6-EN'AM:

74- Mâide Sûresinin 69. âyetinde de açıklandığı üzere "İbrahim ümmeti" (millet-i İbrâhim) olan "Haniflik" ilk önce ve bizzat Sâbie'nin karşılığı oluyordu. Sâbie ise, "ashâbı eşhâs" (şahıslara tapanlar) ve "ashâb-ı heyâkili'n-nücûm" (yıldız heykellerine tapanlar) olarak iki kısma ayrılıyor ve her ikisi de rûhâniyet taassubuna ve meleklere kulluk etme fikrine dönüşüyor ve bundan bir tarafta cisimli beşeri rûhânîlikten soyutlamakla aşağılanıyor; diğer taraftan beşerî tağut (azgın)ların ortak koşma ve tanrılık davasına vesile yapılıyordu. Ve İbrahim aleyhisselâm bunları kırmak için gönderilmişti. Burada göreceğiz ki önce puta tapanların açık sapıklıkları, ikinci olarak yıldızlara tapanların nazarî sapıklıkları açıklanarak ve beşerin melekûte ulaşması gösterilerek Allah'ı birlemenin isbatı ile Hanifliğin esası tesbit edilmiş ve beşerî nübüvvet anlatılmıştır. Ve nihayet metafizik unsurların, melek ve şeytan gibi gizli kuvvetleri beşer ilâhı sayarak tanrılıkta ortak eden ruhlara tapanların felsefî sapıklıklarını iptal eden tevhid delilleri açıklanmıştır.

İbrahim Aleyhisselâm'ın faziletini itiraf etmeyen millet yok gibidir. Arap müşrikleri onun evlatları ve mensubları olduklarını ikrar etmek sûretiyle üstünlüğünü itiraf ediyorlardı. Yahudiler, hıristiyanlar ve müslümanlar da onu büyüklemişler ve yüksek kadrini itiraf etmişlerdir. Bu büyük mevki, böyle âlemin çoğunluğunun faziletini ve yüksek mertebesini itiraf etmesi, Hz. İbrahim Halil aleyhisselâm kadar hiç kimseye nasib olmamıştı. "Allahım, Muhammed (s.a.v)in ve yakınlarının şereflerini daima yücelt, İbrahim ile yakınlarının şereflerini yüceltiğin gibi Şüphesiz bütün hamdler ve yücelikler ancak sana mahsustur". "Allah'ım, Muhammed (s.a.v)'e ve yakınlarına bereketlerini artır, İbrahim ve yakınlarına bereketlerini artırdığın gibi. Şüphesiz bütün hamdler ve yücelikler sana mahsustur". Bunun sebebi, "Bana verdiğiniz sözü tutun ki, ben de size verdiğim sözü tutayım" (Bakara, 2/40), "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım bekleriz" (Fâtiha, 1/5) âyetlerinin delaletince Rab ile kul arasındaki fıtrî sözleşmedir. İbrahim aleyhisselâm bu kulluk ahdini tutmuş ve Allah Teâlâ buna kısaca da, genişce de şahitlik etmiştir. Kısacası iki âyettedir: Birincisi "Rabbi bir zaman İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, o da onları tamamlamıştı" (Bakara, 2/124) âyeti ki, onun kulluk ahdini tamamladığına dair bir ilâhî şahitliktir. İkincisi de "Rabb'i ona: 'islâm ol' dedi. O da: 'Âlemlerin Rabb'ine teslim oldum' dedi" (Bakara, 2/131) âyetidir.

Tafsîle gelince: Hz. İbrahim, Allah'ın birliğini ispat ve ona ortak koşmayı yıkmak için birçok yerde, birinci olarak babasıyla "Sen putları tanrı mı ediniyorsun?" (En'âm, 6/74) ve "Babacığım, işitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir şey kazandırmayacak olan şeylere niçin tapıyorsun?" (Meryem, 19/42) diye. İkinci olarak kavmiyle hemen yukarda meâli arzedilen En'âm Sûresinin 76-81 nci âyetlerinde geçen mücadelesi ile. Üçüncü olarak zamanının hükümdarı ile "Benim Rab'im yaşatır ve öldürür" (Bakara, 2/258) diye münazara etmiş, Dördüncü olarak kâfirler ile "Nihayet (İbrahim) onları parça parça etti, yalnız onların büyüğünü bıraktı" (Enbiyâ, 21/58) âyetinin delaletine göre putlarını kırarak, fiilî bir şekilde tartışma yapmış, sonra kavmi "Onu yakın, tanrılarınıza yardım edin" (Enbiyâ, 21/68) demişler, ateşlere atılmış. Sonra "Muhakkak ki ben rüyamda seni kestiğimi görüyorum" (Saffât, 37/102) diye Allah'ın emrine oğlunu adamış, hasılı kalbini irfana, dilini burhana, bedenini ateşe, çocuğunu kurbana, malını misafir ve iyilik yapmaya teslim ve tahsis ederek kulluk ve sevgide kahramanlığını ispat etmiş ve sonra "Benden sonrakiler, içinde beni iyi dille anılanlardan eyle, beni Naîm cennetinin vârislerinden kıl, babamı da bağışla, şüphesiz o sapıklardan biriydi, yaratılanların diriltilecekleri gün beni rezil etme, o gün ne mal, ne de oğullar fayda verir" (Şuarâ, 26/84-88) diye Rabbine yalvarmış ve niyaz eylemiş ve bundan dolayı Allah Teâlâ'nın lutuf ve ihsanı da duasına icabet etmek suretiyle isteğinin yerine getirilmesini ve tahkikini gerektirmiştir. Arap müşrikleri de anılanın üstünlüğünü itiraf ettiklerinden dolayı onlara karşı "De ki: biz Allah'ı bırakıp da bize fayda veya zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım?" (En'âm, 6/71) davetini ispat ve açıklama sadedinde Allah Teâlâ Hz. İbrahim'in kavmiyle olan tartışmasını ve ilâhî melekûte nâil oluşunu bir delil ve geçmişten bir örnek, bir ibret dersi olmak üzere hatırlatmakla ve işin başında puta tapıcıların apaçık sapıklıkların da hatırlatmak sûretiyle buyurmuştur ki:

Öyle de ve şunu hatırlat hani İbrahim babası Azer'e (veyahut Yakub kırâetinde "râ = "nın zammiyle okunduğuna göre, İbrahim'in babasına: "Ey Âzer!") putları bir sürü ilâh mı tutuyorsun? Muhakkak ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum, demişti. Ruh sahibi olan beşerin gerek insan heykeli olsun ve gerek yıldız ve melek heykeli farz edilsin, cansız putlara karşı alçalma ve tapınma ne açık bir sapıklıktır. İbrahim bunu babası veya babası yerinde amcası olan Âzer'den başlayarak kavminin yüzüne vurmaktan ve onları irşad etmekten çekinmemişti.

Bu âyette Hz. İbrahim'in babasının isminin "Âzer" olduğu anlaşılıyor. Tarih kitaplarında ise Süryanice "Târah" olduğu meşhurdur. O halde Yakub ve İsrail gibi, biri isim, biri lakab olmak üzere "Âzer" ve "Târah" diye iki ismi var demektir. Râğıb "Müfredât"ında, "Âzer'in, Târah'ın Arapçalaşmışı denilmiş olduğunu da nakletmiş ise de, bunu tefsirciler hiç dikkat nazarına almamışlardır. Bu derece büyük bir değişme ile Arapçalaştırmada ucme (Arapça olmayan kelime) kokusu kalmamış olacağından kelime "hatem" gibi munsarif olmak gerekirdi. Bazıları da Âzer'in, Hârezm lugatı ve şeyh-i herim yani pek kocamış ihtiyar demek olduğunu ve bir de bir put ismi olduğunu dahi söylemişlerdir. Bazıları da demiştir ki, İbrahim Aleyhisselâm'ın babası Târah'tır, Âzer de amcasıdır. Amcaya ve dedeye de baba denilir. Nitekim Kur'ân'da Yakub'un çocuklarından hikaye edilerek "Senin tanrın ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın tanrısı olan tek tanrıya kulluk edeceğiz" (Bakara, 2/133) buyurulmuştur. Ve Hz. İsmail, Hz. Yakub'un amcası olduğu halde baba denilmiştir, Şîa'nın tercih ettiği görüş budur. Bunlar, "Hz. İbrahim ve babası, Hz. Peygamberimiz'in dedelerindendir. Halbuki "Secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" (Şuarâ, 26/219) âyetinin delaletine göre Peygamber'in ecdadında kâfir yoktur. Âzer ise kâfirdir. Bir de bu âyetten ve bilhassa Yakub Kırâetine göre, Hz. İbrahim Âzer'e ismini söyleyerek ve sapıklığını yüzüne vurarak hitap ettiği gösteriliyor ki babaya iyilik ve ihsan bir dinî görev olduğu halde İbrahim aleyhisselâm gibi bir büyük peygamberin babasına böyle eza ve cefa edici bir seslenişi caiz görmiyeceği açıktır. Şu halde bu iki engelleyici karine gösterir ki Âzer, İbrahim'in gerçek manasıyla babası değildir" diyorlar. Fakat bunlar Kur'ân'n zahirine karşı zorlama ve taassubdur. Zira Hz. Peygamber'in nesebine asla sifah (ahmak, cahil, müsrif) karışmamış, hepsi nikahtan gelmiş olduğunda tereddüt yoksa da "secde edenler arasında dolaşmanı da (görüyor)" âyetinde sulbî hareketler mânâsı kesin olmadığı gibi, Hz. İbrahim'in tutumu da "Eğer anne ve baban seni, bilmediğin bir şeyi bana ortak koşmaya zorlarlarsa, onlara itaat etme, dünya işlerinde onlara gayet iyi davran" (Lokman, 31/15) mefhumundan haric değildir. Sonra tarih kitaplarında meşhur olan Târah isminin kaynağı nihayet yahudi ve hıristiyan haberlerine, bu da Tevrat'a dayanmış olabilir. Bu ise Kur'ân'ın Âzer şeklindeki haberine karşı koyabilecek bir kuvveti hâiz değildir. Onlar Kur'ân üzerine değil, Kur'ân onlar üzerine koruyucu ve gözcüdür.

İbnü Cerir tefsirinde açıklandığı üzere Muhammed b. İshak demiştir ki: "Âzer, Hz. İbrahim'in babasıdır. Ve Kûfe civarında Kûsâ kasabası ahalisinden bir adam olduğu bize zikredilen haberler cümlesindendir." Ebu Hayyân tefsirinde de, "marangoz, müneccim (astrolog) ve mühendis olduğunu ve Nemrud'un da yıldızlara ve geometriye merakı olduğundan, onun yanında ilgi ve alakaya mazhar olduğunu zikretmişlerdir. Ve Kûfe civarında Kûsâ denilen bir kasabadan idi, Mücahid böyle demiştir. Ve Hz. İbrahim de bu kasabada doğdu, denilmiş. Bundan başka Âzer'in Harran halkından olduğu da söylenmiştir" diye nakletmiştir. "Mu'cemü'l-Büldân"da Kûsâ üç yerdedir. Babil toprağında, Irak civarında, Mekke'de. Irak Kûsâ'sı ikidir: Kûsettarîk, Küserrubâ, İbrahim Aleyhisselâm'ın kabri ve doğumu buradadır. Ve bunların ikisi de Bâbil toprağındadır. Hz. İbrahim burada ateşe atılmıştır.

Şimdi, mevcut ve hayal edilen herhangi bir şeyin hayalini temsil eden, yapılmış cansız putların önünde insanlığı aşağılayan puta tapıcıların açık sapıklığı hatırlatıldıktan sonra, buna sebep olan ve heykele tapanlar denilen yıldıza tapmaların da nazarî sapıklıklarını göstermek ve bir beşer olan Hz. İbrahim'in

Allah'ın lutfuyla bütün göklerin ve yerin hükümranlığına ulaşmasını ve bilgi sahibi olmasını, bu sayede insanlığı Allah'dan başkasına esir ve mahkum olma kaydından kurtarmakla, insanlığın yüzünü doğrudan doğruya ve yalnız Allah'a yöneltmek için Allah'ı birlemeyi ve Hanifliği nasıl ispat ettiğini ve anlattığını açıklamak için buyuruluyor ki:


Geri Dön

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri