VASİYET NEDİR HÜKÜMLERİ NELERDİR
- Ayrıntılar
- Kategori: Fıkıh Ansiklopedisi
- Gösterim: 1520
VASIYET
Emretmek, bir işi birisine ısmarlamak, bir malı ölümden sonra bağışlama anlamında bir fıkıh terimi. Terim olarak, dinî ilimlerden fıkıhta ve hadis usûlünde ayrı ayrı manalara gelmektedir.
Fıkıh Istılahında Vasiyet Fıkıh ıstılahında vasiyet iki aynı manada kullanılmaktadır.
1- Bir malı veya menfaati ölümden sonraya bağlayarak bir şahsa veya hayır kurumuna karşılıksız olarak bağışlamak (Tehanevî, Keşşafu Istılahati'l Funûn, II,1526; Nasuhî Bilmen, Hukuku Islâmiyye ve Istılahatı Fıkhıyye Kamusu, V, 115).
2- Bir kimsenin ölmeden önce, küçük çocuklarının mâlî işlerini yürütmekte veya terikesinde tasarrufta bulunmakta birisini yetkili kılmasıdır (Tehânevî, aynı yer).
Malınıveya bir malının menfaatına ölümüne bağlayarak bir şahsa veya hayır cihetine hibe eden kişiye vasî, kendisine mal veya menfaat bırakılan (vasiyet edilen) kişiye veya hayır cihetine mûsâ leh, vasiyet edilen mala ya da menfaate mûsâ bih, vasiyette bulunma olayında îsa denilir.
VASIYET ÇEŞİTLERİ
Vasiyet bir olay veya zamanla kayıtlı olmazsa, mutlak vasiyet, belirli bir olayla veya zamanla "şu isim olursa", "şu zamana kadar ölürsem." gibi kayıtlı olursa mukayyet vasiyet; mûsâ bihin miktarı, malın üçte biri, dörtte biri gibi bir oranla değil, belirli bir miktarla belli olursa mürsel vasiyet; miktar belli edilmeden terikenin üçte biri dörtte biri gibi bir oran vasiyet edilirse bu vasiyete de gayrı mürsel vasiyet denilir. Vasiyet edilen şeyin mal veya menfaat olması bakımından da vasiyetler, vasiyye bi'l-mal ve vasiyye bil'l-menfaat kısımlarına ayrılırlar (Bilmen, a.g.e., V,115; Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletuhu, VIII, 9).
VASIYETIN HUKUKI HÜKÜMLERI
Vasiyet, bütün alimlere göre lâzım (bağlayıcı olmayan) bir akittir. Çünkü bir teberrudur. Vasiyette bulunan vasiyete karşılık bir şey almamaktadır. Dolayısıyle, ister sağlıklı halinde, ister hastalık halinde vasiyet etmiş olsun, istediği zaman vasiyetinin tamamından veya bir kısmından dönebilir (Ibn Kudâme, a.g.e., IV, 518; Zeylaî, Tebyinü'l-Hakaik, VI,186; Meydanî, el-Lilbab Şeriru'l-Kitap IV, 178; Şirbînî; Muğni'l-Muhtâc, III, 71, 72).
Şartlarını haiz olan bir vasiyet sahihtir. Vasiyet mutlaksa, musî öldüğünde ve musa leh kabul ettiği andan itibaren, bir zamana veya şarta bağlı ise şartın tahakkuku ve zamanın gelmesinden itibaren vasiyet edilen mala malık olur. Vasiyetin infazı miras taksiminden önce gelir. Ölünün bıraktığı terikede yapılacak ilk işlem, techiz ve tekfin, sonra borçların ödenmesi, peşinden de vasiyetlerin infazıdır (Seyyid Şerif Cürcânî, Şerhu Feraizi Siracıyye, 2-5).
Mûsa bih muayyen bir mal ise sadece ona bağlıdır. Dolayısıyla henüz mşa lehin eline geçmeden telef olursa vasiyet de batıl olur. Mûsînin başka malları olsa o mallarla mûsâ lehin hiç bir ilgisi yoktur. Vasiyet, bir mal çeşidinin belirli bir oranı ise, vasiyet edildiği esnada mevcut olan mala taalluk eder.
VASIYETIN MEŞRUIYETI
Vasiyet, İslam'ın meşru kabul ettiği akitlerdendir. Tarihî açıdan bakıldığında vasiyetin Islâm'dan önce de var olduğu görülmektedir. Mesela Romalılarda aile reisi malında vasiyet yoluyla ve hiç bir kayda tabi olmadan dilediği gibi tasarrufta bulunuyordu. Hatta bazan malının tamamım yabancılara vasiyet edip, kendi varislerini mirastan mahrum bırakabıliyordu. Daha sonra bir takım değişiklikler yapılarak, babanın malının en az dörtte birini çocuklarına bırakması zorunlu hale getirildi. Cahiliye Araplarında da vasiyet sınırsız bir şekilde vardı. Araplar, kendi akrabalarını muhtaç bırakmak pahasına büyüklük taslamak için, mallarının tamamını yabancılara vasiyet ediyorlar ve bununla övünüyorlardı (Zuhaylî, a.g.e., VI, 7). Demek oluyor ki, Islâm vasiyeti ihdas etmedi, hazır buldu. Islah ederek ibka etti, hatta tavsiye etti.
Vasiyet, tüm Islâm müctehidlerine göre meşrûdur. Meşrûiyeti, Kitap, Sünnet ve Icma ile sabittir; Bakara sûresinin 180. âyetinde: "Birinize ölüm geldiği zaman, eğer bir hayır bırakacaksa anaya, babaya, yakınlara uygun bir biçimde vasiyet etmek, Allah'tan korkanlar üzere bir borçtur'; 240. âyetinde de: "Içinizden ölüp de dul eşler bırakanlara gelince, onlar eşlerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar bıraktıkları terikeden faydalanmaları hususunda vasiyet etsinler. Eğer o kadınlar kendiliklerinden çıkıp giderlerse, iyilikle kendileri hakkında yaptıklarından size bir günah yoktur. Allah azîzdir hakimdir"buyurulmaktadır. Nisâ sûresinin 11 ve 12. âyetlerinde de ölenin bazı yakınlarının mirastaki hisseleri belirtilirken, bu hisselerin borçlar ödendikten ve vasiyetler tenfiz edildikten sonra hak sahiplerine ödeneceği beyan edilmektedir.
Hz. Peygamberimiz'in hadislerinde de vasiyet teşvik edilmiştir. Mesela Ibn Ömer'den rivayet edilen bir hadiste: "Bir Müslümanın vasiyet etmek istediği bir şey olup da, vasiyeti yastığının altında yazılı olmadan iki gece geçirmesi doğru değildir" buyurmaktadır (Buharî, Vesâya, 1; Müslim, Vesâya,1-4; Ibn Mâce, Vesâyâ, 2). Hz. Peygamberimiz bir başka hadisinde de: "Âllah (c.c) size, amellerinize ziyade olarak ölümünüz esnasında mallarınızın üçte birini tasadduk etti (vasiyet etme yetkisi verdi) "buyurmuştur (Ibn Mace, Vesâyâ, 5; Zeylaî, Nasbu'r Râye, IV, 399, 400).
Bu âyet ve hadislerin delaleti doğrultusunda Islâm alimlerinin tümü vasiyetin meşruluğunda ittifak etmişlerdir. Dolayısıyla vasiyet Icma ile de meşrudur (Merginânî, el-Hidâye, IV, 232; Ibn Kudâme, el-Muğnî, VI, 444).
Vasiyetin Hükmü Prensip olarak vasiyet müstehap (Merğınanî, a.g.e., IV, 231) veya menduptur (Zuhaylî, a.g.e. VIII,11). Yukarıdaki âyet zahiren vasiyetin farz olması gerektiği izlenimi verebilir. Çünkü âyet-i kerimede vâsiyetin Allah'ın kullar üzerinde bir hakkıolduğu vurgulanmaktadır. Ancak ulema bu âyetin, daha sonra inen miras âyetiyle neshedildiğini söylemişlerdir. Bu âyetin mensuh oluşunun delili sahabelerden bir çoğunun vasiyette bulunmamalarıdır. Çünkü eğer vasiyet farz olsaydı sahabelerin bunu terketmeleri mümkün olmazdı. Zaten Ibn Abbas ve Ibn Ömer vasiyetin farz olacağı izlenimini veren bu âyetin mensuh olduğunu söylemişlerdir (Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12).
Vasiyetler dînî açıdan beş grupta toplanırlar:
a- Vacipvasiyetler: Bir Müslümanın hayatında iken ödemesi gereken ama ödeyemediği borçlarını veya başkasına ait hakları -bu borçlar Allah hakkına taalluk edebileceği gibi kul hakkıda olabilir- ödenmesi veya sahiplerine verilmesi için vasiyet etmesi vaciptir. Dolayısıyla elinde birisine ait emanet mal bulunan, birisine borcu olup, borcun varlığına dair şiir vesîka bulunmayan kişinin bu emanetlerin sahiplerine verilmesini, borçların ödenmesini vasiyet etmesi gerekir. Aynı şekilde, hac, zekat, oruç gibi ibadetler kendisine farz olduğu halde eda edemeyenler, üzerinde keffaret borcu olanlar hac ve zekâtın edasını, orucun fidyeşinin verilmesini, kefaretlerin ödenmesini vasiyet etmek zorundadırlar (Ibn Kudâme, a.g.e., VI, 444; Ibn Abidîn, Reddu'l-Muhtar, VI, 648, haylî, a.g.e., VIII, 12).
b- Müstehap vasiyetler: Hali vakti yerinde olan kişinin, varis olmayan akrabalarına, yoksullara ve hayır kurumlarına vasiyette bulunması müstehaptır.
c- Mübah vasiyetler: Akrabalardan veya yabancılardan zengin olanlar için vasiyette bulunmak mübahtır.
d- Mekruh vasiyetler: Fakir varisi olanların, mallarını vasiyet etmeleri ittifakla mekruhtur. Ayrıca Hanefilere göre, kim olursa olsun fisku fücur ehline vasiyette bulunmak da tahrimen mekruhtur.
e- Haram olan vasiyetler: Haram bir işin yapılması için vasiyette bulunulması ittifakla haramdır. Mesela, bir Müslümanın kilise yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram olan bir şeyi vasiyet etmesi haramdır. Bu tür vasiyetlere uyulmaz. Ayrıca meşru cihetlere bile olsa malın üçte birinden fazlasının vasiyet edilmesi de caiz değildir. Şayet vasiyet edilmişse, varislerin, malın üçte birisinden fazla olan kısmında bu vasiyete uymaları mecbur değildir. Ancak, isterlerse uyabilirler. Hambelilerdeki sahih görüşe göre bu tür bir vasiyet mekruhtur (Ibn Kudâme, a.g.e., VI, 445; Zuhaylî, a.g.e., VIII, 12, 13).
Vasiyetin Rüknü Ebu Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre vasiyetin rüknü; hibe, alım satım, icare vs. akitlerde olduğu gibi, icap ve kabuldür. Yani, mûsî vasiyette bulunacak, mûsa leh de kabul edecektir. Mûsa lehin kabûlünün bulunmaması halinde vasiyet tamamlamış olmaz. Mûsa lehin kabulü, sarahaten olabileceği gibi, kabul veya red etmeden ölmesi durumunda olduğu gibi delâleten de olabilir. Vasiyetin kabulü ancak, mûsînin ölümünden sonra olur (Kâsânî, Bedâiu's-Sanâî, VII, 331). Imam Züfer'e göre ise, vasiyetin rüknü sadece icaptır. Mûsînin vasiyetini mûsa lehin kabul etmesi gerekmez. Çünkü, musa lehin durumu varisin durumu gibidir. Nasıl varis mîrası red imkânına sahip değilse, musa leh de vasiyeti reddetme imkânına sahip değildir (Haskefı, Dürrü'l Muhtac VI, 650).
Vasiyette icab ve kabul, vasiyet kelimesi ile olabileceği gibi vasiyete delâlet eden başka kelimelerle veya yukarıda belirtildiği gibi delâleten de olabilir. Bu hüküm Hanefilere göredir. Cumhura göre ise delâleten kabul olmaz, mutlaka sözle yapılması gerekir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18).
Vasiyetin tahakkuku için kabulün şart olduğu görüşüne göre, kabul veya reddin fevrî (îcabın hemen peşinden) olması şart değildir. Mûsa leh, vasiyyeti, mûsînin ölümünden sonra olması kaydıyla ve reddetmemişse uzun süre sonra da kabul edebilir. Şafiîlere göre mûsa lehin kabul veya red ettiğine dair bir şey söylememesi durumunda vârisler ondan görüşünü açıklamasını talep edebilirler. Bu isteğe rağmen, görüş açıklamaktan imtina etmesi durumunda bu, vasiyeti red sayılır. Vârislerin zarara uğramamaları bakımından Şafiîlerin bu görüşü tatbike daha elverişlıdır. Mûsa leh, kendisine vasiyet edilen şeyin hepsini kabul veya red zorunda değildir. Hepsini kabul veya red edebileceği gibi bir kısmını kabul, bir kısmını reddetmesi de mümkündür (Zühaylî, a.g.e., VIII, 18, 19).
Prensip olarak mûsa leh vasiyeti kabul veya red ettikten sonra bu tasarrufundan rucû edemez. Ancak, varisler buna icazet verirlerse rucû caizdir. Varislerin hepsi veya birisi, mûsa lehin kabulden sonra rucunu kabul ederlerse vasiyet reddedilmiş olur, mal varislere geri döner. Şâfiî ve Hanbelilere göre mûsa leh vasiyeti kabul edip kazbettikten sonra artı geri dönemez.
VASIYETIN ŞARTLARI
Vasiyetin sahih olması için, mûsîde, mûsâ lehte ve mûsâ bihte bulunması gereken bir takım şartlar vardır;
a- Mûsîde bulunması gereken şartlar:
1- Mûsî (vasiyette bulunan şahıs), teberrua ehil olmalıdır. Buna göre, mûsî, âkil, bâliğ ve hür olmalıdır. Mûsînin akıl sahibi olması gerektiğinde ulema arasında her hangi bir görüş ayrılığı yoktur. Definin, bunağın ve baygının vasiyeti ittifakla caiz değildir. Büluğ konusu ise ihtilafladır. Hanelî ve Şâfiîlere göre mûsînin baliğ olması şarttır. Mâlikî ve Hanbelilere göre şart değildir. Onlara göre mümeyyiz olan çocuğun (on yaşı temyiz çağı kabul ediyorlar) vasiyetleri geçerlidir.
Sefahet sebebiyle kendisine hacr konulmuş olan mahcudun vasiyeti temelde ittifakla caiz olmakla birlikte bazı teferruatta mezhepler arasında ufak tefek görüş ayrılıkları vardır. Hanefilere göre mahcurun vasiyetinin geçerliliği, vasiyetin fakirlere veya bir hayır kurumuna olması ile kayıtlıdır. Zengin için yapacağı vasiyet geçerli değildir. Diğer mezheplere göre ise böyle bir şart yoktur. Ancak Şâfiîlere göre iflas sebebiyle hacr edilenin vasiyetinin cevazı, alacakların icazetine bağlıdır.
Sarhoşun vasiyeti Şâfiilerin dışındaki ulemaya göre mutlak olarak geçerli değildir. Çünkü aklı başında değildir. Şafiilere göre ise haram bir şeyden dolayı sarhoş olanınki sahihtir.
Kâfirin vasiyeti ittifakla caizdir (Merğınanî, a.g.e., IV, 234 vd., Ibn Kudâme, a.g.e, VI, 558 vd., Zühayli a.g.e, VIII, 24 vd).
2- Mûsî, vasiyet ettiği mala malık olmalıdır. Bir kimsenin kendisine ait olmayan bir malı vasiyet etmesi caiz değildir.
3- Mûsî vasiyeti kendi rızası ve hür iradesi ile etmiş olmamalıdır. Ikrah, şaka veya hata ile yapılmış olan vasiyetlerin geçerliliği yoktur.
b- Mûsâ lehle ilgili olan şartlar:
1- Mûsâ leh, mevcut olmalıdır. Ana karnındaki cenin de mevcut sayıldığı için, cenine yapılan bir vasiyet geçerlidir.
2- Mûsa leh belli olmalıdır. Kim olduğu bilinmeyen meçhul bir şahsa vasiyet caiz değildir.
3- Mûsa leh mal edinmeye müstehak birisi olmalıdır. Dolayısıyla köle için yapılan vasiyet geçerli sayılmamıştır.
4- Mûsa leh, musî'in katılı olmamalıdır. Mûrisi öldüren katıl, mirastan mahrum olduğu gibi, mûsîsini öldüren mûsa leh de vasiyetten mahrum edilir. Bu görüş, Hanefî ve Hanbelîlere göredir. Şâfiî ve Mâlikîlere göre katile vasiyet yapılabilir.
5- Mûsa leh, mûsînin vârisi olmamalıdır. Vârise vasiyet caiz değildir. Şayet birisi vârisine vasiyette bulunmuşsa, bu vasiyetin geçerliliği diğer varislerin rızasına bağlıdır.
6- Mûsa leh, haram bir cihet olmamalıdır. Kumar salonu yapılması, şarap fabrikası inşası gibi haram bir cihet için yapılmış olan vasiyetler ittifakla geçersizdir. Vasiyet ciheti aslında mübah olmakla beraber, bir masiyete vesile olabilecek cinsten ise -fasıkların fısklarını icra edebilmeleri için yardımlaşmalarını sağlayacak bir tesis inşası gibi- Hanefi ve Şafiilere göre geçerli, Mâlikî ve Hanbelilere göre batıldır.
c- Musa bihte bulunması gereken şartlar:
1- Musa bih mal olmalıdır. Mal, taşınır ve taşınmaz bir mal olabileceği gibi, hak ve menfaat da olabilir. Bir kimse mesela evinin mülkiyeti varislerinin olması şartıyla, süknâsını (içerisinde oturma hakkı) bir başkasına vasiyet edebilir.
2- Mûsa bih olan mal, mütekavvim (Müslümanlar katında değeri olan bir mal) olmalıdır. Bir Müslümanın başka bir Müslüman için şarap, domuz gibi mütekavim olmayan bir şeyi vasiyet etmesi caiz değildir. Aynı şekilde, bir kimsenin ölümünden sonra peşinden ağıt okunması için vasiyette bulunması caiz olmaz.
3- Temlîki kabıl olmalıdır. Bundan maksat; vasiyet edilen alın şer'î akitlerden bir akitle sahip olunması sahih bir mal olmalıdır. Binaenaleyh, henüz ana karnına düşmemiş bir yavruya vasiyet caiz değildir.
4- Vasiyet edilen mal muayyense, vasiyet edilirken, mûsînin mülkü olmalıdır.
5- Mûsa bihin masiyet veya şer'an haram olan bir şey olmaması gerekir. Meselâ kabrin gösterişli bir şekilde yapılması için vasiyette bulunmak caiz değildir.
6- Mûsînin varisi varsa, mûsa bih terikenin üçte birinden fazla olmamalıdır. Şayet üçte birden fazla olursa, fazla olan miktardaki vasiyetin edası varislerin icazetine bağlıdır. Bu Hanefilerin görüşüdür. Şâfiî, Mâlikî, ve Hanbelîlere göre ise, mûrisin varisi olmasa bile terikenin üçte birini aşan miktardaki vasiyet batıldır. Çünkü bu durumdaki birinin malında tüm Müslümanların hakkı vardır (Merğınânî, a.g.e., IV, 232; Ibn Kudâme, VI, 563; Mevsılî, el-Ihtiyar li Ta'lili'l-Muhtâr, V, 62; Bilmen, a.g.e., 122-127; Zühaylî, a.g.e., VIII, 26-53).
VASIYYE BIL'L-MENFAA
Hanefilere göre menfaatten maksat, bir kölenin hizmeti, bir evde oturma hakkı ve geliri, bahçe ve tarlanın ürün ve kirasıdır (Kasânî, a.g.e., VII, 352).
Dört mezhep imamına göre menfaatin vasiyeti caizdir. Daha önce aynıların vasiyetinde vasiyet edilen malın terikenin üçte birinden fazla olmayacağına değinilmişti. Bu oranın, menfaatte nasıl takdiri yapılacaktır? Bu konu mezhepler arasında değişik değerlendirilmiştir; Hanefîler ve Mâlikîler menfaati vasiyet edilen malın değerine bakarlar. Şayet bu mal terikenin üçte birini aşmıyorsa, süresi ne olursa olsun vasiyet uygulanır. Fakat, bu mal terikenin üçte birinden daha fazla olursa, üçte biri kadarı geçerli, kalanı geçersizdir. Yani bu mezheplere göre itibar, menfata değil, menfaati vasiyet edilen aynadır. Şafii ve Hanbelî mezheplerine göre, muteber olan, mal değil, malın vasiyet müddetindeki menfaatidir. Çünkü mûsa bih, menfaattır. Hanbelîlerden bir görüşe göre, müddetin sınırsız olması halinde, Hanefîlerde olduğu gibi aynın kıymetine itibar edilir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 86, 87).
Menfaatin elde edilmesi ya mûsa lehin bizzat kendisinin kullanması ile veya kiraya verip kirasını alması ile gerçekleşir. Şayet mûsi, vasiyet ederken bunlardan birisini kayıtlamamışsa, mûsâ leh dilediği şekilde istifade edebilir. Fakat, bir menfaat türü ile kayıtlamışsa Hanefilere göre bu kayda uymak zorundadır. Aksine hareket edemez. Dolayısıyle, kendisinin oturması için, oturma hakkıvasiyet edilen birisinin, evi kiraya vererek kirasını alması caiz olmaz. Şafii ve Hanbelîlere göre, musâ leh, böyle bir kayda uymak zorunda değildir. Istediği şekilde faydalanabilir.
Bir malın menfaati, mûsâ leh ile varisler arasında müşterek ise, dilerlerse malı kiraya verip kirasını bölüşürler, dilerlerse ve mal müsaitse malı aralarında bölüşüp her biri muayen bir kısmının menfaatini alır. Üçüncü bir yol olarak da malı münavebeli olarak kullanabilirler (Ibn Âbidin, Reddu'l-Muhtar, VI, 691 vd.).
Vasiyet edilen menfaat geçici olabileceği gibi, süresiz de olabilir. Şayet belirli bir süreye münhasırsa veya sonu gelecek bir cihete ise malın kendisi mûsinin varislerine aittir. Sürenin bitiminde onlara döner. Fakat, bir malın menfaati sınırsız olarak ya da mutlak olarak vasiyet edilmiş ve mûsa leh sonu gelmeyen bir türdense o aynı vakıf hükmündedir (Zühaylî, a.g.e., VIII, 92, 93).