7-ARAF SÜRESİ

150- "Esef": hem şiddetli öfke, hem de şiddetli üzüntü ve hüzün anlamına gelir ve yerine göre her iki anlama da kullanılır. Nitekim "Bizi eseflendirenlerden, (yani öfkelendirenlerden) intikamımızı aldık." (Zuhruf, 43/55) buyurulmuştur. Esef, nefsin hoşlanmadığı bir kötü ve çirkin şey karşısında takındığı tavırdır ki, o hâl üstlerden gelirse hüzün ve sıkıntı, astlardan gelirse öfke ve kızgınlık sebebi olur. Şu halde Musa'nın esefi, kavmine karşı şiddetli öfke ve gazap, Allah'a karşı da hüzün ve üzüntü demek olur. Her iki bakımdan ele alındığında burada kelime, bir yandan "şiddetli öfke", diğer yandan "hüzünlü" mânâsıyla tefsir olunmuştur ki, birincisi Ebudderda'nın kavli olarak birçok tefsir âlimi tarafından tercih edilmiştir. Zira âyette sözün gelişi "öfke" üzerinedir. Yani kızarak ve son derece kızarak, demektir.

Hasılı Hz. Musa'nın, mîkattan dönerken, arkasında bıraktığı kavminin buzağıya taptığından haberi vardı. Allah tarafından bu bilgi kendisine verilmişti. Bundan dolayı çok aşırı bir öfkeyle dönmüş ve gelir gelmez kavmine demiştir ki; benden sonra bana ne kadar kötü halef oldunuz: Siz benim, sizi şirkten ve küfürden uzaklaştırıp tek Allah inancına bağlamak için ne yaptığımı, O'na nasıl ibadet ettiğimi, sizi bu yola nasıl sevkettiğimi, "onların ilâhları gibi bize de bir put yap!" dediğiniz zaman size neler söylediğimi gördükten sonra, benim yokluğumda benim ahdime riayet etmeyerek, arkamdan ne fena şeyler yaptınız ve buzağıya taptınız, benim yerime geçen ve böyle fenalıkları önlemesi gerekenleriniz de bunu önlemediniz ha! Halbuki haleflerin vazifesi, kendilerini oraya getirenlerin ahitlerine riayet etmek değil midir? Rabbinizin emrini ivdiniz mi? Yani dinini ve emirlerini acele edip hemen bırakıverdiniz mi? Yahut da Rabbinizin bana vaad ettiği kırk gecelik mîkat süresi dolmadan bu kadar acele ettiniz, vaktinden önce bitmesini istediniz, otuz gün geçer geçmez beni öldü farzettiniz öyle mi? Peygamberlerin ölümünden bir zaman sonra birçok ümmetin dinlerini bozması gibi, siz de acele edip hemen din değiştirmeye mi kalktınız? Ve yahut alelacele Rabbınızın sizi kahretmesini ve gazabını mı istediniz? Böyle dedi ve levhaları bıraktı. O levhalar ki, onlar hakkında "bunları kuvvetle tut," sıkı sarıl "buyurulmuştu. Denilmiş ki, yere bırakılınca o levhalar kırılmış ve bundan dolayı içindeki bilgilerin yedide altısı yok olmuş, ancak birisi kalmış. Göğe çekilenlerde "herşeyin ayrıntılı olarak açıklanması" varmış, geriye kalanlarda da "hidayet ve rahmet" varm

Lâkin Kur'ân âyetlerinde, o levhaların kırıldığını ifade eden her hangi bir bilgi yoktur. Anlaşılıyor ki, Hz. Musa, dinin temeli ve kendisi demek olan tevhid inancının böyle kısa bir zaman içinde sarsıntıya uğraması karşısında, esas meseleyi kökünden halletmek için ayrıntılara ilişkin olan hidayet ve rahmetin faydalı sonuçları durumunda bulunan levhaları geçici bir süre için bir tarafa bırakmış ve herşeyden önce kardeşini bütün gücüyle kendine çekmek teşebbüsünde bulunmuştur. Bu olayda esas tevhid inancında meydana gelen bir sarsıntı ve toplumsal bir bunalım ve inanç zaafı konusunda, ayrıntı ve teferruat sayılan tâlî meselelerin bir tarafa bırakılarak, sıkıyönetim ilanına misal olabilecek bir özellik var demektir.

Musa levhaları bıraktı ve kardeşinin başından tuttu kendine doğru çekmeye başladı. Bundan şunlar anlaşılır:

1- Din işinde öz kardeşi de olsa hatıra gönüle bakmıyor.

2- Kardeşini kendi yerine halef bırakmış olduğundan, her şeyden önce hesap sormaya ondan başlıyor.

3- Kardeş ile işbirliği etmek en önemli iş olduğundan, önce kardeş ile işbirliği etmek gerektiğini gösteriyor.

Buna karşı kardeşi ey anamın oğlu, dedi. Hz. Harun, Hz. Musa'nın öz kardeşi yani ana-baba aynı olan bir kardeşi olduğu halde ona böyle hitap etmesi, ananın sevgi ve şefkatte mesel olması ve ana hakkının, özellikle Hz. Musa üzerinde daha büyük ve daha önemli bir yeri olması, bir de analarının mü'mine bulunması dolayısıyla kardeşinin şefkat ve merhamet duygularını harekete geçirmek amacına yönelik bir belagat anlamı içerir. Yani Ey benim, ana gibi şefkatli ve merhametli olması gereken sevgili kardeşim, gerçekten de bu kavim, beni zayıf ve güçsüz gördüler, öldürmeye kalktılar ve az kaldı öldüreceklerdi. Şu halde düşmanları benimle şematet ettirme yani bana, düşmanları sevindirecek bir şey yapma! Şâir:

"Yani, ölüm düşmanların sevinmesinden daha hafiftir." demiş. Ve beni o zalimler gürûhuyla beraber sayma. Yani, ben onlardan da yaptıkları işlerden de uzak kaldım. Ne yaptıkları işlere katıldım, ne de onları önlemeye çalışırken onlara söz dinletebildim. Şu halde ben onların hak ettikleri hesaba çekilmeye müstehak değilim. İşte Hz. Harun, kardeşinin şiddetli öfkesini böyle zarif ve belîğ bir yumuşaklıkla
Ana Sayfa

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri