10-YUNUS:

29- zira sizinle bizim aramızda şahit olarak Allah yeter, gerçek budur ki, biz sizin ibadetinizden kesinlikle habersizdik. Yani "herşeyi hakkiyle gören" Allah Teâlâ biliyor ki, sizin bize ibadet ettiğinizden biz asla haberdar değildik. Şu halde siz taptıysanız bize değil, kendi hevanıza, kendi batıl hayallerinize tapmışsınız, bize de iftira etmişsiniz. Biz böyle bir şeyi asla kabul etmeyiz, reddederiz. Bütün sorumluluk kendinize aittir.

30- İşte orada, o gün o korkunç yerde herkes, her can, daha önce yaptığını bulacak, herkes kendi kendini sınayacak, iyi veya kötü amel veya tembellik yapıp hiçbir şey yapmamak şeklinde her ne yaptıysa gerçekten tadıp anlayacak. Ve o müşrikler, Allah'la karşılaşmayacaklarını sanan ve ondan kaçan o iftiracılar, gerçek mevlaları olan, hakiki malikleri ve sahipleri Allah'ın huzuruna reddolunacak, hepsi oraya iade edilmiş bulunacaklar. Allah katında bizim şefaaçilerimiz diye iftira ettikleri o hayalî tanrılar ve din adına uydurdukları bütün evham ve hayaller yanlarından yok olup gitmiş, ortadan kaybolup gitmiş olacak ve onlar acı gerçekle başbaşa kalacaklar.

Şimdi halleri hikâye olunan ve amellerinin sonuçları ve akıbetleri beyan olunan o müşriklere tevhidin hak din olduğuna delalet eden şu âyetleri ve belgeleri tebliğ için ey hak peygamber!

31- De ki, size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Hele o işitme ve görmeye malik olan kim? Onlara kim hakim bulunuyor? Yani Allah'ın verdiği rızıklardan yararlanmaya en önemli iki araç olan işitme ve görme duyularını, duyuların en şereflisi olan bu iki gücü, bu iki nimeti size kim veriyor? Bunları yaratmaya ve düzenlemeye Allah'dan başka kimin gücü yeter? Veya bunları kim idare ediyor Bunlar üzerinde kim tasarruf ediyor, bunlara kim hükmediyor? Kendi içinizdeki bir olayda, dış dünyadaki bir olayı tecelli ettirip de size sizin dışınızdaki gerçekleri idrak ettiren, Hakk'ın parıltısını duyuran, âyetlerini işittiren, gösteren kim? Burada işitmenin tekil, görmenin çoğul olarak gelmesi, görmenin işitmeden daha çok olduğuna işaret için olsa gerektir. Görmenin ve işitmenin malik, melik ve hakim olmak bakımından ifade ettiği farkları Fatiha Sûresi'nde gösterildi. Bunun hakkın tasdiki açısından ifade ettiği anlam da Âl-i İmran Sûresi'nin "Allah, kendisinden başka Tanrı olmadığına şahitlik etti." (3/18) âyetinde ve En'âm Sûresi'nin "O, (Allah) gözleri görür."(6/103) âyetlerinde geçen, dış dünyanın tanınması ve algılanması meseleleriyle ilgili olarak anlatılmış idi. Doğru görmek ve doğru işitmek, hak ve hakikatı hissedip idrak etmek işi "De ki, ruh benim Rabbimin emrindendir." (İsrâ, 17/85) âyetinin anlamı kapsamında olduğundan, bütün bu işlerin doğrudan doğruya ilâhî bir emir olduğunu hatırlatan derin ve ince bir hakikate ışık tutar. Bunun "Kul nafile ibadetler sayesinde bana o derece yakınlaşır ki, nihayet ben O'nun görmesi, işitmesi ve duyması olurum." kudsi hadisinde de ifadesini bulan "şuhûd billâh" meselesine bir işareti de içerdiğini kaydetmeden geçemiyeceğiz.

Evet işitme ve görme harikası ve bediası kimin milkidir: Ve o kimdir ki, ölüden diri çıkarıyor ve diriden ölü çıkarıyor? Dün ortada yokken bugün bir canlı, bir ot, bir hayvan, bir insan meydana geliyor ve birtakım cansız maddelerden çıkıp geliyor ve sonra yine ölüyor. Yapanı olmadan bir olayın meydana gelmesi imkânsız olduğundan, bu hayat ve ölüm olayını yapan, canlıları dirilten ve öldüren kim? Alınan gıda hayata dönüşüyor, gayr-i uzvi (inorganik) maddeler uzvileşiyor, organik madde haline dönüşüyor: Nutfeden canlı oluyor, kandan nutfe oluşuyor, sonradan da canlı maddeler canlılık özelliğini kaybedip ölüyor ki, tabiat açısından bakıldığı zaman bunlar değişik ve zıt karakterde maddelerdir, bunların birbirlerine dönüşmesi ve seleksiyon denilen ayıklanmaya uğraması, aslında tabiatın temel ilkesi olan ayniyet ve tekdüzelik olayına ters düşen oluşumlardır. Binaenaleyh genel anlamda tabiata aykırı olaylardır. Şimdi bunları çıkaran, böyle hayat ve ölüm gibi tabiatleri ve karakterleri, birbirine zıt iki hadiseyi birbirine dönüştürüp sebebi sonuç, sonucu sebep yapan kim? Böyle tabiata aykırı oluşları birbirine dönüştürüp duran tabiat üstü bir kudretin, tabiat üzerindeki etkisini ve tedbirini anlamamak, bu kudreti görmezlikten gelmek ne mümkün? Ve emri tedbir eden kim? Yani yalnızca âyette sözü edilen bir iki husus değil, bunlar gibi daha nice olayların ve oluşların yönetimini kim elinde tutuyor? Yalnızca yaratma meselesi değil, emir ve kumanda yoluyla cereyan etmekte olan kâinat nizamını, şu koca âlemin düzenini yürüten, bunu evirip çeviren kim? Bunları anlayınca derhal "Allah'dır" diyecekler. Bu soruların cevabı gayet açık ve anlaşılır olduğundan, müşrikler bile bunları biraz düşününce, bütün bunları Allah yapıyor demekte tereddüt göstermeyecekler. O halde, de ki; korkmuyor musunuz? Bu böyle iken siz nasıl oluyor da O'nun kahrından korkmaz, ona karşı şirk ve isyandan, emirlerine karşı gelmekten sakınmaz, başınıza gelecek felaketten kendinizi korumaz, başkalarını bırakıp O'nun himayesine ve korunmasına girmezsiniz?

Geri Dön
Anasayfaya dön Konulara dön
Sadakat.Net©İslami web hizmetleri