ELMALI TEFSİRİ -
29-ANKEBUT

1- 3- Allah (daha) iyi bilir. bu âyetlerin indiriliş sebebinde üç rivayet vardır.

1- Ammâr b. Yasir ve Ayyaş b. Ebı Rebia ve Velid b. Velid ve Seleme b. Hişam Mekke'de müşrikler tarafından işkence ediliyorlardı, o sebeble indirildi. Ammar b. Yasir'in annesi Ebu Cehil tarafından feci bir şekilde parçalattırılmış, kendisine sıcak günde demirden zırhlı gömlek giydirilerek güneşin karşısında eziyet edilmişti, Velid b. Velid ve Hişam de işkenceye uğratılmışlardı.

2- Mekke'de birkısım insanlar, İslâm'a girmeye söz vermişlerdi. Hicret âyeti inince ashab-ı kiram Medine'den bunlara yazmışlar "İkrarınız, İslâm'ınız hicret etmezseniz, kabul olunmayacak" demişlerdi. Hemen Medine'ye doğru yola çıktılar, müşrikler de takip edip geri çevirdiler; işte o zaman haklarında bu âyet indi. Bu defa da hakkınızda şöyle şöyle âyet indi, diye yazdılar. Bunun üzerine çıkarız, yine takip eden olursa çarpışırız, dediler ve çıktılar. Müşrikler de takip ettiler, bunun üzerine çarpıştılar; kimi şehid oldu, kimi de kurtuldu. Allah Teâlâ da haklarında "Sonra şüphesiz Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret edip, ardından da sabrederek cihad edenlerin (yardımcısıdır). Çünkü Rabbin onların bu âmellerinden sonra elbette çok bağışlayan, pek merhamet edendir" (Nahl, 16/110)

3- "Bedir" günü ilk şehid olan Mihca b. Abdullah hakkında indiği söylenmiştir ki, ana babası ve eşi çok üzülmüşlerdi ve hakkında "Seyyidü'ş-şüheda" (şehitlerin efendisi) buyurulmuştu. Bu iki görüşe göre bu âyetler Medine'de indirilmiş oluyor. İlk ikisinde ise hicretle ilgili oluyor.

"Allah elbette bilir." Fahreddin Razi der ki: Müfessirler zannettiler ki, bu âyetin görünen mânâya alınması, Allah'ın ilminin yenilenmesini gerektirir. Halbuki Allah, doğruyu ve yalancıyı imtihandan önce bilirken, imtihan sırasında bilecek demek nasıl mümkün olur? diye; buna, gösterecek, ortaya koyacak ayırdedecek mânâlarını verdiler. Biz de deriz ki, âyet olduğu gibi görünen mânâsındadır, çünkü Allah'ın ilmi bir sıfattır ki, onda her olay, olduğu gibi ortaya çıkar. Mesela tekliften önce Allah bilir ki, Zeyd itaat edecek, Amir de isyan edecek, sonra teklif vaktinde de bilir ki o itaatkar, öbürü isyankar; yapıldıktan sonra da bilir ki, o itaat etti, o isyan etti; hallerin hiç birinde O'nun ilmi değişmez, değişen ancak bilinendir.

İbnü Münir'in ifadesi daha güzeldir: Gerçekten yüce Allah'ın ilmi birdir. Mevcuda varlığı, zamanında ve önce ve sonra olduğu gibi uygun gelir, demiştir. Fakat şunu da unutmamak gerekir ki, burada "bilecek" demekten maksat, sebebi zikir ile, müsebbebe dikkat çekmektir. İmtihan eder gibi araştıracak ve meydana çıkarttıracak da mükafat ve ceza verecek demektir. Nitekim Kadî Beydâvî şöyle demiştir:

"O'nun ilmi imtihana, meydana geliş anında taalluk eder ki, o imtihanla imanda sadık olanlarla yalancı olanlar birbirinden ayrılır. Sevabları ve cezaları da kendilerine ait olur. İşte bundan dolayı mânânın: 'Onları elbette ayırd eder veya elbette yaptıklarının karşılığını verir.' şeklinde olduğu da söylenmiştir."

4- Yoksa o kötülükleri yapanlar sandılar mı? Amel kalp ve organlarla yapılan fiiller itibariyle genel olduğu için, "Seyyiat" küfür ve isyan ile tefsir edilmiştir. Bununla birlikte bu baştaki karşıtı olduğundan burada özellikle müminlere karşı yapılan kötülükler söz konusudur. Yani küfür, dinsizlik taassubu veya bir dünya menfaati, şehvet ve hırs sebebiyle müminlere, düşmanlık, zulüm ve eziyyet eden kimseler ki, her türlü kötülüğü işlemekten kaçınmazlar, bunlar sandılar mı ki bizi savuşup geçecekler, çaresiz bırakıp kurtulacaklar? Ne kötü hükmediyorlar! Ne kadar yanlış hüküm, ne kadar çirkin hükümet? İmkanı yok, onlar Allah'tan kurtulamazlar.

5- Kim Allah'a kavuşmayı umarsa, Allah'ın cemaline ermeyi veya vaad ettiği sevaba erişmeyi isterse elbette Allah'ın tayin ettiği vakit, vade gelecek, gelince o vaad, gerçekleşecektir. Bundan dolayı, o gelinceye kadar sabredip o kavuşmaya layık imtihanları geçirmek, güzellikleri kazanmak için çalışsın çabalasın. O, her şeyi işiten ve bilendir. Bütün o söylenenleri, bütün o sızıltıları, iniltileri işitir. Hem yegane işiten O'dur. Ve bütün inanışları, bütün niyetleri, bütün yapılan işleri, iyisini kötüsünü, hepsini bilir; hem yegane bilen O'dur. Edilen duaları işitecek, yapılan ibadetleri bilecek O'dur, başkası değil.

6-12- Her cihad eden de. Bu cümle şartıyyesinin hazfedilmiş cezasına veya söylenilmiş cezasının neticesine matuftur ki, "Cihad etsin ve cihad eden de..." demektir. Bu iki âyet İslâm'ın bütününü; en yüksek gayesi ile en yüksek vazifesini özetlemektedir. Allah'a ermek için, ecel gelinceye kadar mücahede etmek, çalışıp çabalamak. Bu uğurda çalışıp çabalayan, fitnelere, imtihanlara göğüs geren her kimse de sırf kendisi için, kendi hesabına, kendi menfaatine çalışıp çabalar. Çünkü o mücahedenin, çalışıp çabalamanın karşılığı ve faydası Allah'a değil, kendisine ait olur. Çünkü Allah ganîdir, bütün âlemlerden müstağnidir, hiçbir şeye ve hiçbir kimseye muhtaç değildir.

Bu âyetlerin Medine'de indirilmiş olması daha çok düşünülür, çünkü münafıklar, Medine'de idiler. Eğer bu âyetler de Mekke'de indirilmiş idiyseler, gayb haberi verilmiş olur. Zamanımızda ise bu âyetin mânâsına girenler çoğalmıştır. Allah muhafaza etsin.

"Halîm ve Kerîm olan Allah'tan başka ilâh yoktur. Yüce ve büyük Allah'tan başka ilâh yoktur. Yedi göğün ve yüce arşın, yerlerin ve her ikisi arasındakilerin Rabbı olan Allah'ın şanı ne yücedir. Âlemlerin Rabbı olan Allah'a hamd olsun. Sana yakın olup meded uman aziz olur. Senin kudretin yücedir. Senden başka ilâh yoktur."

13- Kendi işledikleri günahların ağırlıklarını ve o ağırlıklarıyla beraber daha birçok ağırlıkları, başkalarını saptırmaya, günaha sokmaya çalışmalarının günahlarını yüklenecekler.

14-"Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine gönderdik." Yukarda "Gerçekten biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmiştik" buyurulduğu için burada, onun birkaç örneği gösterilecektir. Onun için bu "vav" harfi kasem değil, oraya atıftır. Derken içlerinde bin seneden elli yıl eksik durdu. Elli yılı yok bin sene, dokuz yüz elli sene eder. Kâdî Beydâvî der ki: Galiba bu tabirin seçilmesi tamamıyla sayıya delalet içindir. Çünkü dokuz yüz elli tahmini olarak da söylenebilir, bir de bin ismini söylemekle, karşıdakine müddetin uzunluğunu düşündürmek vardır. Çünkü kıssadan maksat, Resulullah'a teselli ve kâfirlerden gördüğü sıkıntılara karşı çaba ve gayretinde sağlamlaştırmaktır. Rivayet olunduğuna göre Nuh, kırk yaşında peygamber olarak gönderilmiş, dokuz yüz elli sene kavmini Hakk'a davet etmiş, tufandan sonra da altmış yıl yaşamıştır.

15- Ve onu, yani gemiyi veya hadiseyi bütün akıl sahibi âlemlerine bir âyet kıldık. Onunla ibret alır, delil getirirler. Demek ki, Allah'ın azabından maddî sebeplerle korunmaya çalışmak da Allah'ın emrindendir.

16-18- Evsân, tekili vesendir. Taş ve saireden tapılan herhangi bir şey (fetiş) ki, "esnâm"dan daha geneldir. Mesela heykeller ve haç hep puttur. Ve hep ifk, yalan uyduruyorsunuz, yalan yere mabud ve şefaatçi diyorsunuz. Onlar ise birer hayaldir. Mesela herhangi bir kimsenin resminde bile, o kimseden bir hakikat yoktur. O resim, bir kıymeti olan o kimsenin değil, toprağa gömülecek ölü bedenin bir hayalidir. O bedeni, kokar diye gömmekte acele etmek zorunluluğunda bulunanların, tutup da onun cansız bir hayalini, mesela filancadır diye saklamalarında şüphesiz ki muhakkak bir yalancılık vardır. O halde böyle hayal olan fanilere mabud payesi vermek, ne büyük bir iftiradır. Size bir rızık veremezler. Allah'ın yardımı olmayınca mesela bir lokmacığı dahi hazmettiremezler.

19-27- 'e kadar, Allah Teâlâ tarafından doğrudan sevkedilmiş ilâhî kelâmdır. İbrahim'e hitap olarak hikaye olması muhtemel ise de, onun sözünü nakletme esnasında Resulullah'a hitap olması daha uygundur; onun için fâsıla değişmiştir. Yani sırf dünya hayatında birbirinizin duygularını okşayarak toplanıp sevişmek için veya dünya hayatında sevdiklerinizin hayalini sürdürerek yakınlaşmak için; çünkü bütün putlar, bazı sevilenlerin bir hatırası olmak üzere, etraflarında toplanılmak için edinilmiş şeylerdir.

Fakat birer yalan olan o hayaller üzerine kurulmaya çalışılan sevginin, haksız ve yersiz duygular üzerine toplanan topluluğun neticesi ne olur bilir misiniz? "Sonra kıyamet günü birbirinizi tanımayacaksınız..." , "Dedi ki: Ben Rabbim'e hicret edeceğim." ye matuf olarak Lut'a ait olması uygun görülürse de, İbrahim'e ait olmak üzere yukardaki ye atfı, mânâ yönünden daha ahenkli, hem de "Ben Rabbime gidiyorum, o bana doğru yolu gösterecek." (Sâffât, 37/99) âyetine de uygundur.

28-35- O kasabadan bir âyet, bir nişane ki hikayesi veya harabesidir.

36- Medyen'e de kardeşleri Şuayb'ı gönderdik ve Şuayb, "Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, ahiret gününe ümit bağlayın, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın!" dedi.

37- Fakat onu yalancılıkla itham ettiler. Derken, kendilerini bir sarsıntı yakalayıverdi ve yurtlarında diz üstü çökekaldılar.

38- Ad ve Semud'u da (helak ediverdik). Sizin için, (onların başına nelerin geldiği) oturdukları yerlerden apaçık anlaşılmaktadır. Şeytan onlara yaptıkları işleri güzel gösterip onları doğru yoldan çıkardı. Oysa bakıp görebilecek durumdaydılar.

39- Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helak ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp ) geçebilecek değillerdi.

40- Nitekim onlardan herbirini günahları sebebiyle suç üstü yakaladık: Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgarlar gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk. Allah onlara zulmetmiyor, asıl onlar kendilerine yazık ediyorlardı.

41- Allah'tan başka birtakım velilere tutunanların örneği; yani Allah'tan başkalarını, ihtiyaçlarına karşı yardım eder, menfaatleri dokunur, işlerini görür, tehlikeden kurtarır diye veli, sahip, koruyucu edinerek mabud sayanların örnek olacak halleri örümceğin örnek ve mesel olmuş haline benzer bir ev edinmiştir, hiç dini olmayanlar gibi büsbütün evsiz değil, bir sinek avlayacak kadar bir eve tutunmuştur. Fakat muhakkak ki evlerin en çürüğü her halde örümcek evidir.

Evinde ev kavramından bir şey yoktur; ne gölge yapar, ne korur: Bir rüzgarla tarumar olur; onun için örümcek evinin çürüklüğü meşhur bir meseldir. İşte o örümcek kafalı müşriklerin de dayanakları, tutamakları böyle çürüktür. Bütün tutundukları fanidir, yok olucudur. Eğer bilselerdi. Razi der ki: Burada "âlihe" yani ilâhlar denilmeyip "evliya" yani veliler denilmesi, yalnız açık şirki değil, gizli şirki dahi yok edip kaldırmaya işaret içindir. Çünkü başkasına gösteriş ederek riya ile Allah'a ibadet edenler de Allah'tan başkasını veli edinmiş olur. O'nun meseli de örümcek meseline benzer. Peygamberleri yalanlayıp şirke giden kavimlerin yok edilmesi örnekleriyle açıklandıktan sonra, bu örümcek örneğinin getirilmesi peygambere ve müminlere öyle büyük ve öyle etraflı bir vaad ve müjdeyi ifade etmektedir ki, bütün bu sûrenin ruhu denilebilir.

Evet, Allah'tan başkasına dayanan her ümid, dipsizdir.

42- Allah, onların kendisini bırakıp da O'ndan gayrı nelere, ne gibi şeylere çağırıyorlar, şüphesiz ki bilir. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir. Her şey fani, hepsi zayıf ve hakir, anlatıldığı üzere mağlub edilmek ihtimali olmayan, dilediğini dilediği anda mahvedebilir, nihayetsiz bir güç ve kudret sahibi, mabudluğa layık ancak O, gayet onurlu, yegane aziz, her işi hikmet olan yegane hakim yalnız o iken, O'nun karşısında O'ndan başkasına yalvarmak ne kadar boş, ne büyük tehlike!

43- Bu meseller, biz onları insanlar için getiriyoruz. Kâfirler demişlerdi ki, gökleri ve yeri yaratan Allah nasıl olur da böyle örümcek, sinek gibi böcekler ve haşereler ile misal getirir? Bununla Allah ne demek istiyor: "Allah böyle misal vermekle ne murad eder?" (Bakara, 2/26) Bu soruya karşı Bakara Sûresi'nde "Şüphesiz Allah, sivrisinek ve ondan daha büyüğü ile (hakkı açıklamak için) misal getirmekten çekinmez." (Bakara, 2/26) buyurulduğu gibi, burada da böyle cevap veriliyor. Yani bu mesellerin ne için getirildiğini soranlar bilsinler ki, biz onları insanlar için getiriyoruz, hayvan değil de, insan iseler anlarlar. Gerçi onları, onların hakikatini ancak âlimler idrak edebilir. Yani Allah'ın gayrısının fani ve aciz ve bu sebepten O'ndan gayrısına ibadetin batıl olduğuna ilim sahibi olanlardır ki, bu meselin bütün incelikleri ve detayları ile zevkini ve faydalarını idrak ederler. Bu ilim ve cehalet farkı neden, denilirse:

44- Allah, o gökleri ve yeri, o yüksekleri ve aşağıyı hak ile yarattı, boşuna değil, gelişigüzel de değil, bir hak sebebi ve hikmeti iledir. Göğü de öyle, yeri de, yukarısı da, aşağısı da, âlimi de, cahili de, hepsinin hakkı da, yaratıcının hakkı önünde baş eğmek, boyun bükmektir. Şüphesiz bunda müminler için bir âyet var. İlmin kıymetini, hakkın önemini, Hak'tan gayrısının hiçliğini ve bundan dolayı Allah'ın gayrısından veli, dost edinmenin çürüklüğünü ve bunun neticesinde müminlerin muvaffak olacaklarını isbat eden bir âyet.

45- Sen, sana vahyedilen kitabı oku, vird ederek, devam üzere, tekrar tekrar, güzel güzel oku. Yani o örümcek kafalı kâfirlerin fitnelerine gam yeme de onlara karşı olmazsa, kendi âleminde bu Kur'ân'ı güzel güzel oku, adı geçen peygamberlerin ve ümmetlerin halleriyle Allah'ın âyetlerini düşün. Onun için "Onlara oku" buyurulmamış, mutlak olarak "Oku" buyurulmuştur. Ve namazı devam üzere kıl, gerçekten namaz fahşadan, yani açık çirkinlikten, edebsizikten, fuhşiyattan ve münkerden; aklın ve şer'in beğenmeyeceği uygunsuzluktan, günahtan meneder. Bir kere namaz içinde bunlar yapılmaz.

Bundan başka namaz hakikati, ne olduğu bilinerek kılınan sahih namaz, namaz dışında da, çirkinlikten, uygunsuzluktan uzaklaştırır. Yasaklamak, uzaklaştırmayı mutlak olarak sağlamasa bile herhalde gerektirir. Sahih ve doğru bir şekilde namaza devam edildikçe iyilik artar. Resulullah (s.a.v) tan rivayet olunmuştur ki: "Kim bir namaz kılar da, o namaz kendisini açık ve gizli kötülüklerden alıkoymazsa o namazla Allah'tan uzaklaşmaktan başka bir şey artırmış olmaz" buyurmuştur. Onun için İbnü Mes'ud Hazretleri demiştir ki: "Namazını gereği gibi yerine getirmeyen Allah Teâlâ'dan uzaklığı artırmaktan başka bir şey yapamaz." Bunun sebebi, çünkü namaza itaat, onun sınırlarını gözeterek hakkıyla kılmaktır. Onun sınırında ise açık ve gizli bütün kötülüklerden men ve alıkoyma vardır. Şu halde namaza itaat onu hakkıyla kılıp yasağını tutmakla olur. "Yazıklar olsun o Allah huzurunda duranlara ki namazlarını yanlış olarak (veya yanlış yere) kılıyorlar" (Maun, 107/4-5) buyurulduğu üzere namaz kılıyor görünüp de namazın ne demek olduğundan habersiz olanların vay haline! Onun içindir ki "Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir. Onlar ki namazlarında huşû içindedirler" (Mü'minun, 23/1-2) buyurulmuştu. Zira Tâhâ Sûresi'nde "Beni anmak için namaz kıl." (Tâhâ, 20/14) buyurulduğu üzere namazın hikmeti, gayesi Allah'ın zikridir. Yani Allah'ı anmak ve bu sayede "Öyle ise beni (taat ve ibadetle) anın ki, ben de sizi anayım." (Bakara, 2/152) âyetince Allah Teâlâ'nın anmasına ermektir. Bu suretle namaz bir miracdır. Bunu bilenler "Herhalde Rablerine kavuşmayı uman kimseler" (Bakara, 2/46) âyetine göre kendilerini her an Rablerinin huzurunda mülakat (kavuşma) halinde buluyorlar gibi zevk içinde bir niyet ve ihlas ile kılarlar. Ve herhalde Allah'ı anmak; namaz en büyük iştir. Yani asıl bütün incelikleri, detayları ve gerçeği ile Allah Teâlâ'yı anmak ve O'nun azamet ve kibriyası huzurunda kulun değişiklikleri ve tavırları ile acizlik ve ihtiyacını arzetmesi demek olan namaz, en büyük amel veya açık ve gizli kötülüklerden men için en büyük sebeptir. Veya Allah Teâlâ'nın sizi anması, sizin O'nu anmanızdan daha büyüktür. Kul, Allah Teâlâ'yı azameti ve cemaliyle hatırladığı zaman, O'nun yüce huzurunda açık ve gizli kötülüklerden kaçınarak edeb ve samimiyet ile yükseleceği gibi, Allah Teâlâ'nın onu hatırlamasını düşündüğü zaman, ilâhî huzurda zerre kadar kötülük ile anılmayı kimse arzu etmeyeceğinden, her an Allah'ın hoşnutluğuna ve rızasına yükselmek için , iyilik duygusu ile dopdolu olur. Ve şüphe yok ki, bu duygu, evvelkinden daha büyük bir kurtuluş vesilesi olur. Düşünmeli ki Allah, Kur'ân'ında Firavun gibileri nasıl anıyor, peygamberleri ve müminleri nasıl anıyor? Hem Allah, her ne işlerseniz bilir. Ona göre anar ve ona göre ceza veya mükafat verir.

46- Yahudiler ve hıristiyanlar ancak en güzel yoldan mücadele suretiyle. Mesela kabalığa incelikle, sertliğe yumuşaklıkla, öfkeye hazm ile, gevezeliğe nasihat ile, şiddete vakar ile karşılık vererek hak ve gerçek delilleri açıklamak ve izah etmek gibi. Ancak içlerinde zulmedenler başka. Yeterli olan delili kabul etmeyip, haksızlıkla inada, aşırılığa sapan, mesela hâşâ Allah'ın oğlu var demekle veya "Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır)" (Mâide, 5/64) gibi laflar söylemekte ısrar ile kibirlilik taslayan zalimler müstesna, zira o zaman hallerine uygun şekilde müdafaa yapmak vacip olur.

Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir.
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.

Ve deyin ki, bununla en güzel mücadelenin nasıl olacağı tarif edilmiş oluyor. Birdir. Uluhiyette ortağı yoktur. Biz yalnız O'na teslim olmuş, müslümanlarız. O'nun birliğine samimiyetle teslim olmuş, müslümanlarız. Bu ifadede onlara bir sataşma vardır. Zira onlar ki yahudiler kendi bilginlerini, hıristiyanlar da rahiblerini rab edinmişler; özellikle hıristiyanlar teslis (üçlü ilâh akidesin)e inanmışlardır.

47- ve işte böyle, bu güzel, bu apaçık indiriş tarzıyla sana kitabı indirdik ya Muhammed! Onun için kendilerine kitap verdiklerimiz, gerek yahudiler ve gerekse hıristiyanlar, Abdullah b. Selam gibi gerçekten kitaptan istifade etmek nimetine erenler Ona, o sana indirilen kitaba iman ediyorlar. Şunlardan da, yani Araplardan da ona iman eden var ve bizim âyetlerimizi ancak kâfirler inkâr eder. Hakkı ve gerçeği örtmeye alışmış gavurluğu âdet edinmiş, inkârcı kâfirler ki, yahudi Kâb b. Eşref ve arkadaşları gibi.

48- Halbuki sen bundan önce yani bu indirilmezden önce kitap okur değildin hala elinle yazmazsın da. O vakit, yani ümmi olmayıp da okuyup yazsa idin batıla uyanlar, yani batıl peşinde giden, yahut iptal etmeye sebep arayan o haksız kâfirler şüphe edebilirlerdi. Gerçi hakkı arayan insaflı hak arayıcı kimseler, yine şüphe etmezlerdi. Çünkü icaz için ümmilik şart değildir. Nitekim diğer peygamberler ümmi değillerdi, ancak öyle olsaydı, gerek müşrikler ve gerek ehl-i kitap'tan olan haksızlar için hiç olmazsa şüpheye bir sebep bulunmuş olurdu.

49- Fakat o Kur'ân ilim verilmiş kimselerin sinelerinde parıldayan açık açık âyetlerdir.Burada nin "beyyinat"a müteallik olması ve şüpheyi kaldırması, sözün gelişine göre apaçık olduğu gibi, haziften kurtarma yönüyle de daha çok tercih edilir. Yani Allah tarafından birer işaret, parlak mucizeler olduğu ilim ehlinin gönüllerinde apaçık ve hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde parlamaktadır. Ve bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder.

50-Bildikleri halde hakkı tanımak istemeyen, zulmü âdet edinmiş zalimler, nitekim o zalimler kitap ehlinin hakkı kabul etmeyen kısmı, Kur'ân'ın âyet, yani mucize olmasını inkâr ettiler de dediler Rabbin'den üzerine birtakım âyetler, yani Musa'nın asâsı, Salih'in devesi gibi mucizeler inse ya! De ki: Bütün âyetler ancak Allah'ın yanındadır. Yani gerek Kur'ân, gerek sizin istediğiniz mucizeler, hepsi Allah'ın katındadır. Kur'ân'ı indiren Allah olduğu gibi, öbürlerini indiren ve indirecek olan da yalnız Allah'tır, başkaları değil. Bundan dolayı, ne dilerse indirir, ben ona karışmam. Ve ben ancak açık bir uyarıcıyım, inanmayanlara azabın habercisiyim.

51- daha onlara yetmedi mi? O başka âyet, başka mucize isteyenlere kâfi gelmedi mi, daha mucize olarak bizim senin üzerine demin söylenildiği şekilde, bundan önce okuması yazması olmadığı muhakkak olan senin üzerine şüphesiz kitap indirmemiz karşılarında okunup dururken şüphe yok ki onda mutlak bir rahmet,büyük bir nimet ve bir ilâhî ihtar ve nasihat var iman edecek bir kavim için; inat, taassub, aksilik edecekler için değil, iman edecekler için. Bu âyetin, öncesine ve sonrasına göre "Rabbinden birtakım mucizeler inseydi ya" diyen zalimlere cevap olarak indirildiği anlaşılıyor. Bununla birlikte sebeb-i nüzul olarak şu da haber verilmiştir: Müslümanlardan bazıları, yahudilerden işittikleri bazı şeyleri yazmış oldukları bir kürek ile gelmişlerdi. Resulullah (s.a.v): "Bir kavmin kendi peygamberinin getirdiğini bırakıp da başkasının başkalarına getirdiğine rağbet etmeleri düşüncesizlik ve sapıklıklarına yeterlidir" buyurdu. Bunun üzerine "Kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?" âyeti indirildi. Gerçi bu âyet bu olay üzerine inmiş olabilir. Fakat bunun sebeb-i nuzül olması âyetin altına ve üstüne uygun düşmüyor. Çünkü altına ve üstüne göre zamiri müslümanlara değil "Başkaca mucizeler indirilmeli değil miydi?" diye soranlara yöneliktir. Rivayet edilir ki, Abdullah b. Amir b. Rükn, Hz. Aişe (r.anha) ye bir hediye vermişti. Hz. Aişe bu kişiyi "Abdullah b. Amr" zannedip reddetti ve: "O başka kitapları okuyor, Allah Teâlâ ise 'Kendilerine okunmakta olan kitabı sana indirmemiz onlara yetmemiş mi?' buyuruyordu dedi. Bunun üzerine: "Size hediyeyi veren Abdullah b. Amir'dir." dediler; o zaman kabul etti.(1) Hz. Hafsa (r.anha) da bir kürek üzerinde Yusuf kıssasından bir yazı getirmiş, Hz. Peygamberimiz'e okumuştu. Peygamberimizin mübarek yüzü renkten renge girerek buyurdu ki: "Nefsim kudret elinde olan yüce Allah'a yemin olsun ki, ben aranızda iken, size Yusuf gelse de, beni bırakıp ona uyacak olsanız, sapmış olursunuz. Ben sizin peygamberden payınıza düşenim, siz de benim ümmetlerden payımsınız." Hz. Ömer b. Hattab (r.a) bir gün bir adama uğramıştı, bir kitap okuyordu; bir saat dinledi, hoşuna gitti. O adama: "Bana bu kitabı yazıver" dedi. O da peki deyip bir deri aldı, onu hazırlayıp içine dışına yazıverdi. Sonra Ömer onu alıp Hz. Peygamberimiz'e getirdi, okumaya başladı, Resul-i Ekrem (s.a.v)'in mübarek yüzünde de bir renk peyda olmaya başladı. Derhal Ensar'dan bir zat o kitaba vurdu da, "Anan kaybetsin seni ey Hattâboğlu! Bu gün sen bu kitabı okuyalıberi Resulullah'ın yüzüne bakmıyor musun?" dedi. O zaman Peygamber (s.a.v) buyurdu ki, "Ben hem ilk ve hem son peygamber olarak gönderildim ve bana hem Allah kelâmının tamamı ve sonuncusu verildi ve bana söz sadeleştirildi ve kısaltıldı da kısaltıldı. Sakının sizi mütehevvikler helake sürüklemesinler." Mütehevvikler, seviyesiz, her işe dalanlar veya hayrette kalmış, şaşırmışlar, demektir.

52-56- Ey iman eden kullarım! "İbadî" hitabı, şereflendirme hitabıdır. Mükellef olan kulların en şerefli rütbesidir. "Bize kul olarak" gibi mutlak "İbâd" (kullar) tabirinde kâfir bile dahil olabilirse de "İbâdî" (benim kullarım) izafetinde kâfir dahil olmaz. Çünkü kâfir şeytanın hakimiyeti ve etkisi altındadır. Halbuki "Şüphesiz kullarım (benimdir). Onların aleyhine sana verilmiş bir hakimiyet yoktur." (Hıcr, 15/42) buyurulmuştur. Dikkate değer ki, Cenab-ı Allah, Âdem'i yarattığında şanlı bir isim olan hilafet ünvanıyla yad etti. Öyle iken İblis bu isimden yılmadı, aksine o sebeple gayretini artırdı, düşmanlık etti ve sonunda galebe edip (Bakara, 2/36) âyetinde buyurulduğu üzere "her ikisini de cennetten kaydırdı." Sonra onun çocuklarında "benim kullarım" sözüyle şereflenen iyi kimselere gelince şeytan onlardan kaçındı "Şüphesiz kullarım (benimdir). Onların aleyhine sana verilmiş bir hakimiyet yoktur." (Hıcr, 15/42) buyurulduğu gibi, şeytanın kendisi de: "Onların hepsini mutlaka azdıracağım, ancak onlardan senin ihlaslı kulların müstesna." (Hıcr, 15/39-40) dedi. Demek ki, "Allah'ın kulları" olma mevkiini elde eden mükellef, derece yönünden yeryüzünde halife olandan daha yüksektir. Şu halde "İman edenler" sıfatı ihtirazî (ilerisi için hesaba katılan) bir kayıt değil, şerefin yönünü ve şeklini açıklamak için kâşîfe (açıklayıcı) bir sıfattır. Bu şekilde bu hitap, kâfirlerin engellemesinden dolayı, dinini gereği gibi yapamayan bazı müminlere kurtuluş yolunu göstermek için bir şereflendirme hitabıdır. Yani ey benim iman şerefi ile şereflenmiş olan kullarım haberiniz olsun, benim yeryüzüm geniştir. Bulunduğunuz yerden ibaret değildir, geniştir. O halde bana ibadet ve kulluk edin, o halde yalnız bana. Yani bulunduğunuz memlekette yalnız bana ibadet etmek kolay olmaz, dininizi açıklamada baskıya uğrar, daralırsanız bir yere gidin, kaçın, hicret edin. O darlıktan genişliğe çıkmak için ne yapmak gerekiyorsa yapın, bana kulluk edin. Peygamber efendimizden bir hadiste şöyle rivayet edilmiştir: "Her kim dini sebebiyle bir yerden bir yere kaçarsa, bir karış da olsa cenneti hak eder. Ve İbrahim ile Muhammed (a.s)'e arkadaş olur." Ya ölüm tehlikesi, tehdid olursa ne yapmalı?

57-59-- Her nefis, her nasıl olsa ve her nerede bulunsa, ölümü tadacak sonra da hep bize döndürüleceksiniz. Yeniden diriltilip hakkın huzuruna dikilerek mükafatınızı veya cezanızı alacaksınız. Bundan dolayı, ondan kaçmakla kurtulamazsınız, aksine Allah'tan başkasına kulluk etmemek için, zorlama karşısında bile her fedakarlığı göze alarak Hakk'ın huzuruna tam bir samimiyet ve hürriyet ile gitmeye çalışmalı.

60-63- "Nice hayvanlar var ki..." Hicret emrolununca bazıları, geçimliğimiz olmayan memlekete nasıl gideriz demişlerdi, bu âyet indirildi. "Eğer onlara sorsan..." Sorulacaklar, Mekke müşrikleridir. O halde nasıl çevriliyorlar? Her şeyin yaratıcısı olduğunu ister istemez kabul ederlerken, uluhiyyete gelince nasıl ondan dönüp şirke sapıyorlar? Bu hususta en çok ileri sürülen rızık meselesi olduğu için buyuruluyor ki; "Allah, kullarından dilediğine rızkı bol verir..."

Meâl-i Şerifi

64-69-64- Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.

65- Baksana, gemiye bindikleri zaman, dini yalnız O'na has kılarak (ihlasla) Allah'a yalvarırlar. Fakat onları salimen karaya çıkarınca, bir bakarsın ki, (Allah'a) ortak koşmaktadırlar.

66- Kendilerine verdiklerimize nankörlük etsinler ve safâ sürsünler bakalım! Ama yakında bilecekler.

67- Çevrelerinde insanlar kapılıp götürülürken (öldürülürken, ya da esir edilirken), bizim (Mekke'yi) güven içinde kudsî bir yer yaptığımızı görmediler mi? Hâlâ batıla inanıp Allah'ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?

68- Allah'a karşı yalan uyduran, yahut kendisine hak gelmişken onu yalan sayandan daha zalim kimdir? Cehennemde kâfirlere yer mi yok?

69- Ama bizim yolumuzda cihad edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.


Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri