95-TİN:

5. Sonra. Bunda açık olan zamanda gecikmedir. Bununla beraber rütbede olduğu da düşünülebilir, deniliyor. Buna göre bazı insanlar başlangıçta da en güzel biçimde olmamış olur. Bundan da "Allah'ın insana gücü yetmeyeceği şeyi yüklemesi" konusunun tartışmaya açılması gerekir. Doğrusu "en güzel biçim"den hiç hissesi olmayana insan ismini vermek doğru olmaz. Bir insan denilince elbette onda bir hissesi olmuştur. O halde gecikme rütbe ile ilgili değil, zamanla ilgilidir. Yani, bir zaman sonra onu, (o en güzel biçimde yaratılan insanı) aşağıların en aşağısına çevirip döndürdük. Yahut, "Sefillerin en sefili yaptık." Yahut "o güzel biçimden döndürüp de maddî ve manevî olarak kötülenmiş en sefil bir halde cehenneme veya cehennemin en aşağı tabakasına doğru ittik." Temizlik yerine eğrilik, güzellik yerine çirkinlik, ilerleme yerine gerileme, sıhhat yerine zayıflık ve hastalık, gençlik yerine ihtiyarlık, akıl ve bilgi yerine bunaklık ve cahillik, çalışma ve gayret yerine tembellik, bolluk yerine darlık, güçlük yerine zelillik, lezzet yerine elem ile bunaklık dönemine, ondan hayata karşılık ölüme, çürüyüp kokmaya, ondan kıyamette dünyaya karşılık cehenneme veya cehennemin en alt tabakasına doğru kaktık, "Cehennemin en alt tabakasında" (Nisâ, 4/45) olacak kadar geri çevrilmiş kıldık.

6. Ancak iman edip iyi ameller işleyen o en güzel biçime yaraşır, Allah'ın rızasına uyarak ilerisi, ahireti için hayra yarar, meyve verir, güzel işler yapan kimseler hariç, bunlar öyle geri çevrilmez, o aşağılık çukuruna düşmez, görünüş güzelliğini, maddi kıvamı kaybetseler bile ona karşılık kurtuluşa, en güzel olan mutlak güzelliğe, daha çok sevimliliğe, o iman ve amelin meyvelerini koparacak güzel sona doğru giderler. Çünkü onlar için öyle bir ecir vardır ki kesilmez, tükenmez veya başa kakılmaz, başa kakılmadan sonsuza kadar devam eder. O bedenler amel edemez olduğu, yokluğa gittiği halde de o ecir, bir başa kakma olmadan, sonsuza kadar sürer. Dolayısıyla onlar sefil olmak şöyle dursun, çalışma zahmetinden dahi kurtularak o en güzel biçimlendirmenin olgunluk zirvesine ermiş, en güzele ve onun ziyadesiyle Hakk'ın cemaline kavuşmuş olur. İşte o Tin ve Zeytun'un, o Tur-ı Sinin'in, o emin beldenin asıl hatırlattığı mânâ da budur. Yüce yaratıcının lütuf ve ihsanına ve emir ve hükmüne, bu cezalandırma ve ödüllendirme kanunu ile sorumluluğa inanıp gereğince Allah için güzel ameller işleyerek o en güzel biçimlendirmeyi olgunluk zirvesine götürmeye çalışanların kesilmez bir ecir ve mükafata ermeleri, bunların dışındakilerin, yani iman ile iyi ameli olmayanların da aşağıların aşağısına yuvarlanmaları önermesidir. İmanı olmayanların, her ne yapsalar o sefillik ve aşağılığa düşecekleri kesindir. Dinin bütün mânâsı da bu ceza ve sorumlulukta, bu iman ile Allah için iyi amel yapma kanununda özetlenir ki bu, kul tarafından iman ve itaat ile iyi amel işlemek; Allah tarafından da iyilik ve kötülük yollarını bildirerek iyiliğe iyilik, kötülüğe kötülük ile mükafat ve ceza verme mânâsını taşır. "Doğrusu Allah katında din ancak İslam'dır."(Âl-i İmran, 3/19) buyurulan İslâm da bu iki özelliği içerir. Yani din, Allah ile en güzel biçimde yarattığı kullar arasında bir ilgi, bir bağlılık kanunudur ki, kullar tarafından mânâsı, yaptığı işe göre karşılık alacağına inanıp iman ve salih amel ile esenliğe ermek; Allah tarafından mânâsı da iyiyi kötüyü, güzeli çirkini bildirip ona göre hüküm ve cezasını uygulayarak kötüleri aşağıların aşağısına iterken iman edip iyi işler yapanları adi âlemden yüce âlemde esenliğe çıkarmak, kesilmez ecir ve mükafat ile ilâhî meclise, birlik âlemine almaktır. Onun için idi ki, önceki sûrenin sonuda, "Ancak Rabb'ine yönel."(İnşirah, 94/8) buyurulmuş idi. İşte burada bu ecir ve ceza özetlenmiş, dinin mânâsı da bu ödül ve ceza kanununda toplanmış bulunduğu için netice olarak buyuruluyor ki:

Ana Sayfa
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri