113-FELAK SURESİ:
3. Ve bir ğâsikın şerrinden vukubu sıra, yani girip daldığı, yahut bastığı veya battığı zaman.

Ğâsik kelimesi de bir çok mânâ ile tefsir edilmiş geniş anlamlı bir kelimedir. Bunun masdarı olan "ğasak" veya "ğusuk" veya "ğasekan" lugatta şiddetli karanlık, dolgunluk, akmak, dökülmek, soğukluk ve kokarlık mânâlarıyla ilgilidir. Hepsinin esası da (imtilâ) dolmak veya (seyelân) akmak yahut (insibab) dökülmek mânâlarından birisi olduğu beyan olunuyor. Gecenin karanlığı hücum edip dolarak çok karanlık olmasına masdar o l arak "ğasak" ve "ğasakan" ve "ğusuk" denildiği gibi ilk koyu karanlığa da isim olarak "ğasak" denilir. Bu yönden "gasak", "felâk"a karşılık getirilir de "ğasaktan felâka kadar" denilir ki, gecenin kararmasından sabahın aydınlığına kadar demektir. Buğda y içinde bulunan karacaya da "ğasak" denilir. Gözün dumanlanıp seçimsiz olmasına veya yaşarıp sulanmasına yani iki şekilde de göz kararmasına "ğusuk" ve "ğasakan" denilir. Aynı şekilde yaradan sarı su akmasına ve buluttan yağmur çiselemesine ve memeden süt dökülmesine ve her hangi bir şeyin mutlaka akmak suretiyle dökülmesine de "ğasakan" tabir edilir. İçilemeyecek derecede gayet soğuk ve fena kokulu içki veya suya "ğasak" ve "ğassak" denilir. Nitekim "Yalnız kaynar su ve irin (içerler)." (Nebe', 78/25) bu n dandır. Kamus müterciminin beyanına göre Türkçe'de de soğuk kokmuş veya "gasak" denilirmiş. Bundan dolayı Cevâlikî bunun Türkçe iken Arapça'laştırılmış olduğunu zannetmiş ise de tersi daha açık göründüğünden adı geçen mütercim buna razı olmamış, "garib" d e miştir. Bununla beraber biz Türkçe soğuk kokmuş su mânâsına "ğasak" da bilmiyoruz. Ancak lâfzî bir benzerlikten bahsedecek olursak Arapça "ğasik" lafzının Türkçe'deki "kasık" lafzını ve dolayısıyla şehvet kuvveti mânâsını andırabileceği söylenebilir. Çünk ü şehvet, şerrinden sakınılması gereken şeylerin başında gelir.

Şimdi bu açıklamadan anlaşılır ki, ğâsık asıl türevine göre "ğasak yapan" veya "ğasakan eden" veya ğasaklı mânâsına ismi fâil olmakla; dolan, kararan, karanlık eden, akan, dökülen, dolmuş, pusarık, soğuk olan mânâlarına vasıf olarak kullanılması lügat bakımından doğru olur. Buradaki maksadın ne olduğu hakkında da çeşitli tefsirler yapılmıştır. Fakat bunları söylemeden önce "vekab"ın mânâsını da izah edelim:

"Vekab"ın masdarı "vakb" ve "vukub" gelir. Bunun aslı "vakbe" gibi çukurdur. Kayalardaki yaratılıştan çukurlara ve bazı yalçın kayalarda bir iki adam boyu derinliğindeki kuyu tarzında oyuklara ve atın gözü üstündeki çukurlara ve insanın bedeninde göz ve omuz çukurları gibi çukurlara, çarkın ve makaranın iğ çeken deliklerine ve alık yani ahmak ve alçak kimseye vakb denildiği gibi, masdar olarak vakb, vukub da çukura girmek olup sonra mutlaka girmek ve kaybolmak, gelmek, dönüp yönelmek ve karanlık girmek yani karanlık basmak, güneş bat m ak, ay tutulmak yani husuf (tutulma)a girmek, yahut mihak (Arabî ayın son üç günü)a girmek mânâlarında kullanılmıştır. Onun için burada da "ğâsık"a verilen mânâya göre düşünülmesi gerekir ki, giriş mânâsı hepsinde yeterli olabileceği için çoğunlukla bunun l a tefsir etmişlerdir. O halde "ğâsık"a verilen mânâlara gelelim:

1- Ğasak, imtilâ (dolmak) ve karanlık mânâsında meşhur olduğu için önce bundan dolgun ve karanlık mânâsı açıktır. Bundan da felâk karşılığında gece mânâsı açık olduğundan dolayı felâka sabah mânâsı veren pek çok tefsirci bunu gece ile, vukubu da gece karanlığının herşeye girip basmasıyla tefsir etmişlerdir ki gibi, "karanlığı bastığı zaman bir gecenin şerrinden" demek olur. Bu şekilde şerrin geceye nisbeti, meydana gelişine zarf olması hasebiyle münâsebeti olan bir şeye isnadı kabilindendir ki, "gündüzü oruçlu" gibi mecazî isnad olup, geceleyin vâki olan şerden demektir. Karanlığının basması zamanıyla kayıtlanması da şerrin o zaman yayılmaya başlaması ve bundan dolayı şer kaplamadan önc e istiaze (sığınma) ile korunmanın temini en lüzumlu şey olması nüktesine dayanmaktadır. Ğâsık'ın böyle gece ile ve vukubun karanlığın girişi ile tefsirini İbnü Cerir ve İbnü Münzir, İbnü Abbas ve Mücahid'den; İbnü Ebi Hâtim, Dahhâk'den rivayet etmişler, a y nı şekilde Hasen'den de rivayet olunmuştur. Zeccâc da buna kâni olmuş, ancak ğâsıkı, soğuk mânâsına olarak geceyle yorumlamış, gece gündüzden soğuk olduğu için ona ğâsık denildiğini söylemiştir. Ragıb, ğasakın şiddetli karanlık, ğâsıkın gece mânâsına olduğunu söylemiş ve demiştir ki: Ğasıkın şerri, tarık gibi yani gece ansızın gelip çatan arıza veya hayalet gibi geceleyin olan belâ ve musîbetten ibarettir. Zemahşerî de gece gasakının (karanlığının) aslının gözün yaşla, yaranın kanla dolması gibi dolmak m â nâsına gasktan yani karanlığın yoğunlaşmasından olduğunu söylemiştir.

2- Ğasık ayla, vukub da ay tutulma veya ay sonundaki üç gün ile tefsir edilmiş ve buna dair bir hadis-i şerif de rivayet edilmiştir. İmam Ahmed, Tirmizî, Hakim ve daha başkaları Hz. Aişe'den şöyle rivayet etmişlerdir: Demiştir ki: Bir gün Resulullah (s.a.v.) Ay'a baktı da: "Ey Âişe! Bunun şerrinden Allah'a sığın çünkü bu o, karanlığı çöktüğü zaman gecedir." buyurdu. Tirmizî demiştir ki, bu hadis, hasen sahihtir. Alûsî, "Bunun doğruluğunu kabul edenin, diğer bir tefsire dönmemesi gerektir." demiş ise de, buna tahsisin lüzumunu men etmekle cevap verilebilir. Zira Ay'ın ğâsik olmasının doğruluğu kabul olunsa da, lâfzın zâhir olan mutlaklığının tek bir haber ile tahsisi caiz görül m eyip cümlesinde isnad olunanın tarifi tahsisle yorumlanmayarak tevili de diğer deliller ile sahih olur. Ay'a ğâsik denilmesinin sebebine gelince bunda da bir kaç ihtimal vardır:

a- Bedir (dolunay) halinde nûr ile dolgunluğu itibarıyladır. Bu şekilde vukub (karanlığın çökmesi) hüsuf (ay tutulması)a dahil olup kararmasıdır.

b- Seyir ve hareketinde, burçları katetmesinde sür'ati itibariyledir ki ğask seyelân (akma)dan cereyana istiâre edilmiş olur.

c- Güneş'in ışığından istifade edilmiş olup hacmi, haddi zatında karanlık olması itibarıyladır. Bu iki vecihte vukubu ayın sonunda mihak (son üç gün)a girerek kaybolmasıdır. Müneccimler ay tutulması ve ayın son üç gününü uğursuz sayarlar. Büyücüler de hastalık bırakan sihir ile o zaman meşgul olu r lar. Nüzul sebebi sihir olduğuna göre de bu münasiptir denilmiştir. Yani "şerri"nin mânâsı Ay'ın kendisinde bir şerri olmasından değil, o zaman sihir yapanların sihir ile uğraşmaları hasebiyle bu yüzden şerre sebep olması demek olup, şerrin Ay'a nisbeti o n unla ilgili olması mânâsına söylenmiştir. Lakin şerrin bu şekilde tahsis edilerek tefsiri müneccimlerin, büyücülerin kanaatlarına göre bir çeşit göz yummayı, müsamahayı içereceğinden dolayı münasib olmadığı gibi, bundan sonraki âyetten fazla bir mânâyı da ifade etmiş olmaz. "Güneş ve Ay Allah'ın alâmetlerinden birer alâmettirler. Bunlar kimsenin ne ölümü, ne de hayatı için tutulmaz." hadisi şerifiyle anlatılmış olan şeriat koyucusunun maksadına aykırı ve onunla iptal edilen cahiliyye kanaatlarını bir çeşit kabullenmeyi teşvikten uzak kalmaz. Doğrusu Ay'ın tutulması veya son üç gününde şerrinin mânâsı da ışığın kaybolmasıyla karanlığın basmasındaki şer demek olacağından, bu da birinci mânâya dönmüş olur. Çünkü mehtap gecelerinde gecenin karanlığının yoğun ol u şu, yani karanlığın basması mânâsı tahakkuk etmez. "Onu takip ettiği zaman Ay'a andolsun." (Şems, 91/2) hükmü geçerli olur. Bundan dolayı Ay'ın vukubu, sadece tutulması veya mihak (ayın son üç günü)ından ibaret olmayıp batışını da içerirse de dolunay ha l indeki ayın batışını sabah takip edeceği için bunda gecenin kararma zamanı tahakkuk etmez. Onun için Ay'ın kararması, daha çok tutulma veya ayın son üç gecesiyle tefsir olunmuştur. Şu halde Hz. Aişe hadisinin mânâsı da mehtap gecelerinin ğâsık (karanlık) o lmadığını, gecenin karanlık olmasının, Ay'ın tutulma zamanına tahsis olduğunu izah etmek bakımından ğâsıkın gece veya karanlık mânâsına bir tefsir demek olur ve bu şekilde tahsisin mânâsını da tevile hacet olmaksızın hadis sahih olur.

3- İbnü Ebi Hâtim'in İbnü Şihab'dan rivayetine göre battığı zaman güneştir. Şu halde karanlığının basması, batışı demek olmakla, bundan akşam şafakı kayboluncaya kadar olan tamamıyla batışı düşünülünce gece karanlığının girdiği zaman demek olacağından dolayı, bunun d a yine birinci mânâyı bir izah olduğu anlaşılır.

4- Ğâsık, Süreyya yıldızı ve karanlığa gömülmesidir, diye tefsir edilmiştir. İbnü Cerir'in, İbnü Vehb'den rivayet ettiğine göre İbnü Zeyd demiştir ki: "Araplar, ğâsık Süreyya'nın batmasıdır, derlerdi ve onun batışı sırasında hastalıklar ve tâun çok olur ve doğuşu sırasında kalkardı." İbnü Cerir der ki: "Bu görüşü kabul edenler için Peygamber (s.a.v.)'den rivayet edilmiş bir eserden bir illet de vardır." Ebu Hüreyre'den Hz. Peygamber'e merfûan şöyle rivayet edilmiştir: en-Necmi'l-ğâsik "kararmış yıldız" buyurdu, demiştir. Ve bilinmektedir ki en-Necm, Süreyya demektir. Bundan başka Necm Sûresi'nde de geçtiği gibi "Süreyya doğunca, âfet kalkar." diye de bir hadis-i şerif rivayet ediliyor. Rivayetlerin bazısında "Arab yarımadasından" kaydı da vardır. Âlûsî der ki: Câmiu's-Sağir'in Menâvî Şerh-i Kebîr'inde diğer rivayetler de vardır, müracaat edilebilir. Bununla beraber bu şekilde de mânâ, Süreyyâ'nın dahi bulunmadığı karanlık gecelerin şerri mânâ s ına dönüştürülebilir.

5- "Keşşâf" sahibi der ki: Ğâsık ile kara yılan, ve sokması kastedilmiş olması da câizdir.

6- Kâmus sahibinin "vakb" maddesinde bir nakline göre ğâsık, ihtiras ile dolup kabaran kasık; vukubu da saldırışı meâlinde de bir mânâ söylenmiştir. Bu iki mânâ güvenilir görülmezse de, yılan sakınılması lazım gelen en zararlı düşmanlardan olmakta örnek olduğu gibi, şehvet ve hırs da en büyük şerlerin kaynağı olduğu düşünülürse, bunlardan sakınmayı hatırlatmaktaki faydasının önemi de i nkâr olunamaz. Ancak Kamus mütercimi lugat açıklamasına hizmet etmiş olmak için bunun ifadesinde açıkça gitmiş, setr-i avrete uymanın lüzumunu hissetmemiş gibi rahat hareket etmiştir. Bundan dolayı Alûsî der ki: Firuzâbâdî Kâmus'ta "vakb" maddesinde bir g ö rüş zikretmiş ve onu Gazâlî ve daha başkasının İbnü Abbas'dan hikâye ettiğini sanmışlardır. Onun nisbeti sahih olduğunu sanmam. Çünkü görüşler arasında bir avret olduğu açıktır."

7- Razî'nin, "bazı âriflerden işittim" diye naklettiği mânâdır. Bu iki sûrede yaratıkların mertebelerinin açıklandığını ve şerrin cisimler ve cisimler âleminde vâki olduğunu söyleyerek demiştir ki: Cisimler ya esîrî (bütün evreni kaplayan, ağırlığı olmayan, ısı ve ışığı ileten cevher) cisimler veya unsûrî cisimlerdir. Esîrî c i simler "Rahmân'ın yaratmasında bir ayrılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?" (Mülk, 67/3) buyurulduğu üzere düzensizlik ve bozukluktan uzak, hep hayırlıdırlar. Unsûrî (ağırlığı olan) cisimler ise oluşabilen ve bozulup değişebilen cisimlerdir. Ya cansız varlık veya bitki veya hayvandırlar. Cansız varlıklar, nefsânî kuvvetlerin hepsinden uzaktırlar. Onun için bunlarda zulmet sırf karanlık olup, ışıklar tamamen yok olmuştur. "Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şer r inden." maksat budur. Bitkiler ise bitkisel gaz gücü ile, uzunluk, genişlik, derinlikte büyüyüp artandır. Onun için bu büyüyen kuvvet sanki bu üç düğüme üfleyen üfürükçüdür. Hayvana gelince: Hayvansal güç, görünen ve görünmeyen duygular, şehvet ve öfkedi r. Bunların hepsi de insan ruhunu gayb âlemine bağlanmaktan ve Allah Teâlâ'nın kudsi celâli ile meşgul olmaktan alıkor. "Hased ettiği zaman hasedcinin şerrinden." âyetinden murad da budur. Bu mertebeden sonra süfliliklerden ancak insanî nefis kalır. Onun için bu sûre kesilip insanî nefsin ilerlemede mertebelerinin dereceleri de bundan sonra Nâs Sûresi'nde zikrolunmuştur. Görülüyor ki bunda ğâsık, karanlık, karaltı mânâsına olarak unsûrî cisimlerden hiç gelişmeyen ve hayvansal kuvveti yani uzvu bulunmaya n herhangi bir cansız cisme yüklenilmiştir ki, halis karanlık dediği bizim sırf durgunluk özelliği ile düşündüğünüz tabiattır. Vukubu da mekândaki vaziyeti veya varolmaktan yokluğa girişidir. İbnü Sina da bu mânâ üzerinde yürümüş, fakat ğâsıkı sırf cansız c isme, madene tahsis etmemiş, hayvansal güç ile tefsir etmiştir ve demiştir ki: Hayvansal güç bir zulmet-i ğâsika-i mütekeddiredir, yani bulanık bir kara kuvvettir ki, sığınmış olan düşünen nefsin tersinedir. Çünkü düşünen nefis cevherinde temiz, saf, bula n ık madde ve ilişkilerinden uzak, bütün suretler ve hakikatleri kabul edici bir fıtratta yaratılmıştır o ancak hayvanlıktan kirlenir.

Bizim fikrimizce âyetlerin daha genelden daha özele doğru gidişine göre bunu ne sadece cansız cisim kısmına, ne de hayvansal güce tahsis etmeyip bitkileri ve hayvanları içine alacak şekilde mutlak unsurî cisim diye almak, sonra bitkisel güç, sonra da hayvansal güç yahut şehvet ve öfkeyi tahsis etmek daha uygun olur. Bu şekilde ğâsıkın şerri, asıl özelliği durgunluk iken ü zerinde Rab'lik hükmü ile var olma ve yok olma cereyan eden ve felâka karşı karaltılar teşkil eden karanlık madde âleminin var olma ve bozulma halindeki bütün şerleri içereceği için, insanın karşısında yer alarak üzerine dalan cismânî her hangi bir kara k u vvetin veya hayaletin âfetine işaret edeceği gibi, vukub çukura girmek demek olması itibarıyla sonunda kabre girmeye mahkum olan fâni bedenin, cismânî tabiatın düşkünlük ve yok olma zamanındaki şerrinden ve kötü sonuçtan sığınmayı da ifade etmiş olur.

8- Zikredilen mânâlardan her birini bir misâl ile izah kabilinden olarak ğâsık, beşeriyete ârız olan ve muradına engel olan elem ve ıztırabına sebep olabilen her hangi bir kara musîbet demek olduğu da söylenmiştir ki, insanın vicdanına her hangi bir karanlık koyabilen kara şey demek olur. Zira maddî veya manevî şer ve zarar, gam ve keder, karanlık ve karalık ile nitelenir. Bu takdirde vukubu, hücumu demektir. Yukarıda izah ettiğimiz vechile gece ile açıklamanın sonucu da Ragıb'ın "tarık gibi her gelip çat a n musibet" diyerek işaret ettiği üzere bu mânâya dönüştürülebilir. Hakikatte İbnü Cerir de gece, Süreyya, Kamer (Ay) rivayetlerini kaydettikten sonra demiştir ki: "Bence görüşlerin doğruya en yakın olanı şöyle demektir: "Allah Teâlâ Peygamberine ğâsıkın ş e rrinden Allah'a sığınmasını emretmiştir. Ğâsık ise karanlık olandır, gece karardığı zaman denilir. de karanlığın girdiği zaman demektir. Katade nin mânâsında "gitti" derdi. Gece, karanlığa girdiği zaman ğâsiktır. en-Necm (yıldız) battığı zaman ğâsıktır. Ay da vukubunda ğâsıktır. Allah Teâlâ bunların hiç birini tahsis etmemiş, genelleştirmiştir. O halde ğâsık denilebilenin her birinin de vukubu zamanındaki şerrinden sığınma ile emrolunmuştur."

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri