6-EN'AM:

143-144-145- ZEVC: Cinsinden bir diğeri ile beraber bulunan demektir ki, bunlardan her biri, diğerine göre zevc, yani eş, kendi kendine fert diye adlandırılır. Ve bundan dolayı zevc ikisinin değil, ikiden birinin diğerine göre ismidir. İkisine birden "zevcân, zevceyn" denilir. Şu halde zevc, tam anlamıyla bizim "çift" dediğimiz değil, "eş" yani bir çiftin her bir tekidir. Mesela "sekiz çift" dediğimiz zaman "onaltı eş" anlaşılır. "Semâniyete ezvâc" ise, âyette açıklandığı üzere ikisi koyun, ikisi keçi, ikisi deve, ikisi sığır cinsinden olmak üzere, erkek ve dişi dört çift, fakat sekiz eştir. Bu âyetlerde görülüyor ki "en'âm" (hayvanlar) denilen bu sekiz eşin helal oluşunu ispat ve anlatmak için burada pek güzel bir "tahric ve tenkîh-i menât" usulü gösterilmiştir. Önce sekiz eş, diye bir sayma, ikinci olarak koyun, keçi, deve ve sığır olmak üzere dört cins, bunların birbirlerine benzerliklerine göre ikişer ikişer gruplandırma; üçüncü olarak, her grup ve çiftten haram sayılması muhtemel olan erkeklik, dişilik veya rahimde bulunmak üzere özelliklerini ayrıntılı bir şekilde belirleme; dördüncü olarak, bunların hiçbiri ile haram olmanın bir ilgisi ve temayülünün varlık veya yokluğunun karşılıklı lüzumu, devamlılığı ve yansıması olmadığını açık bir şekilde göstererek, hiçbirinde yaratılış bakımından haram olma sebebinin bulunmadığını ve bundan dolayı ne erkeğinin, ne dişisinin haram olmadıklarını ispat etmiştir ki, işte usûl ilminde açıklandığı üzere, bir müctehidin fıkhî kıyas ile ictihad edip dini hükümler tesbit etmesinin esası da böyle "tahric ve tenkih-ı menât"tır. Bu ilmi metod, bu âyetlerde, böyle en güzel bir şekilde gösterildikten sonra, helal ve haram meselelerinde yalnız bu aklî metodun, yani kıyasın yeterli olmayacağını ve kıyasın ilmî ve fıkhî olmak için menâtın, yani illetin, sabit bir asıla, değişmez bir kurala dayanması gerektiğini, bu sabit aslın da başka bir ölçü ile değil, ancak vahiy ile sabit olabileceğini anlatmak için fasl-ı hitab olmak üzere şöyle buyruluyor: Ey Muhammed, de ki: "Bana vahyedilmiş olanda yiyecek olan kimseye haram kılınmış bir yiyecek bulmuyorum ancak, leş olması, yani tezkiyesiz olarak, Türkçesi bısmıl olmayarak (besmelesiz) ölmüş bulunması ki, kendi kendine ölmüş, boğulmuş, taşla veya odunla vurularak öldürülmüş, yüksekten düşmüş, boynuzlanmış, canavar parçalayarak ölmüş hayvanların hepsini içine alır. (Bkz: Mâide, 5/3) Yahut, dökülmüş kan olması ki, ciğer, dalak ve kesimden sonra damarlarda kalmış olan kan kalıntısı bunun dışındadır. Yahut domuz eti olması çünkü domuz eti pisliktir, yani mutlaka necistir, pistir. Bu gerekçeden anlaşılır ki, ne kadar pis şeyler varsa hepsi öncelikle haramdır ve haram oldukları açıktır. Nitekim "Onlara çirkin şeyleri haram kılar" (A'râf, 7/157) âyetiyle bu genel bir nassa bağlanmıştır. Ve bu şekilde "çünkü o pisliktir" ifadesi leş ve dökülmüş kanın haramlığına da delalet yoluyla sebep olmaktadır. Mâide sûresinde geçtiği üzere şarap da "rics" (pislik) olduğu için, buna diğer alkollü içkiler de dahildir. Yukarda geçen "Günahın açığını da gizlisini de bırakın" (En'âm 6/120) âyetinin mânâsı da gösterir ki "rics" de, zahir ve batın, yani açık ve gizli olmaktan daha geneldir. Şu halde yalnız dış görünüşüyle pis olanlar değil, bâtınen (mânen, görünmez) pis olanlar da haramdır. Yahut bir fısk olması, yani onunla Allah'tan başkasına haykırılmış olması müstesnadır ki, bunlar haramdırlar. Allah'tan başkasına haykırılmış olmak demek, Allah'tan başkasının ismi anılarak kesilenler demektir. Bununla beraber kaydı, "Kesilirken üzerine Allah'ın adı anılmayan hayvanları yemeyin. Çünkü onu yemek, yoldan çıkmaktır." (En'âm, 6/121) buyruğu gereğince bilerek Besmele'yi terketmenin; aynı şekilde Mâide sûresinin 3. âyetindeki "Putlar üzerine boğazlanan hayvanlar ve fal oklarıyla şans aramanız size haram kılındı. Bunlar fısktır (insanı yoldan çıkaran kötü şeylerdir)" buyruğu gereğince putlar üzerine kesilen hayvanlar ile kumar kısmetlerinin de "Allah'tan başkası adına kesilenler" kabilinden olduğuna işarettir. Sonra her kim çaresiz bulunur, helal bir yiyecek bulamaz da aşırı açlık hâlinde zorunlu olarak bunlardan yemek mecburiyetinde kalırsa bağî ve mütecaviz olmadığı, yani diğer bir zor durumda kalmış kimsenin elindekini almadığı ve yemekte zaruret miktarını aşmadığı takdirde Şüphesiz Rabbin bağışlayandır, merhamet edendir; bundan sorumlu tutmaz. (Bakara, 2/173 ve Mâide, 5/3 âyetlerine bkz.) Demek ki, çaresiz için yemek hususunda haram olan hiçbir şey yoktur; ancak "saldırganlık" ve "aşırılık" sınırlaması vardır. Şu halde zor durumda bulunmayanlar için saldırganlık ve aşırılık öncelikle haramdır. Şu halde, önceki dört şeyde özetlenen haramlar, zor durumda kalanın dışındakilere mahsus olduğu halde, başkasının hakkına tecavüz ederek malını yemek ve bir de zarurette zarurete göre, genişlikte genişliğe göre sınırı aşıp israf etmek, genel olarak herkese haramdır. İnsanın yiyeceğine, malına, hukukuna tecavüz, böyle herkese genel olarak haram olunca, kendine tecavüzün daha çok öncelikle ve kuvvetle haram olduğu da ister istemez anlaşılır. Aynı şekilde bütün bu açıklamalarda insana açık ve gizli olarak zarar veren herhangi bir şeyin de haram olduğu ve genellikle haram olma sebebinin pislik, kötülük, saldırganlık ve aşırılık, bu dörtten birine, bunların da insana maddî veya manevî, açık veya gizli zarar anlayışına, bunun da ilâhî hükme dayandığı ve bunların ayrıntılarını bundan önceki âyetlerde gösterildiği üzere "tahrîk-i menat" veya "tenkîh-ı menat" veya "tahkîk-i menat" ile bu asıllara döndürerek anlamak gerektiği de anlaşılır ki, bunlar, gerek diğer âyetlerde, gerek peygamberimizin sünnetinde etraflıca açıklanmıştır. Yırtıcı canavarların, kuşların, pis böceklerin ve zehirlilerin haramlığı da hep bu sebep ve asıllarla ilgilidir. İşte bu şekilde burada Resulullah'a olunan vahiyde, haram kılınan yiyeceklerin bu istisnalarla sayılıp açıklanan şeylerle sınırlı bulunduğu bildirilmiştir. Demek ki Mekke'de bu âyetin inmesine kadar, yiyeceklere ait olarak, bunlardan başka haram bulunmadığı muhakkaktır. Acaba sonradan oldu mu olmadı mı? Gerçi bu âyet, diğer hususlarda olduğu gibi, yiyecek hususunda da daha sonra diğer haram kılmaların vahyolunmasına aykırı ve engel değildir. Nitekim Mâide sûresindeki açıklamalar iniş bakımından bundan sonradır. Bununla beraber birçok müfessir, bu âyetin muhkem âyetlerden olduğunu nakledip açıklamaktadır. Şu halde bu konuda Kitab ve Sünnette bundan sonra gelen açıklamalar, bu âyetin dışında bir şeyi haram kılmamış, yani bundaki sınırlamayı neshetmemiş; aksine bunu açıklayıp teker teker saymıştır. Nitekim Bakara sûresi Medine'de nazil olduğu halde onda da "Allah size sadece... haram kıldı." (Bakara, 2/173) diye yine "kasr" ile gelmiştir. Bunun için, bazılarının dediği gibi, buradan istisna münkatıdir, bu ise kasr ifade etmez, demesi de geçerli olmaz. Çünkü ittifakla "kasr" edatıdır. Şu halde mat'ûmât (yenecek şeyler) tabirinin meşrubatı (içecekleri) da kapsadığı kabul edilirse, "rics" kavramı içinde şarap ve diğer sarhoşluk veren şeylerin de haramlığına, daha Mekke'de iken işaret buyrulmuş demektir. Bununla beraber bu sûrede bu âyetin Medenî olan birkaç âyet arasında bulunduğu hakkında da bir rivayet vardır. Bu durumda âyetin, muhkem âyetlerden olduğu daha iyi anlaşılır. Yani hükmünde hiçbir nesh olmadığı muhakkaktır. Ancak böyle olması "pislik, kötülük, saldırganlık ve aşırılık" sebeplerinin bazı şeylerde gerçekleşmesi gizli olabileceği için, leş, akıtılmış kan, domuz eti, "Allah'tan başkası adına kesilenler" ve herkesçe bilinen pisliklerden başka şeyleri kapsayıp kapsamadığı bakımından yoruma gerek duyulan bazı yönlerinin bulunmasına da engel değildir.

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri