103- ASR SURESİ

3. Ancak o kimseler müstesna. Şu sayılacak dört vasıf ile sıfatlanmış olanlar ziyanda değil, kârdadırlar:

1- Ki iman etmişler. Fatiha Sûresi'nde ve Bakara Sûresi'nin başında ve diğer yerlerde geçtiği üzere bütün âlemlerin Rabb'i, Rahmân'ı, Rahîm'i, din gününün sahibi Allah'ın birliğini ve indirdiğini tasdik edip ona ihlas ile ibadet ve itaate söz vermişler, "En güzel (söz)i doğruladı." (Leyl, 92/6) buyurulduğu üzre "en güzel"e; doğru itikad ile inanıp, fazilet ile rezilliğin, iyilik ile kötülüğün, doğru ile eğrinin, mümin ile kâfirin, itaat eden ile isyan edenin, haklı ile haksızın Allah yanında farkı olduğuna, hayır amellerin iyi, şer amellerin kötü cezası verileceği ahiret gününe, din (kıyamet) gününe inanmışlar.

2- Ve iman ile güzel ameller işlemişler. Yani imanları yalnız gönüllerinde ve dillerinde kalmamış, bütün hislerine, akıllarına, varlıklarına işleyerek iradelerine sahip olmuşlar da yaptıkları işleri iman ve inançlarına uygun, Allah'ın rızasına, indirdiği hükümlerine uygun, hak ve hayır olduğuna inanarak yapmışlar, hep iyiliğe çalışıp kendileri, aile, akraba, kavim, insanlık için iyilik, sonu hayır ve menfaat olan işler; "Hanginizin daha güzel iş yaptığınızı denesin için." (Hud, 11/7; Mülk, 67/2) buyurulduğu üzere güçleri yettiği kadar güzel ameller yapmışlar, emrolunan görevleri yerine getirmiş, yasaklanan büyük günah ve çirkinliklerden çekinmişlerdir ki, bunların esası Kitap ve Sünnet'de açıklanmıştır. Zamanına göre cüz'iyat (parçalar)ı da icma-i ümmet ve ictihadlarına bırakılmıştır. İmandan sonra Hak Teâlâ'nın emrini yüceltme yarattıklarına acıma ve menfaat esasında özetlenen salih amel, başlıca iki türlüdür:

Birisi bedene ait ibadetler gibi mükellefin baştan itibaren ve bizzat kendisine faydalı ve kendi iyiliğine olan ameller. Diğeri de zekat ve sadaka gibi başkalarına faydalı olan amellerdir. Birine kendini kemale erdiren, diğerine de başkasını tamlayan, yahut birine fazilet, diğerine fadl (iyilik etme) denilir. Bunun en önemlisi de hakka çağırma ve hak yolunda mücahededir. Onun için bunlar, iman ve güzel amel ile teorik ve pratik güçlerini olgunlaştırmaya çalıştıktan başka, Allah için birbirlerinin ve başkalarının kemal ve kurtuluşlarına da çalışarak, Hakk'a çağırma, iyilik etme ve ıslah etmeyle beraber başkasını kemale erdirmeye gayret hususunda birbirleriyle andlaşmayı ve hep hak yolunda yardımlaşmayı da vazife bilmiş olduklarından dolayı güzel amelin özellikle bu iki kısmına işaretle buyuruluyor ki:

3- Ve Hakk'a vasiyetleşmişlerdir. Yani bütün azimleri Hakk'a yönelik; imanları da, amelleri de, sözleri de hep Hakk'a sarfedilmiş. Çünkü Hakk'a sarfedilmeyen her şey batıldır, hasardır. Ziyan olmayacak iman ve amel de ancak Hakk'a iman ve Hak yolunda çalışmaktır. Onun için bunlar, büyük küçük birbirlerine, aynı cinsten olduklarına gösteriş, münafıklık, ziyankârlık, ilişiksizlik veya riyakârlık ve dalkavukluk etmeyip, bütün iyilik Hakk'ın elinde olduğunu bilerek ve fanî, geçici, aldatıcı, yıkıma götürücü şeylere aldanmayıp, her şeyin hakkını gözeterek hep birbirlerine Hakk'ı tavsiye etmişler, her işte Hak, sabit, doğru olanı yapmayı, Hak üzere birleşmeyi, hep Hakk'a davet etmeyi, emri bil'l-maruf (iyiliği emretmek)u ve nehyi ani'l-münker (kötülüğü yasaklama)i, kısaca Hak ve doğruluk üzere hareketi tavsiye ve nasihat etmişler, öyle yemin edip, o yolda muamele etmişler, imanları da, amelleri de hep Hakk'a sarfedilmiş.

4- Ve sabra vasiyetleşmişler. Yani Hak ve hayır yolunda sabra vasiyetleşmişlerdir. Çünkü zamanın acaibliği, dünyanın aldatması, nefislerin eğilimleri, ziyana gidenlerin çokluğu karşısında hayır yapmak, doğru söylemek, Hak yolunda gitmek bir çok acılar çekmeye, zorluklara katlanmaya, mücalede etmeye, batıl iflas geçitlerini atlamaya, bunlar da sabra dayanmaktadır. Onun için Lokman Sûresi'nde iyiliği emir ve kötülüğü yasaklayanlara "Namazı kıl, iyiliği emret, kötülüğü yasakla, sana isabet edene sabret, kuşkusuz bunlar (Allah'ın yapmanı emrettiği) kesin işlerdendir." (Lokman, 31/17) diye isabet edecek musibetlere sabır tavsiye edilerek, onun azme dayanan büyük işlerden olduğu anlatılmıştı. Burada da bunların birbirlerine doğruyu tavsiye ederken, aynı zamanda sabır da tavsiye ettikleri özellike anlatılmıştır. Nitekim Beled Sûresi'nde akabe (sarp yokuş)yi geçen ve iman edip de birbirlerine hem merhamet, hem sabrı tavsiye edenlerin meymenet sahibi oldukları anlatılmıştı. Hak yolunda can veren şehitlerin Allah katında ebedî hayata ulaşmaları da sabır sayesindedir. Ölüm nasıl olsa takdir edilmiş olan bu âlemde böyle Hak yolunda güzel iş görmek için can vermek ve öyle Hakk'a kavuşmaktan daha büyük ne saadet olabilir? Fakat öyle bir azim, öyle bir sarp yokuşu aşmak kolay değildir.

İşte bu müstesnalar, öyle birer sarp yokuş olan müşkül, zor durum ve hallerde caymamayı, yılmamayı bırakmamayı, dermansızlık göstermemeyi ve böylelikle birbirlerini yardımsız, tesellisiz bırakmayıp gerek itaat ve amel, gerek elem ve musibetler ve gerek nefsin arzularına karşı sabır ve metanet tavsiye etmeyi kendilerine şiar edinmişlerdir.

Bilinmektedir ki sabır, nefsin iyi bir şey yapmak veya kötülüklerden kaçınmak için acıya, meşakkate tahammül kuvvetidir. Başlıca iki çeşit olarak düşünülür:

Birisi, elem ve külfete sabırdır ki bununla taat ve mücahedenin ve güzel amellerin meşakkatlerine katlanılarak yüksek himmet ve gayret sahiplerinin ulaştıkları başarılara erilir.

Birisi de lezzet ve şehevî isteklere karşı sabırdır ki, bununla da haramdan, yasaklardan ve hoş görünüp de sonu fena olan aldatıcı, tehlikeli, maddî veya manevî zarar verici şeylerin zararlarından sakınılır, korunulur. "Cennet zorluklarla çevrilmiş; cehennem de aşırı arzularla çevrilmiştir." hadis-i şerifinde iki yöne de işaret vardır. Sabrın derecesi hususunda fıtrî (doğuştan) kabiliyetin bir hükmü bulunduğu inkâr edilmemekle beraber, terbiyenin, alışkanlığın ve bundan dolayı azim ve iradenin ve onun için de imanın önemi çok büyüktür. Bu yönden sabır, ihtiyarî fiillerden olarak ef'al-i mükellefîn (görevlilerin fiilleri) arasında tavsiye olunduğu gibi "Ey inananlar, sabredin, direnin, cihada hazırlıklı, uyanık olun ve Allah'tan korkun ki, başarıya eresiniz." (Âl-i İmran, 3/200) diye emrolunmuştur. Çünkü "Kuşkusuz Allah sabredenlerle beraberdir." (Bakara, 2/153) ve "Ancak sabredenlere, mükafatları hesapsız ödenecektir." (Zümer, 39/10).

"Sabredenleri müjdele ki, onlara bir bela eriştiği zaman: 'Biz Allah içiniz ve biz ona döneceğiz' derler. İşte Rab'lerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır." (Bakara, 2/155-157). Onun için hadislerde de, "Sabır, genişlğin anahtarıdır." "Sabreden zafer bulur." diye varid olduğu gibi, dilimizde de "İlmin başı sabırdır", "Sabrın sonu selamettir." diye darb-ı mesel olmuştur.

Bu açıklamadan ve sözün gelişinden anlaşılır ki övülen ve tavsiye edilen sabır, iman ve güzel amel ile Hak ve hayır yolunda sabırdır ki bu şecaat, sadakat ve mertlik şiarıdır. Yoksa her kötülüğe katlanmak, her aşağılığa boyun eğmek, pislikler içine düşüp de, her ne pahasına olursa olsun, ondan çıkmaya, kurtulmaya çalışmamak, çabalamamak, ilişik etmemek, batılda, fenalıkta -ne olursa olsun- saplanıp kalmak ve şerre rıza göstermek demek olan tembellik, zillet ve miskinlik ile düşüklükten ibaret bulunan duygusuzluk değildir. Çünkü "Üstünlük, ancak Allah'a, O'nun elçisine ve müminlere mahsustur." (Münafikun, 63/8) ve Allah "Acizlikten ötürü bir yardımcısı bulunmayan." (İsra, 17/111) dır. Ve çünkü şerre rıza şer, küfre rıza küfürdür. Ve eşeğe mahsus yumuşaklık kötülenmiştir. Onun için temizliğini bulanmaktan koruyacak sıkıntıları, çakışları olmayan, yani "Hiç kızma eseri göstermeyen yumuşaklıkta hayır yoktur." diyen şairin şu beytini -yukarılarda da geçtiği üzere Resulullah beğenmişti:

"Berraklığını bulanmaktan koruyacak kızgınlık eseri bulunmayan yumuşaklıkta hayır yoktur."

Ve sahih hadiste "Sizden her kim bir kötülük, bir biçimsizlik görürse onu eliyle değiştirsin, ona gücü yetmeyen diliyle, ona da gücü yetmeyen kalbiyle (değiştirsin) ki bu imanın en zayıfıdır." buyurulmuştur. "Âyetlerimiz hakkında (münasebetsizliğe) dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir söze geçinceye kadar onlardan yüz çevir. Eğer şeytan sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk), o zalimler topluluğuyla oturma."

(En'am, 6/68) âyeti de bu mânâyı ifade eder. Bununla beraber bu gibi sabredilmemesi gereken hallerde de telaş ve hiddetle hareket etmeyip "De ki: İşte benim yolum budur. Allah'a basiretle davet ederim, ben ve bana uyanlar." (Yusuf, 12/108) buyurulduğu üzere basiret ile hareket etmelidir.

İşte ancak böyle iman, güzel ameller, hakkı tavsiyeler, sabrı tavsiyeler ile, bu dört vasıf ile vasıflanan kimseler ziyanda değil, müstesnadırlar. Bu müstesnalardan başkası mutlak bir ziyandadırlar. Bunun dördü de Hakk'a tam imanın belirtisi demektir. Hak, gerçekte sabit ve tahakkuk edici olduğu ve imanın hükmü de inanılana tabi bulunduğu için Hakk'a iman hiçbir zaman yanlış çıkmayacak ve bütün mekan ve zamanın üstünde Hak, hayat ile yaşayacak olan ebedî bir nimet ve saadet olduğundan, dünyada o Hakk'a tam imanın bir tezahüründen ibaret olup da onun yolunda güzel işlere sarfedilmiş bulunan bir hayat, bir ömür, hiçbir zaman boşa gitmez, hüsrana düşmez. Böyle bir imana erişmeyen nefisler de ziyandan kurtulmaz. Hiç imanı olmayanların kurtulamayacağı açık olduğu gibi, batıla iman etmiş olanların da imanın meyvesi olan amelleri, o bâtılın bâtıllığıyla yok olup gideceği de şüphesizdir. Fakat bu âyet şunu gerektiriyor ki, Hakk'a iman etmekle beraber güzel işler yapmayan, Hakk'ı ve sabrı tavsiye etmeyen kimseler de bir çeşit ziyandan hariç kalmamış olurlar. Demek olur ki, iman olunca amelsizlik ziyan etmez diyen Mürcie mezhebi sahiplerinin görüşleri doğru değildir. Doğrusu Sünnet Ehli'nin dedikleri gibi imanı olup da, imanına göre amel etmeyen fasıklar, asiler için de bir çeşit ziyan vardır. Zira ebedî olmamakla beraber mümin isyankarlar için de cehennem vardır. İman en sonunda onları da kurtarırsa da, kötülükleri iyiliklerinden ağır gelen müminler de günahları temizleninceye kadar cehennem azabı olan hüsranı göreceklerdir.

Başta beyan olunduğu üzere bu sûrenin geniş bir şekilde açıklanması bütün Kur'ân demek olduğundan, daha ne kadar açıklaması yapılsa tükenmez. Taberânî "Evsat"da ve Beyhakî "Şuab"da Ebu Huzeyfe'den -ki sohbeti vardır- şöyle dediğini rivayet etmişlerdir. "Resulullah'ın ashabından iki kişi birbiriyle karşılaştıklarında biri diğerine Ve'l-Asrı Sûresi'ni okumadan, sonra da biri diğerine selam vermeden ayrılmazlardı."

Bizlerin de asrımızın gidişini ve ömürlerimizin geçişini anlayıp düşünerek birbirlerimize Hak ve sabır tavsiye etmeye ve Hak Teâlâ'ya tam iman ile güzel amellere başarı dilemeye ihtiyacımız ne kadar çok! Ne kadar çok! Buna karşılık böyle Hak ve hayır tavsiye eden müstesna kişilerle alay ederek, onları türlü türlü ayıplayıp çirkin bulanların da hesabı yok. Fakat bunun üzerine öylelerinin ziyanındaki şiddeti açıklamak için de Hümeze Sûresi geliyor.

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri