11-HUD

97- Firavun'un emrine tabi oldular, onun emrine uydular Halbuki Firavun'un emri reşid değildir. Firavun'un kumandası veya işi ve hükumet işlerini yürütüş şekli, sonu hayra çıkan isabetli bir emir ve karar değildir. Burası aslında zamir mevkii iken "Onun emri değildir." denilmeyip de doğrudan doğruya Firavun'un isminin sarahatle ifade edilmesi çok anlamlıdır. Zira öncekinde Firavun'un şahsı, bu ikincide vasfı kastolunmuştur. Çünkü Firavun ismi fesada, bozgunculuğa, zorbalık ve zulme, sapmaya ve saptırmaya delalet etmesiyle meşhurdur. Bundan dolayı önceki özellikle Firavun'un emri demek olduğu halde, ikincisi genellikle Firavun emri, yani Firavun kısmının emri demek olur.

Ebu Hayyan, tefsirinde der ki: Firavun Yaratan'ı ve ahireti inkâr eden bir dehri idi. Diyordu ki, âlemin ilâhı yoktur. Her belde ahalisinin görevi kendi sultanına itaatla meşgul olmaktan ibarettir. Bundan dolayı Firavun'un emri olgunluktan tamamıyla uzaktı. Naziat Suresi'nde de geleceği üzere Firavun "Ben sizin en yüce Rabbinizim." (Naziat, 79/24) diyor ve kendinden üstün bir Rabb'in varlığını kabul etmiyordu. Onun için verdiğim emir, doğru mudur, gerçekten de Allah'ın emrine uygun mudur, değil midir? diye düşünmüyordu. Hak Teâlâ'nın emirlerine ve hükümlerine uymakla kendini bağımlı görmüyordu. Yalnızca kendi açısına, kendi eğilimlerine, kendi arzu ve isteklerine göre emir veriyor, ne emrederse hakikatın öyle oluvereceğini sanıyordu. Kendisini asaleten ve mutlak hakim sayıyor, kendi emrinde melei, yani danışma meclisi ve onların arkasında da kavmi bulunuyordu, hepsi birden Firavun'a uyuyorlardı. İşte böyle hakkın hakimiyetini hesaba katmayarak asalet ve mutlakıyet iddiasıyla verilmiş emirlere "Firavun emri" adı verilir. Böyle emirlerin ise reşid olmayacağı açıktır. Zira insanlığın kaderi de dahil olmak üzere bütün kâinatı idare eden hakkın kanunlarının bir şahsın veya belli bir cemaatın emir ve iradesiyle değişmeyeceği bellidir. Böyle iken Firavun kısmı kendisinin Hakk'a boyun eğmek zorunda olduğunu düşünmez. Hakk'ın bir memuru gibi hareket etmek istemez de kendi emriyle hak ve hukuk ortaya koymaya kalkar, Hakk'ın kanunlarını değiştirip bozmaya hayra şer, şerre hayır iyiye kötü, kötüye iyi demeye kalkar. Allah'ın "ateştir" dediğine kendisi "su" deyip saldırmak ister ve nihayet hem kendisini, hem de kendisine uyan yandaşlarını yakar. Nitekim bunu açıklamak üzere buyuruluyor ki:

98- Kıyamet günü kavminin önüne düşer, bir de bakarlar ki, su diye kendilerini ateşe götürmüştür. Ve ne fena virddir o mevrud. Tuh, ne kötü sudur o varılan ateş!... Çünkü suya hararet söndürmek, ciğer soğutmak için gidilir, ateş ise bunun zıddıdır. İşte Firavun emrinin akıbeti böyle ciğer yakan bir sonuçtur. Ve Firavun'a uyanlar böyle bedbaht kimselerdir. Musa'ya bakmadılar da sonucu böylesine fena olan bir emre, Firavun'un emrine uydular, onun arkasına düşüp gittiler.

99- Ve böylece hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde bir lanete metbu kılındılar. Yani lanetle izlendiler ve lanetlilerin başında gelenlerden oldular. Ne fena rifttir bu merfud. Ne kötü ianedir bu yapılan iane, yani şu lanetle anılma işi, lanetle anılma bahşişi. Veya ne kötü bir ücret, ne kötü bir ödüldür şu lânetle anılma ödülü.

Rifd: Aslında dayansın diye bir başkasına sağlanan destektir. Mesela eğerin veya semerin altına vurulan keçe, birine yapılan yardım, verilen atıyye ve ihsan rifdtir. Burada cehennem ateşine vird, lanete de rifd denilmesi tehekküm yani ciddi görünür gibi yapılan alay ve istihzadır, gayet veciz ve belagatli bir istiaredir.

Ey Muhammed:

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri