7-ARAF SÜRESİ

170- O kitaba sıkı sıkıya sarılanlar ve sarılmayı sağlayanlar, ve namazı kılıp kıldıranlar ise muhakkakki, biz böyle iyilik yapanların ecrini, sevabını zayi etmeyiz, yitirip kaybetmeyiz.

İşte bu öğütlerden ders almayan ve kitaba sıkı sarılmaya yanaşmayan o bozuk kimselere, biri İsrailoğulları'na özel olarak yapılmış zorlama misakı, öbürü genel olarak bütün insanlara şamil olan fıtrat misakı, her iki misakın da yeniden ilan ve ihtarı emriyle Hz. Peygamberimiz'e buyuruluyor ki:

171- Natk : Bir şeyi hızla çekmek demektir ki, bunun sonucu olarak, bir şeyi yerinden koparıp atmak anlamıyla da tefsir edilir. Nitekim erkekten zürriyet tohumunu çekip koparan rahime denilir. Ve bir hadisi şerifte buyurulmuş ki, "Bakireler ile evlenmeye özenin, çünkü onların rahimleri daha çekici ve ağızları daha temizdir ve aza en fazla kanaat edenler de onlardır." demektir. Diğer yerlerde "üstlerine Tûr'u yükselttik" buyurulmasına göre burada "nakt"ın da bu anlama gelmesi gerekir ki, o zaman şöyle demek olur: Ya Muhammed! Kendilerine verilen kitaba sıkı sarılmayan o Yahudi soyuna, o vakti de hatırlat ki, hani o dağı şiddetle çekerek bir dam gibi üstlerine kaldırmıştık, Onlar da onu gerçekten üstlerine düşecek zannetmişlerdi. Yani, yola gelmedikleri takdirde o dağın tepelerine düşeceğine öylesine inanmışlardı ki, sanki dağ düşmüş de altında kalmışlar gibi korku ve acı içinde kalmışlar, hemen yerlere kapanmışlardı. İşte böyle bir tehdit ve tazyik altında kıvranırlarken, kendilerine şöyle demiştik: Size verdiğimizi kuvvetle tutun, gönderdiğimiz kitaba ciddiyetle, samimiyetle, bütün zorluklara katlanarak, azimle sarılın, onu sımsıkı tutun. Veyahut haydi bakalım, tepenize indirmekte olduğumuz bu dağı, bu korkunç mucizeyi ellerinizle tutun, önlemeye gücünüz yeterse bunu durdurun. Ve haydi bundaki mânâyı (yani kitaptaki veya bu dağ mucizesindeki mânâyı, emirleri, nehiyleri, vaatleri, ve tehditleri) anın, belleyin, hiçbir zaman da hatırınızdan çıkarmayın ki, fenalıktan korunabilesiniz, böyle zorla ve zor ile kendilerinden itaat misakı alınmıştı ki, buna "ilcai = zorla misak" adı verilir. Ve genellikle rivayet şekli de şudur:

Tevrat hükümleri ağır ve çetin olduğundan dolayı İsrailoğulları, bunları kabule yanaşmamışlar, Allah da Tûr'u üzerlerine kaldırmış, kabul ederseniz ne âlâ, yoksa bu dağ tepenize inecek denilmiş, dağın durumunu görünce hepsi düşüp sol kaşları üzerine secdeye kapanmışlar ve secdede de dağın üzerlerine düşme korkusundan sağ gözleri ile de bir taraftan dağa bakarlarmış. İşte bunun için Yahudiler secde edecekleri zaman böyle yaparlar ve "Bu secde bizi cezadan kurtaran secdedir." derlermiş. (Bakara Sûresi, 2/63, Nisa Sûresi, 4/145. âyetlerin tefsirlerine bkz.)

