5-MAİDE

5- "Bugün sizin dininizi ikmal ettim, size olan nimetimi tamamladım" diye tekit ve belgelendiği gibi yine aynı mânâ ile helallerin vurgulanması ve ondan sonra genellenmesi dolayısıyla buyuruluyor ki: Bugün size bütün tayyibat, her çeşit hoş nimetler helal kılındı. Bir de kitap ehlinin yiyeceği, yani gerek bu tayyibattan kestikleri ve avladıkları ve gerek ekmek ve diğerleri gibi yiyecekleri size helal, sizin yiyecekleriniz de onlara helaldir. Yani yedirir ve satabilirsiniz. "Taam"dan maksadın ne olduğu hakkında üç görüş vardır: Birincisi, kurbanlık demektir. İkincisi, ekmek ve meyve gibi kesilmeye muhtaç olmayandır ki, Zeydiyye imamlarından nakledilen budur. Üçüncüsü, kurbanlıklar ve diğer her çeşit yiyeceği içine alır. Çoğunluk birinci görüşü tercih etmişlerdir. Çünkü kurbanlıktan başkasının yiyecek olmasında sahibine tahsisi yoktur. Kurbanlık ise kesicinin fiiliyle yiyecek olabilir. Ve bunun için kitap ehline bağlanmasının bir mânâsı vardır.

Ahkâm-ı Kur'ân'da Ebu Bekir er-Râzî der ki: "İbnü Abbas'tan, Ebu'd-Derdâ'dan, Hasen ve Mücahid, İbrahim, Katâde ve Süddi'den rivayet edilmiştir ki den maksad kurbanlıklardır. Gerçekte görünen de bunu gerektirir. Gerçi yiyecek lafzını genel mânâda kullansak, gerek kurbanlıklarını ve gerek diğer yiyeceklerini içine alır. Fakat daha açık olan özellikle kurbanlıklar kastedilmektedir. Çünkü ekmek, zeytin yağı ve diğer yiyeceklerin hükmü, onu imal edenlerin özellikleriyle ayrılık arzetmez. Bunlarda mecusî veya kitabî (semavî bir kitaba inanan kişi)nin farkı olmadığında kimsenin şüphesi yoktur. Haramlarda söylendiği üzere kesilmeden ölenlerin de gerek müslüman ve gerek kitabî ve gerek mecusî ve diğer her kim tarafından öldürülmüş olursa olsun haram olduğunda müslümanların ihtilafı yoktur. Şu halde diye özellikle kitap ehlinin yiyeceğinin mübah sayılmasındaki maksadı, bilhassa dinlerin değişmesi ile hükmü değişen kurbanlıklara yorumlamak vacib olur. Yani açıklamanın faydası, özellikle kurbanlıklar itibarıyla ortadadır. Belli ki kitap verilenler, kitabı olmayanlardan ihtirazdır (yani onları hükmün dışında bırakmaktır). Halbuki yiyecek hususunda kitap ehli ile diğerlerinin farkı ancak kurbanlıklar ve av meselelerindedir. Kitap ehlinin leşine, domuz etine ve şarabına varıncaya kadar her yiyeceği helal olmadığı, haram edilenlerden bulunduğu gibi, kitabî olmayanların her yiyeceğinin haram olmadığı da bilinmektedir. Şu halde kitap ehlini seçerek diğerlerinden ayıran bu özel mubahlığın faydası ancak kurbanlıklarda açıktır. Demek ki yiyecek güzel ve temiz şeylerden olmak şartıyla genel mânâsı üzere bırakılsa da, bakış açısı ve beyanın hedefi, özellikle kitap ehlinin kestikleri ve avladıklarının helal olduğunu göstermek ve bu şekilde kesmek için diyanet, yani müslüman veya kitap ehli olmak şart olduğunu anlatmaktır. Bununla beraber "kendilerine kitap verilenlerin kurbanlığı" denilmiş olsaydı, o zaman diğer yiyeceklerin haram olması, şüphesi ortaya çıkacak ve karşılıklı yiyecek yedirmenin caiz olacağı anlaşılamayacaktır. Bunun için yine "yiyecek" kelimesini, güzel ve hoş, temiz şeylerden olmalı şartıyla kurbanlıklar ve diğerlerinden daha genel olmak üzere, asıl mânâsıyla düşünmek ve ancak kitap ehlinin diğerlerinden farkının, kurbanlıklar itibarıyla olduğunu da mâsîkaleh (sözün kendisi için getirildiği şey) olarak anlamak, yani kurbanlıkların helal olmasını ibarenin delaletiyle, diğerlerinin helal oluşunu da işaretin delaletiyle almak gerekecektir. Ve bundan dolayıdır ki, Ebu Bekir Razî kurbanlıklar hakkında "azher: daha açık " deyimini kullanmıştır. Şunu da unutmamak gerekir ki "Allah'tan başkası için kesilen" mutlak şekilde haram idi. Kitap ehli ise görünüşte tevhid (Allah'ı bir kabul ettiklerini) iddia ettiklerinden dolayı görünüş durumlarına bakarak kurbanlıklarında Allah'tan başkasının adını ilan etmezler demektir. Şu halde bir yahudi veya hıristiyanın kestiğini acaba ne ad ile kesti diye araştırmaya kalkışmayarak ve dış görünüşleriyle yetinerek yemek caizdir. Fakat bir hıristiyanın, mesela bir koyunu keserken veya ava köpeğini salarken "Mesih'in adına" dediğini bizzat duyan bir müslümanın da o koyundan veya avdan yemesi caiz olmaz. Çünkü bunun "Allah'dan başkası için kesilen" olduğu şüphesiz bir şekilde malumu olmuştur. Kitap ehlinin dış görünüşüyle yetinmek caiz olunca, müslümanlık iddiasında bulunan herhangi bir kimsenin de dış görünüşüyle yetinmenin caiz olacağında ve dolayısıyla gerek ehl-i sünnet olsun ve gerek olmasın İslâma ait mezheplerden hepsinin kurbanlığının helal olduğunda şüphe yoktur. Meğer ki -Allah korusun- dinden dönmüş olsun. Çünkü mürted (dinden dönen), kitap ehline da katılsa kestiği asla yenmez.

Yiyecek çeşidinden olan bu temiz ve hoş şeylerden başka müminlerden muhsane olanlar, yani hür ve namuslu müslüman kadınlar ve kızlar, bunlardan başka kitap ehlinden olan muhsaneler, yani hür ve namuslu kadınlar ve kızlar da ihsan ederek yani namuslu bir şekilde nikahınız altına alarak ne metres tutmakla açıktan ne de dost tutmak suretiyle gizlice zina etmiyerek ücretleri olan mehirlerini kendilerine verdiğiniz takdirde sizin için helaldirler.

Görülüyor ki, yiyecek hususunda iki taraftan izin verilmiş, müslümanlara hem kitap ehlinin yiyeceklerini yemek, hem de kitap ehline müslüman yemeğini yedirmek suretiyle karşılıklı alış veriş helal kılınmış, fakat nikah hususunda bu helal olma bir tarafa tahsis edilmiş, yalnız müslümanların kitap ehlinden namus dairesinde nikah ile kadın almaları helal kılınmış ve bununla daha önce Bakara sûresinde geçen "İman etmedikçe müşrik kadınları nikahlamayın" (Bakara, 2/221) yasaklaması, kitap ehli kadınlar hakkında kaldırılmış ve karşılıklı olarak müslüman kadınlarının kitap ehliyle evlenmelerine asla izin verilmemiş, bu cihet aslı ve geçmişteki haramlığı üzerine bâkî kılınmıştır.

İlk önce "O, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı " (Bakara, 2/29) âyetinde açıklandığı üzere, insana ait nefis ve ırz meselelerinde mubah olmak değil, haram olmak esastır. İkinci olarak bu aslî ve ezelî haramlık "Allah'a ortak koşan erkekler de inanıncaya kadar, onlarla (kadınlarınızı) evlendirmeyin" (Bakara, 2/221) yasaklaması ile tekit edilmiş ve açıklanmıştır. Üçüncü olarak Nisa sûresinde "Allah, müminlere karşı kâfirlere asla yol vermeyecektir." (Nisa, 4/141) ile bu haramlık ve yasaklama daha genel şekilde açıklanmıştır da. Dördüncü olarak bütün helallerin özetlenip açıklandığı bu âyette, yiyecek her iki taraftan incelenerek nikah için de bu beyan sergisi açılmış olduğu halde, kitap ehlinden kadın almanın müslümanlara helal oluşu açıklanmış ve tersinden sükut edilmiştir ki, bunda zaruret beyanı denilen bir kasr (tahsis) vardır . Ve bu şekilde müslüman kadınlarının kitap ehli ile evlendirilmesinin asla bahis konusu olamayacağı hatırlatılmış, aslî ve geçmişteki haramlığı üçüncü defa olarak anlatılmış ve belgelenmiştir. Çok açık olan ve asr-ı saadetten beri ümmetin ittifakı ile de bilinen bu meseleyi hatırlatmamıza sebep zamanımızda İslâmî delilleri bilmeyen bazı cahillerin Kur'ân'da buna dair bir nass (dini delil) bulunup bulunmadığını sormaları olmuştur. Halbuki bu gibi, haramlık asıl olan meselelerde, izin verilmemiş olması yeterli bir delildir. Şu halde bu gibiler hakkında yasaklama var mı diye değil, izin var mı diye sormak lazım gelir.

Burada gerek yiyecek ve gerek nikah bölümlerindeki kitap verilenler, kitap ehli olan yahudi ve hıristiyanlardır. Hz. Ali (r.a.) Arap hıristiyanlarından Beni Tağlib hakkında: "Bunlar hıristiyanlıktan, şarap içmekten başka bir şey anlamamışlar. Ve şu halde hıristiyan hükmüne dahil değildirler" demiş. İmam Şafiî de bunu tercih etmiş ise de çoğunluk ve Hanefî imamları, kitabın zahirine göre bütün Arap hıristiyanlarının kestiklerinde de bir mahzur yoktur, demişlerdir. Ancak İbnü Abbas nikah bölümünde kitap ehlinden maksadın harbî (düşman ülkesinde) olmayanlar olduğunu ve dolayısıyla harbî olan yahudi ve hıristiyan kadınlarını nikah etmenin caiz olmadığını söylemiştir. Fakat bunda da âlimlerin çoğunluğu âyetin mutlak olmak üzere harbî ve zimmî düşman ülkesindekileri de, İslâm devleti tebasındaki yahudi ve hıristiyanları da içine aldığını ve bu bakımdan harbî olan kitap ehlinden kadın almanın haram değil, bir zaruret bulunmadıkça nihayet mekruh olduğunu söylemişlerdir.

Kitap ehlinden başkasına gelince: Bunlardan mecusiler hakkında Resullullah: "Mecusilere kitap ehli muamelesi yapınız, fakat kadınlarını nikah etmemek ve kestiklerini yememek şartıyla" buyurmuştur.

Bununla beraber dünyada kitap ehline yiyecek ve kadın yönüyle verilen bu özelliklerden dolayı ahiret açısından da böyle sanılmasın. Çünkü, her kim bu imana yani en mükemmel dine ve İslâm şeriatına küfrederse bütün ameli tutulur, Ve ahirette zarar edenlerden olur. Şu halde bunların yiyeceklerini yerken veya kadınlarını alırken imanı bozmaktan, dinden dönme tehlikesine düşmekten son derece çekinmelidir. Ve bundan dolayıdır ki, düşman ülkesinde yaşayan bir kadını almak mekruhtur. "Sizin hoşunuza gitse, de inanan bir cariye, Allah'a ortak koşan bir kadından daha hayırlıdır." (Bakara, 2/221).

İlâhî anlaşma ve akidlerden helal ve haram hükümlerinin açıklanması sırasında dinin kemale erdirilmesi ve nimetin tamamlanması ile Allah'ın ahdinin (vaadinin) yerine getirilmiş olduğu anlatıldıktan ve bu cümleden olmak üzere dünya hayatının maksatlarından olan sofranın güzel ve temiz şeyleri, Nisâ sûresinin "Size helal olan kadınlardan alın" (Nisâ, 4/3) kavramını açıklayarak temiz ve güzel şeyleri aile ile birleştirerek müslüman toplumuna sunulduktan ve nihayet bundan böyle anlaşmayı yerine getirme hükmünün tamamen kulluk görevine yöneldiği, bunun da iman akdi ile İslâm'a ait hükümleri yerine getirmeye bağlı olduğu işaret edildikten ve bu dünyanın bir de ahireti bulunduğu hatırlatıldıktan sonra "İyi kadınlar, iyi erkeklere" (Nur, 24/26) âyetinin delaleti üzere ahirete ait nimetleri kemale erdirmek için, bu en mükemmel dinin imandan sonra kulluk anahtarı olan temizlik emrinden başlamakla kulluk akdini belgelemek için buyuruluyor ki:

Geri Dön


Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri