Emanet ve Ehliyet

HUDUD KAVRAMININ MAHİYETİ

1245 HUDUD; Had kelimesinin çoğuludur ve men-etmek manasına gelir.(1) Kapıcı, ve gardiyana "Haddad" denilir. Kapıcı başkasının içeri girmesini; gardiyan ise içerden dışarı çıkılmasını men eder. Bir şeyin mahiyetini tarif ve tayin eden şeye de "Had" denilir. Çünkü tarif, girmeyi ve çıkmayı meneder. Hane gibi, gayri menkullerin nihayetlerine, yani sınırlarına da "Hudud" denilir.(2) Nitekim devletlerin de birer "Hudud"ları vardır. İslâmi ıstılahta: "Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olmak üzere yerine getirilmesi farz olan ve kat'i nasslarla takdir edilmiş bur ukûbat (cezâ)'dır"(3) Had kelimesi aynı zamanda "esirgemek" manasına da gelir.(4) Çünkü Allahû Teâla (cc) kullarını zarara uğradıkları şeylerden, bunlarla korumuş, esirgemiştir. İbn-i Abidin: "Çünkü hadler; nesebi, malları, akılları, haysiyet ve namusu koruma gibi maslahat ve menfaati beşeriyete ait olduğu için meşru kılınmıştır. Bu kelime (yani Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olması) hadlerini asıl hükümlerini beyandır ki, insanların zarar görecekleri şeylerden men olunup, İslâm beldelerinin fesat ve fitneden korunmasıdır. "Fethû'l Kadir'de zikredilmiştir ki; gerçek olan bazı meşayıhın dedikleridir. Şöyle ki: Hadler, zararları bütün beşeriyete dokunan birtakım fena hareketlerden insanları alıkoyar. Bunlar suçlular hakkında birer ceza olduğu gibi, bunları görenler hakkında da birer ibret ve uyanma vesilesi teşkil eder ve ammenin menfaatlarını tazammun bulunur"(5) hükmünü beyan etmektedir.

 1246 Resûl-i Ekrem (sav)'in: "Nefsim yed-i kudretinde olan Allahû Teâla (cc)'ya yemin olsun ki, arzusunu İslâm'a tabi kılmayan kimse iman etmiş olmaz"(6) buyurduğu bilinmektedir. Esasen bir beldede "Had" cezalarının tatbiki; o beldedeki insanların Allahû Teâla (cc)'nın hukukuna riayet ettiklerinin en büyük isbatıdır. İslâmi hududlar ikame edilmiyor ve hükümler infaz edilmiyorsa; o beldede yaşıyan insanların; can, mal, nesil akıl ve din emniyetlerinin varlığından söz edilemez. Günümüzde Allahû Teâla (cc)'nın koyduğu hududları çirkin görüp, kendi heva ve heveslerine göre hududlar çizmeye çalışan siyasi güçler mevcuttur. Bunlar tıpkı "Firavn" gibi, ilahlığa özenmişlerdir. Kim bunların çizdiği hududları meşru sayarsa; Kelime-i Tevhid'in mahiyetini inkâr etmiş olur. Hanefi fûkahası: "Had'lerden maksat, alemi fitne ve fesaddan kurtarmaktır"(7) hükmünde ittifak etmiştir. Dolayısıyla, Haddlerin tatbik edilmediği beldelerde; "Fitne ve ve Fesad" siyasi güç haline gelmiş demektir.

 1247 Allahû Teâla (cc)'nın indirdiği hükümlerle hükmetmek farzdır. İbn-i Abbas (ra): "Her kim Kur'an-ı Kerim'i red ve Resûl-i Ekrem (sav)'in sözünü inkâr ederek, Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmezse kâfir olur"(8) hükmünü beyan etmiştir. Kur'an-ı Kerim'de Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben: "İnsanlar arasında, Allah'ın indirdiği hükümlerle hüküm ver, sakın onların (insanların) heva ve heveslerine uyma"(9) emri verilmiştir. Bu emir, bütün insanlara şamildir. Esasen şer'i şerife göre hükme bağlanmayan hiçbir kaza (mahkeme), kaza hükmünde değildir.(10) İslâmi ıstılahta kaza: "Mü'minlerin velayetine haiz olan Kadı'nın; mü'minler arasında husumeti ve ihtilafı ortadan kaldırmak için, şer'i şerife göre verdiği hükümdür"(11) Dolayısıyla mü'minler arasındaki husumet ve ihtilafların ortadan kaldırılabilmesi için Kadı'nın (Şer'i şerifle hükmeden hakimin) bulunması şarttır. Kâfirlerin istilası altında iken dahi; mü'minlerin, kendi içlerinden bir kadı seçmeleri vaciptir.(12) Zira yeryüzünde küfür ahkâmıyla hükmetme hakkı hiç kimseye tanınmadığı gibi; küfür ahkâmına razı olmak da tanınmamıştır.

 1248 Hadler doğrudan doğruya Allahû Teâla (cc)'nın hakkıdır. Haddi gerektiren bir suç işleyen kimse; makamı ve mevkii ne olursa olsun mutlaka cezalandırılır. Ulû'lemr olan kimse de dahil; hiç kimsenin hadleri affetme yetkisi yoktur. Nitekim Mekke'nin fethi sırasında Ben-i Mahzum kabilesinden bir kadın hırsızlık yapmıştır. Sahabe-i Kiram'dan Hz. Usame b. Zeyd (ra) Resûl-i Ekrem (sav)'e gelerek, "Hadd-i Sirkat'in" uygulanmaması için istirhamda bulunur. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (sav): "Muhakkak ki, İsrailoğulları arasında şerefli (soylu) birisi hırsızlık ettiği zaman, onu cezasız bırakırlar, zayıf birisi yaptığı zaman ise, elini keserlerdi. Şimdi sen, Allahû Teâla (cc)'nın hadlerinden bir had için şefaat mi diliyorsun? Ben hırsızlık eden kadın kızım Fatma olsaydı, muhakkak onun da elini keserdim"(13) buyurmuştur. Esasen şefaat; Allahû Teâla (cc)'nın hakkı olarak farz kılınan haddin ikame edilmemesini talep etmektir ki, bunun caiz olamıyacağı açıktır. Fûkaha; tövbe etmenin dahi dünyada haddi düşürmeyeceği hususunda icma etmiştir.(14)


 

Günün Sözü

"Hakîkî zenginlik, malın çok olması değildir. Hakîkî zenginlik gönlün zengin (tok) olmasıdır.” (Hadîs-i Şerif—Buhârî)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.