5-MAİDE

43- Yanlarında Tevrat, Tevrat'ta Allah'ın hükmü varken onlar seni nasıl tahkim ediyorlar, ne diye hakem yapıyorlar? Sonra da nasıl dönüyorlar? Hiç şüphe yok ki, Allah'ın hükmüne ve kendilerinin iman iddia ettikleri Kitab'a imanları yok da ondan. O halde bunlar asla mümin değillerdir. Ne Tevrat'a iman ederler, ne Kur'ân'a; ancak arzuları, şehvetleri arkasında koşarlar. Bunun için sen bunların küfre koşmalarından dolayı üzülme.

44- İyi amma, Tevrat ile hâlâ amel caiz olabilir mi? Bazı şartlar altında evet. Çünkü hiç şüphesiz biz, Tevrat'ı bir hidayet ve nuru içeren bir kitap olarak indirdik. Bütün müslüman olan, dinleri Allah'a teslim ve uymaktan ibaret bulunan peygamberler bununla yahudiler hakkında hükmederler. Peygamberlerin "İslâm" ile vasıflandırılmaları, İslâmın şerefini ortaya çıkarmak için genel bir övgü sıfatıdır ki, nebiler içinde "Allah katında muhakkak ki din İslâmdır" . (Al-i İmran, 3/19) âyetinde anlatılmış olan İslâmı din edinmedik hiçbir fert bulunmadığına işaretle yahudilere tariz (taşlamay)i ifade eder. Kelâmın zahiri, bütün peygamberleri içine alır ki, "Hangisi olsa yahudiler hakkında bununla hükmeder, dolayısıyla "Muhammed de.." demek olur. Bununla beraber bu hükmün yahudiler hakkında olması karinesiyle maksad, Musa'dan İsa'ya kadar olan peygamberlerdir denilmiş. Bazıları da den maksadı, İbrahim dini üzere olan peygamberlerdir, demişler. İkrime: "Muhammed (s.a.v.) ve ondan önceki peygamberler" diye belirtmiş; Hasen ve Süddî de: "Yahudilere hükmü yönüyle, özellikle Muhammed Aleyhisselâm kastedilmiştir" demişler. Çünkü kelamın sevkedilişinin aslı, Muhammed Aleyhisselâm'a ait olan hükmü isbat etmektir. Şu halde mânânın özeti, yahudilere hakem olma durumunda bulunan her peygamber, bununla onlara hükmeder. Şu halde Muhammed aleyhisselâm da.. Bunlardan başka bütün kendini Tanrıya adamış zâhitler ve yüksek âlimler de. "Rabbânî " ve "Rabbî" kelimelerinin mânâsı Âl-i İmran sûresinde "Nice peygamber var ki, kendileriyle beraber birçok erenler çarpıştılar" (Âl-i İmran, 3/146) âyetinde geçmiş idi ki, İbnü Abbas'dan rivayete göre, "Rabbânî, insanlar üzerinde ilim ile siyaset icra eden ve büyük ilimden önce küçük bilgiler ile terbiye eden" ilim ve iyilik erbabı demek oluyordu." Ahbar" da "" (hâ)nın kesri ve fethiyle kelimesinin çoğuludur ki "tahbir " ve "tahsin" mânâsına "hıbr" kelimesinden alınmış ve "mürekkeb" demek olan "hıbr" ile de ilgili olarak ilm-i tahbir, yani tahriren (yazarak) veya takriren (anlatarak) güzelleştirme, süsleme ve yazarak tesbit ve devam ettirmeye çalışan yahut güzel kalem sahibi olan yüksek âlimler demektir. Esasında bu mânâ ile yahudi âlimlerine "ahbâr" denilmiştir. Fakat burada maksad, doğru ve tam mânâsıyla bilginler olan yahudi fakihleridir. Zemahşeri der ki: "Rabbâniyyun ve ahbar, Harun Aleyhisselâm'ın evlatlarından peygamberlerin yolunu benimseyen zâhidler ve âlimlerdir."

Özetle yalnız peygamberler değil, varisleri olan hakiki zâhitler ve âlimler, imamlar ve fakihler de bununla hükmederler. Çünkü bu peygamberler, zâhidler ve bilginler Allah'ın kitabını, hakikaten Allah'ın kitabından olanı korumakla görevlendirilmiş ve bunun üzerine şahit olmuş bulunduklarından, bu sebep ve bu haysiyetle öyle hükmederler. Ki bu koruma iki şekildedir: Birincisi kalblerinde hissetmek ve dilleriyle öğretmek, eğitmek ve beyan etmek. Diğeri de hükümlerine uyup, gereğince amel ederek korumaktır. Şu halde insanlardan korkmayın, benden korkun, benim âyetlerimi az bir değere satmayın. Çünkü her kim Allah'ın indirdiği kitap ile hükmetmez, onun hakimiyetini tanımazsa, işte bunlar o kâfirlerdir. Ki bunlar için elem verici azab, devamlı azab vardır .Bunlar ateşten çıkmak isteseler de çıkamazlar.


Geri Dön

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri