7-ARAF SÜRESİ

168- ve onları, (o Musa kavmini) yeryüzünde parça parça eyledik, birçok ümmetlere, cemaatlere ayırdık. Önceleri oniki boy halinde ayrılmış olmaları, Hz. Musa'nın peygamberliği ve yönetimi altında kavimlerinin birliğini ve bütünlüğünü bozmayan bir teşkilat, yükselmelerinin sebebi olan bir nimet idi. Ancak bu sonraki bölünme, kötü azaptan itibaren başlayan parçalanma ve çözülme, şevketlerine ve devletlerine son veren bir kader çizgisi oldu. Yeryüzünün her yanına perişan bir surette dağıldılar ve artık bir güç, bir kuvvet toplayamaz oldular. Bu dağılan grupların içlerinden bazıları salah ehli, iyi insanlar idiler. Medine'de gelip Hz. Peygamberimiz'e iman edenler gibi, yukarıda özellikleri anlatıldığı şekilde gerçekten "Hakka yönlendiren ve doğrulukla adaleti yerine getiren bir ümmet idiler." İşte içlerinde böyle iyiler olduğu gibi, bazıları da daha aşağı durumdaydılar. İyiliğe çok yakın ve yatkın olanlardan tutunuz da derece derece ta alt basamaklara kadar alçalmış olan kimseler de bulunuyordu. Demek ki, İsrailoğulları'nın devletleri yıkılıp yurtları tarumar edildikten sonra böyle dağılmaları, içlerinde iyilerin hiç bulunmadığından değil, kötülerin çokluğundan ve genel olarak yönetimin ve işlerin kötülerin eline geçmiş olmasından ve onlar tarafından temsil edilmelerinden dolayı idi. Parçalandıkları zaman bile içlerinde bazı salih ve iyi insanlar vardı, aşağılıkları da vardı. Ve Biz onları (yani parçalara ayrılmış olan çeşitli grupları), hem hasenat ile (yani sıhhat, servet ve refah ile), hem de bunların zıddı olan kötülükler (yani hastalık, kıtlık ve yokluk) ile imtihan ettik. Allah, onları İranlılar ve Romalılar gibi değişik kavimlerin eli altında ibret alınacak bir çok acı tecrübelerden geçirdi ki vazgeçeler, kötü huylarından döneler, küfürden ve günah işlemekten tevbe edip Hakk'a döneler, salaha yüz tutalar diye. Fakat içlerinden salaha yönelenler olduysa da pek çoğu dönmediler. Hz. Muhammed'in asrından önce böyleydiler.

169- Sonra onlara arkalarından daha bozuk birtakım kimseler halef oldular. Bunlar iyice dejenere kimselerdi. Oysa kitaba mirasçı olmuşlardı. Tevrat, öncekilerden bunlara miras kalmıştı, bunların ellerine geçmişti, okumasını yazmasını öğrenmişlerdi, eğitim, öğretim, fetva ve hüküm verme mevkilerine geçmişlerdi. Lâkin kendileri kitaba sahip çıkmıyor, onun hükümlerine sarılmıyor ve uymuyorlardı, ancak onu diledikleri gibi, işlerine geldikleri gibi kullanıyorlardı. Bakınız neler yapıyorlardı? Şu ednanın arazını alıyorlar. Şu alçak veya en yakın âlemin, geçici çıkarlarını elde ediyor, hakkı değiştiriyorlardı, bir de ileride bize mağfiret edilecek diyorlar, nasıl olsa mağfiret olunacağız diye hüküm veriyorlar, kendi yanlarından günah bağışlıyorlar. Ve böyle derken şayet kendilerine aldıklarına benzer bir başka fayda gelirse, bir rüşvet daha sunulursa yine alıyorlar, tevbe etmiyorlar, tevbe etmedikleri halde mağfiret olunacaklarına hükmediyorlar da bu suretle bayağı servetler ve dünya malı için kitap ile oynuyorlar. Vaktiyle kendilerinden Allah'a karşı haktan başka bir şey söylemiyeceklerine dair o kitabın misakı alınmadı mı? Mirasçı oldukları ve mensup bulundukları o kitap gereğince, üzerlerinde böyle bir misak yok mu? Evet vardır ve alınmıştır. <D> Ve onlar o kitaptaki bilgileri ders ettiler. O misakı ve bu gün inkâr ettikleri gerçekleri, o Resul, o ümmi Nebî, o ittika konularını vaktiyle tekrar tekrar okudular ve okutup öğrettiler. Yani Tevrat'ta yazılı olan bütün bilgileri çok iyi biliyorlar. Ve ey rüşvetçiler! Artık akıl etmez misiniz ki, ahiret yurdu müttaki olanlar için daha hayırlıdır, yani öyle haksız kazançlardan, rüşvetten ve irtikaptan sakınan, uzak durup korunanlar için daha hayırlıdır.

Ana Sayfa

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri