2-BAKARA:

122- Ey İsrailoğulları! Size, her şeyden önce Âdem soyu içinde kitap ve nübüvvete aşina olmanız, ilâhî ahdin sorumluluğunu yüklenmiş büyük bir ümmet olmanız ve bir de Musa kavminden bulunmanız dolayısıyla hitap edildi, lakin dinleyenleriniz çok az oldu. Şimdi onları destekler mahiyette bir de İbrahim s o yundan gelmeniz dolayısıyla bazı ihtar ve uyarılara muhatap tutulacaksınız. Kitap ehli ne demekmiş, nasıl olurmuş, gördünüz ya! Artık insafa gelerek aklınızı başınıza alarak vaktiyle size ihsan ettiğim nimetlerimi, nübüvvet nimetimi ve bilhassa ahir za m an nebisinin gönderileceğini bildiren va'dimi ve onun bir mukaddimesini teşkil eden geçmişteki devleti.

123-hatırlayınız da hiç kimsenin, bir başkası yerine hiçbir şey yapamayacağı, kimseden fidye kabul edilmiyeceği, şefaatin de bir fayda sağlamayacağı ve bunlara hiçbir taraftan yardım edilmeyeceği günden, o korkunç günün azabından korununuz! Bunlar size üçüncü defa olarak hatırlatılıyor. Geçmişteki o nimetlerin asıl sebebi neydi biliyor musunuz?

124-125- Bunu bilmek için o nimeti içinizi çekerek düşünün ve çektiğiniz, çekeceğiniz belaları hesaba katarak takvaya sarılın, ve o vakti iyice hatırda tutun ki, İbrahim'i Rabbi birtakım kelimeler ile müptela kılmış, yani mükellef tutmuş, imtihana çekmiş, neticede İbrahim o kelimeleri tamamlayıp, ikmal etmiş idi. Yani Rabbi onu imtihan etmiş, o da imtihanı baştan sona başarıyla vermişti.

İptilâ ve Belâ: Tecrübe ve imtihan mânâsınadır ki, esasen iki farklı anlamı içine alır: Birisi bir şeyin gizli olan özelliğini, içyüzünü tanımayı istemek, diğeri de o şeyin iyi ve kötü yanlarını, eksik veya üstün taraflarını ortaya çıkarmaktır. Birinci mânâ, gizliyi ve açığı bilen Cenab-ı Allah hakkında zaten tasavvuru bile mümkün olmayan bir mesele olduğu n dan, Allah'ın İbrahim'i imtihana çekmesi, ancak ikinci anlamıyla ele alınabilir. Bir de imtihan, imtihan olunan hakkında hayır veya şer bir mihneti, bir zahmeti gerektirir ki, bu bakımdan imtihan kelimesi genellikle zahmetli ve meşakkatli şeyler hakkında k ullanılır. Cenab-ı Hak-k'ın, kullarına ait sorumluluk emirleri de kulun nefsanî temayülleri ile Allah'ın rızası arasında dönüp dolaştığından bir taraftan bir külfet ve zahmeti, öbür taraftan kulda, sevap ve azaba sebebiyet verecek hal ve davranışların ort a ya çıkmasını gerektiren ve bu bakımdan kulun iyi yönde gelişmesini sağlayan terbiyeye ait özellikler taşıdığından onlar da tecrübe ve imtihana benzer şeylerdir. Kulların kendi işlerinde tecrübe ve imtihana dayanan gerçekler üzere amel etmelerini, mücerret nazariyelerle, soyut düşüncelerle yetinmemelerini öğretmek için bunları emretmiş olabilir. Cenab-ı Allah, İbrahim'e kendi fiilini tecrübe ve imtihan suretinde anlatmak istemiş olabilir.

"İbrahim" isminin esasen Süryanî dilinden geldiği ve Arapça mânâsı ile "merhametli baba" demek olduğu ve bu şekilde Arapça ile Süryanîce arasında lafız ve mânâ yönünden bir benzerlik bulunduğu söylenegelmiştir.

Rabbi, İbrahim'i böyle imtihan etti de ne yaptı? Ne dedi bilir misiniz? Rabbi, ona dedi ki; Muhakkak ki, ben seni insanlara imam yapacağım, yani imamet-i kübra ile seni öne geçirip, herkesi sana tabi kılacağım, seni muktedâbih (kendisine uyulan önder) yapacağım.

İmam: Öne geçmek, maksud (kastedilen) ve metbû (tabi olunan) olmak mânâsına gelen masdardan alınmış ve me'mûm (uyulan) mânâsına isim olmuştur ki, muktedabih, ön, öncül demektir. Şu halde imamet-i kübra, din ve dünya işlerinde insanlara öncülük ve riyaset etmektir. Bunun en son ve en yüce mertebesi de risalettir. Bu imamet ise amelde düstur o lacak birtakım dinî hükümlere, millet ve şeriate sahip kılmak ve bununla insanların önüne geçirmek demek olur.

İbrahim cevaben zürriyetimden de dedi. Ey Rabbbim, beni imam yap, fakat bu ihsanın sadece bana mahsus kalmasın, zürriyetimden de bir kısım insanları zamanı gelince imam yap, bana vereceğin nimeti, imamet ve risaleti onlara da ver, diye kelimenin tamamlanmasını diledi. Anlaşılıyor ki, hepsine demedi, içlerinden bazılarına, dedi. Zira biliyordu ki, hepsine peygamberlik istemek, ilâhî hikmete aykırı olurdu. Önce zürriyetinin az olmasını; ikincisi, zürriyetinin fitne ve ihtilafa düşmesini istemiş olurdu. Üçüncüsü birçok yardımcı ve destekçiye ihtiyaç gösteren imamet konusunda zürriyetinin başkalarına muhtaç olmasını temenni etmiş olurdu ki, bunları istemek zürriyeti hakkında hayır dua olmazdı. Herhalde zürriyeti içinde imam bulunurken, ümmet de bulunmalı idi. Bunun için demeyip, dedi. Rabbi, bunu tamamına erdirmek için zalimler benim ahdime nail olamazlar, buyurdu. İbrahim zürriyetinden imam olabilecek kısmın herhalde zalimler güruhu olmadığını ve zalimlerin bu büyük devletten kesinlikle mahrum olacaklarını ve imametin, hak ve layıkının, adaletlilere verilmek bulunduğunu anlatmış oldu. Bu âyet, zalimin imamete ehil ve layık olmadığına ve başlangıçta adil olup, sonradan zulüm yaparsa, hal'inin (makamından alınmasının) vacip olduğuna delildir. Lam-ı tarif ile marife (belirli) olan isimler genellik ifade ettiklerinden "ez-zalimîn" tabiri, kıyamete kadar gelecek bütün zalimlerin hepsine şamildir. Fakat bunun bilhassa Kur'ân'ın nüzulü sırasında tamamen bilinen muhatapları vardı ki, o da İsrailoğulları'dır ve bu nassın siyakına hedef olanlar onlardır. Bundan dolayıdır ki, yukarıdaki âyetlerde çok sayıda "Siz zalimlersiniz!" şeklinde azarlanmış ve ayıplanmışlardı. Sûrenin başından beri İsrailoğulları'nın tarih boyunca işlemiş oldukları suçların sayılıp dökülmesindeki esas maksat ve hikmet, onlara bu zulümlerini isbat idi ki, hasılı "İsrailoğulları sonradan zalim oldular, zalimlerden ise im am ve Resul (Peygamber) olmaz, onlardan imamet kesilmiş olacaktır." demektir. İşte Ey İsrailoğulları, sizin vaktiyle o nimete, o üstünlüğe nail olmanızın sebebi ta Hz. İbrahim devrinden, onun Rabbine verdiği imtihandan ve bu kelimelerden ve Rabbinin ona olan ahd ve va'dinden ileri geliyordu. Siz Hz. Musa devrinde zalim değil, bilakis İbrahim soyundan gelenler içinde belki en mazlumları idiniz. İşte bundan dolayı o nimete nail oldunuz. Uzun süre nübüvvet ve imamete nail olmuş bir ümmet olarak, âlemlere üstün tutuldunuz. Fakat o altın buzağıya tapma hadisesinden itibaren zulme başladınız, git gide bütün harekatınızda bu zulüm nihayet kavminizin genel karakteri haline geldi, artık bundan sonra imamet İsrailoğulları'ndan çıktı ve İbrahim zürriyetinin öbür koluna geçti. İbrahim'in bu imtihanını ve bu kelimatını iyi hatırlar ve üzerinde iyi düşünürseniz, açık seçik anlarsınız ki, Tevrat'ta geleceği vaad edilen ahir zaman peygamberi İsrailoğulları'ndan değil, İsrail'in amcası olan Hz. İsmail evladından gelecektir. Siz, Tevrat'ın verdiği haber gereğince bir son peygamberin geleceğinden şüphe etmez ve onunla büyük fetihler yapacağınıza inanırken, bugün gönderilmiş bulunan son peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa'yı, "bu bizden değil, İsrailoğulları'ndan değil" diyerek, kı s kançlık yüzünden inkara kalkışıyorsunuz. Halbuki o, bir bakıma sizden değil ise de, diğer bakımdan sizden sayılır, sizin gibi zulüm damgası yemiş olmaktan uzak bir koldandır, İbrahim zürriyetindendir. Bununla beraber siz bu yolla gelen bir imamet şerefind e n de pay almak istemezseniz zulmünüz ve haksızlığınız kat kat artacaktır, ebediyyen nimet yüzü görmiyeceksiniz. Bu kelimeleri iyi belleyiniz ve çok iyi düşününüz...

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri