Feteva-i Hindiye

Şirket

KİTÂBÜ'S-ŞİRKET.

ŞİRKETLER..

1- ŞİRKETİN ÇEŞİTLERİ, RÜKÜNLERİ, ŞARTLARI, HÜKÜMLERİ VE BUNLARLA İLGİLİ MES’ELELER..

1- Şirket Çeşitleri

Mülk Ortaklığı

Bu Ortaklığın Rüknü:

Bu Ortaklığın Hükmü:

Akd Ortaklığı

Bu Ortaklığın Rüknü.

Bu Ortaklığın Caiz Olmasının Şartları

Bu Ortaklığın Hükmü.

Mal Ortaklığı

2- Kendisi İle Ortaklık Sahih Olan Veya Sahih Olmayan Sözler

3- Re'sü'l-Mâl (= Sermaye) Hakkındaki Hükümler

Eşya Ortaklığının Çaresi

2- MÜFÂVEDA ŞİRKETİ

1- Müfâveda Ne Demektir, Şartları Nedir?.

Müfâveda Ne Demektir

Müfâveda Şirketi, Kimler Arasında Kurulabilir?.

Müfâveda Ortaklığı Kimler Arasında Caiz Olmaz?.

Müfâveda Ortaklığı Nasıl Meydana Gelir?.

Müfâveda'nın Şartları

2- Müfâveda'nın Hükümleri

3- Müfâveda Ortaklarından Her Birinin Diğerine Kefalet Etmesi

4- Müfâveda'yı Bozan Ve Bozmayan Şeyler

5- Müfâveda Ortaklarından Her Birinin Ortaklık Malındaki Tasarruf Yetkisi

6- Müfâveda Ortaklarından Birinin, Diğerinin Sözleşmesi Hakkındaki Tasarrufu 

7- Müfâveda Ortaklarının İhtilafları

8- Müfâveda Ortaklarının Üzerine Tazminatın Gerekliliği

3- INÂN ORTAKLIĞI

1- Inân Ortaklığı Nedir? Şartları Ve Hükümleri Nelerdir?.

Inân Ortaklığının Caiz Olmasının Şartı

Inân Ortaklığının Hükümleri

2- Inân Ortaklığında Kâr-Zarar Ve Malın Zayi Olmasının Şartı

3- Inân Ortaklarının Şirket Mallarındaki Tasarrufları

4- VÜCUH ŞİRKETİ VE A'MÂL ŞİRKETİ VÜCÛH ŞİRKETİ

A'mâl Şirketi 25

5- FÂSİD ORTAKLIK..

Ortaklığın Bozulması

6- ŞİRKETLERLE İLGİLİ MUHTELİF MES'ELELER..

Boğazlanan Ortak Hayvanların Durumu.


KİTÂBÜ'S-ŞİRKET

 

ŞİRKETLER
 
1- ŞİRKETİN ÇEŞİTLERİ, RÜKÜNLERİ, ŞARTLARI, HÜKÜMLERİ VE BUNLARLA İLGİLİ MES’ELELER
 

 

Bu babda:

1) Şirket Çeşitleri

2) Kendisi ile Ortaklık Sahih Olan veya Olmayan Sözler

3) Sermaye Hakkında Hükümler olmak üzere, üç bölüm vardır. [1]

 

1- Şirket Çeşitleri
 

Şirket iki çeşittir:

1) Mülk Ortaklığı

2) Akd (= Sözleşme, bağlantı) Ortaklığı.

Mülk Ortaklığı: îki kişinin, aralarında, bir akid olmadan, bir şeyi mülk edinmeleridir. Tehzîb'de de böyledir.

Akd Ortaklığı ise: Bir kimsenin, diğer bir kimseye: "Seni, şu şeye ortak ettim." demesi; diğerinin de: "Kabul ettim." demesidir. [2]

 

Mülk Ortaklığı
 

Mülk ortaklığı, iki nev'idir.

1) Cebr Ortaklığı

2) ihtiyar Ortaklığı

Cebr Ortaklığı: Sahiplerinin isteği olmaksızın, iki kişinin mallarının karıştırılması; bu malların ikisinin de bir cinsten olması sebebiyle, ara­larını ayırmasının da mümkün olmaması veya ayinim alarmın çok kül­fetli ve meşakkatli olması gibi hallerde, mecburen ortak olunması hâlidir. Bu iki kişinin, arpalari ile buğdaylarının karışması veya ikisinin, bir şeye vâris olmaları gibi...

ihtiyar Ortaklığı ise: İki kişiye birlikte bağışta bulunulması veya istilâ yoluyla, iki kişinin, bir şeye sahip olmaları yahut iki kişinin mal­larını  bir  birine  katmaları  gibi  hallerde  vücud' bulan  ortaklıktır. Zehıyre'de de böyledir.

İki kişinin beraberjsatın almalarıjveya bu iki kişiyejbir şeyin sadaka olarak verilmesi hâlinde de ihtiyar ortaklığı mevcut olur. Fetâvâyi Kâdî-hân'da da böyledir.

İki kişiye, bir şeyin vasıyyet edilmesi ve bunların da onu kabul etmeleri  hâlinde  de ihtiyar ortaklığı  meydana gelir. !lhtıyâr'da da böyledir. [3]

 

Bu Ortaklığın Rüknü:
 

Ortaklığın rüknü: Najsiplerİ birleştirmektir. [4]

 

Bu Ortaklığın Hükmü:
 

Ortaklığın hükmü ise: Artımın, herkesin malı kadar olmasıdır.

Bu ortaklıkta, ortaklardan birinin, diğerinin hissesini, onun emri olmadan tasarruf etmesi (= kullanması...) caiz olmaz.

Bu ortaklardan her biri, diğerinin hissesi hakkında, yabancı gibidir. Her birinin, diğerinin hissesini satması caizdir. Ancak, karışmak, karıştırmak müstesnadır. Kâfî'de de böyledir. [5]

 

Akd Ortaklığı
 

Akd ortaklığı da, üç çeşittir:

1) Malla Ortaklık

2) îşle Ortaklık

3) Yapılacak işi, ortakların birbirlerine  havale etmesi. Bunların hepsi de, iki vecih üzeredir. Zehiyre'de de böyledir. [6]

 

Bu Ortaklığın Rüknü
 

Bu ortaklığın rüknü: îcap ve kabuldür.

"Bu ise, ortaklardan birisinin; diğerine: "Seni, şuna, ortak ettim." diğerinin de: "Ben de kabul ettim." demesidir. Kâfî'de de böyledir.

Bu  ortaklıkta,  şahit  menduptur.   Farz  veya  vacip  değildir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir. [7]

 

Bu Ortaklığın Caiz Olmasının Şartları 
 

Bu ortaklığın caiz olmasının şartı:

1) Üzerinde akid yapılan şeyin, ortaklık anlaşmasında, vekâlet kabul etmesidir. Muhıyt'te de böyledir.

2) Kârın miktarının bilinmesi de, bu ortaklığın caiz olmasının şartlarmdandır.

Eğer, kâr meçhul olursa; bu ortaklık bozulmuş olur.

3) Bu ortaklığın caiz olması için, kârın muayyen (= belli) olmamasıda şarttır.

Eğer kâr, on yüz, onda bir, yüzde bir gibi muayyen (= belli) olursa; bu ortaklık fâsid (= bozuk, geçersiz) dir. Ve bu caiz değildir. Bedâi'de .de böyledir. [8]

 

Bu Ortaklığın Hükmü
 

Akd ortaklığının hükmü: Kişilerin, üzerinde akid ( = bağlantı, sözleşme) yapılan şeyin, kârına da, zararına da müşterek (= ortak) olmalarıdır. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir. [9]

 

Mal Ortaklığı
 

Mal ortaklığına gelince: Bu, iki kişinin, bir malda ortak olmaları ve: "İkimiz, buna ortağız." demeleridir.

Alımında veya satımında beraber olmaları veya ayrı bulunmaları da mümkündür.

Biri: "Allah ne rızik verirse, aramızda pay edeceğiz." der; diğeri de: "Evet." derse yine, bu ortaklık gerçekleşir. Bedâî'de de böyledir. [10]

 

2- Kendisi İle Ortaklık Sahih Olan Veya Sahih Olmayan Sözler
 

İmâm Muhammcd (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İki kişi, malsız olarak: "Bu gün, her ne satın alırsak ortağız." der­lerse; bunu bir sınıfa veya bir işe tahsis etseler de, etmeseler de, bu caiz oiur.

Keza: "Bu ayda, her ne satın ahrsak|"  deseler; bu da, caizdir.

Keza; ortaklıkları için, bir zaman söylemeden, meselâ: "Satın aldıklarımıza ortağız." deseler, bu da, caizdir. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, vakit tayin ederlerse,'söylenen vaktin üzerinde durulur mu? Bişr,   İmâm   Ebû   Yûsuf   (R.A.)'dan,   O   da,   İmâm-ı   A'zam (R.A.)'den, şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"O, vakitlenmiştîr."

Tahâvî, bu rivayeti zayıf bulurken, diğer âlimier: "Sahihtir." demişlerdir. Sahih olan da, budur.

Bu şahıslar, "ortaklık" sözünü kullaamasalar fakat, bunlardan birisi, diğerine: "Bu gün, ne satın alırsan; işte, o, seninle benim aram-dadır." der, diğeri de, buna muvafakat ederse, bu durumda da, ortaklık olur mu?

İmâm Muhammed (R.A.), Asıl'da, bu hususta, bir şey söylememiştir.

Ebû Süleyman, İmâm Mıthammed (R.A.)'den rivayet ederek şöyle demiştir:

"O, gerçekten caizdir. Ve, bu kadar sözle de ortaklık sabit olur. Görmüyor musun ki, satışta, "ortaklık" sözü söylense de söylenmese de, caiz oluyor." demiş ve "bu ortaklık, sahihtir; caizdir." hükmünü vermiştir.

İki kişi, bir şey satın alırsa; bunlardan biri, diğerinin hissesini, onun izni olmadan satamaz. Ancak, onun müsâadesi ile satabilir. Gıyâsiyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Ne satın alırsan, seninle benim aramdadır." der, diğeri de: "Olur." karşılığım verir ve bu sözü ile, ticârette ortaklığı kasdederse; ortaklık meydana gelmiş olur.

Bu durumda, başka bir beyana (= açıklamaya) yani satın alınacak şeyin cinsini, nev'ini, kaça alınacağını söylemeye, ihtiyaç kalmaz.

Ancak, bizzat satın alınacak şeyin kendisine ortak olmak niyyeti il«, bu sözü söylemişse, bu durumda,'ticâret ortaklığı olmaz. Bilakis, satm alınan bu şey, biaynihî aralarında olur. Kendilerine, bağış yapılmış veya bu şeye beraberce vâris olmuşlar gibi...

Bu, bir vekâlet olur. Ortaklık olmaz.

Bu durumda, vekâletin şartı bulunursa, vekâlet olur; aksi takdirde, vekâlet de olmaz.

Bu şart da, satın alınacak şeyin cinsini, nev'ini ve parasının mik­tarını açıklamaktır.

Bu şartlar, husûsî vekâletin şartlarıdır.

Bu vekâlet, müvekkilin, vekâlet verdiği şahsa, işlerini havale etmesi demek değildir.

Müddetini, parasının miktarını ve satın alınacak şeyin cinsini beyân etmek, umûmî vekâlette olur. Bedâi'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İmâm Ebû Yûsuf (R. A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: îki kişinin: "Her ne alırsak, aramızda yarı yarıyadır." demeleri, caizdir.

Keza, Hasan bin Ziyâd, İmâm-ı A'zam Ebû Hanîle (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse,ldiğerine:!"Ticâret cinsinden,  her ne satın .alırsan; işte, o seninle benim aramdadır." der, diğeri de, böylece kabul ederse; bu da caizdir.

Keza, bir kimse, diğerine: "Bu günde satm aldığım, seninle benim aramdadır; yarı yarıyayız." derse, caiz olur.

Keza, iki arkadaştan biri, vakit tayin etmeden: "Satın alacağın un, seninle benim aramdadır." derse, bu caizdir.

Bunlardan, her hangi birisi, satın aldıkları şeyden, diğerinin hisse­sini, diğerinin izni olmadan satamaz. Çünkü, bunlar, "alış ortağındırlar; "satış ortağı" değildirler. Muhıyt'te de böyledir.

İki kişiden biri, diğerine: "Eğer, bir köle satın alırsan;işte o, benimle senin arandadır." dese, bu bâtıl (= geçersiz) olur.

Ancak, kölenin cinsini söylerse (meselâ: "Horasanlı bir köle..." der veya benzeri bir şey söylerse); bu durumda, bu sözü geçerli olur. Fetâ­vâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Ne satın alırsan; işte o, benimle senin aran­dadır."   derse,   İmâm   Ebû   Hanîfe   (R.A.):   "Bu,   caiz   olmaz." buyurmuştur.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)*un kavli de, aynısıdır. Bedâi'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bişr bin Velîd, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Bu gün, ne satın alırsan; işte o benimle senin arandadır." dese, caiz olur.

Keza, müddeti sene ile belirtse veya hiç müddet belirtmese, ancak satın alınacak şeye miktar tahdidi koysa; (meselâ: "Buğdaydan, şu mik­tara kadar, satın aldığına ortağız." dese; işte, bu da, caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bizzat bir köleyi, kendisi ile onun arasında, satın alması için." emir verse, diğeri de: "Evet, olur." dese ve satın alırken de şahit bulunsa; bu şahıs, o köleyi, hassaten, kendisi için satın alsa bile, ikisi, bu köleye ortak olurlar. Serahsfnin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R.A.) Mücerred isimli kitapda şöyle buyurmuştur:

"Bu kimse, satın almasını emredince, karşısındaki şahıs sussa ve . "olur" da demese, "hayır" da demese; satın alırken de: "Ben, bunu, kendim için alıyorum." dese, o şey, onun olur.

Fakat: "Şahit olunuz, ben, bunu, filan için alıyorum; bana emrettiği gibi..." der ve onu satın alırsa; işte bu şey, emreden şahsın olur. ZehıyreMe de böyledir.

Şayet, bu şahıs, satın alırken susar; sonra da: "Ben, bunu, filân âmir (==  emreden)..için aldım." derse; bu durumda, köle salim ise, emreden şahsın olur.

Ancak, bu sözü, kölenin bir aybı (= kusuru) ortaya çıktıktan veya bu köle öldükten sonra, söylerse; bu sözü, kabul edilmez. Fakat, âmir, bu şahsı tasdik ederse; o zaman sözü kabul edilir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Filanın kölesini satın al; seninle benim aramda olsun." der; o da: "Olur." der ve satın almaya giderse; bir başkası da, bu adama: "Onu, satın al; ortak olalım." der ve ona da: "Olur." derse; bu köle, emreden iki şahsın olur. Hulâsada da böyledir.

Âlimler, şöyle demişlerdir: "Bu durum, birinci âmirin olmadığı yerde, ikinci âmirin sözünü, kabul etmesi hâlinde olur.

Şayet, bu şahıs, ikincinin emrini, birincinin bulunduğu bir yerde, kabul ederse; bu durumda, o köle, ikinci âmirle, satın alan şahsın arasında, yarı yarıya olur.   Muhiyt?te de böyledir.                           .  .

Bu şahsa, üçüncü bir kimse daha ulaşarak, diğerleri gibi söyler ve üçünün de emrinden sonra, bu köleyi satın alırsa, duruma bakılır: Eğer, bu şahıs, üçüncü şahsa da, öncekiler yokken: "Olur." demişse; bu köle, birinci ve ikinci şahıslarındır. Üçüncüye ve satın alan şahsın kendisine, bir şey yoktur.

Şayet, bu şahıs, üçüncü şahsa, önceki iki şahsın yanında: "Olur." demişse; bu köleye, üçüncü şahıs ile satın alan şahıs, ortak olurlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmektedir: Hişâm şöyle dedi:

—  Bir kimse, başka bir kimseye, vasıflı bir elbise almasını emre­derek: "Yirmi dirheme al, ortağız ve dirhemler bana aittir." derse, durum ne olur? diye tmâm Muhammed (R.A.)'den sordum.

îmâm şöyle buyurdu:

— tşte, bu caizdir; o elbiseye ortaktırlar ve şart geçersizdir.

Keza, İbrahim, tmâm Muhammed (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Bir kimse, diğerine: "Filanın cariyesini, benimle senin aranda olmak üzere, satın al; onu satmak, bana aittir." dese; bu şart geçersizdir; ortaklık ise caizdir.

Keza, böyle olan her şart, bu ortaklıkta fâsiddir.

Ancak: "Satmak, sana aittir." derse, bu şart caizdir. Aralarında ortaktırlar ve onu, ticâret üzre satarlar. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Şu köleyi, hangimiz satın alırsak; diğerimiz, oha ortaktır, (veya, ...onun arkadaşı, onda ortaktır.)" demiş olsa, işte, bu caizdir.

Hangisi; onu satın alırsa, yansını kendi nefsi için, yarısını da, arkadaşı için, satın almış olur.

Bu durumda, onu, birisi alsa; ikisi almış gibi olur.

Hatta, bu köle ölse, ikisinin malı olarak ölmüş olur.

Onu, birlikte satın alırlar veya arkadaşı, yarısını önce satın alır; yarısını da diğeri sonradan alırsa; bu köle, yine aralarında olur. Hatta, bu kölenin bedelinin tamamını, bu iki kişiden birisi, nakden ödemiş olunca; bu duruma, arkadaşının bir emri olmamış olsa bile, yarısına, yine o, ortak olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu iki kişiden, her biri, arkadaşına, bu kölenin satımı hususunda izin verse ve birisi, bu kölenin yarısını satsa; bu durumda, ortağının his­sesini satmış olur. Onun parasına da ve kölesinin, kalan yarısına da ortak olurlar.

Bu, İmâm Ebû Hanîfc (R.A.)'ye göredir. İmâmeyn'e göre ise,satı-Jan hisse, hassaten, satanın hissesi olur. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Müntekâ'da Işöyle zikredilmiştir:

Hişâm: "Ben, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu işittim." demiştir:

Bir kimse, hiç bir şeyi bulunmayan bir şahsa: "Gel, benim, on bin dirhemim var; bunu al, ortak olalım." dese; işte, bu caizdir. Kâr da, zarar da aralanndadır. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir köle satın aldıktan sonra, bir başka şahıs da, ona ortak olmayı talep eder; satın alan şahıs da, onu ortak ederse; bu durumda, yeni ortak, öncekinin satın aldığı paranın yarısını öder. Binâenaleyh, ortaklık, eşitlik ister.

Ancak,    bunun    hilafını    beyan    etmiş    olmak    müstesnadır. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Keza, bir kimse, iki şahısla ortak olursa; aralarında, kâr-zarar üçte bir nisbeti ile olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir kimse, bir köleyi, satın aldıktan ve teslim aldıktan sonra, başka bir kimse: "Ortak olalım." der ve öyle yaparlar; sonra, bir başka şahıs gelir ve o da, —birinci şahsın, ortak olduğunun bilerek— aynı şeyi söylerse; bu şahsa, kölenin dörtte biri vardır.

Şayet,   bu  durumu  bilmiyorsa;  yarısı  onun,   yansı  da  birinci adamındır. Satın alan şahıs »aralarından çıkar .(Muhiyt'te de böyledir.

Keza, bir kimse, bir köle satın alınca, bir başka şahıs: "Beni de ortak et." der, o da onu ortak ettikten sonra, bu kölenin yarısına başka biri hak sahibi olursa; satın alan şahıs, aradan çıkmış olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kölenin yansını satın alıp, o köleyi teslim almış bulunan bir şahsa; başka birisi: "Beni de, ortak et." der ve —bu sırada, o şahsın, bu kölenin tamamını almış olduğunu zannetmekte olur— satın alan şahıs da, onu ortak ederse; aldığı yarım hisse, bu şahsın olur.

Şayet, bu şahıs, onun, kölenin yarısını satın aldığını, biliyorduysa; bu durumda, bu kölenin, yarısının yarısı, onun .olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şey satın almış olan bir şahsa, başka bir şahıs: "Ona, beni de ortak et." der o da, ortak ederse; işte, bu alış-veriş yerindedir.

İkinci şahıs, bu sözü, o şahsa, satın aldığını teslim almadan önce söylerse, bu sahih olmaz.

Teslim aldıktan sonra, ortak olur; ancak, o şahıs ortağına teslim etmeden, o ölürse, bedeli lâzım gelmez. Çünkü, ortaklıkta kabul lâzımdır. "Seni, ortak ettim." sözü ise, alım-satımda sâdece îcâb olur kabul olmaz. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Bir kimse, yarısı hariç, kalan yarısını aldıktan sonra, buna, başka birisi ortak olsa; teslim alınmayan yarım hissenin[yansmı;alması sahih olur, muhayyerdir. Serahsî'nin|Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimsenin evinde buğday olsa ve bunun yarısına, başka birini ortak etse; o şahıs teslim almadan önce de, bu buğdayın, tam yarısı yansa; ortak edilen şahıs, isterse, kalan yarıyı alır; isterse, hiç almaz, terk eder.

Alış-verişte de bu husus böyledir. Bir kimsenin, bir yiyeceğin yarı­sına sahip olması hâli de böyledir.

Ortaklıkla, alış veriş arasında ihtilâf vardır: Alış-verişte, geride kalan, yarı yarıyadır. Ortaklıkta da yarım, ar alarmdadır, fakat ortak muhayyerdir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

tki kişi, bir köle satın alsalar da bir başkası da, ona1 ortak olsa; duruma bakılır: Eğer, öncekiler alır almaz, sonraki de ortak olmuşsa; bu kölenin yarısı,  sonraki bu şahsın;  yarısı da,  önceki iki  kişinindir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu köleye, üçü birlikte ortak olurlarsa (meselâ: "Bu kölenin tamamına  ortağız derlerse;  bu  durumda,  sonradan  ortak  olan, kölenin üçte birine sahip olabilir. Bu, istihsânen böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu üçüncü şahsı, önceki iki kişiden birisi, kendi hissesine ortak eder; sonra da, arkadaşının izni ile, bu şahsı, onun hissesine de ortak ederse; bu durumda, yarısı, sonraki şahsın olur; diğer yarısına da, önceki iki şahıs ortak olurlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, arkadaşı, kendi hissesine ortak olması için izin vermezse; bu durumda, sonraki adamın hissesi, dörtte bir olur. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, ortağının da izni ile, sonraki şahsı ortak etmişse; bu durumda, her birinin hissesi, üçte bir'dir. Mebsût'ta da böyledir.

Eğer, üçüncü şahıs: "Beni de, beraber ortak et; hem sana, hem de ortağına..." der, o da, öyle yaparsa; bu durumda da, arkadaşı izin vermişse; üçüncü şahsın hissesi, üçte bir; izin vermemişse, hissesi, altjda jbir'dir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İbn-i Seitıâ'a, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Eğer, o ortaktan birisi: "Seni, bu kölenin yansı ile ortak ediyorum." demiş olsa; o adam, bu kölenin tamamına sahip olur. Onun sözü, "Seni, bunun yansıyle ortak ettim." demektir. Görmüyor musun ki, satın alan bir olsa ve: "Seni, bunun yarısında ortak ettim." dese, köle cnun olur.

"Benim hisseme ortak ettim." demesi, bunun hilâfınadır. Bu sözle, o şahsın, kölenin yarısına sahip olması mümkün değildir. Çünkü, fî harfi, ba harfinin yerine konulmuştur.

Şayet: "Seni, nasibim ile ortak eyliyorum." demiş olsa, bu söz geçersizdir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bir kimse, bin dirheme, bir köle satın alıp, onu teslim aldıktan sonra, başka bir şahsa: "Gerçekten seni, bu köleye ortak ettim." der, o şahıs da, hiç bir şey söylemez; başka birine daha: "Seni, bu köleye ortak ettim."  dedikten sonra, ikisi birden:  "Kabul ettik. derlerse;  köle ar al ajandadır; her biri,|onun yarısına sahiptir. Satın alan şahıs aradan çıkmıştır. Muhıyt'te de böyledir.

Şayet, bir kimse, bu köleyi satın alan adama: "Beni, ona, ortak et." der, o da, ortak eder; ancak, bu şahıs: "Kabul ettim." demez ve bu defa da, köleyi satın alan şahıs, başka birine: "Seni, buna ortak ettim." dedikten sonra, bu şahısların ikisi birden "Kabul ettik." derlerse; önceki şahsa, bir şey yok; ikinci şahsa ise, yarısı vardır.

Keza, birisine: "Seni, buna ortak ettim." der, o ise: "Kabul ettim." demez; bir başkasına daha: "Buna, seni ortak ettim." der ve bunu, üçüncü bir şahsa da söyler ve bunlardan hiç birisi, kabul etmezse; bu köle kendisinin; şayet, birisi kabul ederse; kabul edenle, kendisinin olur.

Şayet, bu şahıs: "Hepinizi ortak ettim." dese de, bunlardan birisi kabul eylese; ona, dörtte bir hisse, vardır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

"Benim, on dinarım var; bana, altın ver; hepsine, ortak olarak, eşya satın alalım." deyip, vereceği altının miktarını söylemeyen bir kim­seye; muhatabı, beş altın verse ve ilk şahıs,onbeş altına kumaş satın alsa; beş altının sahibi üçte bire ortak olur.

Sanki o şahıs: "Onbeş altına, ortak olarak, kumaş al." demiş gibi olur. Böyle deyince de, kumaşın, üçte biri onun olur.

Bu ortaklık kavli, emlâk ortaklığına da hamledilir. Karşıdan istek yapan kimse, alacağı eşyanın cinsini belirttiği zaman (buğday, arpa v.s. gibi...), bu böyle olur.

Fakat, alacağı şeyin cinsini belirtmezse; aldığı her şey, satın lalanındır. Diğerine ise, beş altını geri verilir. Çünkü, —alınacak şeyi jbilmediği için— vekâlet sıhhatli değildir. Kunye'de de böyledir.

İmâm-ı A'zam Ebû Hanîfe (R. A.) şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, diğerine: "Şu köleyi satın al; beni de, ona ortak eyle." der; o da: "Olur." dedikten sonra, onu satın alırsa; o köleye ortaktırlar. tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavli de böyledir. Istihsân da budur.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, on dinara, bir inek satın alır ve bunu da teslim aldıktan sonra, başka birine: "Seni, iki dinar mukabili ortak ediyorum." der; o da,  bunu  kabul  ederse;  ineğin  beşte biri,  onun  olur.   Serahsî'nin 1 Muhıytı'nde de böyledir.

Bir kimse, başka bir kimseye, elli dinara beyaz bakır sattıktan sonra; bu şahıs, satın alan şahsa: "Bunda, sana ortağım." der, o da:

"Olur." karşılığını verir ve her ikisi de böylece susarlar ve bilâhare, satan şahıs, kavun-karpuz getirir; bakırı satın alan şahıs da, bunları sokaktasatıp bitirirse; ona, ortak olamaz. Kunye'de de böyledir.

Bir kimse, buğday satın aldıktan sonra, onun, ekmek yapılmasına ve pişirilmesine, birer dirhem masraf ettikten sonra bu ekmeğe, bir başka şahıs ortak olsa; bu kimse, buğdayın da, ekmek yapmak için yapı­lan masrafın da, yarısını verir.

Keza, pamuk alıp, onu eğirttikten sonra... ortak olan kimse de, hem ;bunların alış bedellerinin hem de, yapılan masrafların yarısını öder. Ancak, satın aldıktan sonra yaptırılan bu işlemelere ücret veril­emezse, mes'ele hâli üzeredir. Sonradan ortak olan şahıs, alman şeyin jbedelinin yarısını verir; o şahsın yaptığı işleme karşılık, bir şey vermez.

Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, diğerine: "Bu gün, ne satın alırsan, benimle senin arandadır. " deyip, o da: "Olur." dedikten sonra, başka bir şahıs daha gelerek: "Şu köleyi satın ah ona, ortağız." der; bu şahıs, ona da: "Olur." cevabını verdikten sonra, bir köle satın alırsa; bu kölenin yarısı sonraki adamın; diğer yarısı ise, önceki şahısla satın alan şahsın olur.

Şayet, önceki şahıs: "Şu köleyi, benim için al; yarısı senin, yarısı benim." demiş olsa da; diğer şahıs da: "Satın aldığına ortağız." demiş ve bu şahıs da, o köleyi satın rtmış olsaydı; bu durumda, yarısı, önceki şahsın olur; diğer yarısına da, sonraki şahısla, satın alan şahıs ortak olurlardı. Serahsî'nin Muhıyö'nde de böyledir. [11]

 

3- Re'sü'l-Mâl (= Sermaye) Hakkındaki Hükümler
 

Ortaklığın mal ile olması hâlinde, ister yüz yüze olsun, ister işini havale etmek şeklinde olsun, bu ortaklığın caiz olması için; ortakların sermâyeleriJ değişmeler sözleşmesinde, jteayyün edilmeyen (= belirlen­meyen) bedellerden olması gerekir. Dirhemler ve dinarlar gibi...

Fakat, değişme anlaşmalarında, teayyün edilen eşya ve hayvan gibi şeylerle ortaklık sahih olmaz. İsterse, ikisinin de sermâyesi olsun; isterse, birinin sermayesi olsun müsavidir- Muhıyt'te d« böyledir.

Re'sü'l-mâlin (=  sermâyenin), ortaklık akdi (=  sözleşmesi) yapılırken  ve  alış-verişte bulunulurken,    hazır    olması    şarttır. Hizânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, diğerine, bin dirhem ver» ve: "Bunun kadar da, sen çıkar; satın al ve sat." dese ve o da, bin dirhemi çıkarsa; bu ortaklık sahih olur. S uğra'da da böyledir.

Hazır olmayan malla veya alacakla, ortaklık sahih olmaz.

Bize göre, sözleşme yapılırken, sermayenin miktarını bilmek, şart değişidir. Bedâij'de de böyledir.

Sözleşme esnasında, sermâyeleri birbirine katmak ve birbirlerine teslim etmek de şart değildir. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Ortaklardan birinin bin dirhemi, diğerinin de yüz dinarı olsa; veya birinin beyaz, diğerinin siyah dirhemleri olsa; ortaklıkları caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Sikkesiz altınlarla gümüş, zâhiru'r-rivâyede eşya gibidir. Bun­ların, ortaklıkta sermaye olması doğru olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Sahih olan, bunlar teamül hâlinde iseler; ortaklıkta sermâye olmaları caiz olur. Aksi takdirde, caiz olmaz. Tezhîb'de de böyledir.

İşlenmiş, kuyumcu elinden çıkmış altın ve gümüşler, bütün rivayetlerde, eşya hükmündedirler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fülûs'e gelince (Fülûs = Bir nevî para), eğer bu fülûs, piyasada az ise, onunla ortaklık yapmak ve başka yere gitmek caiz olmaz. Çünkü, bu, meta hükmündedir. Meşhur rivâyetde böyledir.

İmâm" Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Ebû Yûsuf (R.A.), -bu görüştedirler.

İmâm Mühammed (R.A.) ise: Bununla ortaklık ve başka yere gitmek caiz olur.'' buyurmuştur.

Fetva da, buna göredir.

MeBsûf'ta: "Sahih olan, fülûs üzere yapılan ortaklık sözleşmesi, caizdir. (Küllün) lafzı, budur." denilmiştir. Kâfî'de de böyledir.

Ölçülen ve tartılan şeylerle ortaklık, —bunlar, bir cinsten olsun veya ayrı .cinslerden olsun; bunlar, birbirlerine karışmadan önce olsun veya karıştıktan sonra olsun bi'1-ittifak, caiz değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan her biri, kendi eşyasına, —onun— kârına ve zararına sahiptir. Kâfî'de de böyledir.

Bu gibi şeylerden, aynı cinsten olanlar, birbirlerine karışırsa; ortaklık sözleşmeleri fâsid (- bozulmuş, geçersiz), mülkiyet ortaklıkları ise sabittir. (= devamlıdır.) Kâr'a da, zarara da ortaktırlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu, zâhiru'r-rivâyedir. Kâfî'de de böyledir.

Bu gibi şeylerin cinsleri değişik olunca, ortaklar, bunları karıştırıp satarlarsa; meta'larını birbirine karıştırdıkları zamandaki kıymetleri ne ise, o nisbette bedellerini alırlar. Mebsût'ta da böyledir.

Âlimlerin ekserîsi: "O şeylerin, sattıkları günkü kıymetleri ne ise, ona göre, meta'îarınm bedellerini alırlar." demişlerdir.  Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İki ortak, bir eşya satın alıp, —karşılığında— birisi, bir ölçek buğday; diğeri de, bir ölçek arpa verirler; sonra da, aldıkları o şeyi, dirhemlerle satarlarsa; aldıkları parayı, taksim ettikleri günde, buğdayın ve arpanın değerine göre taksim ederler. Serahsf'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Kârın şartında, iki ortaktan her birinin ortaklık sözleşmesi yapıldığı vakitteki sermayesine i'tibar olunur.

Satın alana, mülkün vâki olmasında da, yine sermâlerinin kıymetine i'tibar olunur.

Kâr meydana çıkınca ortaklardan, ikisinin veya birisinin, nasibine, taksim yapıldığı zamanda i'tibar olunur. Çünkü, sermâye açığa çıkmayınca, kâr da açığa çıkmaz. Kunye'de de böyledir. [12]

 

Eşya Ortaklığının Çaresi
 

İki kişinin, eşya —koyarak— ortaklık yapabilmeleri için şu çâre vardır.

Bu ortaklardan her ikisi de, kendi malının yansını, diğerine satar.

Böylece, her birinin malı, iki msf (= iki yarım) olmuş olur.

Böylece de, bu şahısların aralarında mülk ortaklığı meydana gelmiş olur.

Bundan sonra da, —ticarî— ortaklık sözleşmesi yaparlar. Bu durumda, bu sözleşme, hilâfsız olarak, sahih ve caiz olur. Bedâi'de jde böyledir.

Bu ortakların arasında, birinin eşyasının kıymeti yüz, diğerinin eşyasının kıymeti ise dört yüz dirhem olmak gibi bir farklılık olursa; eşyası az olan şahıs, bu eşyasının beşte dördünü;» diğerinin eşyasının beşte birine satar; böylece, her ikisinin eşyası da, beşte beş olur. Kftfî'de de böyledir.

Keza, bu ortaklardan, birinin dirhemleri; diğerinin de eşyaları olursa; eşya sahibinin, dirhem sahibine, eşyalarının yansını, onun dirhemlerinin yarısına satması uygun olur.

Bunlar, karşılıklı bedellerini aldıktan sonra ortak olurlar. İsterlerse, biri, işini, diğerine havale eder; dilerlerse yüz yüze olurlar. Muhiyt'te de ^böyledir.

Müntekâ'da  zikredildiğine  göre,  Hişâm,  İmâm  Mu hammed (R.A.)*in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Inân ortaklığı veya havale ile, bir köleye ortak olmak caizdir. Zehıyre'de de böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

îki kişiden, her birinin yiyeceği var; bunlar otaklaşıp, yiyeceklerini birbirine kattılar; bu yiyeceklerden biri diğerinden taze olsa bile, bu ortaklık caiz olur. Bedelleri, aralarında, yarı yarıyadır.

Çünkü, bu, satarken birbirine katmaya benzer.

Bir başka yerde de: "Bunların bedelleri, tazenin ve eskinin kıyme­tine göre taksim olunur.'' denilmiştir. İkincisi daha uygundur. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

En doğrusunu, ancak Allahu Teâlâ bilir. [13]

 

2- MÜFÂVEDA ŞİRKETİ
 

Bu babda:

1) Müfâveda Ne Demektir ve Şartları Nedir?

2) Müfâveda'nın Hükümleri

3) JMüfâveda Ortaklarının Herbirinin Diğerine: Kefalet Etmesi j Hükmüj

4) Müfâveda'yı Bozan ve Bozmayan Şeyler

5)  Müfâveda Ortaklarından Her Birinin': Ortak Maldaki Tasarruf | Yetkisi

6) Müfâveda Ortaklarından Birinin, Diğerinin Sözleşmesi Hakkınjdaki Tasarrufu

7) Müfâveda Ortaklan Arasındaki ihtilâflar

8) Müfâveda Ortaklarına Tazminatın Gerekliliği olmak üzere, sekiz bölüm vardır. [14]

 

1- Müfâveda Ne Demektir, Şartları Nedir?
 
Müfâveda Ne Demektir
 

Müfâveda: îki kişinin, eşit miktarda mallarla ve bu malları har­camada, borç vermede, —eşit yetkilerle— ortak olmaları demektir.

Bu ortaklardan her birijdiğerinin vekilidir. Bunlar, lüzum eden, her yerde, diğerinin aldığı bir şeyden dönmekte, onun tarafından tayin edilmiş bir vekil gibidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [15]

 

Müfâveda Şirketi, Kimler Arasında Kurulabilir?
 

Müfâveda ortaklığı, hür ve bulûğa erişmiş, iki müslttman arasında kurulabileceği gibi;

İki zimmî arasında kufülması da caizdir. Hidâye'de de böyledir.

Bu zimmîlerden birinin ehl-i kitap, diğerinin ise, mecûsî olması da caizdir. Serahsf'nin Munıyü'nde de böyledir.[16]

 

Müfâveda Ortaklığı Kimler Arasında Caiz Olmaz?
 

Müfâveda ortaklığı:                                              .                  . -

1) Hür ile köle ve

2) Baliğ (= bulûğa ermif) ile sabî (= bulûğa ermemiş) arasında caiz değildir. NâfTde de böyledir.

3) Müfâveda ortaklığı, hür ile mükâfep arasında da caiz değildir.

4) Bu ortaklık, deli ile akıllı arasında

5) iki köle arasında,

6) İki sabi arasında,

7)  İki mükatep arasında da caiz değildir. Hizânetü'I-Müftîn'de de böyledir.                                           

8) Hür bir müslumanın, bir mürtedi veya bir mürteddeyi (= irtidâd eden kadını);

9) Veya, bir zimmî'yi ortak etmesi de sahih olmaz.

Ancak, mürted, hakkında hüküm verilmeden önce, tekrar müs-lürnan olursa; ortaklığı sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [17]

 

Müfâveda Ortaklığı Nasıl Meydana Gelir? 

İki kişi: "Biz, müfâveda ortaklığı yapacağız. Az olsun, çok olsun, beraber alıp, beraber satacağız. Toptan olsun, perakende olsun; peşin olsun, veresiye olsun; her birimiz, kendi re'yi ile iş yapacak. Ve Allahu Teâlâ'nın vereceği kârdan olan rızkı, aramızda, kârlı veya zararlı, taksim edece^z.J' derlerse, müfâveda ortaklığı kurulmuş olur. Sadru'l-İslâm, Mebsût'ta böyle zikretmiştir. Müzmarâtta da böyledir. [18]

 

Müfâveda'nın Şartları
 

Müfâveda'nın şartları şunlardır:

1) Her iki ortak da, kefalet ehlinden olmalıdır. Yâni, her ikisi de bulûğa erişmiş, her ikisi de hür, her ikisi de akıllı ve her ikisi de aynı dinden olmalıdır. Zehıyre'de de böyledir.

2) Ticâretin tamamında strbeet olmaları;

3) Eğer cinsleri ve nev'ileri aynı ie*, sermâyelerinin ale's-sevıye ( = müsâvî olarak) eşit olması gerekir. Kezt, dirhemler ve dinarlar gibi, iki ayrı cinsten olursa veya cinsleri bir olduğu halde, nevileri ayrı olursa; bu durumlarda   da,   sermâyelerinin   kıymetlerinin   eşit   olması   şarttır. Zehıyre'de de böyledir.

4)  Bu ortaklardan her birinin, ibtidâ'da ve intihada, arkadaşı ile ortak olmuş bulunduğu sermayelerinden başka, ortaklık sözleşmesinin caiz olacağı bir malı, —şirkete koymuş— bulmiHiamah.

Bu şirketin sahih olması için, ortaklığın teşekkülü zamanında, bu ortaklardan ikisinin de, koy»uş bulunduğu sermâyeleri eşit olmalıdır.

5)  Bir mal satın almada» önce, ortaklardan birinin sermâyesinin kıymeti, —möfâveda sözleşmesinden sonra— artarsa; bu durumda mü­fâveda bozular ve bu ortaklık mân ortaklığı olur.

6) Mal, Ün' sermâyeden biri ite satın alınır; ikinci sermâye artar ve bu artış, satın almadan soara meydana gelmiş olursa; müfâveda hâli üze­redir. Hizânetü'l-MüftÎM'de de böyletfr.

7) Eşya, han, kamam ve benzeri gibi akar ve evler gibi, kendinde ortaklık sahih olmayan malda artış olursa, müfâveda caizdir.

8) Gaip malın arfcnası hâlinde de, müfâveda caizdir.

9) Ortaklardan birinde, emânet nakid varsa; bu ortaklık sahih olmaz.

10) Ortaklardan birinin alacağı varsa; bunu alana kadar, bu ortaklık sahih olur. Alınca, müfâveda, mân'a dönüşür.

11) Keza, bu ortaklıkta, eşitlik, tasarrufta da mu'teberdir. Ortak­lardan birisi, tasarruf hakkına sahip olur; diğeri olmazsa, denge bozulur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [19]

 

2- Müfâveda'nın Hükümleri
 

Müfâveda ortaklarının her hangi birinin almış bulunduğu bir şeye, diğeri de müşterektir. (= iştirak etmiştir; ortaktır.) Ancak, bunlardan birinin, Kendisinin ve aile efradının yiyecek ve giyeceğine; Nafakası kendi üzerine olan kimseler için yaptığı masraflara; Oturmak, hac ve diğer yolculuklar için yaptığı karlamalara, diğeri ortak olmaz.

Müfâveda ortakları, bir birlerinin kefilleri oldukları halde, bu gibi harcamalar kendi şahıslarına ait olur,                                      

Bu ortaklardan birisi, diğerinin nâmına bir şey satın alırsa, ona müracaat edip verdiği paralan alır. Fethu'I-Kadîr'de de böyledir.

Böyle bir şey satın almış bulunan ortak, aldığı şeyi ortaklığa alırsa; ortağımdan) bedelinin yarısını alır. Serahsî'nin Muhiytfnde de böyledir.

Bu ortaklardan birinin, diğerinin izni olmadan, cima veya hizmet için bir câriye satın alması uygun olmaz.

Satın alırsa; bu cariyeye, kendisi de diğer ortağı da cima* edemez. Çünkü, câriye, ortaklık malı olmuş olur; bu ortaklar ona da ortak olurlar-dâî'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, cima için, diğer ortağının izni iljebir câriye satın alırsa; bu câriye, hassaten satın alan ortağın olur.

Cariyeyi satan şahıs, bunun bedelini, o ortaklardan hangisinden isterse, ondan alır. ödeyen ortak da, bu cariyenin bedelinin yarısı için, diğer ortağına müracaat eder.

Bu imâmeyn'e göre böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre ise, cariyeyi alan şahıs, ortağına müracaat edemez. Serahsî'nin Muhıylı'nde de böyledir.

Diğer ortağını izni ile, cima' için, bir câriye satın alan ortağın, o cariyeden bir çocuğu olsa ve bu cariyenin üzerinde de, bir başka şahsın hakkı bulunsa; bu durumda, hak sahibi, bu hakkını, ortaklardan hangi­sinden dilerse ondan alır.; Bedâî'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, diğerine, mirasdan isabet eden, sultanın ikram ettiği veya kendisine bağışlanan bir mala yahut sadakaya ortak olmaz. FetâvâyiKâdîhân'da da böyledir.                            

Bu- ortaklardan biri, diğerine verÜen hediyeye de ortak olamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bu ortaklardan biri, diğerine, daha önceki ortaklığından isabet eden mülke de ortak olamaz.

Meselâ: Bir kimse, satıcısı muhayyer olmak üzere bir köle satın almış olur; sonra da, bu şahıs, bir başka şahısla müfâveda yapar ve bundan sonra da muhayyerlik bozulursa; bu durumda, diğer ortağın, bu kölede ortaklığı olmaz. KâfFde de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birine bırakılan emânetten, diğeri de sorumludur.

Şayet, emâneti alan ortak, bunu açıklamadan ölürse; o emâneti edâ etmek, her ikisine birden lâzım gelir.

Eğer, sağ olan: "O emânet, ölmeden önce, onun elinde zayi oldu." derse, bu sözüne inanılmaz.

Fakat, emânet, sağ olan kimseye bırakılmış ve bu durumda, böyle konuşmuş bulunsaydı, sözüne inanılırdı. Mebsût'ta da böyledir.

Emâneti alan şahıs: "Arkadaşım, sağ iken, onu yedi." derse; bu durumda, o emâneti, özellikle kendisinin tazmin etmesi gerekir.

Ancak, buna, beyyine ibraz edebilirse; o zaman müştereken tazmin ederler. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu ortaklardan birinin, müdârebesi olsa   ve onunla bir iş yapsa veya yanında bulunan emânetten faydalansa, bunlardan gelen kâra da ortak olurlar. Mebsût'ta da böyledir. [20]

 

3- Müfâveda Ortaklarından Her Birinin Diğerine Kefalet Etmesi
 

Müfâveda ortaklarından birisi, şehâdeti makbul bir kimse için, mal ikrarında bulunup, (onun, kendinden bu malı alacaklı olduğunu) kabullense; bu durumda, bundan, diğer ortağı da sorumlu tutulur. Hak sahibi, bu ortaklardan her hangi birinden bu malını istemekte veya iki­sinden bir almakta muhayyerdir. Müzmerât'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, şehâdeti makbul olmayan bir kimseye borçlu olduğunu ikrar eder; veya kendi babasına, oğluna, ana­sına veya bunlara benzer birine borçlu olduğunu kabul ederse; ortağı bakımından, bu İkrarı sahih olmaz. Ve, ortağı, bu yüzden soruMhı tutulmaz.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Açık olan görüş de budur. Muhsyt'te de böyledir.

Keza, bu ortaklardan birisi, bâin talâkla bogamış olduğu, iddet bekleyen karısına borçlu olduğunu ikrar edem; jine, (fiğer ortağı bunu kabul etmez. Mebsût'ta da böyledir.

Bu ortaklardan birisi, fâsid bir nikâhla evlense ve bu kadma|cima etse ve ona mehir borcu olduğunu ikrar eylese; bundan, diğer ortağı isorumlu olmaz. Ancak, diğer borçları, müştereken Öderier. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birinin, karısının anasına ait olduğunu ikrar ettiği ve karısının diğer kocasından olan çocuğuna ait olduğunu kabul ettiği borcunu, müştereken öderler.

Çünkü, bu ikrarda, o şahısların şehâdetleri mu'teberdir.

Müfâveda ortağı bulunan bir kadının, kocasına borçlu olduğunu ikrar etmesi, ortağına karşı, caiz değildir. Çünkü, bu durumda, şehâdeti de caiz değildir.

O kadının, kocasının baba ve anasına ve diğer kadınlardan olan çocuklarına, borçlu olduğunu ikrar etmesi, hem kendisine hem de ortağına karşı caizdir. Çünkü, bu durumda, kendisinin şehâdeti caiz olmaktadır. Mebsût'ta da böyledir.

Bu ortaklardan birisi, ümm-ü veledini azâd etse ve sonra da, ona borçlu olduğunu ikrar etse; bu borcu, müştereken öderler. Ancak, bu jikrarın,   ümm-ü  veledin,   iddeti   içinde  olması  gerekir.   Serahsî'nin i Muhıytı'nde de böyledir.

Ticâretten dolayı, bu ortaklardan birinin ödemesi lâzım gelen borç,  diğerinin de borcudur.  Ahş,  satış,  icâre, gasb, helak olma, diğerinin emri (= izni) ile bir mala kefil olma, bir rehini geri verme ve benzerlerinden doğan borçlar gibi...

Ancak, bu ortaklardan biri, diğerinin emri (= izni) olmadan, bir {mala kefil olmuşsa; bi'1-ittifak, diğer ortağı sorumlu olmaz, kâfi'de de i böyledir.

Fâsid satışla ilgili hüküm de böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Yukarıdaki durumlarda, hak sahibi serbesttir. İsterse, alacağını, o ortakların birinden alır; isterse, ikisinden bir   alır. Müzmerât'ta da böyledir.

Ancak, tazminatın husulü, hassaten failin üzerinedir.

Meselâ, bu gibi şeyleri, diğer orak, ortaklık maldan ödemiş olsa; onu, arkadaşından, nısıf olarak geri alır. Mebsût'ta da böyledir.

Fâsid satın alış, bunun hilaf madır. Bunda, ödemeyi ikrar, sadece satın alan şahsın özerine değildir. İki ortağın birlikte ikrar etmeleri gerekir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şahsı, mehir veya yaralama diyeti için kefil tayin ederse; bu kefalet borç kefaleti gibidir. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şahsı, mehir veya yaralama diyeti için kefil tâyin ederse; bu da, borç kefaleti gibidir.

Bu ortaklardan birisi tarafından satın alınmış bir cariyeye, yine bu ortaklardan birisi cima' ettikten sonra, o cariyeye hak sahibi olan bir kimse çıkarsa; bu şahıs, o cariyenin mehrini, bu ortaklardan hangisinden isterse ondan alır.

Müfâveda ortaklarından biri, ticarî tazminatın dışında, bir taz­minata mahkûm olursa; bu tazminat, ortağından alınmaz.

Yaralam cinayeti, mehir, nafaka, kısastan sulh bedeli ve benzerleri gibi şeyleri, cinayetin (= suçun) sahibi olan ortak inkâr ederse; diğer ortağa, —durumu biliyor olsa bile— yemin ettirilmez.

Alım-satım hizmetini gören bir şahıs, bir hak iddiasında bulunur, ortağı ise bunu inkâr ederse; hakkında iddiada bulunulan kimsenin yemin etmesi gerektiği gibi, ortağının da yemin etmesi gerekir.

Çünkü, bunlardan her biri, iddia sahibinin iddiasını ikrar edince; ikisine de, onu ödemek lâzım gelecektir.

Cinayet ise, bunun hilâfınadır. Bu ortaklardan biri, cinayeti ikrar edip kabullenirse; diğerine, bir şey lâzım gelmez. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Keza, ticaret işlerinin hepsinde hasıl olan şeylerde, ortaklardan biri hakkında, bir kimse bir iddiada bulunur, hâkim de; aleyhinde iddia bulunan bu ortağa yemin verirse; buna karşı, diğer ortağın da yemin etmesi i gerekir Muhıyt'te de böyledir.

Bir  kimse,  bir  şey  hakkında,  bu  ortakların  ikisi  ile  ilgili, müştereken bir iddiada bulunursa; bu durumda, ikisinin de, yemin etmesi gerekir.

Bunlardan biri bile, yeminden kaçınırsa; hüküm, her ikisine karşı verilir.

Şayet, müddeî (= iddia sahibi), bu ortaklardan, hazırda bulun­mayan hakkında bir iddiada bulunursa; hazırda bulunan ortağın yemin etmesi gerekir.

Şayet, bu ortak yemin ettikten sonra, gaip ortak da gelirse; onun da yemin etmesi gerekir. Nitekim ikisi de, hazır olsalardı, böyle yapacaklardı. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklardan birisi, ticarî bir işten dolayı, başka bir şahıs hakkında, bir iddiada bulunur; o şahıs, bunu inkâr eder ve hâkim buna yemin verirse; sonradan, bu şahsa, ikinci ortağın da, yemin teklif etme hakkı olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kefil,  müfâveda ortaklardan biri hakkında,  bir iddiada bulunur; buna karşı, o ortak yemin ederse; bu durumda, diğer ortağın da, yemin etmesi gerekir.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şey satar veya bir şahıs hakkında, bir iddada bulunur; bir şahsı, borç için, kefil yaparsa; yahut bu ortaktan bir şey gasbedilirse; diğer ortak, bunları talep edebilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir köleyi, icara verirse; bunun ücretini, diğer ortak alır.

Şayet, kiraya verdiği köle, bu ortağın şahsına ait bir köle ise, onun ücretini, diğer ortak alamaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Keza, bu ortaklardan birisi şahsına ait bir şeyi satarsa; diğer ortağı, onun bedelini isteyemez.

Satın alan şahıs da, aldığı bu  i şeyi, diğer ortaktan talep edemez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müfâveda ortakları, bu ortaklıktan ayrıldıktan sonra, bunlardan birisi: "Ben, ortakken, şu köleyi mükâtebe yapmıştım." derse; bu sözü, ortağı hakkında kabul edilmez; kendisi hakkında ise, kabul edilir.

Ortağının durumu, sanki, bu köle, o anda mükâtebe ediliyor da, o da kabul etmiyor gibi olur. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, elbise dikmek veya bir iş yapmak yahut ücretle bir şey beklemek gibi bir yolla, bir kazanç elde etse; bu kazanca, diğeri de ortaktır.

Keza, bu şahıslardan her hangi birinin kazancına, diğeri de ortaktır. Fakat, bu ortaklardan birisi, şahsen hizmet yaparak bir ücret alırsa; bu ücret şahsına ait olur. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir amele icarlasa veya bir hayvan kiralasa; kira sahibi, bu ücretini, bu ortaklardan, hangisinden isterse, ondan alır.

Ancak, bu ortaklardan biri, şahsî ihtiyacı için veya hac için, kira­lama yaparsa; diğer ortak, hem o kirayı öder hem de, ortağına müracaat ederek, o icarı alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir. [21]

 

4- Müfâveda'yı Bozan Ve Bozmayan Şeyler
 

Müfâveda ortaklarından birisi, ferinde ortaklık anlaşması caiz olmayan, mîras, bağış, vasıyyet veya benzerleri gibi bir mala sahip olur ve onu  sermâyeye ilâve ederse;  müfâveda bâtıl  (=   geçersiz) olur.

"Ortaklıkları ise, ınân ortaklığına dönüşür. Sirâciyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi bir eşyaya veya alacağa vâris olursa; onu almadıkça; müfâveda bâtıl olmaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Akar da böyledir. Hidâye'de de böyledir.

Müfâveda ortakları, sermâyenin biriyle, bir mal satın alırlarsa; müfâveda, kıyâsen bâtıl olur; istihsânen ise, bâtıl olmaz.

Müfâv!e|da j ortaklarının sermâyeleri, ortaklaştıkları gün eşit ve bu müfâveda sahih olduktan sonra; henüz bir şey satın almadan önce; müıfâveda sözleşmesini müteakip, ortaklardan birinin sermayesinin değeri fazlalaşırsa; bu müfâveda bozulur.

İmânı  Muhammed  (R.A.)  de  böyle  söylemiştir.- Muhıyt'te  de i böyledir.

Bu ortaklardan birisi, kendi sermâyesi ile, bir mal satın alır ve bu imalın kıymeti yüksek olursa; kıyâsen bu müfâveda bozulur; istihsânen ise bozulmaz. Müzmerât'ta da böyledir.

İki sermâyeden biri ile alınan malın değeri, satın alındıktan sonra artarsa; müfâveda hâli üzeredir.

Keza, bu satın alma, sermâyenin biriyle yapılsa ve bundan sonra da, io mâl kıymetlense; müfâvede bozulmaz. Zahîriyye'de de böyledir. Müfâveda ortaklarından birisi, başka bir şahsa: "Bana, dirhem bağişla." der; o da, bağışlar ve bunu, bu ortağa teslim ederse; müfâveda bâtıl olur.

Müfâveda ortaklığında, ortaklardan birinin gaip olması hâlinde, diğer ortağın, bu ortaklığı feshetmeyi istemesi durumunda, ortaklığı bozmasının çâresi, böyle yapmasıdır. Zehıyre'de de böyledir.  Müfâveda ortaklardan birisi, kendisine ait kölesini icara verir veya onu satarsa; onun ücretini almadıkça, bu ortaklık bozulmaz.

Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, ortaklığı inkâr ederse; müfâveda bozulur. Bu hükmü»,ortaklığın   tamamında    olması    gerekir. Zahîriyye'de de böyledir.

Inân ortaklığını bozan her şey,' müfâveda ortaklığını da bozar. Bedâî'l de de böyledir. [22]

 

5- Müfâveda Ortaklarından Her Birinin Ortaklık Malındaki Tasarruf Yetkisi
 

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

Müfâveda ortaklarından her biri, elinde bulunan bir şeyin, aynı cinsinden satın alabilir. Bu şey, ölçülen cinsten ise, ondan; tartılan cinsten ise, ondan satın alması caizdir.

Ancak, yanında olmayan cinsten, dirhemler ve dinarlar gibi, bir şey satın alırsa; bunlar, hassaten, satın alan ortağın olur. Bu şeyi, şirkete mâl etmek caiz olmaz.

Müfâveda ortaklarından birisi, kazançlarından bir köleyi müka-tebe yapıp, ona ticâret veya para kazanma izni verir. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, cariyeyi evlendirir fakat köleyi evlendiremez. Köleyi, bir mal karşılığında azâd da edemez. SerahSTnin Muhıytı'nde de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisinin, ticâret malı olan bir köle ile bir cariyeyi evlendirmesi kıyâsen caiz olur; istihsânen caiz olmaz. Bu, bizim âlimlerimizin kavlidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından her biri, peşin veya veresiye satış yapabi­lirler. Hulâsa'da da böyledir.

Bu ortaklardan her birinin, şehâdeti kabul edilmeyen kimseye satış   yapmaları   hâlinde   de,   bi'I-icma*,   müfâveda   cereyan   eder. Zehiyre'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, veresiye yiyecek maddesi almış olsa, bedelini ödemek, bu ortakların ikisine aittir. Inân ortaklığı ise, bunun hilâfmadır.

Müfâveda ortaklarından birisi, yiyecek maddelerinde, silmi ( = teslim   etmeyi)   kabul   etse;   bu,   ortağına   karşı  caizdir.  

Kâdîhân'da da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, yiyecek maddeleri karşılığında, dirhemler vermiş olsa; bu, ikisi adına da caizdir. I

Keza, bu ortaklardan birisi, bizzat, bir şeyi belli ederek, meselâ: Bir şeyi, peşin kıymetinin daha fazlasına, veresiye alsa; bu mal, kendi­sine ait olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından biri, bu ortaklığa ait bir malı, bu ortaklığın borcu için, rehin bıraksa; bunu, ortağının izni olmadan yapmışsa, şahsen borçlanmış olur. Çünkü, rehin, hükmen borcu ödemek demektir. Seransî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Ancak, rehin bırakılan bu malı, diğer ortak, mürtehinin (= ken­disine rehin bırakılmış kimsenin) elinden alamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Borç otakhğm borcu ise, rehin bırakan ortağın tazmin etmesi gerekmez.

Ancak, borç şahsî ise, bu durumda, bu ortak, bu borcun yarısını, diğer ortağından alır.

Rehin bırakılan şeyin "kıymetinin borçtan fazla olması hâlinde de, bu fazlalığın tazmin edilmesi gerekmez. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, ortaklığa ait bir borçtan dolayı, şahsî bir eşyasını rehin bırakır ve bu şey, mürtehînin (= rehin alanın) yanında zayi olursa; bu ortak, borcun yarısını almak üzere, diğer ortağına müracaat eder. Muhıyt'te de böyledir,

Bu ortaklardan birinin, ticâret borcundan dolayı rehİ bırakması caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu ortaklardan birinin, rehin verdiğini veya rehin aldığını, diğer ortağı öldükten sonra itiraf etmesi, —o ortağına karşı— caiz değildir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müfâveda ortaklarından her hangi birinin, emânet bıraktığı şey, kendisine aittir.

Bu ortaklardan birisi, müfâveda malından, hediye vermiş veya bu mal ile da'vet, ziyafet tertip etmiş ve buna bir şey de takdir etmemişse; sahih olan kavil, ticârette, bu masrafın israf sayılmayacağıdır. Gıyâ-siyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birinin, bu ortaklığa ait maldan, hediye alması, bunun yemeğinden yemesi, ondan ödünç alması, —ortağından izin almadan bile— caizdir, tstihsânen, böyle yapmış olan ortağa taz­minat gerekmez.

Müfâveda ortaklarından her biri, bu ortaklığa ait, et, ekmek ve meyve gibi yenilebilen şeylerden hediye etme hakkına sahiptir. Ancak, Altın ve gümüş gibi şeyleri hediye etme hakkına sahip değildir. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda  ortaklarından  birisinin, başka  bir  şahsa, diğer arkadaşının hissesinden elbise, hayvan, altın, gümüş, eşya veya hubûbac bağışlaması câ& olmaz.

Ancak, meyve, et, ekmek ve benzerleri gibi yiyecek maddelerini bağışlaması caizdir. Fetâvâyi Kâtfîhân'da da böyledir.

Müfâveda ortaklarından her hangi birisi, diğer ortağının izni olmadan, ortaklık maldan, misafirini ağırlayabilir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre bu [sahihtir. Zehıyre'de de böyledir.

Başka bir rivayette ise: "Misafirlere ikram, diğer ortağın izin vermesi hâlinde caiz olur." denilmiştir.

Bu ortaklardan her birinin şahsî masrafı, yemesi, katığı, kirası sermâyedendir.

Hasan bin Ziyâd, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: Şayet, o ortak kâr elde ederse; bu masraflar bu kârdan düşülür; aksi takdirde, kendi sermayesinden tenzil edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

"Malı, müdârebeden verilir." diyenler de olmuştur. JBedâî'lde de böyledir.

Bu rivayet de, asıl ve esahhtır. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir..

Müfâveda ortaklarından her biri, ortaklık maldan, vbir başka şahsa sermâye verebilir.

Bu ortaklardan biri, bir başka şahsa sermâye verdikten sonra, ortaklıktan ayrılır; bundan sonra, bu sermaye ile bir şey satın alınır ve bu durumda, sermayeyi alan şahıs, onların ortaklıktan ayrıldıklarını bil­mekte olursa; bu sermaye ile alınan şey, hassaten, emredenin (ona bu sermayeyi veren ortağın) olur.

Bu sermayeyi alan şahıs, onların ortaklıktan ayrıldıklarını bil-imiyorsa ve satın alman şeyin de bedeli verilmişse; bu ahm-satim, hem alana hem de ortağına karşı caizdir.

Şayet, alınan şeyin bedeli verilmemişse; bu şey, sadece, emredene (o şahsa, bu sermâyeyi veren ortağa) mahsus olur. Fetâvâyi Kâdİhân'da da böyledir.

Sermâye vermeyen ortak ölür, sonra da, sermâyeyi alan şahıs, onunla bir şey satın alırsa; bu mal, hassaten, sağ olan ortağa mahsus olur.

Bu sermâyeyi alan şahsın, kendisine verilen bu malı nakden almış olması hâlinde, ölen kimsenin vârisleri muhayyerdir: İsterlerse, mal­larının bedelini, sermaye alan şahsa ödetirler; isterlerse, sermayeyi veren

şahsa ödetirler.

Şayet, sermayeyi alan şahsa ödetmiş olurlarsa; bu şahıs, sermâyeyi veren şahsa baş vurur ve ödediği malm bedelini ondan alır.

Keza, bu vârislere satıcı tazmin etmiş bulunursa; bu şahsı, ser­mayeyi alana; o da, sermâyeyi verene müracaat eder.

Müfâveda ortaklarından birisi, kendi adına, başka bir şahsa bin dirhem sermaye verse; bu ortağın bir de mân ortağı olsa ve bu işi, onun rızâsı ile, kendileri için eşya alınması üzerine böyle yapmış olsa; sonra da bunlardan biri ölse; eğer, sermâye veren ölmüş ve sonra, sermâyeyi alan, bir eşya satın almış ise, bu meta* satın alan şahsın olur. Sermâyeyi tazmin eder.

Aldığı şeyin yarısı mân ortağının, yansı da sağ olan müfâveda ortağımndır. Ölenin vârisi olsa bile, bu böyledir.

Eğer, ınân ortağı ölmüş, sonra da, sermâyeyi alan, onuma eşya satın almış olursa; satın alman şeyin tarramı, müfâveda ortağının olur.

Sonra, ölenin vârisleri, hisseleri için, o iki ortaktan dilediklerine müracaatta bulunabilirler.

Şayet, —hisselerini— sermâyeyi alan şahsa tazmin ettirirlerse, o da, istediğine müracaat edebilir.

Eğer, ölen şahıs, müfâveda ortaklarından sermâye vermeyen olur; sonra da, sermayeyi alan şahıs, bir şeyler satın alırsa; bu durumda, o şeyin yarısı sermâyeyi veren şahsın, diğer yarısı ise, ınân ortağımndır. Sağ olan müfâveda ortağı, ölen ortağının hissesini, onun vârislerine öder.

Bu vârisler, isterlerse, —bu hisselerini— sermâyeyi alan şahsa ödetirler. O da, kendisine sermaye veren şahsa müracaat eder, Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Zâhiru'r-rivâyede,   müfâveda  ortakları   —ortaklıktan—  borç almazlar. Sahih olan da budur. Zehıyre'de de böyledir.

Ancak, ortağı, —bu hususta— açık izin verirse; bu durumda borç yapabilir. Bu da, "istediğini yap" anlamına gelmez. Sîrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu ortaklardan birisi, arkadaşının izni olmaksızın borç ederse; bunun   yarısını   tazmin   eder;   ortaklıkları   bozulmaz,    Serahsî'nin Muhıyfi'nde de böyledir.

Âlimlerimizi: "Borç eden şahsın, insanların hatırlayacağı şeyi borçlanması uygun olur." demişlerdir. Muhiyt'te de böyledir.

Müfâveda oraklarından her hangi birisi, ortaklık malından, bir başka şahısla, ınân oraklığı kurabilir. Mebsût'ta da böyledir.

Bu durumda, ortaklıkta, kendi reyi ile bir iş yapmasının şart olup olmaması da müsavidir. Zehıyre'de de böyledir.

Bu şahsın ve onun ınân ortağının yapacağı işler caiz olur. Buna, diğer ortağın izin verip vermemesi de müsavidir. Mnhıyt'te de böyledir.

Müfkveda ortaklarından her hangi birisinin, diğer ortağının izni ile, başka bir şahısla, müfâveda ortaklığı kurması caiz olur.

Şayet, ortağın™ izni olmazsa; bu ortaklık, müfâveda ortaklığı olmaz; mân ortaklı!» olur.

Bu şahsın, yeni ortağının babası, oğlu veya bir yabancı olması arasında bir fark yoktur. Mebsût'ta da böyledir.

Müntekâ'da zikredildiğine göre, tmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

"Müfâveda ortaklarından birisinin, başka bir şahısla, köle alıp satmak üzere mân ortaklığı kurması câzi olur.

Bu durumda, o ortağın satın aldığı kölenin yarısı satın alanın; diğer yarısı da, müfâveda ortaklarının olur. Muhiyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından her biri, ona mal ve ticâret malından nafaka vermek üzere, vekil tutabilir. Ancak, bu vekili, diğer ortak, vekâletten çıkarabilir. Bu vekil, ahm-satım ve icâre için vekil tayin edilmiş olsa bile hiiîtüm böyledir. Bedâî'^e de böyledir.

Ancak,  ortağı,  bu şahsı,  hükümle vekil tayin etmişse;  bu durumda, —diğer    ortak— onu vekâletten çıkarmaz. Mubıyt'te de böyledir.

Müfâveda- çataklarından her biri, —ortak malları— emaneten verebilir.

Hatta, bir ortaJ*c» ortaklık maldan, bir hayvanı emaneten verir; o da, emânet edilen şah^m elinde ölürse; istihsânen, tazminat gerekmez. Zehiyre'de de böyledir.

Müfâvedalor^aklarındanjbirisi,ortaklık maldan, bir hayvanı ema­neten verir; emânet  alan da» orıa biner; ancak, ona nerede1  bidiğinde ihtilâf edilir; ortakl ardan birisi, nerede bindiğini beyanı hususunda, o şahsı   doğrularsa,       bu   durumda   emanetçinin,  o   hayvanı   ödemesi gerekmez. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Inân ortaklığında vekâleti caiz olan kimsenin, müfâveda ortaklığında da vekâleti caizdir. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir. [23]

 

6- Müfâveda Ortaklarından Birinin, Diğerinin Sözleşmesi Hakkındaki Tasarrufu
 

Müfâveda ortaklarından birisi, başka birine yapılan satışta, ikâle yapsa ( = iki tarafın isteği ile, alış-veriş mukavelesini bozsa); bu iki taraf için de geçerli ve caiz olur.

Keza, bu ortaklardan her biri, diğerinin alış-verişini ikâle edeblir. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, ticaret mallarından bir cariyeyi, veresi olarak satarsa; onun bedeli alınmadan, değerinden noksana satıla­maz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, veresiye bir şey sattıktan sonra ölür; satın alan şahıs da, aldığı malın bedelinin yansını vermiş olursa; sağ olan ortak, onu mahkemeye veremez. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şey sattıktan sonra, onun bedelini satın alan şahsa bağışlar veya ibra ederse, İmânı Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, —arkadaşının hissesini, ona ödemesi şartiyle— bu caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu durumda, ortaklardan birisi, kendi hissesini —müşteriye ( = satın alan şahsa)— bağışlasa, bu caiz olur. Ancak, arkadaşının hissesini bağışlaması, bi'1-icma* caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi,  alacağını te'hir etse;  her iki ortağın hissesinin de te'hiri caiz olur. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu durumda, borcun te'hirli olmasının konuşulmuş olması veya ortaklardan   birinin   yahut   ikisinin   anlaşma   yapması   müsavidir. Zehiyre'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birince, te'hir edilmiş olan alacak müd­deti, diğer ortağın ibtal etmesi ile, ibtal edilmiş olur. Bu durumda, —aldıkları— mal, her ikisine de helâl olur.

Şayet, bu ortaklardan birisi ölürse, ölenin hissesi helâl olur; diğerim hissesi helâl olmaz.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Müfâveda ortaklarından birinin, bir adamda bulunan —alacak— maldaki hissesini, ona ibra etmesi hâlinde, malın tamamı ibra edilmiş olur. Muhiyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisinin sözleşmesi, ikisinin sözleşmesi (gibi) dir.

Meselâ: Bu ortaklardan birisi, bir şey satsa; diğer ortak, müşteriden, o şeyin parasını talep edebilir. Ve bu, satan ortağın talep etmesi gibidir.

Satışı yapmayan ortak, satılan şeyin bedelini, müşteriden isteyince, müşteri, bunu, ona vermeye cebredilir; satan şahsa vermeye cebredildiği gibi... Tatarhâniyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şey satın alınca,' bu malın sahibi,   onun   parasını,   —satın   alandan   alabileceği   gibi—   diğer ortağından da alabilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müfâveda ortaklığında, ortağının satın aldığı bir malı kusurlu bulan diğer ortak, onu satan şahsa iade edebilir. Nitekim, satın alan ortağın iade edebileceği gibi... Bedâî'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarının birinden, bir şey satın alan kimse, o malda, bir kusur bulursa; onu dilediği ortağa geri verebilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklığında, bir ortağın ikrarı, hem kendisi için hem de, ortağı için geçerlidir. Zahîriyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklığında, ortaklardan birinin, müşterek bir malın yarısını satmasından sonra, bu malda kusur bulunursa; bu ortaklardan her birinin, kusurun, bu malın satılan kısmında mı, yoksa, satılmayan kısmında mı olduğu hususunda yemin ederler. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir.

tmâm Ebû Yûsuf (R.A.) göre ise, bu ortaklardan her biri, satıl­mayan kısım hakkında yemin ederler. Bu durumda ise, her ikisinden de, yemin sakıt olur.  Bedâî'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, ortak maldan bir şey sattıktan sonra, ortaklıktan ayrılsalar; müşteri, bu durumu bilmiyorsa, o malın bedelini, dilediği ortağa verir. Muhıyt'te de böyledir.

Ancak,  müşteri  onların  ortaklıktan  ayrıldığını  biliyorsa,  bu durumda, aldığı şeyin parasını, ancak, malı aldığı ortağa verebilir.

Böyle yapmayıp, onun ortağına vermesi hâlinde, satın aldığı şahsa düşen, borç hissesinden kurtulmuş olmaz.

Keza, bu müşteri, satın aldığı malda, bir kusur bulursa; ancak, kendisine satan ortağa müracaat edebilir ve ancak, onu dava edebilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Şayet, müşteri, aldığı malı, bir aybı sebebi ile, onlar ortaklıktan ayrılmadan önce, satın aldığı ortağar iade eder ve onun bedeli veya bede­linden   noksan   bir   miktarla   hükmolunduktan   sonra,   bu   şahıslar ortaklıktan ayrılırlarsa; müşteri, —hükmolunan bedeli— hangi ortaktan isterse, ondan alır. Muhıyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarının satmış ve ortaklıktan ayrılmadan önce bedelini almış bulundukları bir köleye hak sahibi olan bir şahıs çıkarsa; bu  köleyi  satın  alan  kimse,  —ayrılmış bulunan  bu  ortaklardan— dilediğine müracaat ederek, ödediği bedeli geri alır. Zahîriyye'de de böyledir.

Müfâveda ortakları, ortaklıklarından ayrılınca, bu ortaklıktan alacağı olan kimseler, alacaklarını, istedikleri ortaktan alırlar.

Bu ortaklardan biri, yansından fazlasını ödemedikçe, diğerine mü-râcaai edemez. Ancak, yarısından fazlasını ödemiş olursa; bu fazlalık için, ortağına müracaat eder. Câmiu's-Sağîr'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi,  belli bir bedelle,  bilinen bir cariyeyi satın almak üzere, bir şahsı vekil tayin ettikten sonra; bu vekili, diğer ortak nehyetse (= o işi yapmasını) yasaklasa), bu nehyi, geçerlidir.

Vekil, bu yasaklamadan sonra, bu cariyeyi satın alırsa; onu, yalnız kendisi için satın almış olur.

Şayet, bu ortak nehyetmez ve vekil, o cariyeyi satın alırsa; bu durumda, o cariyeyi ortaklardan her ikisi için satın almış olur.

Keza, bu vekil, o cariyenin bedelini, istediği ortaktan alabilir. Muhıyt'te de böyledir. [24]

 

7- Müfâveda Ortaklarının İhtilafları
 

îki ortaktan birisi, diğerine karşı,  "ortaklıklarının müfâveda olduğunu" iddia eder; diğeri ise bunu inkâr eder ve sermâye inkâr eden ortağın yanında bulunursa; söz, yeminle birlikte, inkâr eden ortağın sözüdür.

"Ortaklıklarının müfâveda olduğunu" iddia eden şahsın, beyyine getirmesi gerekir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

îddia eden şahsın, davasında haklı olduğuna dâir şahit dinletirse, bu durumda bazı vecihler vardır:

1) Bu şahıs, "ortaklıklarının müfâveda olduğuna ve sermâyenin aralarında müşterek bulunduğuna" şahitlik yaptırabilir. Veya,

2) Bu şahıs, "ortaklıklarının müfâveda olduğuna ve elindeki malın, ortaklık malı bulunduğuna" şahitlik yaptırabilir.

Bu iki durumda, şahitlerin şahitlikleri kabul edilir ve "malın ikisi arasında taksim edilmesine" hüküm verilir.

3) Bu şahıs, "ortaklıklarının müfâveda olduğuna ve sermâyenin de ortağının elinde bulunduğuna" dair şahitlik yaptırır.

Bu durumda da, "sermâyenin, yarı yarıya taksim edilmesine" hükmedilir.

Bu şekildeki şehâdetin, ortaklıktan ayrılmadan önce veya ayrıldıktan sonra olması halleri de müsavidir.

4) Bu şahıs, "ortaklıklarının, müfâveda olduğuna" dair şahitlik yaptınr ve fazla bir şey söylemezse;  bu  durumda,  Şemsü'l-eimme

Serahsî: "Bu şehâdet kabul edilir. Mal, aralarında taksim olunur." demiştir.

İmâm Muhammed (R.A.) de buna işaret etmiştir.

Şemsü'l-lslâm:  "Eğer,  şahitlik, dava meclisinde yapılmışsa, bu şehâdet kabul edilir. Mal, aralarında taksim olunur. "Mal, aralarında yarı yarıyadır." diye şahitlik yapılmasa veya "sermaye ortaklıktandır."

diye şehadette bulunulsa; yahut, inkâr eden, ikrar etse veya şahitler

böyle şehadette bulunsalar yine hüküm böyledir. Muhiyt'te de böyledir.

Hâkim, "yarı yarıya taksim" hükmünü verdikten sonra, mal elinde bulunan kimse, "o malın, kendisine ait olduğunu, mîras, bağış veya sadaka yolu ile ona sahip olmuş bulunduğunu; durumun dava edildiği gibi olmadığını" iddia ederse; bu mes'elede de bazı vecihler vardır:                                                                            .   -

1) Eğer, ortaklık iddiasında bulunan şahsın şahitleri, "ortaklığın müfâveda ve sermayenin ikisinin arasında —müşterek— olduğunu" söylerlerse; veya     

2) "Ortaklığın, müfâveda ve sermayenin de ortaklıktan olduğunu söylerlerse;

Bu durumlarda, diğirinin dâvası dinlenmez ve kabul edilmez.

3) Eğer, bu şahitler, "ortaklığın müfâveda olduğunu, malın ise, onun elinde bulunduğunu, söylerlerse; veya

4) "Ortaklığın müfâveda olduğunu" söylerler; fazla, birşey söyle-mezlerse;

Bu durumlarda davası dinlenir ve beyyinesi kabul edilir. Bu, İmâm Muhammed (R.A.)l'e göredir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) buna muhaliftir.

îddia olunan şahıs, elinde bulunan şeyi, iddia sahibinden aldığını iddia ederse; bu dört hâlin hepsinde de, davası dinlenir ve beyyinesi kabul edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

îddia olunan şahıs, "iddia sahibinin müfâveda ortağı olduğunu" ikrar edip, elinde bulunan şey hakkında hüküm verildikten sonra;; "elinde bulunan bu şeyin —kendisine— mîras veya hîbe olduğunu iddia: eder ve bu hususta, beyyine ibraz ederse; —beyyinesi— kabul edilir ve davasına bakılır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Sermâye, bu iki şahsın yanında bulunur; her ikisi de "ortaklık­larının müfâveda ortaklığı olduğunu" ikrar ederler; sonra da, bu ortak­lardan birisi, "bu maldan, bir kısmının, kendisine babasından mîras kaldığını iddia edip, bu hususta beyyine getirirse, beyyinesi kabul edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu ortaklardan birisi ölür; mal da, geride kalan ortağın yanında bulunur;   ölen  şahsın  vârisleri,   "bu  ortaklığın  müfâveda  ortaklığı olduğunu" iddia ettiği halde, sağ olan ortak bnu inkâr eder; vârisler ise, "babalarının müfâveda ortağı olduğuna; o malın, sağlığında baba­larının elinde bulunduğuna veya aralarında ortak olduklarına" beyyine getirirlerse; bu durumda, malın yahsı, bu vârislerin lehine hükmedilir. Mebsût'ta da böyledir.

Sağ   olan   şahıs,   bu   hüküm   verildikten   sonra,   "o   malın, babasından mîras kaldığını" iddia eder ve bu hususta beyyine getirirse; bu kabul edilmez.

Şayet, şahitler, "ortak iken de, bu malın, bu şahsın yanında olduğuna" şahitlik ederlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre şahitlikleri kabul edilmez; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, bu durumda, şahit­likleri kabul edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mal,  ölen ortağın vârislerinin yanında bulunur;  bunlar ise, "ortaklığı"   inkâr   eder;   sağ   olan   ortak   da,   "müfâveda   ortağı olduğuna"beyyine ibraz ettiği hâlde, diğerleri de, "babalarının ölüp, o malı kendilerin mîras bıraktığına dâir" beyyine getirirler ve "bu malın, ortaklık malı olmadığını" söylerlerse; biz, onların bu sözlerini kabul etmeyiz.

Şemsü'l-eimme de, bu kavli sahihlemiş ve: "Bu, âlimlerimizin kavlidir." demiştir.

Şayet, bu vârisler: "Dedemiz öldü; bu malı babamıza mîras bıraktı." derler ve bu hususta beyyine getirirlerse; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu sözleri, —yine— kabul olunmaz; İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, kabul edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Eğer, eşya,»bu ortaklardan birinin yanında olur ve o da, "müfâveda ortaklığını" inkâr ederse; bu inkâr sebebiyle, bu iki şahıs, ortaklıktan ayrılırlar.

Müfâveda. ortaklığını inkâr eden şahıs, elinde bulunan şeylerin tamamının yansını tazmin eder.

Keza, bu şahıs Öldükten sonra, vârisleri, "müfâveda ortaklığını" inkâr etmiş olsa; hüküm yine aynıdır.

Şayet, bu ortakların ikisi de ölür ve her biri, bir şahsı vasî yapmış bulunursa; bu vasilerin, yapılan vasıyyeti almaları hâlinde, bunu tazmin etmek gerekmez. Mcbsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, diğerine, üç bir'Ie ortak olduğunu • söyler; iddia olunan şahıs, da, —bunu kabul edip— üçte ikinin kendisine ait olduğunu dava eder ve ikisi de, "ortaklıklarının, müfâveda ortaklığı olduğunu söylerlerse; bütün malları, yarı yarıya olur. Ve, "müfâveda olarak" hükmedilir.

Ancak, elbiseleri, evlerinin eşyaları, ailelerinin ve cima'" ettiği cariyelerinin nafakaları müstesnadır.

Bunlar, hangi ortağın yanında ise, ona mahsustur.

İstihsânen, bu ayrıldıktan sonra böyledir.

Bunlar, ayrılmış olmazlar; ancak, birisi ölür ve sonra da, ortakhk-lanndaki miktar ve nisbet hususunda ihtilaf ederlerse yine böyledir. Fetâvâyi Kâdihân'da da böyledir.

Bir kimse, diğerinin "müfâveda ortağı olduğunu ve onun yanında bulunan malın,  üçte ikisinin de kendisine ait bulunduğunu"  iddia ettiği halde, iddia olunan şahıs, kat'î surette müfâveda ortaklığını inkâr eder; iddia sahibi ise, durumun iddia ettiği gibi olduğunu belgelerse; bu belge ve şahitler kabul edilmez. Bu kryâsen böyledir.

İstihsânen ise, bunlar, müfâveda üzere kabul edilirler. Mumyt'te de böyledir.

İddia sahibi, müfâveda ortağı olduğunu hem de, nısıf (= yarı yarıya) ortak olduğunu iddia eder; şahitler de, "üçte bir" dedikten sonra;  iddia sahibi,   "...  böyledir."  derse;  istihsânen  kabul  edilir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.                

Müfâveda ortaklar ayrılınca,  birisi  "malın tamamının diğer ortağının yanında olduğuna" beyyine getirirse; beldenin hâkimi, ara­larında yarı yarıya hükmeder.

Diğer ortak da, aynı şekilde, aynı hâkime veya başka bir hâkijme beyyine getirirse; hakim aynı olur ve hükümlerin tarihini bilinse, son verdiği hükmü icra etmez.

Şayet, hakim, hükümlerin tarihini bilmezse veya bu iki hüküm, iki ayrı hâkim tarafından verilmiş olursa; bu hükümlerden her biri, verildiği şahsa karşı infaz edilir. Çünkü, bu hükümlerin ikisi de sahihtir.

Bu durumda, bu iki ortağın her birinde olan mal hesap edilir. Fazla olandan alınır; az olana iade edilir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Müfâveda ortakları ölüp, terekelerinin tamamı, vârislerine taksim edildikten sonra; bir yerde, çok miktarda mal bulurlar ve bu ortaklardan birinin vârisleri: "Bu, bizim hakkımız." derlerse; sözlerine inanılmaz; beyyine ibraz etmeleri gerekir. Diğer vârisler yemin ederlerse, o mal, aralarında yarı yarıya taksim edilir.

Ancak, mal yânlarında olur ve bu malin kendilerine ait olduğunu isbât edebilirlerse; bu vârislerin sözlerine inanılır.

Bunu isbat edemezlerse, bu durumda bu mal, varislerin aralarında yarı yarıya taksim edilir. Ancak, bu durumda taksim, diğer vârisler yemin ettikten sonra yapılır. Mebsût'ta da böyledir.

Şayet, bu mal, ortaklar birinin vârislerinin yanında bulunur ve bunlar: "Bu mallar, müfâvedadan önce, babamızın yanında idi." der; diğer ortağın vârisleri ise, onları yalanlarsa; bu mal, aralarında taksim edilir.

Bu mal, ortaklık malı değilse, husûsî bir maldır.

Bu mal, başkalarının yanında ise, bu durumda bu iki ortağın vâris­lerinin müşterek mallarıdır. Ancak, bir tarafın beyyine getirmesi hâli müstesnadır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şahitler, bu kişilerin, on seneden beri, müfâveda ortaklığı yaptık­larına şehâdet ederlerse; hâkim bu şehâdetlerini kabul eder ve on senelik müfâveda ortağı oldukları tesbit edilmiş olur. Böylece, elinde bulunan malın, yarı yarıya taksim edilmesi hükmolunur.

Eğer, on seneden beri, müfâveda ortaklığı kurmuş olduklarına şahitlik ederlerse; bu on seneden öncesi için, hüküm verilmez. Muhiyt'te de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, iki kişiye emrederek, bir köle satın almalarını ister ve bu kölenin cinsini, fiatını söyler; bunlar da satın alır ve ortaklar birbirinden ayrıhrsa; ayrıldıktan sonra da, "köle alın" diyen ortak: "Bu, benim şahsıma ait." der; diğer ortak ise: "Bunu, biz ayrıl­madan satın aldırdın; ona ortağız." derse; yeminle birlikte, köleyi aldı-ramn sözü geçerli olur. Diğer ortağın, iddiasını isbat etmesi gerekir. Şayet, isbat ederse, bu köleye ortak olurlar. Fetâvâyi Kâdîhânda da böyledir.

Ortaklar: "Bu kölenin, ne zaman satın alındığını bilmiyoruz." derlerse; bu durumda,  o köle, hassaten satın aldıran ortağın.-olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Eğer, satın aldıran ortak: "Ayrılmadan önce satın alındı."; diğer ortak da: "Ayrıldıktan sonra satın alındı" derse; söz, sonrakinin sözü­dür. (Yani, sonrakinin sözü geçerlidir.) Satın aldıran ortağın, iddiasını isbat etmesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, bir köleyi azâd ederse, söz müfâveda olmayanın sözü gibidir.

Bu ortaklar ayrıldıktan sonra, birisi: "Ben, bu köleyi, ortak iken, mükâtebe ettim." derse; bu sözüne inanılmaz.

Fakat, onun bu sözü, kendisine ait hisse için sahihtir ve geçerlidir.. Ortağına yemin ettirildikten sonra, zarara uğramaması için, —hissesi— iade edilir.

Şayet, bu ortak: "Ifk (= azâd) ettim." demiş olsaydı, bu sözü de, kendi hissesi için sahih olurdu. Ancak, bu durumda, —kitabetin hilâfına— diğerinin yemin etmesi gerekmezdi. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklan ayrılınca, bunlardan her biri, diğeri ile bütün ortaklıktan uzaklaştıklarına şahitlik yaptıktan sonra, bu ortaklardan birisi: "Ben, şu köleyi, ortak iken azâd etmiştim." der; diğer ortak da, onu doğrular ve: "Ben, bu kölenin tazminatını ihtiyar ettim." derse; o köleyi azâd etmiyen ortağın sözü, yeminle birlikte geçerli olur. Ve, o, köleyi tazmin eder.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

Bu ortak, eğer: "Senin tazminatını ihtiyar eyledim." derse; köleye karşı yapılacak bir şey olmaz. Berâetle birlikte tazminattan uzak olur.

Şayet, bu ortak: "Ben, bir şey ihtiyar eylemedim." derse; —ortağının hâricinde,— köleyi tazmin eder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İkrar eden ortak, beyyine getirirse, o köleyi tazmin etmekte muhayyerdir.

Beyyine ile isbât etmek, aynen sabit olması gibidir; köleye karşı, yapılacak bir şey yoktur.

Şayet, ortağı: "O, köleyi, ayrıldıktan sonra azâd etti." derse; bu ortağın sözü geçerli olur.

Eğer, azâd eden ortak, "o köleyi, müfâveda hâlinde iken azâd ettiğini" söyler; bu hususta, beyyine de ibraz eder ve kıymetinin yarısını da tazmin ederse; diğer ortak da, "o köleyi, ortaklıktan ayrıldıktan sonra azâd ettiğini söyler ve o da, bu hususta belge ibraz eder ve o kölenin siâyesini ihtiyar ederse, azâd edenin, beyyinesi geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, ortaklıkta iken, bir köleyi bin dirheme mükâtebe yapar ve bu bin dirhemi alır ve köle ölürse; bu gerçekten, berâete (=  bir dava sonucunda, temiz ve ilişiksiz çıkma) girer.

Diğer ortak: "o, bu köleyi, ortaklıktan ayrıldıktan sonra mükâtebe eyledi." dese bile, onu mükâtebe eden ortağın sözü geçerli olur.

Şayet, ölen bu köle, geride mal bırakmış olur ve mükâtib (= o köle ile .mükâtebe yapan kimse): "Ben, onu, ortaklıktan ayrıldıktan sonra mükâtebe eyledim; onun vârisi benim." der; diğer ortak da: "Sen, onu, müfâveda iken mükatep eyledin; ikimiz birlikte, onun vârisiyiz." der ve "mükâtebin, —kitabetinden dolayı— bir şey ödemediğini" söylerse; onu mükâtebe etmiyen ortağın sözü geçerlidir. Serahsî'nin Muhıytı'nde

de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, mallarından birini, vedîa ( = emânet) olarak, bir şahsa bırakır; bu şâhıs da, bu malı, bırakan şahsa veya ortağına verdiğini iddia ederse; yeminle birlikte, onun sözü geçerli olur. Mebsût'ta da böyledir.

İddia olunan şahıs, inkâr ederse; "emânet bıraktım." diyenin sözü ile, o şahsın, ortağına tazminatta bulunması gerekmez. Fakat, "o malı, emânet olarak almadığına" yemin etmesi gerekir.

Keza, müfâveda ortaklarından birisi öldükten sonra, bir şahıs, ölen şahsa, emânet bir mal bıraktığını iddia ederse; bunun vârislerine, bu durumu bilip bilmediklerine dâir yemin ettirilir.

Şayet, bu şahıs, ölen şahsın vârislerine, bir emânet bıraktığını iddia eder; onlarda, böyle bir emânet almadıklarına yemin ederlerse; bu durumda o şahıs, sağ olan ortağın hissesini tazmin eder. Bu miktar, sağ olan ortakla, ölen ortağın vârisleri arasında taksim edilir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Şayet, emâneti veren ölür; emâneti alan da: "Ben, onun yarısını, sağ olan ortağa; yansını da, ölen ortağın vârislerine ödedim." der ve yemin ederse, tazminattan uzak olur.

Eğer, bu iki grubdan birisi, o malm yarısını aldıklarını ikrar ederse; bu mala, diğer grub da ortak olur. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu iki müfâveda ortağıda sağ Olduğu halde, emâneti alan şahıs: "Ben, onu, ikisine verdim." der; bu ortaklardan birisi, bunu ikrar; diğeri ise, inklr ederse, emânet alan şahıs, muaftır; ona, yemin de gerekmez.

Eğer, bu ortaklar ayrılır ve emâneti alan şahıs: "Ben, onu, bana emânet bırakan şahsa verdim." derse, bu durumda, yine muaftır.

Şayet, bu şahıs: "...Diğer ortağına verdim." der; o da, bu şahsı yalanlarsa, o malın yansını, kendisine emânet bırakan şahsa öder.

Bunu, emânet bırakan şahıs alınca, diğer ortağı ile yan yarıya bölüşürler.

Eğer, emânet alanın sözünü, ortağı tasdik ederse emânet veren şahıs serbesttir: Dilerse, hissesini ortağından alır; dilerse, emânet verdiği şahıstan alır. Mebsût'ta da böyledir. [25]

 

8- Müfâveda Ortaklarının Üzerine Tazminatın Gerekliliği
 

Müfâveda ortaklarından birisi, belli bir yere kadar binmek üzere, ariyet (= ödünç) olarak, bir hayvan alsa da, bu hayvana ortağı binse ve hayvan ölse; bu durumda, bu iki ortak, o hayvanı tazmin ederler ( = öderler).

Müfâveda ortaklarından birisi, üzerine hassaten yiyeceğini yük­letmek üzere, ariyet olarak, bir hayvan alsa ve bu hayvana, ortağı kendi yiyeceği yükletse veya daha az bir şey yüklettiği halde, bu hayvan ölse, bu durumda, tazminat gerekmez. Serahsî'nin Mnhıyti'nde de böyledir.

Binme mes'elesinde, tazminat gerekince, binen şahıs, bu tazmi­natı, ortaklık maldan öderse, verdiği bu tazminatın yarısını, ortağından alabilir mi?

Bu durumda bakılır: Eğer, o şahıs, bu hayvana, ortaklık ihtiyacı için binmişse, ortağına bir şey ödemez.

Fakat, bu hayvana, şahsî menfaati için binmişse; ortağı,, tazminat bedelinin yarısını, ondan alır.

Bu hayvanın sahibine gelince, tazminat bedelini, hangi ortaktan dilerse, ondan alabilir. Muhıyt'te de böyledir.

Keza, müfâveda ortaklarından birisi, belli bir yük yükletmek üzere, bir hayvanı, ariyet olarak alır ve bu hayvana, aynı miktardaki yükü, diğer ortağı yükletirse, yine tazminat gerekmez.

Ancak, bu şahıs, bu yükün üzerine, bu yükün hilafı olan ve hayvana zarar veren, elbise ve benzeri gibi, belli bir yük yüklerse, bu durumda, tazminat lâzım gelir.

Bu işi, bu hayvanı, ariyet olarak alan şahıs yapsa, yine tazminat gerekir.

Şayet, yükletilen bu yük, ticâret malı olursa, tazminatı, bu ortaklar yarı yarıya öderler. Böyle değilse, şahsen öderler.

Şayet, eşya, yükletenin yanında ise, tazminat müşterektir. Diğer ortak, onun kefilidir. Kefil, bu hayvanı tazmin eder; sonra da, ortağına müracaat ederek, tazminatın yarısını, ondan alır. Ancak, bunun için, onun, tazminatı müşterek maldan ödemiş olması gerekir. Mebsût'ta da böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir hayvanı, on ölçek buğday yükletmek üzere, ariyet olara alsa ve ona, ortaklık maldan on ölçek arpa yükletse, bu durumda, tazminat gerekmez.

Keza, bu ortaklar, ınân ortağı olsa ve bunlardan birisi, bir hayvanı ariyet olarak alsa; cevap, yine aynıdır; yani önceki gibidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Müfâveda ortaklarından  birisi,  diğerine:   "Buhârâ'dan  öteye geçme." dediği halde, o daha ileri gider ve mal zayi olursa; bu durumda, söz tutmayan ortak, zayi olan malı tazmin eder. (= öder.) Sirâciyye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, elinde, —ortaklığa ait— nelerin, ne   kadar   bulunduğunu   açıklamadan   ölürse;. arkadaşının   nasibi ödenmez. FethıTI-Kadtr'dede böyledir. [26]

 

3- INÂN ORTAKLIĞI
 

Bu babda:

1) Inân Ortaklığı Nedir? Şartlan ve Hükümleri Nelerdir?

2) Kâr-Zarar ve Malın Zayi Olmasının Şartı.

3) Inân Ortaklarınnı Şirket Malmdaki Tasarrufları olmak üzere üç bölüm vardır. [27]

 

1- Inân Ortaklığı Nedir? Şartları Ve Hükümleri Nelerdir?
 

Inân ortaklığı: Buğday veya yiyecek maddesi gibi, bir nev'i şeyin ticâretinde, alınıp satılmasında, iki kişinin ortaklaşmasıdır.

Veya, ınân ortaklığı: Bütün ticârette ortak olunduğu halde, husûsî kefaletten bahsedilmemesi hâlidir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu ortaklığın şekli: Bu ortaklık, bir nev'ide veya bütün ticâret mallarında, iki kişinin ortak olup, kefaletten ve müfâvedadan bahset-memeleridir. Bu ortaklık, kefaletin hâricinde, vekâlet mânâsını içine almaktadır.

Inân   ortaklığı,   ticâretle   uğraşan   herkes   arasında   caiz   olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bu ortaklık; erkeklerle kadınların,bulûğa ermiş kimselerle sabi­lerin, hürlerle ticâret yapmasına izin verilmiş köielerin ve müslümanlarla kâfirlerin arasında, caizdir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Mükâtep köleler de, bu ortaklığa, —ortak olarak— iştirak edebi­lirler. Tezhîb'de de böyledir.

Ortaklar,  kefaleti  zikredince,, müfâvedanın diğer  şartlan da mevcut olursa, bu ortaklık, müfâveda sözleşmesi olur.

Sermâye çok olmayınca, mân ortaklığı sözleşmesi yapmak daha uygun olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [28]

 

Inân Ortaklığının Caiz Olmasının Şartı
 

Inân ortaklığının caiz olmasının şartı, sermâyenin, —sözleşmenin yapıldığı mecliste hazır olsun veya olmasın— ayn olmasıdır.

Bu ortaklıkta, sermâyenin eşit olması şart değildir. Sermâyeler eşit olsa bile, kârın, farklı taksim edilmesi de caizdir. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), şöyle buyurmuştur:

Bu ortaklık sözleşmesinin yazılı olması hâlinde: "Bu ortaklığa, filan ve filan emâneti edâ edip, yerine getirme hususunda, Allah'tan korkmak üzere müşterektirler.'' diye yazılmalıdır.

Sonra, ortaklardan her biri, sermâyenin miktarını açıklar.

Ve, bu sermayelerin tamamının, bu iki ortağın elinde olacağı, bununla toplu veya perakende alış-veriş yapacakları ve. her birinin kendi reyi ile iş yapabilecekleri; peşin veya veresiye satabilecekleri, sözleşme esnasında, —sözlü veya yazılı olarak— belirtilir.

Sonra da, kârın veya zararın, aralarında sermâyelerinin nisbetinde taksim edileceği, sözleşmeye yazılır.

Şayet, ortaklardan biri, kârdan fazla veya noksan almak gibi bir şart koşarsa, sözleşmeye bunu da yazarlar.

Ve "şu ayın, şu gününden itibaren, bu sözleşmeye göre, bu şahıslar ortak olmuşlardır." diye yazarlar. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir. [29]

 

Inân Ortaklığının Hükümleri
 
Inân ortaklığının hükümlerine gelince;

Bu ortaklardan her biri, ticâret işlerinde, birbirlerinin vekili olurlar. Ancak,   bunlar  birbirlerinin   hakkını   almada   vekil   olamazlar. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklığında, ortaklar,  eğer kefaletten söz etmemişlerse; birbirlerinin kefili olamazlar. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir. [30]

 

2- Inân Ortaklığında Kâr-Zarar Ve Malın Zayi Olmasının Şartı
 

Inân ortaklığında, sermâye, ortaklardan ikisinden olur, emek (çaiışma) ise, bu ortaklardan sadece birine ait bulunur ve kân herkesin sermayesine göre paylaştırmayı koşarlarsa; bu caiz olur.

Bu durumda, ortaklar kârdan hisselerine düşecek miktar alacakları gibi; zarardan, hisselerine isabet eden miktarı da çekerler.

Inân ortaklan, sözleşmede, çalışan ortağın, sermayesinden fazla bir kâr almasını şart koşarlarsa, bu da caizdir.

Bu durumda, fazla sermâye veren ortağın malı çalışan ortağın yanında niüdârebe[31] olur.

Bu ortaklıkta, çalışmayan ortağa, sermâyesinden fazla kâr vemek şartı olsa bile, bu şart sahih olmaz.

Diğer ortağın yanında, çalışmayan ortağın malı, sermâye hük­münde bulunur ve bunlardan her biri, malının kazancını alırlar. Sirâ-ciyye'de de böyledir.

Sözleşmede, bu ortaklardan her ikisinin de çalışması şart koşulmuş olsa, bu şart da caiz olur.

Bu durumda, bu ortaklardan birinin sermâyesi çok, diğerininki az olsa bile hüküm böyledir.

Keza, kârı, aralarında eşit olarak veya fazialı noksanlı taksim etmeyi şart koşmuş olsalar bile, yine bu hüküm değişmez.

Inân ortaklığında, kârın taksim edilmesi, şarta bağlı olduğu halde, zarar, dâima, herkesin sermayesi nisbetindedir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Inân ortaklığında, ortaklardan birisi çalışır; diğeri ise, —bir özrü olsun veya olmasın— çalışmazsa;  bu durumda da,  bunlar beraber çalışıyor gibidirler. Müzmerât'ta da böyledir.

İnan ortaklığında, kârın tamamının, ortaklardan birine ait olacağı şartı koşulursa, bu caiz olmaz. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Inân ortaklığında, ortaklardan biri bin, diğeri ise iki bin getirir ve sözleşme de "kâr da, zarar da, yarı yarıya..." derlerse; bu sözleşme   . sahih olur; ancak, "zararın, yan yarıya olma şartı" bâtıl (= geçersiz)

olur.

Şayet, bu ortaklar, beraber çalışıp kazanırlarsa; kâr, koydukları şartlara göre dağıtılır.

Ancak, zarar ederlerse; zarar, herkesin kendi sermâyesi nisbetin­dedir. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

Inân ortaklığı sözleşmesinde, ortaklardan birinin sermâyesinin, diğerinin sermayesinden aşağı olması caizdir. Inâye'de de böyledir.

Her hangi bir şey satın almadan önce, ortaklık malı veya ser­mâyelerden biri zayi olursa, bu ortaklık bozulmuş olur. Hidâye'de de böyledir.

Bir şey satın alınmadan önce, sermâyelerden her hangi biri, ister sahibinin, ister ortağının elinde olsun helak olursa; helak olan mal, sahibine aittir. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan her biri, biner dirhem getirip, bunları birbirine katarak ortaklaşsalar, karışan bu sermayeden zayi olan, her iki ortaktan zayi olmuş sayılır. Bunlar, geride kalana da ortak olurlar.

Ancak, zayi olanın ve geride kalanın kime: ait oludğu biliniyorsa, bu durumda, —lehine olsun, aleyhine olsuin— sahibi bilinen şey, o şahsa aittir, mebsût'ta da böyledir.

Inân ortaklarından biri, kendi malı ile bir şey satın aldıktan sonra, diğer ortağın malı zayi olsa, satın alınan mal , —şartlarına göre— ara­larında taksim olunur. Cevheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Sözleşmede, vekâleti tasrih etmemiş (açıklamamış) olsalar bile, hüküm böyledir. Müzmarât'ta da böyledir.

Bu durumda, —malı zayi olan— ortak, hissesi için diğer ortağına müracaat eder. ihtiyar' da da böyledir.

tmâm   Muhammed   (R.A.)'e   göre,   ınân   ortaklığı,   müşteri hakkında, akid ortaklığıdır.  Ortaklardan her biri,  şirkette tasarruf sahîbiu.r. Nehrn'1-Fâık'ta da böyledir. Sahih olan da budur.           

Bu durum, ortaklardan birinin, bir mal satın almasından sonra, sermâyeden birinin helak olması halindedir.

Şayet, bir mal satın alınmadan önce, sermâyenin biri helak olur, daha sonra, diğer ortak, kendi malı ile bir şey satın alırsa, bu durumda bakılır: Eğer, bu ortaklar) ortaklık sözleşmesi yapılırken, vekâleti tasrîh etmişlerse, satın alman şeye, bu vekâlet sebebi ile ortaktırlar.

Sermâyesi zayi olan şahıs, diğer ortağına,hissesi için müracaat eder.

Ancak, sözleşme, mücerred yapılmış ve bunda vekâletten söz edilmemişse, bu durumda, satın alınan mal, satın alanındır. Tebyîn'de de böyledir.

Nevâdir'de şöyle zikredilmiştir:

Bir kimseye, çalıştırması ve kârının çalıştırana ait olması üzere, bin dirhem verilse» bu durumda, bundan doğacak zarar da, bu parayı çalıştırana ait olur.

Bu şahıs,--hiç bir şey satın almadan, bu bin dirhem zayi olsa, onu sahibine tazmin etmesi gerekir.

Eğer, paranın sahibi: "Bu bin dirhemi çalıştır; kârına da, zararına da ortağız." der ve çalıştıracak şahıs bir şey satın almadan, bu bin dirhem zayi olursa; bu durumda, bu bin dirhemi alan şahıs, İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bunun yansını tazmin eder.

îmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre ise, bu şahsa tazminat gerekmez.

Şayet, bir mal satın almış ve sonra da, bu malın bedelini ödemeden önce, bu mal zayi olmuşsa, bu durumda, bu malın yansını, emreden-, yarısını da diğeri tazmin eder. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklarından birinin sermâyesi dirhemler, diğerinin ser­mâyesi ise, dinarlar olur; ancak, bunlar, kıymet bakımından birbirleri kadar bulunur ve dirhemlerin sahibi, bunlarla bir köle; dinarların sahibi ise, bunlarla bir câriye satın alıp, bedellerini nakden öderler ve bu durumda, köle zayi olur, câriye ise ellerinde kalırsa; ortaklardan her biri, sermâyesinin yapısı için, diğerine müracaat eder.

Bu ortaklar, sermâyelerinin tamamında bir şey satın alırlar ve alı­nan bu şey de helak olursa; birinin diğerine müracaat etmesi, söz konusu olamaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Inân ortakları, dirhemlerle sonrada dinarlarla eşya satın alıp, birinin kârını diğerine ilâve etseler; bunlar kâra da, zarara da , sermâye­leri nisbetinde, satın aldıkları sırada ortak olurlar. Sahih olan da budur. Mebsût'ta da böyledir.

Inân ortakları, bir takım eşyalarla veya ölçülebilen şeylerle ortak olup, bunlarla da, her biri kendi eşyasının kıymeti kadar, bir şeyler satın alırlar; sonra da bunları satıp, taksimini isterlerse; bu durumda, bu ortaklık, söylediğimiz şekilde kurulmuşsa, o malın, satın alındığı gün­deki kıymetine itibar edilir.

Asıl'da: "Bu durumda, o mal, taksim edildiği gündeki kıymetine göre paylaşılır." denilmiş; İmlâ'daise: "Bu malın, satırı alındığı gündeki kıymetine itibar edilir." denilmiştir. Zahîriyye'de de böyledir.

Inân ortaklarından her birinin, peşin veya veresiye satma hakkı vardır. Sîrâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bu ortaklardan her birinin, borç verme, borç alma ve icârlama hakları da vardır. Tehzîb'de de böyledir.

Ortaklık sözleşmesine, böyle bir şart koymamışlarsa, ınân ortak­larından hiç biri, bir başkasını ortak edemez.

Inân ortaklarından her biri, kendi reyi ile alış-satış yapabilir. Sahih olan budur. Zehıyre'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, başka bir şahısla ortak olsa; bu üçüncü ortağın satın aldığı şeylerin yarısı kendisine, diğer yarısı ise ınân ortak­larına ait olur. Bu ortakların, o maldaki hisseleri yarı yarıyadır.

Bu durumda, ınân ortağı bir şey satın alırsa; bu şey, bu ınân ortak-larınındir. Bundan, o üçüncü ortağa bir pay yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İmâm Ebû Hanife (R.A.)'nin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Inân ortaklarından birisi, ortağının huzurunda, başka bir şahısla,

müfâveda ortaklığı yaparsa; bu yeni ortaklığı sahih; öneki mân ortaklığı ise, bâtıl (= geçersiz) olur.

Ancak, bu şahıs, bu yeni ortaklığı, ınân ortağının bulunmadığı bir yerde yapsa, bu durumda, bu müfâveda ortaklığı sahih olmaz. Zahîriy­ye'de de böyledir.

Inân ortaklarından hiç biri, bu firkete ait bir köleyi, mükâtep -edemez. Bunda hilaf yoktur. Muhıyt'te de böyledir..

Inân ortaklarından hiç biri, bu şirkete ait bir köleyi, bir mal karşılığında, hürriyetini verip, azâd da edemez.

Bu durumda, kendi reyi ile amel edip etmemesi de müsâvîdir.

Inân ortağı, müşterek maldan masraf ederek, evlenemez. Veya, bu şekilde, bir cariyeyi nikâhiayamaz. Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ve İmâm Muhammed (R.A.)'in kavlidir. Bedâı'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, "şirkete ait bir cariyenin, başka bir şahsa ait olduğunu" haber verse; bu haberi, ortağının hissesi hakkında, caiz olmaz.                                            

Ortağı: "Reyinde hürsün; ne yaparsan yapı" demiş olsa bile, hü­küm böyledir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir mân ortağı, ortağının izni olmadan, —borcu sebebiyle— âret malından, bir rehin de bırakamaz. Senıhsî'nih Muhıytı'nde de

Inân ortaklarından birinin, ortaklık maldan, her ikisine ait olan bir borç için, bir malı rehin bırakması da caiz değildir. Böyle yapması halinde, o ortağın, bu rehni tazmin etmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhâri'da da böyledir.

Ancak, buna ortağının izni   bulunması veya borcun sözleşmeli olması  hâlinde,  rehin bırakması caiz olur.   Sirâcü'l-Vehhâc'da  da, böyledir.

Keza, ınân ortaklarından her hangi biri, şirketin borcuna karşılık, ortağının nasibinden, rehin bırakamaz.

Ancak, bu borç sözleşmesinden sonra olmuş veya bu ortağın ken­disi, böyle yapılmasını emretmişse; bu durumda, onun malı rehin bırakı­labilir.

Rehin yahut onun kıymeti veya alacak, elinde zayi olursa; bu, rehin alan ortağın hissesidir. Bu durumda, ortağı muhayyerdir. İsterse, borçluya müracaat edip, borcunun yarısını, ondan alır. Borçlu ise, rehin bıraktığı şahsa müracaat ederek, bu rehnin kıymetinin yarısını ondan alır. Dilerse, hissesini ortağından alır. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir ınân ortağının, "rehin aldığım" veya "rehin verdiğini" ikrar etmesi, bu husus, sözleşmede varsa caizdir; aksi takdirde caiz değildir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Inân ortaklarından birisi, bu ortaklık bozulduktan sonra, rehin aldığını veya verdiğini ikrar eder ve ortağı da bunu yalanlarsa, ikrar eden ortağın bu sözüne inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, ticâret için borçlanmış olursa; bu borcu beraberce öderler. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Kudûrî Şerhi'nde şöyle denilmiştir:

Inân ortaklarından her biri, diğerine: "Reyinle hareket et." demişse; rehin verme, rehin alma, başkası; ile ortaklaşma ve benzerleri gibi ticarî işlerden, hangisini yaparlarsa yapsınlar, bu, ikisi hakkında da caiz olur.

Hîbeye, borçlanmaya, malı telef etmeye, mala karşılıksız sahip olmaya gelince; işte bunlar caiz değildir.

Ancak,  bunlar hakkında da, sözleşmede bir açıklık varsa;  bu-j durumda, bunlar da, caiz olur.

Yine, Kudûrî Şerhi'nde şöyle denilmiştir:

Şayet, ortağı: "İstediğini yap; reyinle hareket et." dememişse; bu durumda, ortaklık malı, şahsî malına katamaz. Zehıyre'de de böyledir.

Inân ortaklan, müdârebe şirketinde, sermâye sahibi olan şahıslar gibidirler. Mudârib yani ortağının sermayesini alan şahıs, bu mallarla, sefere çıkabilir ve yol masrafı yapabilir.

Sahih olan da budur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'in \ yoludur. Hulâsa1 da da böyledir.

Ançak< ortak bulundukları bir mala, diğer ortağın şahsî malı karışmışsa, bu şahıs, o ortağının izni olmadan yola çıkamaz.  Şayet, bu malla yolculuk yapar ve o zayi olursa; onu tazmin eder. Bu mal, hayvan olur; ona yük yükletmiş.ve zahmet vermiş bulu­nursa; onu tazmin eder. Böyle yapmamışsa tazminatta bulunması lâzım gelmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Inân ortaklarından birisi, arkadaşının yolculuk için izin vermesi veya: "Reyinle hareket et." demesi üzerine, mal ile sefere çıksa; İmâm Ebû  Hanîfe (R.A.)  ile İmâm Muhammed  (R.A.)'den  gelen  sahih rivayetlere göre, sefere çıkan ortak, ortaklık maldan, kendisinin nafa­kası, kiralamaları, yemesi-içmesi, ekmeğinin katığı, bu sermayeden karşılanır.

Bu kavli, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'den Hasan bin Ziyâd rivayet etmiş; İmâm Muhammed (R.A.) de: "Bu, istihsândır." demiştir.. Bedâî' de de böyledir.

Kâr varsa, bu masraflar kârdan karşılanır; kâr yoksa, sermâyeden ödenir. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Sefere çıkan ortak, temekkün edip kaldığı yerden, ailesi ile gece­lemek için aynlırsa, bu masraf ortaklığa âit olmaz; şahsî masraf olur. Tehzîb'de de böyledir. [32]

 
3- Inân Ortaklarının Şirket Mallarındaki Tasarrufları
 

Inân ortaklarının, birbirlerinin alım-satım, icar işlerine tayin ettikleri vekilleri, vekâletten çıkarma hakları vardır.

Ancak, bu ortaklardan birisi, hâkimin kararı ile resmen bir vekil tayin etmişse; diğer ortak, onu vekâletten çıkaramaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Sözleşme yakarı ortağın; alış-satış ve bunların bedelini almak için, vekil tayin etme hakkı vardır. Bedâî'de de böyledir,

Inân ortaklarından her biri, bu tasarruf ve yetkilerde, müfâveda ortakları gibidirler.

Müfâveda ortaklarının sahip bulunduğu yetkiye ınân ortakları da aynen sahiptirler. Muhıyt'tede böyledir.

Bu ortaklardan her hangi biri, diğerini, bir işi yapmaktan men ederse; onun, o işi yapmaması gerekir.

Şayet, bunu yaparsa, ortağının hissesini tazmin eder. (= öder.) Bu sebeple, ortaklardan birisi, diğerine:  "Dimyat'a katar git; oradan ileriye geçme." dediği halde; bu ortak, Dimyat'tan ileri geçer ve orada da mal zayi olursa, ortağının hissesini öder.

Keza, bir ortak »diğerini^1 veresiye satmasını men ederse; daha önce,

buna   izin   vermiş   olsa   bile,   bu   ortak,   artık   veresiye   satamaz.

Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Kudûri'de şöyle denilmiştir:

Bu ortaklardan birinin sattığını, diğer ortağın ikâle etmesi hâlinde, bu ikâle caiz olur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan birisinin sattığı bir eşya, bir özrü sebebi ile geri verilir ve henüz bir hüküm verilmeden, satan şahıs, onu kabul ederse; bu, ikisine karşı da, caiz olur.

Keza, aybı sebebi ile, kıymetinden düşürse veya te'hir etse, bu da caiz olur. Hulâsa'da da böyledir.

Bu ortak, özür ve illeti bulunmayan bir malın pahasını düşürürse veya kendisinden korkulmayan bir iş sebebiyle, bu malın değerini nok-sanlaştırırsa; bu, kendi hissesinde caiz olur; ortağının hissesinde caiz olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bu ortaklardan birinin bağış yapması hâlinde de hüküm böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ancak, eşyadaki aybı, ortak, haber verir ve ikrar ederse; —pahasını noksanlaştırması— kendisine ve ortağına karşı caiz olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Umum üzerine olan, mân ortaklığının, ortaklarından birisi, ortağına, orMklığıpa karşı bir yük buğday teslim etse, bu sahih olmaz. Kunye'de de böyledir.

Ortaklardan birisi, bedelini hâlde ( = o anda) almak üzere, bir mal satıp, diğer ortak, onu te'hir eyelese; bunu te'hir etmesi, hisselerin ikisi içinde, sahih olmaz.

Ancak, bu ortaklardan her biri, diğerine: "Nasıl bilirsen, öyle yap." demişse, bu durumda, sahih olur.

Bu, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir.

İmâmeyn ise: "Bu durumda da, sadece, kendi hissesi için sahih olur. *' demişlerdir.

Şayet, te'hir, satışın velîsi tarafından yapılmışsa, bu te'hir, bi'1-icma', her iki hisse için de, sahih olur.

Şayet, malı, bu iki ortak, beraberce vermiş, sonra da, birisi te'hir etmişse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu te'hir, hem kendisinin, hem de ortağının hissesi hakkında câtz olmaz.

İmâmeyn'e göre ise, bu te'hir, te'hir eden ortağın hissesi için caiz olur; ortağının hissesi hakkında ise, caiz olmaz.

Fakat, sözleşmeyi bu ortaklardan birisi yapar, sonra da, onu te'hir ederse; İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile İmâm Muhammed (R.A.)'e göre, bu te'hir her iki hisse için de caizdir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Muzmarât'da: "Bu görüş, bi'1-icfna' böyledir." denilmiştir.

Her yerde, te'hir sahihtir. Tazminat da gerekmez. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Inân ortaklarından birisi, ticâretlerinden dolayı bir borç haber verir; diğeri de, onu inkâr ederse; ikrar eden ortak, borcun tamamını öder.

Akdin sahibi, ikrar edip: "Ben, filândan bir köle satın aldım." derse; hüküm yine böyledir.

Inân ortaklarından birisi, alacaklarının bir ay te'hirli olduğunu ikrar ederse;  âlimlerimize göre, bu ortağın kendi hissesinin te'hiri caizdir.

Keza, bu ortaklardan birisi, —borçluyu— ibra etse, bu ibrası, ancak kendi hissesinde sahih olur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yanında bulunan câriye, ticâret malı olduğu halde, "başkasına aittir." diye haber veren, mân ortağının bu haberi, ortağı hakkında sahih olmaz. Kendi hissesinde ise caiz olur. Bedâî' de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi, "ticâretleri için, filan şahıstan, bin dirhem borç aldığını" haber verirse; bu borcu, hassaten kendisinin ödemesi gerekir. Muhıyt'te de böyledir.

Uyun Kitabında şöyle zikredilmiştir:

"Ancak, sözünü isbât ederse, o zaman, müştereken öderler. Borç veren şahıs, beyyine ibraz ederse; alacağını, bunu kendisinden alan şahıstan alır. Sonra da, borç alan şahıs, ortağına müracaat eder.

Tatarhâniyye'de de böyledir.

Ortaklardan her birinin, diğerine borç etme hususunda izin ver-!mesi hâlinde, bu borcu, şahsen borcu olan ortağın kendisinin ödemesi gerekir. Hatta, borç veren kimse, alacağını ondan isteyince o ortağın, diğer ortağına müracaat etme hakkı yoktur. Sahih olan da budur. Muzmarât'ta c& böyledir.

Bu ortaklıkta, ortaklardan biri, bir mal sattığında, onun bedelini, diğer ortağı alamaz.

Borç da böyledir.

Borçlu, borcunu, borç ettiği şahsın ortağına veremez. Bu durum, bir kimsenin, vekilden bir maî satın alması gibidir. Müşteri, satın aldığı malın bedelini, müvekkile vermez.

Bir kimse, aldığı borcu, —o vekil etmeden önce,— ortağına verirse, bu ortağın hissesinden kurtulur; borç verenin hissesinden ise kurtulmaz. Bu, istihsândır. BedâTde de böyledir.

Ortaklardan biri, ticâret malından, kusurlu bir mal satın alırsa; diğer ortağı,  bu kusuru ve aybı sebebiyle,  bu malı geri veremez. Mebsût'ta da böyledir.

Keza, bu ortaklardan biri, bir ticarî malı satınca, müşteri, bu malı, diğer ortağa geri veremez. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, diğer ortağın verdiği şey hakkında, niza edemez.

Satması hâlinde de durum böyledir.

Bu husustaki, beyyinesi ve şahitleri de dinlenmez. Kendisine yemin de ettirilmez. Bu hususta, onunla, bir yalancı arasında fark yoktur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Inân ortaklarından birisi, bir şeyi kiraya tutunca, ücret, diğer ortağından istenemez. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklarından bu kira sözleşmesini yapan şahıs, bunu kendi şahsı için kiralamış ve ücretini ortaklık maldan vermişse, ortağı ona müracaat ederek, verdiğinin yarısını alır.

Şayet, bu şahıs, o şeyi, ortaklık için kiralamış ve ücretini de, şahsî malından vermişse, verdiğinin yarısını, ortağından alır.

Ar/ ak, aralarındaki ortaklık, mülk ortaklığı gibi, bir şey hakkında, husûsî bir ortaklık ise, bu durumda, ortağından bir şey alamaz.

Keza, ortaklardan birisi, ticaret malından bir şeyi kiraya verirse, diğer ortak, kiracıdan bir ücret talep edemez. Muhıyt'te de böyledir.

îki kimse, peşin ve veresiye alıp satmak üzere, ticâret hususunda, bir ınân ortaklığı tesis eder ve bunlardan birisi, ticâret hâricinde bir şey satın alırsa, bu şey, bizzat satın alın alanın olur.

Fakat, satın aldığı şey, —peşin olsun, veresiye olsun— ticari bir mal işe, bunun alım-satımı, ikisine ait olur.

Ancak, bu ortaklardan birisi, veresiye, ölçülebilen veya tartılabilen bir mal satın alır, elinde de, şirket malı olarak, o cins maldan bulunursa, bu malın şirkete alınması caiz olur. Durum böyle değilse, o mal, alan

ortağın şahsına ait olur.

Bu ortak, elinde bulunan ortaklık dirhemlerle veresiye dinarlar satın alırsa; bunlar, kıyâsa göre şahsına ait olur; istihsânda ise, şirkete mal edilir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Inân ortaklardan birisi, bir ticarî iş için kendisini kiraya verirse; aldığı ücret, ortağı ile aralarında taksim edilir.

Ancak, bu ortak, nefsini veya şahsî kölesini ticâretle ilgisi olmayan bir iş  için  kiraya verirse,  aldığı ücret,  hassaten kendisinin olur.

Zehıyre'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, müdârebe malı alsa; bunun kârı, özellikle kendisinin olur. Bu hususta, Kitab'ta tafsilât vardır.

Bu ortak müdârebe malını, sarfetmek için alırsa, bunda da ticâret ortaklığının bir hakkı yoktur. Onun kârı da, kendisine mahsustur.

Ancak, bu şahıs, müdârebe malım, ortağının yanında almışsa; o, ticâret malına sarfedileceği için, buna ortaktırlar.

Müdârebe malını, ticâretlerinde sarfedecekse veya onu ortağının mutlak yokluğunda almışsa, bu malın kârına ortak olurlar. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Mümekâ'da şöyle zikredilmiştir:

Inân ortaklarından biri, başka bir şahsa: "Bu sene içinde satın alacağıjm köleyejseni ortak ettim." dedikten sonra, keffâret-i zıhar'ı için veya buna benzer bir sebeple, bir köle satın alır ve satın alışı sırasında da, "bu kölenin şahsına ait olmadığına" şahit tutarsa; yaptığı bu şey caiz olmaz. O kölenin yarısı, ortağının olur.

Ancak, önceki şekilde yapmasına ortağı izin vermişse, bu caiz olur.

Keza, bu şahıs, kendi nefsi için yiyecek maddesi satın alır ve bir başkasını da, ona ortak etmiş bulunursa; nefsi için alması, ortağının izin vermesi hâlinde caiz olur;  aksi takdirde caiz olmaz.  Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortaklığında, şirketle alâkası olmayan zarar, sahibine mah­sustur.

Buna göre, bu ortaklardan birisinin, şirketle ilgili olmamak üzere, ^şahitlik yapması caizdir. Mebsiif ta da böyledir.

Müntekâ'da zikredildiğine göre, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle ' buyurmuştur: Inân ortaklarından her birinin sermayesi eşit olur; kendi reylerinde

hür çalışırlar ve ahp-satarlarsa; kâr-zarâr kendisi ile ortağına âit olur.

Bunlardan birisi, kendi hissesini, bir şey karşılığında satar ve buna !da şahit tutarsa, hem kendi hissesi, hem de ortağının hissesi satılmış olur.

Ortağının hissesini satması hâlinde de, yine müşterek olurlar.

Muhiyt'te de böyledir.

Inân ortaklarının birinin yanında, diğer ortağının bir malı zayi (olursa, bu şahsın, ortağının hissesini ödemesi gerekmez.

Bu ortaklardan her birinin, kaybolan mal hususunda, yeminle söyledikleri söz kabul edilir. 'iBedfil'jde de böyledir.

Inân ortaklarından birisinin, bir malı gasbetmesi veya helak ietmesi hâlinde, ortağı sorumlu tutulmaz.

Bu ortaklardan birisi, fâsîd bir satışla bir mal satın alır ve o da jyanında zayi olursa; onu Öder. Ve, bedelinin yarısını ortağından alır. jMebsût'ta da böyledir..

Inân ortaklarından birisi, ortaklık mal yanında bulunduğu halde jölürse, onu zâmin olur. Yani, vârisleri, ortağının hissesini öderler. ;Muhıyfte de böyledir.

inan ortaklarından birisi, özellikle yiyecek maddelerini yükletmek 'üzere, ariyet olarak bir hayvan alır; ona da, ortağı, kendi şahsî yiyeceğini 'yükletir —yük ister aynı miktarda, ister daha az olsun— ve bu hayvan Izâyi olursa (ölürse, helak olursa), o ortak, öder. Serahsî'nin Muhıyti'nde ide böyledir.

Inân ortaklarından birisi, ortaklık maldan yiyecek maddesi yük­letmek ; üzere, ariyet olarak bir hayvanı alır ve o hayvana, aynı ; ağırlıktaki ortaklık maldan yiyecek maddesini yükletir ve bu hayvan ;ölürse, bu ortağın onu tazmin etmesi gerekmez.

Hasılı,   ariyet,   mân  ortaklarından  birinin  şahsî  menfâati  için ^alınırsa, onun kârı da, zararı da, onu ariyet olarak alan ortağındır. Eğer, ariyet, ortaklık menfâati için alınmışsa, tazminat müşterek olur. Muhıyt'te de böyledir.

Inân ortakları müştereken eşya satın aldıktan sonra,  birisi, diğerine: "Ben, seninle ortak çalışmam." der ve kaybolur; diğeri ise, bu eşyaları satarsa, kârı, satan ortağa ait olur.

Bu  ortak, ortağının -sermaye- hissesini,  bu  eşyaların alınış kıymetinden öder. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.[33]

 

4- VÜCUH ŞİRKETİ VE A'MÂL ŞİRKETİ VÜCÛH ŞİRKETİ
 

Vücûh  Şirketi:  İki  (veya daha fazla)  kimsenin,  sermâyeleri olmadığı halde, ortak olmalarıdır.

Bu şahısların, malları bulunmamakla beraber, halk arasında itibar­ları vardır.

Bunlar, kendi aralarında: "Veresiye satın alıp, peşin satmak üzere, Allahu Teâlâ'nın takdir edeceği kâra, aramızda ortak olmak üzere, ortaklaştık." derler. Bedâi"de de böyledir.

Bu şahısların ortaklıkları, müfâveda olur. Bunlar, birbirlerinin kefili olurlar. Satın aldıkları şeylere, yan yarıya ortak olurlar.

Bunların herbiri, satın aldıkları şeyin yarısına borçlanmış olurlar. Bu ortaklar, kârı da eşit olarak bölüşürler.

Bu ortaklar, müfâveda.sözünü söylerler veya bunun gerektirdiği' şeyden (bahsederler.

Bu şekilde, satın alınan şeyler ve bedelleri hakkında, vekâlet ve kefalet tahakkuk etmiş olur. Bunların birisinin olmaması hâlinde, ortaklıkları, ınân ortaklığı olur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Inân ortaklığında, ortaklardan her hangi birinin, şart koşulmuşsa, satılanın mülkünde fazlalığı caiz olur.

Uygun olan da, bu ortaklıkta, kârın, satılanın nisbetinde olmasını şarta bağlamaktır.

Hatta, satılanda fazlalık kabul edildiği hâlde, kârın eşit olması, veya bunun aksi şart koşulsa, bu şart caiz olmaz. Kâr, aralarında, her­kesin sattığı mal nisbetinde taksim edilir. Muhıyt'te de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur:

İki kişi mal ve şahısla, ınân ortaklığı tahsis ederler ve birisi eşya satın alır; diğeri ise: "Bu şirketimize aittir." deyince, satın alan ortak:

"Bu, benimdir. Ben, bunu kendi malımla, kendim için aldım." der ve bunu, ortaklıktan sonra aldığını iddia eder ve bu eşya ticâret yaptıkları cinsten olursa, ortaklığa âit olur.

İddia sahibi, "bu malı, daha ortak olmadan önce aldığını" söyler; diğeri de: "Hayır, sen, bu malı, ortaklık sözleşmesi yaptıktan sonra aldın." derse; bu durumda bakılır: Eğer, malın alınış tarihi de, ortaklık tarihi de belli ve almış tarihi önce olursa; bu mal, Allah adına yemin etmesi hâlinde, müşterinin (= satın alan şahsın) olur.

Yemin ederken de:   "Bu mal,  ortaklık  malı değildir."  Demesi gerekir.

Şayet, ortaklığın tesis tarihi, malın alınış tarihinden daha önce ise, bu durumda, o mal şirkete ait olur.

Malın satın almış tarihi, bu münazaadan bir ay kadar önce olur; şirketin kuruluş tarihi ise bilinmezse; bu durumda mal, hassaten satın alan şahsa ait olur.

Şirketin kuruluş tarihi belli ve bu, münazaadan bir ay kadar önce olur; malın satın alınma tarihi ise asla bilinmezse, bu durumda da, bu mal, ortaklığa aittir.

Ancak, bu tarihlerden hiç biri bilinmiyorsa; bu durumda, satın alan ortağın: "Allaha yemin olsun ki, bu mal, ortaklığımızın değildir." demesi ile, bu mal, ona ait olur. Çünkü, tarihler bilinmeyince, sanki bu işler, aynı zamanda vuku bulmuş gibi olur. Böyle olunca da, satın alınan bu mal, ortaklığın olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan birisi: "Ben, eşya satın aldım. Bedelinin yarısını sen ver." der; ortağı ise, buna inanmaz Ve satın alınan mal durmakta olursa, birinci ortağın sözü geçerli olur.

Ancak, bu mal zayi olmuşsa, bu birinci ortağın sözü tasdik edilmez.

Keza, ortaklardan biri satın aldığım söylediği halde, diğeri bunu inkâr ederse; inkar eden ortak bilip-bilmediği hususunda yemin eder.

Satın alan ortak, bu hususta şahit getirirse, kabul edilir.

Helak olduğunu söyler ve yemin ederse, sözü kabul edilir. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Müntekâ'da şöyle denilmiştir:

Müfâveda ortaklığı yapmak isteyen, iki kişiden birinin evi veya .   hizmetçisi yahut eşyaları bulunur; diğerinin ise hiç bir şeyi olmaz ve ortak olup şahsen çalışmaya başlarlar ve ortaklıkları hakkında, diğerinin eşyasından hiç söz etmezlerse; bu ortaklık, müfâveda olarak caiz olur.

Bu eşyalar ise, hassaten sahibine ait olur.

Bu şirket, şahıslar şirketidir.

Keza, bu ortaklardan birinin sikkesiz altını bulunur; diğerinin ise, bir şeyi olmazsa, durum yine böyledir. Muhıyt'te de böyledir. [34]

 

A'mâl Şirketi
 

Bu ortaklık, —iki terzi veya iki boyacının yahut bir terzi ile bir boyacının veya yaşmak dikicinin— sermayesiz olarak, işlerini kabul etmek üzere, ortak olmalarıdır.

Bu ortaklık caizdir ve bu ortakların kazançları müşterek olur. Muzmarât'ta da böyledir.

Bu ortaklardan her biri, diğerine, yapılan işleri kabul etmek hususunda, vekil tayin edilmiş hükmolunur.

Bu vekilin, yapılan işleri kabul etmesi caizdir. Bu vekil, işleri ya güzel görür veya güzel görmez.

Bu ortaklık, bazen müfâveda, bazen de inan ortaklığı olur.

Bu ortakların ortaklaşma akdi (= sözleşmesi) yaptıkları esnada, ;müfâveda sözü söylenmiş veya bu anlamda konuşulmuşsa; bu durumda, bu ortaklık, müfâveda ortaklığı olmuş olur.

Meselâ: İki san'atkar, bütün işleri veya tazminatı kabul etmeyi; kârın  veya  zararın,  yarı  yarıya  olmasını;   ortaklardan  her  birinin . diğerinin vekili olacağını; şirketle ilgili işlerde, birbirlerini temsil edecek­lerini şart koşarlarsa; bu, müfâveda ortaklığı olur.

Fakat, aralarında bir üstünlük olacağını söylerlerse; bu durumda, bu şirket, ınân ortaklığı olur.

Meselâ: Bu ortaklardan biri, işin, üçde ikisini, diğeri de, üçde birini yapacağını; kârın ve zararın, bu nisbette olacağını söylerlerse; bu durumda bu ortaklık, mân ortaklığı olur.

Keza, söz olarak "Inân ortaklığtyapacağız." demeleri hâlinde de, ortaklık, mân ortaklığı olur.

Keza, mutlak şekilde hiç bir şey söylemeden ortaklaşırlarsa; bu ortaklık da, mân ortaklığı olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bunlar, müfâveda ortaklığı kurmaz, fakat mutlak ortaklık kurar­larsa; bu ortaklık, bazı hükümler bakımından, mân ortaklığı olur.

Bu ortaklardan birisi, zayi olmuş sabun veya esnan bedelinden, :nakliyat işlerinden, amele ücretinden veya geçmiş aylara ait ev kirasından, beyyinesiz olarak, borç ikrar ederse, buna, ortağı inanmaz ve bu borcu, şahsen kendisinin ödemesi lâzım gelir.

Bu ortaklar, bazı hükümler bakımından da, müfâveda ortağı gibi olurlar.                                         .

Şöyle ki: Bir şahıs, bu kimselerden birine veya ikisine, iş verirse; bu iş veren, bu ortaklardan, hangisini isterse, onu sorumlu tutar.

Bu ortaklardan her hangi biri, iş ücretini isteyebilir. îş veren de, ücreti hangisine verirse versin, bu caiz olur.

Tazminat gerekince de, bu ortaklardan hangisini dilerse, tazminatı ondan alır.

Bu ortaklıkda, istihsânen, bu hükümlerde, müfâyedaya itibar edilir.

Bunların hâricinde, müfâveda hükümlerine itibar olunmaz. Zehıyre'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, ticarî bir suç işlese, tazminat, ikisine ait olur. îş sahibi, bu ortaklardan hangisini dilerse, onu sorumlu tutabilir. Muhıytte de böyledir.

Bu ortaklık, ınân ortaklığı olduğu zaman, bu tazminat ortağından değil, o hataya başlayandan talep edilir. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, diğerinin hâricinde, bir iş yaparsa;   onun kazancına ortaktırlar. Bu durumda, bu ortaklığın, müfâveda —gibi— veya mân ortaklığı—gibi— olması da, müsavidir.

Bu durumda, kârda fazlalık şart koşmuş olmaları da caizdir. Biri, diğerinden fazla çalışıyor olsa bile, bu böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un, şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bu ortaklardan birisi, hasta olur, yolculuğa çıkar veya çalışamaz olursa, diğer ortağın kazancı, bu iki ortak|arasında paylaşılır.

Bu ortaklardan her hangi birisi, iş ücretini alabilir. İş yaptıran şahıs, bu işin ücretini, dilediği ortağa verebilir. Ortaklıkları müfâveda ortaklığı olmasa bile bu böyledir. Bu, istihsândır. Fetâvâyi Kâdthân'da da böyledir.

Keza, bu ortaklardan birisi, işini bitirirse; diğerine yardım eder. Çünkü, o işi yapmak, ikisinin de vazifesidir. Ve, beraberce yapmaları îcâbeder.

Baba-oğul, aynı san'atta çalışıp kazanırlar ve ikisinin de sermâyesi bulunmazsa, elde edilen kazancın tamamı, babaya ait olur.

Oğul, babanın ıyâli ise yani yanında duruyorsa, o, babasına yardım ediyor demektir.

Görmüyor musun ki, bu durumda, bir oğul, ağaç dikse, bu ağaç babanın olmaktadır.

Sermâyeleri   yoksa,   karı-koca  arasındaki  hüküm   de  böyledir.

Çalışmaları sebebi ile, bunların mallan artmışsa; bu kocanındır; karısı, ona yardım ediyor demektir.

Ancak, kazançları ayrı ise, bu durumda, herkesin kazancı, kendi­sine aittir. Gunye'de de böyledir.

Bir kadın, kocasının pamuğunu eğirirse ve bezini dokursa, bun­ların tamamı,*kocaya ait olur. Fetâvâyi Hammâdiyye'de de böyledir.

Bu ortaklıkta, iş yarı yarıya; kazanç, üçte birli diye şart koşulsa, bu şart caiz olur. Bu, istihşândır. Kenz'de de böyledir.

Az çalışana, çok kâr şart koşmuş olsalar, esahh olan kavle göre, bu da caizdir. Zabîrîyye'de de böyledir.

Üçte bir'li kâr ortaklığını şart koştukları halde, çalışjma duru­munu açıklamasalar, bu da caizdir. Muzmarât'ta da böyledir.

Zarara gelince, bu ortaklar arasında, fazla veya noksan değil; ancak tazminat miktarında olur. Bedâi"de de böyledir.

Bir ortaklıkta sermâyenin üçte ikisinin, ortaklardan birine, üçte birinin de, diğerine ait olacağı şart koşulduğu hal'de, "zarar, yarı yarıya olsun." derlerse, bu, "zararın yan yarıya olması şartı" bâtıldır. ( = geçersizdir.)   Bu  zarar,   ortaklardan  her  birinin   hissesine  göredir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Bir kimse, bir terziye, bizzat kendisinin dikmesi için, elbiselik kumaş teslim eder; bu terzinin de bir müfâveda ortağı bulunursa;bunlârın arasında, müfâveda ortaklığı devam ettiği müddetçe, kumaş sahibi, bunu istediği ortağın dikmesini talep edebilir.

Bu ortakların ayrılması veya birinin ölmesi hâlinde, ölen ortak kumaşın teslim edildiği ortaksa, kuma^ş sahibi, elbisenin dikilmesi husu­sunda, diğer ortağı, sorumlu tutamaz. Mebsût'ta da böyledir.

Bu mes'ele, kumaş sahibi, "bizzat sen dik." diye şart koşmamış olsaydı,bunun hilâfına olurdu. Bu durumda, ortaklıktan aynlsalar da, kumaşı teslim ettiği ortak ölse de, diğer ortak, o elbiseyi dikmekle sorumlu tutulurdu. Zahîriyye'de de böyledir.

tmâm Ebû Yûsuf (R.A.), Nevâdir'de şöyle buyurmuştur:

Bir kimse, iki ortağın yanında, onlardan birinde elbisenin bulunduğunu iddia edince, onlardan biri ikrar, diğeri de inkâr ederse; bu ortağın ikrarı caiz olur. O şahsın elbisesi verilir; dikiş ücreti alınır. Bu, istihsândır. Seransî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza, bu elbisede, bir yırtık bulunur; ortaklardan birisi, bunun inceliğinden olduğunu ikrar eder, diğeri ise, inkâr ederse; bu elbise, isteyenin olur. Bize göre, pu elbise, onu inkar edenin olur.

Eğer, inkâr eden ortak, bu elbisenin diğer orağına âit olduğunu, önceki inkarından sonra, ikrar eder ve bunu iddia ederse; elbise hakkında, bunun ikrarı öncekinin ikrarı —gibi— olur. Sözü, nefsi üze­rine doğrulanır.

Bu ortak, tazminat için, diğer ortağına baş vuramaz.

Bu ortaklardan birisi, zayi olmuş (sakatlanmış, yırtılmış) bu elbiseyi kendisinin diktiğini ikrar, diğeri ise inkâr eylerse, ikrar eden ortağın, bu elbiseyi tazmin etmesi gerekir.

Keza, bu ortaklardan birisi, kullanılmış sabun borcu, işçi ücreti veya geçmiş ayların dükkan kirası borcu ikrar eder, diğeri ise, beyyine olmadan, ona inanmazsa, tazminat, ikrar edenin şahsına münhasır olur.

îcâr geçmemiş, sabun kullanılmamış olursa, bunu ikrar eden ortağın sözü, diğer ortağı hakkında da geçerli olur ve borçlarını bera­berce öderler.

Bu ortaklardan birisi, —bir şey satın almadan— borcun, ikisine âit olduğunu iddia ederse, onun sözü geçerli olur.

İki kişi, hac kitapları nakletmek ve Allahu Teâlâ'nın vereceği rızkı, aralarında yarı yarıya bölüşmek üzere ortaklaşsalar, bu ortaklık­ları caiz olur. Künye'de de böyledir.

İki muallim {-  öğretmen), çocuklara ezber yaptırmak, kitap okutmak, Kur'ân ta'limi yaptırmak üzere ortaklaşsalar; SadnTş-Şehîd: "Muhtar olan, bu ortaklığın caiz olmasıdır." demiştir. Hulâsa'da da böyledir

Fıkıh öğretmek için ortaklaşmak da böyledir. Nehru'I-Fâık'ta da böyledir.                                                  

Haram bir iş yapmak üzere ortaklık tesis etmek sahih olmaz. Dellallann ortak olmaları da sahih değildir.

Kurrâların da, zemzeme ile okutmak hususundaki ortaklıkları sahih olmaz.

Zemzeme: Bir topluluğu, tek bir sesle (= hep bir ağızdan) okutmak demektir.

Bu şekilde, med yapılmayacak yerde, med yapmak ve bazı kelime-Ieride bölerek okumak ihtimâli vardır.

Bir mecliste, ta'ziyeyi de, böyle, hep bir ağızdan yapmak caiz değildir. Künye'de de böyledir.

tbn-i Semaâ'a, tmâm M un a m m e d (R.A.)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.

Ölçücülük işi yapan üç kişi, yiyecek maddeleri ölçmek üzere, aralarında, kazançlarına ortak olmak için bir şirket kursalar; bir yiyecek maddesini de, belli bir ücretle ölçmek üzere alsalar ve bu üç kişiden birisi hastalanıp iş yapamadığı halde, işi, iki ortak yapsa; alman ücret, üçe bölünür.

O ortaklar hasta olunca, diğer iki ortak, onun işini yapmaya razı olmayıp, onun da bulunduğu bir yerde, bu ortaklığı bozsalar veya bu ikisi: "Şahit olunuz biz, aramızdaki ortaklığı bozuyoruz." dedikten sonra, ölçecekleri şeyin tamamını, ikisi ölçseler; bunlara, ücretin üçte ikisi verilir. Üçte birden, bu iki şahsa, ücret yoktur. Bunlar, —bu miktarı— fazladan ölçmüş olurlar. Üçüncü şahıs da, o iki kişinin aldığı ücrete ortak olamaz.

Keza üç kişi, bir şahsın işini yapmayı kabul etseler, bu, ortaklık olmaz.

Sonra, bu işi, o üç kişiden birisi, yalnız başına yapsa, ona, ücretin üçte biri verilir.

Diğer, —üçte iki— işi, fazladan yapmış olur.

Bu işin sahibi, bu üç kişiden her hangi birini, işin tamamının yapıl­masından sorumlu tutamaz. Zahîriyye'de de böyledir.

Üç kişi, sözleşmesiz ve ortak olmaksızın, bir işi kabul ettikten sonra, birisi gelip, bu işin tamamını yapsa, bu şahsa, ücretin üçte biri verilir. Diğer, iki şahsa, bir şey verilmez. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bir terzi ile çırağı, usta biçmek, çırak da dikmek üzre, kazançları yarı yarıya olmak şartıyla, ortaklaşsalar,

Veya, iki çulha (= bez dokuyucu), birisi ipi eğirmek, diğeri de dokumak üzere ortklaşsalar, uygun olur.

Bu ortaklıklar, —bir terzi ile bir boyacının ortaklaşmasının sahih olması gibi—sahih olur. Künyede de böyledir.

Bir san'atkar, dükkanında bulunan bir şahısla, işi onun yapması ve kâra ortak olmak üzere, sözleşme yapsa; bu, istihsânen caiz, âlimler: "Bu işi, çırak kabul etse, bu da caiz olur." demişlerdir.

Bu işte, dükkan sahibinin çalışması da caizdir. Fakat, dükkan sahibi: "Sen, kabul etmesen de, ben kabul ediyorum; sana bıraktığım işin yarısını yap." demiş olsa, bu caiz olmaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir. [35]

 

5- FÂSİD ORTAKLIK
 

Fâsid Ortaklık: Ortaklığın sahih olması için gereken şartlardan birisi bulunmayan ortaklıktır. Bedâi"de de böyledir.

Odunculuk, avcılık, sulamacıhk ortaklığı sahih olmaz. Kfiff'de de böyledir.

Keza, otculuk, dilencilik ortaklığı da sahih olmaz. Ortaklardan her birinin avladığı av, kestiği odun, kendisine aittir.

Diğerine, bunlardan bir şey verilmez.

Buna göre, mübâh olan her şeyde ortaklık caiz olmaz.

Meselâ: Ot toplama, dağ meyvelerinden |olmak şartıyle, ceviz, incir, fıstık ve benzerlerini toplama, çamur toplama, kireç yapma; tuz, buz, sürme, mâden ve câhiliye devrine ait hazîne ortaklığı caiz olmaz.

Fethu'l-Kadîr'de şöyle zikredilmiştir:

Şayet, çamur, alçı veya cam kumunun sahipleri bulunursa, bunları satın almak, pişirmek ve satmak için ortaklaşmak caiz olur.

Bu ortaklık ise, vücûh ortaklığı sayılır. Hulâsa'da da böyledir.

Avcılardan her biri, elde ettiği avın sahibidir.

Ancak, avcılar, bir avı, aynı anda beraberce almış olurlarsa; o ava, eşit olarak, ortak olurlar.

Avı birisi alırsa, diğerine, bu avdan bir şey verilmez. O, kaza­nanındır. Kâfide de böyledir.

İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'a göre, bu avcılardan biri, diğerine yardım ederse, ona ecr-i misil verilir. Bu da, bu avın, yarısının sekizde birini geçemez.

tmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ile tmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, yardım eden avcı, çalıştığı kadarına sahip olur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Bir avcı, diğerine, tuzak kurmada veya benzeri bir işde yardım eder; o tuzağa ise bir şey isabet etmezse, bu şahsa, ecr-i misil verilir. Bunda, ihtilâf yoktur. Sirâcü*l-Vehhâc'da da böyledir.

İki avcının avları birbirine karışırsa, bunlar görüş birliğine göre, bu avcıların arasında taksim edilir.

Bu hususta görüş birliğine varamazlarsa, yarıya varana kadar, her birinin avı, yeminine göre belirlenir. Muzmarât'ta da böyledir.  .

Bu şahıslar, elde ettikleri şeyleri, birbirine katarak satarlar ve bunlar ölçüleBiIen veya tartılabilen şeylerden olursa, bunların bedelle­rini, her cinsin ölçüsüne ve tartısına göre taksim ederler.

Elde edilen şeyler, ölçülen veya tartılan şeylerden değilse, taksim, her birinin kıymetine göre yapılır. Ceheretü'n-Neyyire'de de böyledir.

Elde edilen şeylerin, tartısı, ölçüsü ve kıymeti belli değilse, bu şahıslardan her biri, yarıya varana kadar, yeminle birlikte, arkadaşını dava edebilir. Bedâi"de de böyledir.

Yarıdan fazlayı dava eden şahıs, buna beyyine getiremezse, sözüne inanılmaz. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Av hususunda ortaklaşan iki kişiden her birinin köpeği olur ve bu iki köpeğide ava gönderirlerse veya ikisi de tuzak kurarlarsa, elde edilen avı, aralarında yan yarıya bölüşürler. Muhiyt'te de böyledir.

Köpek, avcılardan birinin olur, onu ikisi birlikte, ava gönderir­lerse; bu köpeğin yakaladığı av, sahibinin olur.

Ancak, bu köpeğin menfaati, diğerine ait kılmmışsa, (bu köpeğin ariyet alınması gibi...) bu durumda, o köpeğin yakaladığı av, onu ariyet alan şahsın olur. Serahsî'nin Muhiyti'nde de böyledir.

Bu avcılardan her ikisinin köpeği bulunur ve bu iki köpek, bera­berce bir ayı yakalarlarsa; avcılar, bu ava ortak olurlar.

Bu köpekler, ayrı ayrı av yakalarlarsa; her avcı, kendi köpeğinin yakaladığı avın sahibi olur. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Avı, avcılardan birinin köpeği perişan ettikten sonra, diğerinin köpeği ona yardım ederse; bu av, önceki köpeğin sahibinin olur.

Eğer, önceki köpek, bu avı zebun ve perişan etmeden önce, diğer köpek de gelirse; bu durumda bu avcılar, o ava, ortak olurlar. Mebsüt'ta da böyledir.

Birinin katırı, diğerinin de su tulumu olan, iki kişi, kârlarına ortak olsalar, bu ortaklık sahih olmaz. Suyu satan, katırın sahibi ise, kazanç ona ait olur. Tulum sahibine ise, ecr-i misil olarak az bir şey verilir.

Eğer, suyu tulum sahibi satarsa, kâr onun olur. Bu durumda, katır sahibine ecr-i misil verilir. Hidâye'de de böyledir.

Birinin katırı, diğerinin devesi bulunan iki kişi, yük taşımak ve yarı yarıya ortak olmak şartıyla ortaklaşsalar, bu ortaklık da sahih olmaz.

Bu şahısların aldıkları ücretleri, arlarında, katırın ücreti, katıra göre; devenin ücreti ise deveye göre almak üzere taksim etmeleri gerekir. Serahsî'nin Muhiyü'nde de böyledir.

Keza, bu durumda ücretle nakliyat yapma işini yalnız katır sahibi yapmışsa; deve sahibine, hiç bir şey verilmez.

Fakat, diğer şahıs da, yüklemede ve indirmede yardım etmişse, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un kavline göre, icarın yansım geçmemek üzere, ona da, ecr-i misil verilir.

İmâm Muhammed (R.A.)'e göre ise, o şahsa, yaptığı işe göre, ecr-i misil verilir. Sirâcü'I-Vehhâc'da da böyledir.

Bu şahıslar, hayvanları ile birlikte, bunları sürmek, yük taşımak veya benzeri bir şekilde, kendilerinin de çalışmalarını şart koşarlarsa, elde edilen ücreti hayvanlarının ücretleri gibi taksim ederler. Ve bunları, işlerinin ücreti olarak paylaşırlar. Muhiyt'te de böyledir.

Bu şahıslar, belli bir yükü, belirli bir ücretle, deveden ve katırdan bahsetmeden, taşımayı kabullenseler ve bu yükü,omuzlarındataşısalar; elde ettikleri ücreti, aralarında yarı yarıya taksim ederler. Bu, ecr-i mislin zımmına girmez. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Birinin hayvanı, diğerinin ise ölçeği ve çuvalı olan, iki kişi, ala­cakları ücreti, aralarında yarı yarıya taksim etmek üzere, oraklaşsalar, bu ortaklık da fâsiddir. Mebsût'ta da böyledir.

İki kişi, bir yiyecek maddesini, belli bir yere taşımak için, bir hayvan kiraladıktan sonra, bu yükü kendileri taşırlarsa, ücretin tamamı, o hayvanın sahibinin olur. Hayvanın eçr-i misli taksim edilmez.

Ölçek ve çuvalın da, ecr-i misli olmaz.

Şayet, bu yükü, o âlet ve hayvanlarla taşımayı kabullenirlerse; ala­cakları ücret, aralarında, yarı yarıya taksim edilir. Bu durumda, hay­vanlara ve âletlere ayrı bir ücret verilmez. Muhiyt'te de böyledir.

Bir kimse, hayvanını başka bir şahsa vererek:  "Bu hayvanı, ücretle çalıştır; kârına ortağız." derse; bu ortaklık da fâsiddir; sahih değildir.

Bu kimse, deveyi çalıştırırsa, alınan ücretin tamamı, deve sahibinin olur; çalıştıran şahsa ise, yaptığı işin ecr-i misli verilir.

Keza, bir kimse, hayvanını bir şahsa verip: "Onun üzerinde, yiyecek maddesi ve kumaş var; sat, kârına ortağız." derse, bu şirket de sahih olmaz.

Sahih olmayınca da, elde edilecek kâr, yiyecek maddesi ve kumaşın sahibine aittir. Bunları satan şahsa ecr-i misil verilir.

Ev ve gemi de, bu hususta böyledir. Serahsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Çamaşır yıkayıcılığı yapan iki kişiden birinin kabı, kazanı ve âlet­leri, diğerinin de evi olsa ve bu iki şahıs, o âletlerle, o evde, beraberce çalışıp  kazanmak ve  kazançlarını  da yarı yarıya bölüşmek üzere ortaklaşsalar; bu ortaklık caizdir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Her   san'atkar   hakkındaki   hüküm   de   böyledir.   Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Yıkama âletleri bulunan bir kimse ile bu işde bedenen çalışacak olan bir kimsenin, bu hususta ortaklık kurmaları fâsiddir.

Böyle bir durumda, kâr çalışan şahsa ait olur. Âlet sahibine ise, ecr-i misil verilir. Hulâsa'da da böyledir.

Yetîme'de şöyle zikredilmiştir: tbn-i Ahmed'den soruldu:

— Üç veya beş hamal, bazısı çuvalları buğdayla doldurmak, bazısı bunları buğday sahibinin evine taşımak,  bazısıda çuvalların ağzını açmak ve taşıyan şahsın sırtına kaldırmak üzere ve aldıklarını da eşit olarak paylaşmak şartı ile bir ortaklık kursalar, bu ortaklık sahih olur mu?

îmâm, şu cevabı vermişti:

— Hayır, bu ortaklık sahih değildir. Tatarhâniyye*de de böyledir.

Muhammed bin Hasan şöyle demiştir:

İpek böceği ve dut yaprağı bir şahıstan, çalışmak da başka bir şahıstan olmak ve üretilen ipeğin yarı yarıya veya azh çoklu bölüşülmesi şartıyla ortaklık tesis etmek, caiz değildir.

Bu şahıslar beraberce çalışsalar bile, bu ortaklık yine caiz olmaz.

Ancak, yumurta bu şahısların birinden olur ve çalışma da bu şahsın üzerine olursa, ortaklık caiz olur. Yaprak sahibinin çalışmaması, zarar vermez. Kunye'de de böyledir.

Fetvalarda şöyle denilmiştir:

Bir kimse, başka bir şahsa, onu yaprakla beslemesi ve elde edilecek ipeğe ortak olmaları şartıyle, ipek böceği verse; ipek,böcek sahibinin olur; ona bakan jah^a ise, çalışmasının ecr-i misli verilir. Bu şahısların, bu şekilde ortak olmaları caiz olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

İki şahıstan, birinin tohum ve yaprağı, diğerinin de çalışıp, onlara bakması olsa, bu durumda da ipek böceği, tohum sahibinin olur.

Çalışıp bakana ise, amelinin ecr-i misli verilir.

Ancak, bu durumda, çalışıp bakmak, bu şahısların ikisinden olursa, bu ortaklık caiz olur.

Meselâ, böcek yumurtası da, çalışıp bakmak da, bu şahısların iki­sine âit olursa, bu ortaklık caiz olur.

Bundan dolayı:

Bir şahıs, ineğini, beslemesi için, başka bir şahsa verse ve: "Hasıla­tına ortağız." dese; bu durumda, ineğin hasılatı, inek sahibinin olur. Onu besleyen şahsa ise, yedirdiğinin bedeli ile ecr-i misil verilir.

Keza, bir şahıs, başka bir şahsa: "Bak, yemle; yumurtasına ortağız." diyerek tavuk verse; bu gibi mes'elelerde ortaklığın mümkün olması için, bir çâre var mıdır?

Böyle bir durumda, inek (veya tavuk, ipek böceği) sahibi, hay­vanının yarısını, belli bir bedelle, karşısındaki şahsa satar; böylece inek (veya diğerleri) aralarında müşterek olur. Bunlardan elde edilecek gelir ;de, şirkete ait bulunur. Zâhiriyye'de de böyledir. Sahih olmayan her ortaklıkta, kâr, sermâyeye göre taksim edilir.

Meselâ: Böyle bir ortaklıkta, bin dirhem, bir şahsın, iki bin dirhem de başka bir şahsın sermâyesi bulunsa, kâr, aralarında üçe taksim edilir.

Bu kimseler, "kâr, yarı yarıyadır." diye şart koşmuş olsalar bile, bu şart bâtıl (= geçersiz) olur.

Bu şahısların sermayeleri, eşit olduğu halde, "kârın üçte ikisi birine, üçte biri diğerine" diye şart koşmuş bulunsalar, bu şart da bâtıldır. Kârı, aralarında yarı yarıya taksim ederler. Çünkü, bu gibi şirketlerde, kâr, sermâyeye tâbidir. Fethu'l-Kadîr 'de de böyledir. [36]

 

Ortaklığın Bozulması
 

Ortaklık, bazı şartlarla bozulur, bazıları ile bozulmaz:

San'atkâra kâr üstünlüğü şart koşulunca, ortaklık bozulmaz.

Ortaklıkta, "onda biri, bir ortağa olacak" şartı fâsiddir. Zehıyre'de de böyledir.

Şirket, ortaklardan birinin ölmesi ile bozulur. Ölüm, hâkimin hükmü ile sabit olmuşsa, bu şahsın öldüğünü,

ortağının bilip bilmemesi arasında bir fark yoktur.

Hakimin hükmü yoksa, bir mürtedin,  —dâr-i harbe— iltihâkı sebebiyle ortaklık bozulmaz; beklenir.                        

Eğer,  bu mürted,  hâkimin hüküm vermesinden önce dönerse, şirkette kalır.                  

Bu mürted, ölür veya öldürülürse, ortaklığı sona ermiş olur. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Şayet mürted, dâr-i harbe iltihâk etmemişse, müfâveda ortaklığı, beklemek üzere, kesilir.

Eğer, hâkim, bu mürted tekrar müslüman olana kadar, "ortaklığın' bozulmasına" hüküm vermezse, bu durumda, ortaklıkları devam eder.

Bu mürted ölürse, ortaklıkları, irtidad ettiği günden itibaren bozulmuş olur.

Müfâveda ortaklığı, beklemek üzere bozulunca, înân ortaklığına dönüşmez mi?

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.) ye göre, bu durumda, müfâveda ortaklığı, inan ortaklığına dönüşmez.

İmâmeyn'e göre ise, bu ortaklık, mân ortaklığı olarak baki kalır.

Bunu, Velvâlicî zikretmiştir. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Bu mürted ölmediği halde, ortaklardan biri, bu ortaklığı fesheder, diğeri ise, bu durumu bilmezse, bu ortaklık, feshedilmiş olmaz.

Diğer ortak da, bu feshedilme mes'elesini bilir ve sermâye dirhemler veya dinarlardan meydana gelmiş olursa, bu durumda şirket feshedilmiş olur.

İmâm Tahâvî: "Fesih esnasında, sermâye eşya ise, bu ortaklık, fesholunmuş olmaz." demiştir. Hulâsada da böyledir.

Bâzı âlimler: "Her ne kadar, sermâye eşya olsa bile, bu şirket feshedilmiş olur." demişlerdir. Muhtar olan da budur. Fethu'l-Kadîr'de de böyledir.

Ortaklardan birisi, ortaklığı inkâr eder ve şirketin sermâyesi de eşya olursa; bu şirket, feshedilmiş sayılır. Zahîriyye'de de böyledir.

Üç ortaktan biri ölürse, ölenin ortaklığı feshedilmiş olur. Kalan iki ortağın,ortaklığı devam eder. Muhıyt'te de böyledir.

İki ortaktan birisi, diğerine: "Seninle ortaklaşa çalışmıyorum." dese; bu: "Ortaklığı feshettim." demesi yerine geçer. Zehıyre'de de böyledir.

Müfâveda ortağı olan üç kişiden birisi kaybolunca, kalan iki ortak, bu ortaklığı feshetmek isteseler bile, kayıp ortak bulunmayınca, bu ortaklık feshedilenler.

Ortaklardan bir kısmı bulunmayınca, diğerleri, ortaklığı feshede-mezler. Zahîriyye'de de böyledir. [37]

 

6- ŞİRKETLERLE İLGİLİ MUHTELİF MES'ELELER
 

Ortaklardan birisi, izni olmadan, diğer ortağının malının zekâtını veremez, ihtiyar'da da böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre: Ortaklardan her biri, diğerine, kendisinin zekâtını ödemek hususunda  yetki verince, bilerek veya bil­meyerek, her ikisi de zekâtları verseler, her bir ortak, diğerinin nasibini tazmin eder. Kâfî'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi,'zekâtları ödedikten sonra, diğer ortakda, onu müteakip, bilerek veya bilmeyerek, zekâtları verirse; ikinci ortak, birincinin hissesini tazmin eder.

Bu da, İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'nin kavlidir. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

Buna göre, zekât veya keffâretleri ödemek üzere vekil tâyin edilen şahıs varken, onu tayin eden kimse, bizzat kendisi, onunla beraber veya ondan önce ödeme yaparsa, mes'ele yukarıdaki gibidir. Tebyîn'de de böyledir.

Bir kimse, ıhsar kurbanı kesmekle me'mur edildikten sonra; ıhsar kaldırılır ve âmir hac yaparsa, me'mur bunu bilsin veya bilmesin, bu ıhsar kurbanını keserse, onu tazmin etmez. Bu, bi'1-icma' böyledir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Hakiki olsun, hükmî olsun, bir şahsm yüzünden diğerinin de borçlandığı ve ikisinin ödemesi gereken her borç, aralarında müşterektir.

Bu şahıslardan her hangi birinden alınan miktara, diğeri de ortaktır. Muhıyt'te de böyledir.

îki şahsın, ortak bulundukları bir köleyi satmalarından dolayı, bir kimsede bulunan alacakları; ortak oldukları ve ödünç verdikleri, bin dirhemleri; ikisine ait ve helak olmuş kumaşları veya bu iki şahsın, veraset yolu ile bir şahısta alacakları olduğu zaman, bunlardan birisi, hissesini veya hissesinin bir kısmını alırsa, diğeri, ona ortak olur ve aldığının yarısın* alır.

Bu alacakların yeni veya eski olması da müsavidir. Sirâcü'I- Veh-hâc'da da böyledir.

Borç olan şahıs, onu, ortağının malından vermek isterse, buna hakkı yoktur. Ancak, bu ortağının razı olması hâli müstesnadır.

Keza, diğer ortağın, borç alan şahsın aldığı kadarını, ondan almaya hakkı yoktur. Ancak, o razı olursa alabilir. Zehiyre'de de böyledir.

Bir of tak, alacağı, borçluya bırakmak yani almamak isterse, ortağına müracaat eder; o da, böyled yapılmasına razı olursa, yapar.

Bu ortağın, o borçludan aldığı helak olursa, ortak, onu tazmin etmez; bunun bir mislini de, diğer ortak borçludan alır. Kunye'de de böyledir.

Şirket-i deyn ortaklarından birisi, alacakları tahsil etmesi için, bir vekil tayin eder; vekil de, alacağı alır; fakat, bu yanında zayi olursa; bu mâl, müvekkiline karşı, helak olmuş olur. Şayet duruyorsa, buna ortağı ile müşterektir.

Alacağı alan ortak, bunu bağışlamak,bununla fborcunu ödemek veya çeşitli şekilde zayi etmek gibi bir yolla elinden çıkarırsa, aldığı bu alacak miktarının yarısını ortağına öder.

Bu mal, birinin elinde duruyor olsa bile, alan şahsın ortağının, onu, ; o şahıstan alma hakkı yoktur. Sirâcü'I-VehhâcMa da böyledir. Bir ortağın, diğer ortaktan aldığı miktarı, veren ortak, borçluda olan alacağın   içinden alır. Geri kalan alacak, bu ortakların arasında, yarı yarıya taksim edilir.

Meselâ: Bm dirhem alacakları olan ortaklardan birisi, bunu beş yüz dirhemini alınca, diğer ortak da gelip, onun yarısını bu ortağından alsa; borçluda kalan beşyüz dirhemin yansı, önceden beş yüz dirhemi olan ortağın olur. Bu ise, iki yüz elli dirhemdir.

Başka alacaklar da, aynen böyledir. Bedâi'Me de böyledir. Hakikaten ve hükmen veya hakikaten olmadığı halde hükmen . ian, ayrı ayrı iki sebepten meydana gelen alacaklar, müşterek olmaz.

Bu durumda, ortaklardan biri, bu gibi bir alacaktan, bir şey alsa; ona diğer ortak, ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir. İki kişi, befiî bir bedelle, bir köle satar ve bunlardan birisi, o , kölenin bedelinden bir şey alırsa, diğer şahıs, bunun aldığına ortak olur.

Ancak, bunlardan her biri, —hisselerini— ayrı ayrı alacaklarını   . söyleseler ve bu durumda birisi bu kölenin bedelinden bir şey alsa, jzâhiru'r-rivâyede diğer arkadaşı, ona ortak olamaz. Zahîriyye'de de İböyledir.

îki şahıstan birinin kölesi, diğerinin de cariyesi bulunur ve bun­ların ikisini birlikte bin dirheme satarlarsa, bedellerini müştereken alırlar.

Ancak bu şahıslardan her biri, memlûkeleri için birer bedel tayin ye tesbit etmişlerse, zâhiru'r-rivâyeye göre, bu durumda, birinin aldığına diğeri ortak olamaz. Hızânetü'l-Müftîn'de de böyledir.

Bir kimse, iki şahsa, "kendisine , bir.câriye satın almalarını'* emreder; onlarcla satın alırlar ve bedelini ortaklık maldan veya ayrı ayrı maldan öderlersevâmirden aldıkları mala ortak olamazlar. Muhıyt'te de böyledir.             

Bir şahsın, başka bir şahsa, bin dirhem borcu olur; alacaklı, borçludan iki kişiyi kefil alır; bu kefiller de, o bin dirhemi, —aralarında ortak bulundukları maldan— öderlerse; bu kefillerden biri, bilâhare borçludan bir şey alınca, diğer kefil de, alınan bu şeye ortak olur. Hızâ-netü'l-Müfttn'de de böyledir.

Bu kefillerden biri, borçludan bir şey alır ve bu aldığı şeyle de —kendisi için— kumaş satın alırsa, aldığı bu kumaşın yarı parasını, ortağına verir. Ortağının, bu kumaşta bir hakkı yoktur.

Ancak,   bu   kumaşa,   aralarında   ortak   olmaları   da   caizdir. Sirâcü'i-VehhâcMa da böyledir.

Bu kefil, hissesi ile kumaş satın almaz da, borçlu île anlaşıp, alacağına mukabil kumaş alır, sonra da, ortağı talepederse; kumaşı olan şahıs muhayyerdir: İsterse, ortağına, o kumaşın yarısını; isterse onun bedelini verir ve alacaktan düşer. Bedâi"de de böyledir.

Bu iki ortaktan birisi, borçludan bir şey almak ister ve bu alacağı şeye de, diğer ortağını, ortak etmek istemezse, bunu çâresi şudur: Borçlu olan şahıs, bu alacaklısının hissesi kadar olan borcunu, ona hîbe edip teslim eder. Böylece, onun alacağı hisseden kurtulmuş olur.

Bu durumda ise, diğer ortağın, bu ortağa bağışlanmış şeyde, ortaklık hakkı olmaz. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

İki şâhsın, bir kimsede, bin dirhem alacakları bulunur; bu şahıs­lardan birisi, kendi hissesini, bunda diğerinin hakkı olmadan almak isterse, ne yapabilir?

Bu hususta, Nasıyr şöyle demiştir: Bu şahıs, alacaklı bulunduğu şahsa, bir avuç kuru üzümü, ondaki alacağına bedel olarak satar ve bu üzümü ona teslim edip, bedelini bu borçludan talep eder; alacağını istemez.

Böylece, borçlu borcundan kurtulmuş; alacaklı da alacağını almış olur ve aldığı bu şeye, diğer arkadaşı ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bu alacaklılardan birisi, hissesini borçluya bağışlar veya ondan vaz geçerse, diğer ortağına bir şey ödemez.

Bu alacak* bin dirhem olur ve ortaklardan biri, yüz dirheminden vaz geçtikten sonra, bu alacağa mahsuben bir şey alırsa, herkes hakkı nisbetinde alır.

Borçlu, dokuz yüz dirhemin dört yüzünü, yüz dirheminden vaz geçen şahsa; beş yüz dirhemini de sükut edene öder. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Tecrîd'de şöyle zikredilmiştir:

Eğer, bu vaz geçme işi, borç alındıktan sonra ve taksimden önce ise bu böyledir. Eğer, almanı eşit şekilde taksim etmişler ve bundan sonra, ortaklardan biri, bu borçluya bir şey teberru etmişse, önceki taksim şekli bozulmaz. Tatarhânîyye'de de böyledir.

İmâm Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, bu alacaklılardan birinin kendi hissesini te'hir etmesi caiz değildir.

Bu alacaklının, ortağının hissesini te'hir etmesinin caiz olmadığında ise, ihtilâf yoktur. Bedâi"de de böyledir.

Alacağını  te'hir etmeyen ortak, bunu  tahsil edince, diğer ortağının, borç çözülene kadar, bu alınan şeye ortaklığı yoktur.

Borç çözülünce, öncekinin aldığı mal elde duruyorsa, buna, diğeri de ortak olur.

Zayi olmuşsa, önce alan, bu şahsın hissesini tazmin eder. Zahîriyye'de de böyledir.

Şayet, te'hir etmeyen bir şey almadan, te'hir edilen zaman da tamam olmuşsa, iş önceden olduğu durum üzerine döner.

Bundan sonra, birinin aldığına, diğeri de ortak olur. Bedâi"de de böyledir.

Eğer   borçlu,   borcundan   yüz   dirhemi,   aceleten   (=   vadesi gelmeden   ortaklardan birine öderse, diğer ortak, ondan, elli dirhemi alır. Bunu alınca da, kendisine, yüz dirhem, aceleten ödenmiş olur. Ve borçluya müracaat ederek, aceleten elli dirhem daha alır.

Görmüyor musun ki, borçlu, te'hir edilmiş olan, beş yüz dirhem borcu, acele olarak ödese, bunun yarısını, borcunu te'hir etmeyen ortak alıyor. Ve borcunu te'hir eden de, ortağının aldığı kadarı almak için, borçluya müracaat ediyor. Bu da, böyledir.

İki kişinin, bir şahısda, uzun vadeli alacakları olur ve borçlu, bunlardan birinin hissesini, aceleten öderse, bunu aralarında yarı yarıya taksim ederler. Geri kalan alacakları ise, tecilli olur. Sirâciyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, alacaklı bulundukları bir kadını, kendi his­sesine karşılık olarak nikahlarsa; diğer ortağı, ona bir şey için müracaat edemez.

İmâm Muhamnıcd (R.A.)'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: Bu ortaklardan biris, beş yüz dirhem yollayarak, bu kadını nikah­larsa, diğer ortağı, ondan, beş yüz dirhemin yarısını alır. Muhıyt'te de böyledir.

Bu  ortaklardan birisi,   hissesine  düşen  alacak   mukabilinde, borçluyu ücretle çahştınrsa, İmamların kavillerine göre, diğer ortak, ona müracaat edebilir. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Ortaklardan birinin, bir şahısta alacağı bulunur,fakat, bu alacak, ortaklık  anlaşmasından önceye ait olur ve borçlu da,  bunu böyle söylerse, diğer ortağın bu durumda, bu ortağa müracaat hakkı yoktur.

Şayet, borç, ortaklık anlaşmasından sonraya ait olur ve borçlu da bunu böyle anlatırsa, bu durumda, o ortak, müracaat ederek, alacağın yarısını alır. Zahîriyye'de de böyledir.

Bu ortaklardan birisi, borçlunun, kendi şahsına olan borcunun, ikisine ait olan borcundan önce olduğunu ikrar ederse; bu durumda, diğer ortağın, buna karşı yapacağı bir şey yoktur.

Keza, bu ortaklardan birisine karşı, başka bir şahıs, bir cinayet işleyip, beş yüz dirhem diyet bedeli verse; diğer ortağın, bunda bir hakkı olmaz. Serahsî'nin Muhıyü'nde de böyledir.

Bişr, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

Alacaklı olan iki kişiden birisi, borçluya karşı, bir suç işler ve alacağına karşı sulh olurlarsa, diğer ortağına bir şey gerekmez. Çünkü o, bu şahsa, bir şey teslim etmiş değildir. Bedâi"de de böyledir.

Kudûrî'de şöyle denilmiştir:

Alacaklı olan iki kişiden biri, borçlunun, bedeli alacakları kadar olan, bir malını zayi eder ve alacaklarını buna sayarlarsa, diğer ortak, hissesi için, ortağına müracaat eder.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle buyurmuştur: Alacaklı olan, iki ortaktan birisi, borçlunun bir malını ifsâd eder veya onun bir kölesini öldürür yahut bir hayvanını boğazlar ve bu da, borcuna mukabil olursa» diğer ortağın, borçluya müracaat etme hakkı yoktur. Muhıyt'te de böyledir.

Bu ortaklardan biri, alacağı aldıktan sonra yakar veya onu gasben alırsa, ortağı, bi'1-icma' bu ortağa müracaat eder.

Keza, bu ortak, borçlunun bir malını fâsid bir satın alışla alır ve onu satarsa yahut hu şekilde aldığı şey köle olur ve onu azâd eder yahut o, yanında zâyı olursa, diğer ortak, bu ortaktan hissesini alır.

Bu ortaklardan birisi, alacaklı oldukları şahıstan, alacakları mukabilinde, bir rehin alır ve bu rehin bu ortağın yanında zayi olursa, bu ortak, diğer ortağının hissesini tazmin eder. Serahsî'nin Muhiytı'nde de böyledir.

Bu ortaklardan birinin, fâsid bir şekilde satın aldığı mal veya mürtehînin yanında bulunan rehin, semavî bir âfetle, helak olursa, bu şahsın, ortağına, hissesini tazmin etmesi gerekmez. Zahîriyye'de de böyledir.

Nevâdir'de, Ibn-i Semâ'a, İmâm Muhammed   (R.A.)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

İki ortağa borçlu bulunan bir kimsenin kölesini, bu ortaklardan birisi öldürüp ona kısas gerekince, borçlu olan şahıs, beş yüz dirheme sulh olsa; bu caiz olur. Bu durumda, borçlu, katile olan borcundan kur­tulur. Katilin ortağı ise, bu beş yüz dirheme ortak olur ve bunun yarısını alır. Bedâi"de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nak­ledilmiştir:

Alacaklılardan birisi, borçluya,, kısas olarak, bir ödeme yapsa, ortağına, bundan bir şey yoktur.

Kefilinin yerine gerekse bile, yine ortağının müracaat hakkı olmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Borçlu şahıs, ortaklardan birinin hissesi yerine, bir kefil gösterse veya bu borcunu, başka birisine havale etse, bu kefil veya havaleye, diğer ortağı da müşterek olur. Zehıyre'de de böyledir.

İki ortağın, bir şahısta, bin dirhem alacakları bulunur; borçlu ise, bu ortaklardan biri ile, "bütün borcuna karşılık, yüz dirheme anlaşma yapar" ve bunu da alacak olursa; diğer ortağın izin vermesi hâlinde, böyle yapması caiz olur.

Bu yüz dirhemin yarısı, diğer ortağındır.

Alınan bu yüz dirhem, zayi olursa; güvenilir bir adam olması Jıâlinde, bu şahsa tazminat yoktur.

Bu durumda, borçlu da borcundan kurtulmuş olur.

Diğer ortak, "sulh*' için izin vermiş olduğu halde, "yapacağın işe izin verdim." demese; bu durumda, bu ortak borçluya müracaat ederek, elli dirhemini alır.

Bu durumda, borçlu da, kendisinden yüz dirhemi alan ortağa mü­racaat ederek, elli dirhemini alır.

"Sulh olmaya" izin vermek, "o alacağı almaya" izin vemek demek değildir.

iki ortağın, bir şahsın yanında, bir köle veya bir evleri bulunur ve bu ortaklardan —sadece— birisi, o şahısla yüz dirheme sulh olursa; İmâm Ebû Yûsuf (R.A.): "Yanında köle bulunan şahıs, bunu ikrar ederse, bu durumda, diğer ortak, bu yüz dirheme, ortak olamaz; şayet, inkâr ederse, ortak olur." buyurmuştur.

İmâm Muhammed (R.A.) ise: "Bu durumların her ikisi de müsâvî-dir; ona ortak olamazlar." buyurmuştur.

Ancak, bu köle zayi olmuşsa, o zaman ortak olurlar. Zahîriyye'de de böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu nak­ledilmiştir:

İki şahıs, bir kişiden, her ikisi de, biner dirhem vererek bir cariyenin yarısını biri, yansını da diğeri satın aldıktan sonra, bu cariyede bir ayıb (= kusur, noksan) bularak, onu geri verseler ve bu şahıslardan birisi, hissesi olan bin dirhemi geri alsa arkadaşı onun aldığı bu bin dirheme ortak olamaz.

Bu, önce verirken karışık vermiş olsalar da her ikisi birden vermiş olsa da böyledir.

Ancak, bu câriye hür çıkarsa ve bu iki kişi de dirhemleri karışık vermiş olurlarsa; ikinci şahıs, birincinin aldığı bin dirheme ortak olur.

Keza, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur:

Bir kimse, "iki kişiden satın aldığı, bir cariyenin bedelinden, bin dirhem borçlu olduğunu" ikrar eder; o iki kişiden biri: "Doğru söyledin"; diğeri ise: "Yalan söyledin, lâkin senin ikrar ettiğinin beş yüz dirhemi benimdir." derse; borçlu, beş yüz dirhemi öder; diğer ortaîc, buna ortak olamaz. Borçlunun da: "Bu, ikisinin arasındadır." demesine inanılmaz. Muhıyt'te de böyledir.

Bir şahısta, bin dirhemleri olan iki kişiden birisi, b«rçlu adına, ortağına tazminat verse;!bu ödeme bâtıldır.|Şayet,İbunu ödemişse,geri alır.

Fakat, ortağına bir şey ödemez de, borçlu, onun hissesini kefaletsiz olarak verirse; bu sahih olur.

İki ortaktan birinin kazası sahih olunca, ödenen şeye, diğeri ortak olamaz.

Borçlu veya bir yabancı, iki ortaktan birinin hissesini öderse; ödenen bu şeye, diğer ortak da müşterek olur. Zehiyre'de de böyledir.

Ali bin'el-Cu'd, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:.

Borçlu ölür ve alacaklı ortaklardan biri de, onun vârisi bulunursa; ölen şahsın bıraktığı maldan, bu ortağın hissesine düşende, diğer ortağın bir hakkı olmaz. Bedâi"de de böyledir.

Üç kişinin, bir şahısta alacağı bulunur ve bunlardan ikisinin olmadığı bir yerde, üçüncü alacaklı medyun (= borçlu) dan, hissesini isterse; medyun, bunu ödemeye icbar edilir. Suğrâ'da da böyledir. [38]

 

Boğazlanan Ortak Hayvanların Durumu
 

İki kişinin ortak bir develeri bulunur, bunlardan birisi, ortağının izni ile, bu deveye, pazardan bir yük yükler; deve yolda yıkılır ve bu ortak onu boğazlarsa, bakılır: Eğer, boğazlamamış olsaydı, devenin yaşama ihtimâli olacaktıysa, bu ortak, deveyi tazmin eder. Aksi tak­dirde, tazmin etmesi gerekmez.

Şayet, bu deveyi ortak olmayan bir şahıs boğazlarsa, her durumda da tazmin eder. Boğazlanmayınca, yaşayıp yaşamıyacağına bakılmaz, Esahh olan budur. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Keza, bir koyun çobanı veya bir sığır çobanı, bir koyunu veya bir sığırı boğazladığında; kesmemesi halinde, bunlar yaşayacak idiyseler, bu çobanlar kestikleri bu hayvanı tazmin ederler. Aksi takdirde tazmin etmeleri gerekmez. Bu istihsândır.

Şayet, bu hayvanları kesen, çoban değil de, yabancı bir kimse olursa, her hâlde de, tazmin etmesi gerekir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Bir eve, müştereken sahip bulunan iki kişiden biri, kaybolursa, diğerine, o evin tamamında oturma ruhsatı vardır.

Hizmetic de böyledir: îki kişinin, ortak bir hizmetçileri bulunur ve bunlardan biri kaybolursa; diğer ortak hizmetçinin kaybolan ortağa yaptığı hizmeti de kendisine yapmasını isteyebilir. Hızânetü'l-Müftin'de de böyledir.

Bu durumda, evde ve hizmetçide, bu ortağın, diğer ortağının his­sesi için, bir ücret ödemesi gerekmez.

İki kişinin ortak bulunduğu tarla hakkında, müftabih olan (^ kendisi ile fetva verilen) kavil ise şudur: Şayet, ziraat faydalı oluyorsa, —gaip olan şahsın— ortağı, bu tartanım tamamını eker. Diğer ortak gelince de, önceki ortağın ektiği kadar, o eker.

Şayet, ekip-biçmekte bir menfaat yoksa, bu durumda, ekmez; öylece bırakır. Bahru'r-Râık'ta da böyledir.                           

Hayvana gelince; kişi, ortağının izni olmadan, ona binemez. Câriye  hakkında,  âlimlerimiz şöyle demişlerdir:  "O,  bir gün,

ortaklardan birinin yanında; bir gün de, diğer ortağın yanında kalır,.

Bu ortaklardan birisi, diğerinden korkuyor ve korkulan ortak da, cariyenin yanında daha fazla kalmasını istiyorsa; bu isteğe icabet edilmez. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Bir bağ veya arsaya ortak olan, iki kişiden biri kaybolur veya bu araziye bir baliğ ile bir yetim ortak olur ise, bu iş hâkime çıkarılır.

Ancak, bu iş hâkime çıkarılmadan, herkes kendi hissesini ekerse; bu daha güzel olur.

Müşterek olan şey bağ ve ortaklardan biri gaip olursa; hâzır olan ortak bağa bakar; mahsulü yetişince, onu satar, kendi hissesini alıp, gaip ortağın hissesini bekletir. Gaip ortak da, geldiği zaman muhayyerdir: İsterse, o hissesinin bedelini ödetir; isterse, bedelini alır. Fetâvâyi Kâdî­hân'da da böyledir.

Fetvalarda şöyle zikredilmiştir: Yiyecek maddeleri veya dirhem­lere ortak olan iki kişiden biri, gaip; hazırda bulunan ortak da, bu şeye muhtaç olursa, yarısını alır.

İmâm Muhammed (R.A.): "Ben, bunda, bir beis olmayacağım umuyorum." buyurmuş; Fakıyh Ebû'1-Leys de: "Biz, bu kavli alırız." demiştir. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

İki kişinin ortak bulunduğu şey, ölçülebilen veya tartılabilen bir mal olunca, ortağı kaybolan şahsın, bu maldaki hissesini ayırmasında, bir beis yoktur. Nehru'l-Fâık'ta da böyledir.

Gaip olan bir şahısla, hazırda bulunan bir kimse, bir eve ortak olurlar, ancak ev, önceden taksim edilmiş bulunursa, bu durumda, hazırda bulunan kimsenin, kaybolan şahsın hissesinde oturma hakkı yoktur.

Bu şahsın hissesini, hâkim kiraya verebilir. Hâkimin emri olmadan, hazırda bulunan da, gaip ortağının hissesini kiralayamaz.

Şayet, hâkim, içinde oturan olmayınca, o evin harap olacağından korkarsa; —gaip şahsın hissesini— kiraya verir. Alınan icarı da, kay­bolan şahıs için muhafaza eder. Hızânetü'I-Müftîn'de de böyledir.

Her biri evli olan iki erkek kardeşle iki kız kardeşin ortak bulun­dukları, bir ev olursa, erkek kardeşler, mahrem olmamaları hâlinde, kız kardeşlerinin kocalarını, bu eve girmekten men edebilirler.

Bu ev, btınların, içinde oturdukları bir evse, birisi diğerini, dama çıkmaktan men edemez. Çünkü, onun da tasarruf hakkı vardır. Kunye'de de böyledir.

On kişi, bir çıkmaz sokağa ortak olur; bunlardan dokuzunun evi bu sokakta bulunduğu halde, birinin evi başka bir sokakta bulunur ve bu evin, bu çıkmaz sokağa kapısı olmazsa; bu şahıs, bu sokağa kapı açma hakkına sahip değildir.

Ebû'l-Kâsım, Fakıyh Ebû Ca'fer ve Ebû'1-Leys bununla fetva vermişlerdir. Sahih olan da budur. Fetâvâyi Gıyasiyye'de de böyledir.

Ortak bulundukları bir değirmenin tamiri için ortaklardan birisi masrafta bulunursa,  bu masraf,  "fazladan yapılmış bir masraf" sayılmaz. Yani, bu masrafı yapan ortak, yarısını, diğer ortağından alır.

Ancak, ortak olan bir köleye yapılan masraf fazladan masraf olur. Yani, bu köleye masraf eden ortak, masrafın yarısını, diğer ortağından isteyemez.

Bir bağın haracını, müştereken vermeleri gereken iki ortaktan birisi, bu haracı tek başına verrnişse, bu şahsın masrafı da "fazladan" olur. Yani, bu şahıs da, verdiği haracın yarısını ortağından alamaz. Sirâciyye'de de böyledir.

Bir eve ortak olan iki şahıstan birisi kaybolur, diğeri de, bu evi kiraya verirse; gaip olan ortak, alınan bu kira bedeline ortak olur. Kunye'de de böyledir.

Ebû'l-Kâsım şöyle demiştir: Bir topluluğun ortak olduğu ve henüz aralarına taksim etmedikleri bir arazî'nin bir kısmına bu topluluktan bazı kimseler, tohum ekip, onu ortak bulundukları bir su ile de sulasalar, eken bu ortaklar, —diğer ortakların iznine gerek olmadan— elde edilen mahsûle ortaktırlar. Diğer ortaklarına bir tazminat Ödemeleri gerekmediği gibi; onlar da bunların elde ettikleri mahsûle ortak ola­mazlar. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Râhin'in (= rehin veren kimsenin) izni olmadan mürtehin'in (= rehin alan kimsenin , o rehine yaptığı masraf fazladan yapılmış sayılır ve onu râhinden alamaz.

Rehin veren de, rehin alana aynısını yapsa; bunun yaptığı da faz­ladan olur.

Râhin ve mürtehin'den birisi, diğerinin izni veya hâkimin emri ile, bir şey verirse, bunu geri alabilir.

İmâm Ebû Hanîfe j(R.A.) jile tmâm Ebû Yûsuf (R.A.) şöyle ] buyurmuşlardır:

Râhin'in hazır bulunmaması hâlinde, mürtehin, hâkimin emri ile, aldığı rehine yaptığı masrafı râhinden (= rehin bırakandan) alır. Ancak, rehin bırakan, hâzır ise, bu durumda alamaz. Fetva da buna göredir.

Rehin bırakan hazır olduğu halde, rehinin Jnafakasmdanjkaçmırsa, onun nafakasını, hakimin emri ile, rehin alan şahıs verir ve yaptığı bu masrafı râhinden alır.

Ortaklık meselelerinin, bu kıyâs üzere olması uygun olur. Fetâvâyi ; KâdîhâiTda da böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.) şöyle buyurmuştur: j Bir şahsa, bin dirhem borcu olan bir kimse, iki kişiye "bu borcunu [ödemelerini" söylemiş, bunlar da ödemiş olsalar; bilâhare bu iki kişiden birisi, borçluya müracaat ederek, beş yüz dirhem alırsa; bu bin dirhemi, bu iki kişinin, müşterek mallarından ödemiş olmaları hâlinde, bu beş yüz dirheme, diğer ortak da müşterektir.

Ancak, bu bin dirhemi, ortak oldukları maldan değil de, her biri, kendisine ait hisseden, fakat birlikte ödemişlerse, bu durumda, bu ^ortaklardan birinin, borçludan aldığı miktara diğeri ortak olamaz. : Muhiyt'te de böyledir.

Bir köleyi satan veya bir köle veya bir cariyeyi kiraya veren iki .ortaktan birisi, bunların bedelini alınca, bu alınanan, diğeri de ortak olur. Kâfî'de de böyledir.

Cami isimli kitapta şöyle zikredilmiştir:

tki kişi, bir şahıs hakkında: "Bu kimse, bin dirhem kıymetindeki kölesini, bir seneye kadar, iki bin dirhem ödemesi şartı ile mükâtebe yaptı." diye şahitlik yaptıktan sonra, bu şahitliklerinden dönerlerse, bu kölenin efendisi muhayyerdir: İsterse, bu şahitlere, bu kölenin hâl-i hazırdaki kıymeti olan, bin dirhemi tazmin ettirir; isterse, kitabet bedeli olan iki bin dirheme tabi olur.

Şayet, bu kölenin efendisi, kölenin hâl-i hazırdaki kıymeti olan bin dirhemi ödettirmişse; bu şahitler, bu kölenin kitabet bedeli olan iki bin dirhemi alma hususunda, efendisi durumunda olurlar.

Bu durumda, bu kölenin, kitabet bedelinin bin dirhemini ödemesi

hâlinde, bu şahısların da, diğer bin dirhemi bağışlamaları güzel olur.

Bu durumda ise, bu mükâtep azâd edilmiş olur.

Bu mükâtep köle, bin dirhemi, o şahitlerden birine ödemiş bulu­nursa, azâd edilmiş olmaz.

Bu durumda, alınan bu bin dirheme, diğer şahit ortak olabilir mi?

Hayır, ortak olamaz.

Ortakların," o kölenin bedelini, müşterek olan veya müşterek olmayan maldan ödemiş olmaları da, bu hükmü değiştirmez.

Satış da böyledir. Meselâ: İki kişi: "Bir kimse, kıymeti bin dirhem olan kölesini, bedelini bir seneye kadar almak üzere, iki bin dirheme sattı." diye şahitlikte bulunduktan sonra, bu şehâdetlerinden dönerlerse; yine, bu kölenin efendisi muhayyerdir: İsterse, zamanı gelene kadar bekleyip, bedelini müşteriden (=   satın alandan) alır;  isterse, hâl-i hazırdaki kıymetini şahitlere tazmin ettirir.

Kölenin efendisi bu yolu seçerse, şahitler, kölenin şahsında değil de, bedelini sahip olabilmekte satıcı durumuna geçerler.

Bunlar için, en güzeli, bin dirhemlerini alıp, diğer bin dirhemi tasadduk etmeleridir.

Bunlardan birisi, satın alan kimseden bir şey alınca, diğeri ona ortak olamaz. Muhiyt'te de böyledir.

Mükâtep, âciz kalıp, kitabeti bozar veya onun satış işlemi bozu­lursa; bu durumda, efendisi, bu şahitlerden aldığı şeyi, kendilerine geri verir.

Bunlar, mükatepten bir şey almışlarsa; onları da, efendi geri alır. Satın alan şahıs da, verdiği şeyi geri alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir şahıs, iki kişinin ortak, bulunduğu bir cariyeyi gasbedip satar, bu câriye, satın alan şahsın yanında bir çocuk doğurduktan sonra, hâkim, bu cariyeyi, onun mehrini ve çocuğun kıymetini, bu cariyenin asıl sahibi olan iki kişiye hükmederse; bunları, bu ortaklardan birinin alması hâlinde, diğeri de, ortak olur.

Hüküm, bu iki ortağa, ayrı ayrı verilmiş olursa, yine cariyenin kıymetine ve mehrine, bunlar ortak olurlar. Çocuğun kıymetine ise ortak olmazlar.

Şayet, bu ortaklardan birisi, bu çocuğun kıymetindeki hissesini alırsa; diğeri buna ortak olamaz.

Bu ortaklardan birisi, satan gâsıbtan, diğeri de satın alan şahıstan, tazmin etmesini istemiş olurlarsa; hiç bir şeye ortak olamazlar.

Şayet, hâkim, bu çocuğun yan kıymetini, bu ortaklardan birine hükmettikten sonra, çocuk ölür ve bilâhare de diğer ortak gelirse, ona bir şey yoktur.

Bu câriye, müşterinin (= satın alan şahsın) elinde ölürse, efendisi muhayyerdir: Bu cariyenin kıymetini, isterse, satan şahsa, isterse, satın alan şahsa ödettirir.

Bu durumların ikisinde d.e, cariyenin mehrini ve çocuğun kıymetini müşteri öder.

Keza, iki kişi, bir bina satın alıp, onu içine odalar yaptıktan sonra, haklarında dâva açılır; hâkim ise, binanın kıymetini satıcıya hükme­derse; ortaklardan birinin bu şahıstan aldığı şeye, diğeri de ortak olur.

Eğer, hâkim ayrı ayrı hüküm verirse, bu durumda birinin aldığına diğeri ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıyti'nde de böyledir.

İmâm Muhammed (R.A.), Câmi"de şöyle buyurmuştur:

İki kişi, kıymeti bin dirhem olan bir köleyi, bir şahıstan gasbederse; artık, bu kölenin kıymeti, iki bin dirhem olur.

Sonra da, bir şahıs gelir ve bu köleyi, o iki kişiden gasbeder ve köle de bu gâsıbın yanında öldükten sonra, esas sahibi gelirse, bu durumda, bu şahıs —esas sahibi— muhayyerdir: Dilerse, önceki iki gâsıbtan ilk kıymeti olan bin dirhemi; dilerse, sonraki bir gasıbdan, sonraki kıymeti olan iki bin dirhemi alır.

Eğer, kölenin esas sahibi, önceki iki gasıbdan, bin dirhem almışsa; bunlar da, sonraki gasıbdan iki bin dirhem alırlar.

Bu iki bin dirhemin, bin dirhemini tasadduk etmeleri müstahsendir.

Eğer önceki iki kişiden birisi, sonraki zorbadan bin dirhem alırsa, diğeri ona ortak olur.

Keza, iki gâsıb tarafından zorla alınıp bir başkasına satılan köle, bu şahsın yanında ölürse, bu kölenin sahibi de muhayyerdir: Kölesini, dilerse, bu gâsıblara, dilerse, onlardan satın alan şahsa ödetir.

Şayet, iki gâsıba ödettikten sonra, bunlar, bu köleyi satarlarsa, bedeli kendilerinin olur.

Bunlardan birisi, o kölenin bedelinden bir şey alırsa, diğeri de ona ortak olur.

Bu köle, efendisi, gâsıblardan, bedelinin yarısını aldıktan sonra satılırsa, bu durumda, efendi, bu kölenin bedelinin yarısını—daha— alır.

Bu kölenin yarı kıymetini, efendisine ödeyen gâsıb, kölenin bede­linden bir şey almaz ve diğer gâsıb da, bu kölenin yarı bedelinin, efendi­sine öder ve bu kölenin satış bedeli de, ödenen hisseyi geçer, sonra da, efendi, bu gâsıblardan ilki, bu bedelden hissesini alırsa, sonraki gâsıb, buna ortak olur.                       .

Kölenin kıymetinin yarısını, efendisine ödeyen gâsıb, müşteriden yarı bedelini aldıktan sonra, kölenin efendisi, diğer gâsıba, yarı bedelini , ödetirse; ikinci gâsıb, birinciden, aldığı satış farkı fazlalığının yarısını isteme hakkına sahip değildir.

Böylece, ikinci gâsıb,[birincinin jalldiğına ortak olamayınca,hissesini müşteriden (= bu köleyi sattıkları şahıstan) alır.

Bu iki gâsıb, sattıkları bu kölenin bedelini, satın alan şahıstan ayrı ayrı değil de, birlikte alırlar, sonra da, birinci gâsıb, aldığı paralar|içinde sütûka (= geçmezjpara) | bulunursa, bu durumda muhayyerdir: İsterse, bunları, kölenin bedelinin yarısı yerine müşteriye verir; isterse, diğer arkadaşı ile bunlara da ortak olurlar.

Bu durumda, bu şahsın aldığı paralar içinde nebherce veya züyûf (= hileli mal, düşük değerli para) bulursa, bunları müşteriye iade eder. Diğer gâsıbın aldığına ortak olamaz.

Şayet, ikinci gâsıb, aldığı bedel içinde, sütûka, rasas veya züyûf ( = geçmez para, kalay veya değeri düşük para) bulur ve onları müşteriye geri verirse; öncekinin aldığına ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Mükâteb bir köle tarafından, hatâen öldürülen bir şahsın, iki tane velisi bulunur ve bunlardan biri, öncelikle hâkime baş vurup, diyet hükmü alırsa; hâzır olmayan vejlî, |bu velînin aldığı diyete ortak olur.

Bu durumda, hâkim, hâzır olan velîye yarım diyet hükmeder, o da, bunu alırsa, diğer velî, ona ortak olamaz.

Ölenin iki kişi olması hâlinde, hüküm ister beraber, ister ayrı ayrı verilsin, birinin aldığına, diğer velî ortak olamaz. Serahsî'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Cinayeti işleyen, iki kişinin ortak bulunduğu müdebber bir köle olursa, hükmün, müşterek veya ayrı ayrı olması müsâvîdir.

Cinayeti işleyen köle olur; ölenin de iki tane velîsi bulunursa, bu kölenin efendisi muhayyerdir: İsterse, cinayet işleyen bu köleyi onlara verir; isterse,vbu velîlerden her hangi birine, —ölenin— fidyesini verir.

Bu durumda, diğer velî de, fidyeyi alana ortak olur.

Ancak, br köle, iki kişi öldürmüş olur ve efendisi bunlardan birinin velîsine, fidyesinin yarısını verirse; diğer velî, ona ortak olamaz.

Şayet, bu köle, iki vejiîsi ]bulunan bir şahsı, hatâen değil de kasden öldürür ve efendisi de, bu velîlerden biri ile bin dirheme sulh olursa, diğeri ona ortak olamaz. Çünkü, aslında, bunların hakları kısastır.

Kısas, sulh-yoluyla değiştiği zaman muhtelifleşir. Bu kölenin efen­disi, bu iki velî ile birlikte sulh olursa, bu durumda, velîler, bu sulh bedeline ortak olurlar. KâfTde de böyledir.                                         

Bir köleye ortak olan iki şahıstan biri, bu köleyi, diğerinin elinden; zorbalıkla alıp, başka birine satar ve satın alan bu şahsa teslim ederse; bu1 satış, ancak, kendi hissesi hakkında geçerlidir.

Bu şahıs, sattığı bu kölenin bedelini, ortağı izin vermeden almazsa; —yani ortağı buna izin verirse— bu durumda, kölenin bedelinin tamamım alması caiz olur.

Bu durumda, aldığı şeyin tamamına, ortağı ile müşterek olur.

Şayet, bu köle zayi olursa, bu İki ortağın da hakları zâyî olur.

Bu iki ortaktan birisi, müşterek olan alacaklarından kendi hissesini alırsa, bu kendi hissesi hakkında caiz olur.

Aldıkları bu şeyi taksim etmeden önce, bu köle zayi olursa, bu zayi' oluş, Önce almış bulunan hakkında geçerlidir ve bu yukarıdaki mes'elenin hilâfınadır. Müntekâ'da da böyledir.                                  

Bu köleyi satan ortaklardan birisini, diğerinin hissesini zoraki alır: veya ortağı ile birlikte sattıktan sonra, bu kölenin bedelinin tamamını, onun izni ile alırsa, ortak olurlar.

Ancak, biri, kölenin bedelinin yarısını aldıktan sonra, diğeri —almasına— izin verirse, bu durumda ortak olamazlar. Kfifî'de de böyledir.

İki kişi, bir köleyi, üç gün muhayyer olmak üzere, satarlar ve bu satışa, önce biri, sonra da diğeri izin verirse; bilâhare de, bu ortaklardan biri, o kölenin bedelinden bir şey alınca, alman bu şeye diğeri ile ortak olurlar.

Ancak, önce izin veren şahıs, kendi hissesini almış olursa, diğeri ona ortak olamaz. Muhıyt'te de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Ebû'l-Kâsım'dan soruldu:

—  Bir kimse, diğer bir şahsa mal verip: "Bunu çalıştır; kârına ortağız. Ancak, başka bir ortaklıkta çalışmada razı değilim. Başka bir şirkete de iştirak edersen, ben, ondan da hissemi isterim." der ve her ikisi de buna razı olduktan sonra, kendisine mal verilen şahıs, başka bir şirketle de çalışıp kâr ederse, durum ne olur?

- İmâm, şu cevabı verdi:

—  Bu şahıs, önceki mâl sahibinin malını çalıştırmamış ve kendisi, —bu ikinci şirkette— şahsen çalışmışsa, onunla bir kâr ortaklığı yoktur.

Tatarhâniyye'de de böyledir.

Vârislerden birisi, tereke'yi (= ölen şahsın bıraktığı şeyi; mîrası) çalıştırıp, kâr elde ederse; bu kâr yalnız kendisine aittir. Fetâvâyi Gıyâ-siyye'de de böyledir.

İki müfâveda ortağından birisi, başka bir şahsa "bin dirheme bir köle satın almaşını" söyler ve bedelini vermeden de, ortaklıkları bozu­lursa; bu ortaklardan her biri, münferîd (= tek başına )|olurlar.

Bunlardan her biri, başka birer şahısla ortak olduktan sonra, o şahıs, bunların önceki ortaklıklarını bilerek, bu köleyi satın alırsa, köle, önce, almasını söyleyen şahsın olur.

Diğer ortağının onda bir hakkı olmaz. Şöyleki:

Bir kimse, bir köleyi muhayyer olarak, satın alıp, başka bir şahısla ortak olduktan sonra, bu muhayyerlik kalkarsa; bu kölede, diğer ortağının hakkı olmaz.

Bu durumda, bu köleyi alan şahıs muhayyerdir. İsterse, kendisine "köle al" diye emredene baş vurarak, bu kölenin bedelini ondan alır; isterse, bu şahsın ikinci ortağından alır. O da, müracaat ederek, ortağından alır. Kâfî'de de böyledir.

Bir şahıs, bir başkasına, belirli bir miktarda buğday vererek, bir köle almasını emrederse, mes'ele yine yukarıdaki gibidir.

Ancak, bu iki ortağın birbirinden ayrıldıklarım bilmeden, bu köleyi satın almış olursa, o zaman bu köleye, önceki ortak da, müşterek olur. Serahsi'nin Muhıytı'nde de böyledir.

Nevâzil'de şöyle zikredilmiştir: Ebu'l-Kâsım'dan soruldu:

— İki ortaktan birisi çalışır, diğeri bu sırada piyasada bulunmadığı halde, sonradan meydana çıkar; çalışan ortak ise, onun hissesini verir; sonra da, bu ortak piyasadan kaybolur, önce bulunmayan ise çalışıp kazanır, ancak ortağının hissesini vermekten kaçınırsa, durum ne olur?

O, şu cevabı vermiştir:

—  Eğer, aralarındaki ortaklık sahih olur ve beraber ve ayrı ayrı çalışmayı da şart koşmuş bulunurlarsa, her ikisi de, biri diğerinin çalışıp kazandığına ortaktır.  İster beraber, ister ayrı ayrı çalışıp kazanmış olsunlar, kârlarını yarı yunva bölüşürler.

Yine, Ebû'l-Kâsım'dan soruldu:

— Her ikisinin de, bu ortaklıkla ilgisi olmayan dirhemleri bulunan iki kişi, alıp satmak ve kârını aralarında taksim etmek üzere ortaklaşırlar ve bu ortaklardan birisi, diğerine: "Ortaklığı kesip malımızı bölüşelim; çünkü, bundan bir menfaat göremiyoruz." der; eşyalarını taksim .ettikten sonra da, bunlardan birisi,|hissesinin tamamını, diğerine satıp, dirhemlerin bir kısmını aldığı halde, beraberce: "Ayrıldık." dememiş olurlarsa, durum ne olur?

İmâm; şu cevabı verdi:

— Bunların, sonraki satış zamanında, önce: "Biz, ortaklığı sona erdirdik.'' demiş olmaları, bu ortaklığın işini bitirmiştir. Tatarhâniyye'de de böyledir.

Bez dokuyan iki kişiden birisi, erişini; diğeri de geçkisini eğirmek üzere ortaklaşıp bez dokurlarsa; bu beze; eğirdiklerinin kıymeti nisbe-tinde ortak olurlar. Muhıyt'te de böyledir.

Hucendî şöyle demiştir:

Bir baba ile vasinin, hem şahsî malları hem de küçük çocuğun mal­lan ile ortaklaşmaları caizdir.

Küçük çocuğun sermâyesinin, kendilerinin sermayesinden fazla olduğun|a|, ikisi de şahitlik ederlerse; kâr, şartlı olabilir.

Bunlar, bu hususta şahitlik etmezlerse, netice, kendileri ile Allahu Teâlâ arasındadır.

Ancak, hâkim, bunların sözüne itibar etmeyerek, kârın, sermâye nisbetinde taksim edilmesine hükmeder. Sirâcü'l-Vehhâc'da da böyledir.

Müntekâ'da, İmâm Ebû Yûsuf (R.A.)'un şöyle buyurduğu rivayet ! edilmiştir:

Bir müfâveda ortağının, her hangi bir şahsa bağış yapması caiz olmaz.

Böyle yapmış olursa, ortağı bağış yapılan şahıstan, hîbe edilen bu şeyin yarısını geri alabilir.

Geri alınca da, bu şeye, ortağı ile ortak olurlar. Böylece de, bu hîbe bozulmuş olur ve geri kalan da yarı yarıya bunlara iade edilir.

Bu, mân ortaklığında da böyledir. Muhıyt'te de böyledir.

Bir kimse, bir bağın üzümünü satın aldıktan sonra, başka bir şahsa: "Seni, buna, üçte bir ortak ettim." derse; bunu, üzümler yetişip olgunlaşmadan  önce söylemişse,  bâtıldır,  (geçersizdir) KunyeMe de böyledir.

Bir kimse, başkasına: "Bana, bin dirhem borç ver; onunla ticâret yapayım; kâra ortağız deyince, o şahıs, bu talebi yerine getirse, yine, kârın tamamı, borç alan şahsındır. Çünkü, borç parada ortaklık olmaz. Zehiyre'de de böyledir.

Ahmed bin Ali'den soruldu:

—  Bir kimse, başka bir şahıstan, yüz dinar Ödünç alıp, bunu geri verdikten sonra ödünç veren şahıs,, bin dirhem daha çıkararak, bunları birbirine katar ve o şahsa: "Bunu al; git ve ortaklık üzere ticaret yap." der ve o da, öyle yapıp kâr ederse, hüküm nedir?

İmâm, şu cevâbı verdi:

— Bu hatalıdır ve noksandır. Ortaklığın sahih olması için, ortaklık şartının da söylenmesi gerekir.

Yine soruldu:

— Bir kimse, başka bir şahsın yanma emaneten bir miktar buğday bırakıp, ona: "Bu buğdayı, kendi buğdayına kat ve bir yerde muhafaza et." der; o da, denileni yapıp, buğdayı bir kuyuda muhafaza altına aldıktan sonra, bir hırsız gelip, üçte ikisini çalar; daha sonra da, buğday sahibi gelir ve buğdayı muhafaza altına alan şahıs, onun buğdayını geri verir ve bilâhare de, "bu buğdaydan hissemi ver." diye iddiada bulu­nursa, bu şahsa, bir hak var mıdır?                                                     

İmâm, şu cevâbı verdi:

—  Şayet, bu şahıs, bu buğdayı, o şahsın emri ile karıştırmışsa; çalınan buğdayda, ikisinin de payı vardır. Tatarhâniyye'de de böyledir.

îki kişinin ortaklaşa, üç yüz kürr[39] buğdayı ve üç yüz kürr arpası olur; bunlardan biri, diğerinin "onu sat." dememesine rağmen, ariyet (= ödünç) olarak bir deve alıp, buğdayı değil de arpayı, —ortağının emri olmadan— ona yükletir ve bu da zayi olursa; bu şahıs, hem deveyi hem de, ortağının arpa hissesini tazmin eder. Bu, müfâveda ve mân ortaklığı gibi değildir. Mebsût'ta da böyledir.

Fetâvfde şöyle zikredilmiştir: Ebû Bekir'den soruldu:

—  Biri tecennî edip çalışmayan, diğeri ise, çalışıp kâr eden iki ortağın durumu hakkındaki hüküm nedir?

O, şu cevâbı verdi:

—  Bu ortaklık, o şahsın cinnetine hüküm verilene kadar, devam eder. Bu hüküm verilince, ortaklık feshedilmiş olur.

Şayet, bu hükümden sonra çalışıp kazanırsa, kâr, çalışanın olduğu gibi, zarar ederse, zarar da, çalışana aittir.

Bu kimsenin hâli, mecmûnun hâlini, zorbalıkla alan kimsenin hâli gibidir. Kendi sermâyesinin kârı, tıyb (= temiz) olur; mecnûnun ser­mâyesinin   kârı,   tıyb   olmaz.   Bunu   tasadduk   etmesi   uygun   olur.

Muhiyt'te de böyledir.

Bu ortağın yanında, diğerinin emânet malı bulunduğu halde, o, inkâr edip, "verdim." diye iddia ederse; ona yemin ettirilir.

Mal sahibi ile müdârib de böyledir.

Müdârib ise, sermâye başkasından, emek kendisinden olan ortak demektir. Bezzâziyye'de de böyledir,

Bu şahıs, ortağının ölümünden sonra bu iddiada bulunursa, şu iki durum vâki olur:

1) O ortak, veresiye satmaktan men edilir. Peşin satıp ortağının hissesini ve kârı yarıya taksim eder.

2) Onun hissesini çıkarmaktan men edilir. Şayet çıkarırsa, bu zor­balık olur ve ortaklık,bozulur. Nehru'l-Fâik'ta da böyledir.

tki ortaktan biri diğerine: "On kazandım." dediği halde, son­radan: "Üç kazandım." derse; bu ortağa," on kazanmadığı hususunda yemin ettirilir. Künye'de de böyledir.

Nâtifî şöyle zikretmiştir:

Emânmetler, ölüm sebebi ile tazminata dönüşür.

Ancak, şu üç yerde böyle olmaz:

1) Bir mescidin mütevellisi, bu mescidin gelirini aldığı halde, bunu açıklamadan ölürse, zâmin (= ödeyici) olmaz.

2) Gazaya çıkan bir hükümdar, ganimetin bir kısmını, ganimet ehlinden bazısının yanma emaneten bırakır ve bu hususta bir açıklamada bulunmazsa; ölünce, bu durumda da tazminat gerekmez.

3) Bir yetimin malını alıp, onu bir şahsın yanına emaneten bırakan bir hakim, bu hususu açıklamadan önce ölürse; bunun üzerine de taz­minat yoktur.

Müfâveda ortağına gelince; bunun yanında, ortağının, hâli belli olmayan bir malı bulunur ve bu durumda ölürse; bazı âlimler: "Taz­minat yoktur." demişlerse de, bu galattır. Doğrusu, bunu, arkadaşının hissesini tazmin etmesidir. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Fethu'l-Kadîr'de ve diğer fetvalarda, böylece açıklanarak: "Ölüm hâlinde, ister mân, ister müfâveda ortağı olsun, ortağının hissesini öder." denilmiştir. Bahru'r-Râik'ta da böyledir.

Bir ortak, şirketin malı, insanların üzerinde —alacak olarak— bulunduğu halde, bir açıklama yapmadan ölürse, diğer ortağı, onun hissesini —belli olmayan bir malı tazmin ettiği gibi— tazmin eder. Kunye'de de böyledir.

Müfâveda ortaklarından birisi, bir şahıstan, bin dirheme bir mal satın alıp, onu teslim almaz ve bu malı satan şahsa, satın alan şahsın ortağı rastlayıp, aynı malı, bin beş yüz dirheme satın alırsa; bu ikinci satış mu'teberdir.

Birinci satış bozulmuştur; Çünkü: Müfâveda ortaklığında, ortak şahıslar, tek bir şahıs menzilindedirler. Muhiyt'te de böyledir.

Bin dirheme, bir köle satın almış bulunan iki kişiden her biri diğerini kendisine vekil tayin etmişse; bunlar, kölenin bedelinin yandan fazlasını vermedikçe, arkadaşına müracaat edemez.

İki kişinin ortak bulunduğu bir hayvan, bu ortaklardan biri yokken hastalanır ve baytar:  "Bu hayvanın, -muhakkak dağlanması gerekir." der ve hâzır ortak, dağlayınca, bu hayvan ölürse; onu tazmin etmek gerekmez.

Yolda gitmekte olan bir hayvanın üzerinden, iki kişinin ortak oldukları bir mal, ortaklardan biri bulunmadığı sırada düşer ve diğer ortak, bu eşyaların zayi olmaması için bir hayvan kiralarsa, bu caizdir.

Bu kira bedelinin yarısını, ortağından alır. Kunye'de de böyledir.

iki ortaktan birisi, diğerine: "Ben, özellikle nefsin için, bir câriye :satın almak istiyorum." der; ortağı ise, bu söz karşısında sükût etiği halde, o ortak, câriye satın alırsa; bu câriye, onun şahsına ait olmaz. Ancak, alan şahıs, bu cariyeye, diğer şahısla ortak olur. Hulasada da böyledir.

Müntekâ'da şöyle zikredilmiştir:

İki iş ortağı, "her ay, birisine on dirhem verilmesini, bunun da ortaklık maldan olmamasını" şart koşsalar; bu ortaklık caiz; ancak, bu şart bâtıl (= geçersiz) olur. Muhıyt'te de böyledir,

Müfâveda ortakları, —sadece— birinin çalışmasını şart koşmuş . olsalar, bu şart bâtıl olur. Tehzîb'de de böyledir.

Inân ortaklarından birisi: "Bir şahısta, ortaklık maldan, bir şey (alacak) var." diye iddia ettiği halde, iddia olunan şahıs, —borçlu olmadığına— yemin ederse, diğer ortağın, bu şahsa, ikinci defa yemin ettirmesi yoktur. Fetâvâyi Kâdîhân'da da böyledir.

Uyûn'da,   İbn-i  Semâ'a,  İmâm  Muhammet!  (R.A.)'in  şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

Müfâveda ortaklarından birisi, bin dirheme, bir köle satın alıp, henüz o köleyi teslim almadan önce, ortağı da, bu kölenin sahibine uğrayıp, onu bin beş yüz dirheme kiralarsa, bu caiz olur. Önceki satış ise bozulmuştur. Kölenin, bunu bilip bilmemesi de müsavidir. Tatarhâniyye'de de böyledir. [40]

 

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/407.

[2] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/407.

[3] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/407-408.

[4] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/408.

[5] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/408.

[6] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/408.

[7] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.

[8] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.

[9] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.

[10] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/409.

[11] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/410-418.

[12] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/418-419.

[13] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/420.

[14] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/421.

[15] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/421.

[16] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/422.

[17] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/422.

[18] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/422.

[19] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/423.

[20] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/424-425.

[21] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/425-429.

[22] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/429-430.

[23] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/430-435.

[24] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/435-437.

[25] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/437-444.

[26] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/444-445.

[27] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/446.

[28] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/446-447.

[29] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/447.

[30] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/447-448.

[31] Müdarebe: Sermayenin bir taraftan çalışmanın ise diğer taraftan oldıığu bir şirket çeşididir. Sermâye sahibine rabbül-mal. emek sahibinede müdârib denir.

[32] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/448-453.

[33] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/453-459.

[34] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/460-462.

[35] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/462-466.

[36] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/467-471.

[37] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/471-472.

[38] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/473-480.

[39] Kürr: Yediyüzbin kırksekiz dirhem ağırlığında bir ölçü birimi; müd ve ölçek manasına da gelir.

[40] Feteva-i Hindiyye (Feteva-i Alemgiriyye), Akçağ Yayınları: 4/480-492.


 

Günün Sözü

"“İnsanların arasını düzeltmek için, hayır haber ulaştıran –veya hayır söyleyen– kimse yalancı değildir.” (Hadîs-i Şerif—Müttefekun aleyh)"
Telif Hakkı © 2024 Open Source Matters. Tüm Hakları Saklıdır.
Joomla!, GNU Genel Kamu Lisansı altında dağıtılan özgür bir yazılımdır.