İsrailoğulları'nın aykırılıklarını, zor ve baskı görmeyince hakka boyun eğmeme huylarını anlatan bu kıssanın hatırlatılmasındaki mânâ, Allah'ın hükmüne ve kudretine karşı koymanın mümkün olamıyacağını, gönül rızasıyla itaat etmeyenlerin, nihayet zorla boyun eğmeye mecbur olageldiklerini ve o dayanılması mümkün olmayan zorlama ve baskı mucizesinin hükmü unutulmamak gerektiğini bildirmektir. Çünkü o ve onun gibi ilâhî baskıların her zaman mümkün bulunduğunu ve asıl insanlığın, o duruma düşmeden, hürriyet içinde ve gönül rızasıyla hakkın emrine boyun eğmede ve kitaba sarılmada olduğunu anlatmaktır. Gerçi her isyanda dağlar yerinden oynayıvermez, her vakit Hz. Musa'nın mucizesi gibi bir mucize olmaz, fakat Allah'ın emrini tanımayan ve hakkın koyduğu ahkam ile mücadele etmek sevdasında bulunanların şunu bilmeleri gerekir ki, Allah Teâlâ, her zaman için dağlar kadar belaları insanların başına yıkmaya kâdir bir yücelik sahibidir.

Cisimler arasındaki çekim kuvveti bir anda değişebilir, O'nun emri ve iradesiyle değil dağlar, dünyalar bile yörüngesinden çıkabilir. Aklı olanlar herhangi bir zelzelenin, bir volkanın nasıl bir gücün eseri olduğunu ve bu gücün ne demek olduğunu unutmamalılar. Bir takım insanlar, bunların insanların işlediği günahlarla hiç ilişkisi yoktur diye bilir bilmez konuşur dururlar ki, bu gerçekten çok yanlıştır. Çünkü yerin ve göklerin melekûtu yalnızca Allah'ın elindedir, O'nun irade ve idaresindedir.

Gerçi bütün tabiat olayları beşerin günahlarına ceza değildir. Lakin hepsinin insan hayatıyla yakından ilgili olduğu, ufak bir sis olayının bile insanları etkilediği kesindir. Hiçbir olay yoktur ki, insanların isyana cüret ettiği Allah Teâlâ'nın kudretini göstermiş olmasın, yine hiçbir olay yoktur ki, insanlar için karşı konulması imkânsız bir ilâhî kudretin azametini, yüceliğini göstermesin. ibretle bakanlar, böyle bir kudretin sahibine karşı nasıl bir tutum ve davranış içinde olmaları gerektiğini görürler ve kendilerine çeki düzen verirler. Tabiat kuvvetleri nasıl karşı konulmaz bir özelliğe sahipse, Allah'ın insan hayatı için koyduğu din kuralları da öyle bir kesinliğe sahiptir. Çünkü her ikisi de aynı şekilde ilâhî iradenin eseridir. Ben burada kendi işimle gücümle meşgul iken filan yerde bir dağın çökmesi, zelzelede binlerce insanın hayatını kaybetmesi, benim günahımın, veya orada yaşayanların günahlarının eseri değilse bile, bana, onu yapan kudrete karşı günahlarımın tehlikeli sonuçlarını ihtar eden bir uyarı, bir tehdit olduğunda, o kudretin bana karşı da bir zorlamayı içermiş bulunduğunda şüphe mi vardır? Bundan başka Allah Teâlâ'nın, doğrudan doğruya insanların işledikleri kötülüklerle ilgili olan o kadar âyetleri vardır ki, kendi gücünün sonsuzluğunu gösteren âyetleri de o kadar çoktur ki, bunlar sayıya gelmez. İşte bütün âyetler, kendi gönül rızasıyla Allah'ın emrine itaat etmeyenleri, fenalıktan korunmak istemeyenleri, Allah Teâlâ, herşeyden önce bu cebrî âyetlerle ve tedbirlerle ittikaya davet eder. Hür iken esir eyler. Bununla da yola gelmeyenleri ebedi azabına çarptırır. Bunun için insanların, şu fıtrî misakı akılda tutmaları icab eder:

Ana Sayfa

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri