10-YUNUS:

19- İnsanlar aslında bir tek ümmetten başka bir şey değil idi. Yani ilk yaratılışta hepsi aynı hukuk ve aynı dine bağlı bir tek türden ibaret idi. Bugünkü gibi birbirini insan yerine koymayan çeşitli milletler ve cemaatlar yoktu. "Yeryüzünde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar." (En'âm, 6/38) âyetinin de işaret ettiği gibi, hayvanların ve kuşların her türü kendine mahsus bir yaratılış kanununa bağlı bir ümmet olduğu gibi, insanlar da bir tek ümmet idi. (Bu âyetin Bakara Sûresi'nde geçen benzerinin tefsirine bkz. 2/213) Rivayet olunduğuna göre: Âdem Aleyhisselam devrinden Kabil ve Habil (Maide 5/27-31) olayına kadar insanlar bir tek ümmet idi. İdris Aleyhisselam zamanına kadar böyleydi diyenler de olmuştur. Nuh tufanında hiçbir kâfir kalmadığından, tekrar küfrün yayılmasına kadar bir tek ümmet oldukları, ayrıca bugün birbiriyle ihtilaf içinde bulunan birtakım kavimlerin İbrahim Aleyhisselam zamanında bir tek ümmet halinde bulundukları da söz konusu edilmiştir, ki böylece buradaki "belli insanlar"dan maksat Arap ve İbrani gibi akraba kavimler demek olduğu, öbürlerinin de aslında onlar gibi olduğu mukayese yoluyla anlatılmış olur. Nitekim tarihte dillerin çeşitliliği (tebelbül-i elsine) olayı da bu anlamda kavimlerin akrabalığına benzer bir hadisedir.

Daha sonra ihtilaf ettiler, ayrılıklara düştüler. Bir kısmı tevhid i-nancını bıraktı, şirke geçti, sapıtmalar ve yoldan çıkmalar başladı. Türlü türlü mabutlar peşine düşüp, birbirleriyle niza ve vuruşmaya başladılar. Birbirlerine karşı hak hukuk tanımaz, her zulmü reva görür çeşitli soylara, gruplara ve milletlere ayrıldılar. Öyle ki, başlangıçta bir tek tür olan insan soyu, hayvan türlerinden daha fazla sayıda cinslere bölündüler.

Rabbinden çıkmış bir karar olmasa idi. Yani "Rabbin kendi üzerine rahmeti yazdı, hiç şüphesiz sizi kesinlikle gelecek olan o günde bir araya toplayacak..." (En'âm, 6/12), "Her ümmet için takdir edilmiş bir ecel vardır, işte o ecelleri geldiği vakit ne bir an ileri, ne bir an geri gidebilirler." (A'raf, 8/34) buyurulduğu üzere, her şeyden önce rahmeti gerektiren veya azaba müstahak olan her ümmete belli bir ecel takdir edip, her şeyin kesin çözümünü sağlayacak olan hükmünü kıyamet gününe tehir etmiş olmasa idi ve biraz önce geçen "Eğer Allah, insanlara, hayrı çarçabuk istedikleri gibi, şerri de çarçabuk vermiş olsaydı, elbette onlara hemen ecelleri gelip çatardı. Fakat Biz, Bize kavuşmayı ummayanları kendi hallerine terk ederiz, onlar da bocalayıp dururlar." (Yunus, 10/11) gibi daha önce alınmış ilâhî kararlar olmasa idi. Anlaşmazlığa düştükleri her konuda derhal ilâhî karar aralarında hükmünü icra ederdi. Allah'ın hükmü derhal icra edilirdi. Yani, haklıyla haksızı o anda ayıracak olan Allah'ın hükmü kesin şekilde derhal uygulanırdı. Allah'ın birliğine karşı küfür ve şirk ile ihtilaf çıkarıp esasen bir olan insanlığı dağınıklığa ve parçalanmaya düşürenlerin başlarına hemen kıyamet koparılıp gerekli cezaları verilmiş, hepsinin canı anında cehenneme tıkılmış olurdu. Fakat ilâhî "kelime" öyle karara geçmiştir ki, Allah Teâlâ, insanlara kendilerinin acele ettikleri gibi belayı acele vermez, hemen cezalandırıp helak edivermez, Allah'la karşılaşmak istemeyen kâfirleri ecelleri gelinceye kadar, kendi taşkınlıkları içinde bir süre bırakır, onlar da bunu ihmal zannederek kalp körlüğüyle taşkınlıktan taşkınlığa, isyandan isyana yuvarlanır dururlar, durmadan azaplarını arttıracak fenalıklar yaparlar.

Allah'ın birliğine karşı küfür ve şirk ile zulüm ve tuğyandan dolayı çıkan ayrılıklar ve anlaşmazlıklar öylesine korkunç boyutlardadır ki, bunun tabii sonucu ortaya çıkaracak tehlikeler düşünülürse, yeryüzünde beşeriyetin bir anda tepetaklak yıkılıp gitmesine yeter bir sebep teşkil ettiği anlaşılır. Gerçekten de "Eğer Allah, insanları, elleriyle işledikleri (kötülükler) yüzünden hemen cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde kımıldayan bir canlı bırakmazdı. Fakat onları belli bir vakte kadar tehir etmiştir..." (Fatır 35/45) âyetinde de açıklandığı üzere, ilâhî kelimenin böylesine belli bir mühlet ile ahirete ertelenmesinde bir taraftan ilâhî rahmetin gazabına üstünlüğünü bildiren, öbür taraftan da gece ile gündüz, küfür ile iman gibi aslında mizaçları birbiriyle bağdaşmayan çeşitli zıtlıkları, ayrılıklarına rağmen düzene koyup idare eden ilâhî kudretin tabiat üstündeki hakimiyetini gösteren bir âyet ve delil vardır. Öyle bir âyet ve bürhan ki, anlayanlara bütün göklerin ve yerin ancak Hak sayesinde yaratılmış olduğunu, O'nun rahmeti ve adaleti ile ayakta durduğunu gösterir. Artık zulüm ve haksızlığın son derecesine varan o iftiracı veya inkârcı, batıl düşkünü günahkârların felah bulmalarına imkân var mı?


Geri Dön

Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri