5-MAİDE

76-Yukardaki ayette bulunan istidlâl (delil ile sonuç çıkarma)ler, "ortak ve benzeri bulunan ilâh olamaz, gelip geçici olması mümkün olan ilâh olamaz, muhtaç olan ilâh olamaz" diye birer kübrâ (büyük önerme)ya bağlı bulunuyordu ki, bu büyük önermeler "hak ilâh" anlamının kendi içinde bulunan ve matematiğe ait hükümler gibi mücerred (soyut) bir tahlil (analiz) ile belli, ilk tahlilî hükümler oldukları için dürülmüşlerdi. Ve gösterildiği şekilde mantıkî anlatımının özetleri şu oluyordu:

1- Mesih ve anası ortağı ve benzeri bulunan kimselerdir "küçük önerme", belli ki ortağı ve benzeri bulunanlar ilâh olamazlar "büyük önerme". Şu halde ne Mesih ne anası ilâh olamazlar.

2- Mesih ve anası, benzerleri delaletiyle gelip geçici olmaları mümkündür. Belli ki gelip geçici olması mümkün olanlar ilâh olamazlar. Şu halde, ne Mesih ne anası ilâh olamazlar.

3- Mesih ve anası yemek yer birer muhtaç idiler. Belli ki muhtaç olan ilâh olamaz. Şu halde ne Mesih, ne anası ilâh olamazlar.

İşte bu âyet ilk önce mabudun en açık bir özelliğini göstermek, "aciz olan mabud olamaz" diye bir genel kazıyye (önerme-hüküm) ile o üç büyük önermeye açık bir uyarma yapmış ve onların apaçıklıklarını idrak edemiyecek olanlara daha genel ve daha açık bir büyük önerme (kübra) ile hakikati açıklayıvermiştir. Yani ortağı ve benzeri bulunan herhangi bir şey onun özelliğine sahip olamayacağından gerçekte bir acizdir. Aynı şekilde gelip geçici olması mümkün olan, gerçekte bir acizdir; muhtaç olan hadd-i zatında bir acizdir. Aciz olan ise mabud olamaz. Çünkü mabud hiç bir şekilde acizliği ve noksanı mümkün olmayan ve düşünülmeyen her şeye gücü yeten ve mutlak en büyük demektir. Bir de "yemek yerlerdi" buyurulmasına karşı sâbiîler ve putperestler tarafından, "O halde yemek içmek ihtiyacı bulunmayan meleklere ve cansız heykellere tapmak akla uygun olacaktır." diye bir kuruntu ortaya atabilirler. Bu yönden de bu âyet, bu kuruntu ve muğalâta (yanıltmaca)nın da kökünü kesmek için meselenin acizlik ve kudret, menfaat ve zarar meselesi olduğunu ve bu mânânın esas itibariyle hepsinde eşit bulunduğunu anlatmış ve bununla beraber Sâbiîliğin ve putlara tapmanın daha düşük bir durumda olduğunu da anlatarak, onlara taş atmak (tarîz) ve hıristiyanları korkutmak ile demiştir ki: "Ey hıristiyanlar siz, sâbiîler ve puta tapanlar gibi, Allah'ı bırakıp da O'na karşı ne zarar, ne fayda hiçbir şey yapamayacak olan acizlere mabud der, ibadet mi edersiniz? Halbuki Allah size her menfaat ve zararı yapmaya gücü yettiği gibi işiten ve bilendir de. Gizli, açık her sözü işitir. Açıktaki fiiller şöyle dursun, kalplerdeki inançları, niyetleri bile bilir. Bu yüksek kudret karşısında Allah'a ortak koşmanın, o acizlere mabud demenin, ibadet etmenin ne büyük inkâr, ne kadar tehlikeli olduğunu düşünmez misiniz? İşte sizin Mesih'e ilâh ve mabud demenizin bundan hiçbir farkı yoktur. Çünkü Mesih, her ne zarar, her ne menfaat yapabilirse kendi zatından malik olarak değil, Allah'ın ihsan etmesi ve vermesiyle yapabilir. Sonra ne Allah'ın verebileceği belalar ve musibetler kadar zarara, ne de Allah'ın ihsan edebileceği sıhhat ve genişlik, hayır ve saadet kadar menfaate hiçbir zaman sahip olamaz. Çünkü Allah bizzat zengin, bizzat güçlüdür. Mesih ise bizzat fakir, bizzat güçsüzdür. Her neye sahip ise hepsi Allah'tan ve Allah'ındır. Allah'ın karşısında Mesih bir lokmaya muhtaç, mutlak âcizdir. Mesih'in karşısında Allah, her şeyi veren mutlak güçlüdür. Allah'ın bütün kemali kendinden, Mesih'in ise nesi varsa Allah'dan. Bu böyle iken Allah'ın kemalini Mesih'e, Mesih'in aczini Allah'a isnat edip de Allah yerine Mesih'e ibadet etmek ne cüret, ne cehalet, ne anlayışsızlıktır? Ne kadar zıddına bir hakkı, doğruyu değiştirmek, ne büyük bir iftira ve beyinsizliktir?


Geri Dön

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri