'ın
daveti üzerine gittiğim bir sohbette masanın üzerinde Kur'an-ı gördüm.
Kur'an adeta konuşuyor, "Oku, oku beni" diyor,
bir mıknatıs gibi beni kendisine çekiyordu. Daha sonra
aldığım Kur'an mealini okudukça gözüm gönlüm
açıldı ve hidayet bana nasip oldu.
Yusuf Müslüman olduktan
sonra İslam'ı yaşamak için çok gayret sarf etmiş; fakat maalesef etrafındaki
eski
kötü arkadaşları onun peşini bırakmamışlar. Yalnız
kalan Yusuf eski günahlara meyleder gibi olmuş.
İçine tekrar düştüğü zulmetlerden nasıl
bir ikazla çıkarıldığını Yusuf şöyle anlattı:
- Tekrar günah işlemeye
başladığım zaman kendimi ateşin içine düşmüş gibi hissettim.
Sanki vücudum yanıyordu. Garip şeyler duymaya
başlamıştım: "İnneke fi zulümat" (Sen karanlıklardasın) sesi
kulaklarımda yankılanıyordu. Ne zaman gözüm
harama kaysa "İnnallahe semian basira" (Allah herşeyi işiten
ve görendir.) sesini duyuyordum.
Bundan sonra Yusuf bu çevreyi terk etmesi gerektiğine karar verir.
Bu arada bir gün, terasa
bıraktığı motosikletinin üzerine komşusunun çocuğu çıkar, çocuk düşer ve
ayağını
incitir. Yusuf ise evde her şeyden habersiz,
yeni sünnet olmuş, yalnız başına kalmaktadır:
- Birden yine bir ses
işittim: "Yusuf, kalk Allah'a dua et, seni öldürmeye geliyorlar." Ben de
dua ettim:
"Allah'ım, şu şu arkadaşları benim evime gönder"
dedim.
Psikolojik rahatsızlıkları
olan komşusu, birkaç kişiyi yanına alıp elinde bir zincirle kapıya dayanmış.
Tam o sırada isim isim saydığı o arkadaşları
gelmiş, kendisini kurtarmışlar.
Yusuf, hayatının düzene
girmesi için Müslüman birisiyle evlenmesi gerektiğini düşünmüş. O sıralarda
evliliğiyle alakalı üç rüya görmüş. Birincisinde
bir arkadaşıyla birlikte üçakla Türkiye'ye gidiyorlar.
İkincisinde hanımının evini, kendisini ve isminin
Fatma veya Fadime olduğunu, üçüncüsünde ise hanımıyla
babası arasında bir tartışma görüyor.
Aradan bir müddet geçtikten
sonra bir Türk arkadaşı, evlilik hususunda kendisine yardımcı olmak
istediğini söylüyor ve birlikte uçakla Türkiye'ye
gidiyorlar. Konya'da birkaç kişiyle görüşüyor,
fakat Yusuf rüyasındaki evi ve hanımını bulamıyor.
Daha sonra bir köyden bir ailenin kızıyla görüştürmeye
karar veriyorlar. Yusuf arabayla köye geliyor
vedaha arabadan inmeden kızın ismini soruyor. Fatma
olduğunu, bazen de Fadime diye diye hitap ettiklerini
öğrenince sevincinden "Allahu Ekber!" deyip sıçrıyor.
Evde, müstakbel gelinin
ikram ettiği kahveyi içerken çok utandığını, buram buram terlediğini söyledi.
Eski hayatını düşününce, onu değiştiren dinamiklerin
ne kadar sağlam olduğunu bir kez daha tasdik ettik.
Evlilikten sonra gördüğü
rüyalardan hanımına da bahsetmiş. Hatta babasıyla aralarında geçen tartışmayı
bile cümle cümle nakletmiş. Hanımı da: "Sen nereden
biliyorsun bunları" diye şaşkınlığını ifade etmiş.
Kaderin garip bir cilvesi olarak kendisi de hep
Avrupalı bir Müslüman'la evlenmek için dua edermiş.
Yusuf başından geçen
bir hadiseyi daha anlattı:
- Bir gün Almanya'daki
bir arkadaşımı çok özledim. Fakat bende adresi yoktu. Yine de Almanya'ya
gittim.
Bir taksiye bindim ve taksiciye beni herhangi
bir camiye götürmesini söyledim. Caminin önünde inip kaldırımda
yürürken arkamdan bir ses işittim: "Yusuf, ne
arıyorsun burada?" Arkadaşım bana sesleniyordu.
Bu tür garip hadiselerden
ve daha önceleri duyduğu seslerden oldukça etkilenmiş olmalı ki, bir ara
doktoruna bunların sebebini sormuş. Doktor, halüsinasyon
deyip geçiştirmiş. Bize de sebebini sordu:
"Samimiyet ve ihlas" dedik.
Samimiyette çevresine
de oldukça tesir etmiş. Bir gün bir Türk arkadaşına: "Sen cuma Müslümanısın"
demiş.
Arkadaşı böyle bir şeyi, sonradan Müslüman olmuş
birinden işitince vurulmuşa dönmüş.
Aradan çok geçmeden o da beş vakit namaz kılmaya
başlamış.
Bir gece rüyasında şeytanı
görmüş, şöyle anlattı rüyasını:
- Elinde süslü süslü
yüzükler vardı. İnsanlar sıraya girmiş elini öpüyordu. Ama ben öpmedim.
Yusuf, dünyanın süri
ve fani güzelliklerinin insanı tatmin edemeyeceğini idrak etmiş. Şimdi
dünyaya değil,
Allah'a teslim olmuş kardeşlerini hararetle kucaklıyor.
Hayatın geçmiş ve gelecek
aynaları arasındaki yansımaları kaderi cilveler halinde tezahür etmiş.
İlkokula giderken Arapça harfleriyle "Allah",
"Allah" yazdığını şimdilerde fark ettiğini söyledi. (Yusuf Alan)
Anasayfaya dön | Konulara dön |
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri |