8-ENFAL SURESİ

61- Ve eğer onlar, (o nebz veya çekingenlikten dolayı) barışa meyil gösterirlerse sen de barışa meylet. Zira asıl maksat savaş değil, barış ve selamettir.

Nitekim bu konuda şöyle denilmiştir:

"Barış ve uzlaşma ortamında sen dilediğini seçer alırsın."
"Savaş ise onun esintisinin bile sana getirdiği acı yeter."

Bundan dolayı karşı tarafın barışa meyil göstermesine karşılık sen de barıştan yana olmalısın. Ve Allah'a tevekkül et, O'na güven ve O'na sırtını daya. Acaba bunların asıl maksatları savaş da gizli bir oyun peşinde oldukları için mi barıştan yana görünüyorlar? Acaba bana bir hile mi yaparlar? diye korkma. Muhakkak ki, herşeyi işiten, bilen yalnızca O'dur. Şu halde onların gizli niyetlerini, gizlice yaptıkları fısıldaşmaları işitip bilecek olan Allah olduğu gibi, onların cezasını verecek olan da yine O'dur. Bundan dolayı:

62- Şayet sana, barış yüzünü gösterip savaş maksadı güderek hile yapmak murad ederlerse muhakkak ki, sana Allah yeter, gözeticin, yardımcın ve koruyucun olarak Allah sana yeter. O sana kafi gelir. Zira o Allahdır ki, seni kendi nusretiyle ve bütün müminlerle destekledi,

63-64- ve müminlerin kalblerini ısındırıp, kaynaştırdı. Eskiden onların aralarında öyle ayrılık, birbirlerine karşı öyle nefret kin, düşmanlık ve intikam hissi vardı ki, yeryüzündeki servetin hepsini sarfetmiş olsaydın, yani herhangi bir kimse bu kadar serveti bu uğurda harcamış olsaydı, onların kalplerini böylesine birleştirip kaynaştıramazdın, o ülfeti, o anlaşmayı ve yakınlaşmayı meydana getiremezdin. "Kalpleri arasını" sözüyle ifadeyi vurgulamak, bilhassa şuna işaret ediyor ki, böyle servet harcamakla çeşitli insanları zahiren bir araya getirmek mümkün olabilirse de kalplerini, vicdanlarını barıştırıp yakınlaştırmak bununla kabil olmaz. Ve lâkin Allah, aralarını böylesine kaynaştırdı. Kalpleriyle ve kalıplarıyla onları birbirlerine dost etti, kudreti sayesinde aralarındaki açıklığı kapattı, tevhid imanı ile öyle bir muhabbet ve ülfet verdi ki, hak ve hakikat açısından içleri ve dışları bir tek şahıs gibi kaynaşmış bir hâl aldı, muhkem bir kale gibi bir ictimai bünyeye sahip oldular. Bunlar İslâm'a girip Resulullah'a biatten önce aralarında öfke, kin, haset ve düşmanlık duyguları içinde yüzüyorlardı. Birbirlerini öldürüp, mallarını yağma eden ve sürekli kan davalarıyla bir türlü bir araya gelemeyen, anlaşamayan ve uzlaşamayan çeşitli kavim ve kabilelerden insanlar idi. Özellikle Ensar'ın iki ayrı kolu olan Evs ve Hazreç kabileleri arasında pekçok düşmanlık konusu cerayan etmiş ve öyle olaylar olmuştu ki, tarafların büyüklerini kırmış geçirmiş, boyunlarını iğne ipliğe çevirmişti. Ne zaman ki, Allah Teâlâ onlara bütün o eski düşmanlıkları unutturdu, o kin ve öfkeyi gönüllerinden sildi ve yerine bir kardeşlik sevgisi ve karşılıklı dostluk duygusu koydu işte o zaman tam anlamıyla dost ve kardeş oldular. Allah ve Resulullah sevgisiyle birbirlerine kenetlendiler ve hepsi tek yürek, tek bilek haline gelip huzura erdiler ve nihayet Ensar oldular ve Muhacirin ile kardeş oldular. Allah Resulünün arkasında hakkın tek vücut halindeki desteği oldular. Kendilerinde "Attığın zaman sen atmadın Allah attı." sırrı zahir oldu. Şüphesiz O, bir güçlüdür ki, kudretine sınır bulunmaz, iradesine karşı durulmaz. Öyle bir hakimdir ki, dilediğini nasıl yerine getireceğini bütün incelikleriyle bilir ve hükmünde isabetsizlik olmaz.

Geri Dön

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri