59-HAŞR

20. Cehennem ashabı ile cennet ashabı müsavi olmazlar. Yani Allah'ı bırakıp da günaha dalmış o fasıklar beyan edildiği gibi, cehennem ateşinde kalmayı hak etmişlerdir. Allah'tan korkup korunanlar ise, cennete müstehaktırlar. Cehennemliklerle cennetlikler ise, denk olmazlar. Fazilet ve üstünlüğün hangi tarafta olduğuna gelince: Kurtulanlar ancak cennet ashabıdır. Tehlikeden kurtulmuş büyük murada ermişlerdir. Müminler, böyle bir tehlikeden kurtulup o büyük murada ermek, o fazileti kazanmak için günahlardan korunarak ve azabdan sakınarak çalışmalıdırlar. Ayrıca her gün, yarına ne hazırladıklarına bakıp hesab etmeli ve Allah'ı unutup da kendilerine yazık ederek ateşte kalacak fasıklar ve zalimler gibi olmamalıdırlar. Onun için de bu nasihatlere, Allah'ın emir ve nehiylerine iyi dikkat etmelidirler.

21. Biz bu Kur'ân'ı yani iman ile okunup amel edilmesi için indirmiş olduğumuz bu büyük, şanlı Kur'ân'ı biz azimü'ş-şân (şânı yüce olan) eğer bir dağın üzerine indirseydik herhalde sen onu, o dağı Allah korkusundan çatlayarak başını eğmiş görürdün, o kaskatı dağ, o derece müteessir olur ve Allah'ın emirlerine saygı ile çatlayıncaya kadar itaat edip secdelere kapanırdı. Fakat Ahzâb Sûresi'nin sonunda bulunan "Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik.." (Ahzâb, 33/72) âyetinde geçtiği üzere, gökler, yer ve dağlar ilk teklifte emanetin ağırlığından yılarak yüklenmekten çekinmişti de onu, insan yüklenmişti. Bundan dolayı kitab indirilmesine dağların ne kabiliyetleri vardır, ne de ihtiyaçları, ihtiyaç insanlarındır. Onun için Kur'ân da, bir dağ üzerine indirilmedi, insanlar için Hz. Muhammed (s.a.v)'in kalbine indirildi. Hem öyle beliğ ve tesirli bir suretle indirildi ki, faraza büyük bir dağ üzerine indirilmiş ve dağa öyle bir şuur verilmiş olsaydı, göğe doğru başkaldırmakta bulunan o ulu dağ, bütün katılığına rağmen Allah korkusu altında her türlü itaatsızlığı bir kenara atarak çatlayıncaya kadar İlâhî emirlere boyun eğer ve son derece etkilenirdi. Binaenaleyh akıl ve şuur kabiliyyeti ile emaneti yüklenen bir taraftan cehennem ateşi, diğer taraftan cennet nimetleriyle kuşatılmış, istikbale doğru gitmekte olan insanların bundan daha fazla etkilenmesi ve uyanık olmaları gerekirken, o çok zalim ve çok cahil insanlar bundan müteessir olmuyor ve Allah'a saygı duymuyorlar, ayrıca Allah'ın hukukunu, nefislerinin vazife ve istikbalini unutmuş, iyilik ve kurtuluş yollarını düşünmez olmuşlardır. Zemahşeri ve Ebu Hayyân'ın da içinde bulunduğu birçok müfessire göre söz konusu bu âyet de, (Ahzâb, 33/72) âyeti gibi temsil kabilindendir. Maksadı, insanların kalblerindeki katılık ve etkisizliğe karşı onları uyarmaktır. Nitekim şöyle buyurulması da buna işaret etmektedir. Ve işte bu meseller, yani gerek bu âyet ve bu sûredeki ve gerek Kur'ân'ın diğer yerlerindeki bu çeşit temsiller, yahutta mübtedâ, haber olduğuna göre, bunlar, birtakım temsillerdir. Veya ibret alınması için daima hatırda tutulacak ve dilden düşürülmeyecek misallerdir ki, biz onları insanlar için yapıyoruz. İnsanların düşünüp istifade etmeleri için meydana getiriyor ve tasvir ediyoruz. Düşünsünler diye, yani hissî örneklerden, fikrî ve makul mânâlara geçip geçmiş ve geleceklerini düşünsünler, Allah'ın büyüklüğünü ve kudretini anlayarak yarın için ona göre hazırlanıp korunsunlar diye. Fikir, görgü ve bilgileri bir tertibe koyup bildiğinden bilmediğini anlamak, sonu önceye bağlamak demektir. Görülüyor ki, bu âyeti, sûrenin baş tarafında yer alan âyetin mânâ yönünden tamamlamaktadır. Onun için bu hatırlatma ile güzel bir va'z ve nasihat yapıldıktan sonra, Allah Teâlâ'nın birliğini, ilim ve rahmetiyle şanını ve yüceliğini bazı isim ve sıfatlarıyla anlatarak, sûrenin son kısmını baştarafına bağlamak üzere buyuruluyor ki:

Geri Dön

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri